Читать книгу Safahat (Mehmet Akif Ersoy) онлайн бесплатно на Bookz (5-ая страница книги)
bannerbanner
Safahat
Safahat
Оценить:
Safahat

3

Полная версия:

Safahat

Köse İmam

Kardeşim Ali Şevki Efendi Hoca'ya

İlmi az, görgüsü çok, fıtratı yüksek bir imamTanırım ben, ki hayâtında tanıtmıştı babam.«Kim bilir; şimdi ne âlemde benim şanlı Köse’m;Görmedim üç senedir, bâri gidip bir görsem…»Diyerek, dün gece güç hâl ile buldum evini.Koca insan; ne şetâretle kabûl etti beni:– Gel ayol gel, Hocazâdem, bizi ihyâ ettin…Ne kerâmetçe tesâdüf; seni andıktı demin.Kahveler, nargileler, enfiyeler, şerbetler,Rûhu lebrîz-i safâ eyleyecek sohbetler,Hepsi mebzûl idi mecliste. Ne âlâ; derken,Kapı şiddetle çalınmaz mı?                                                                                    – Bakın kim? ZâtenEv değil, han gibi bir şey; gece gündüz işler…Gönderin kahveye, Âsım, gelen erkekse eğer.– Ahmed'in annesi gelmiş…                                                                       – Nasıl Ahmed, oğlum?– Hani bizdeydi bugün…                                                   – Ha, Küçük Ahmet… Malûm.Bize âit değil öyleyse… Haber ver içeri.– Gir, dedim, istemiyor; sen bana gönder pederi,Diye ısrâr ediyor.– Girsene, hemşîre hanım!– Varmayın üstüme!                                            – Nen var a kuzum; anlayalım?..– Ne kafam kaldı dayaktan, ne gözüm, hep şişti;Karşı koysaydım eğer mutlak işim bitmişti.Ağladım, «merhamet et, yapma!..» dedim, kim dinler.Boşamakmış beni dünden beri efkârı meğer.Üç çocuk annesi, emzikli kadın tek başına,Koca berhâneyi silsin de, süpürsün de sana,Yine sen bilmeyerek zâlim onun kıymetini,Dene bîçârede, kalkıp kolunun kuvvetini!– Dur kızım; ağlama sen, şimdi haber gönderirim;Karı dövmek ne kolaymış, ona ben gösteririm!Çağırın bekçiyi…                                                    – İhsan Bey’i bildin ya, Memiş?Hadi git şimdi getir…                                           – Kahvede yok,                                                                                                              – Evde imiş;Şimdi gelsin…                – Gelemem, kendisi gelsin, dedi.                                                                                                                                – Ya!Ben gidersem iyi kaçmaz. Haydi git söyle ona:Şimdi gelsin…                                           – Ne kibarlık bu beyim? Bir dâvet,Yetmiyor, öyle mi?                        – Yorgundum efendim de…                                                                                                                               – Evet,Haber aldık… O, fakat sizce büyük bir şey mi?On kadın dövse yorulmaz, benim İhsan Bey’imiBilirim ben ne tosundur.                                                                    – Hoca, bak, ben kızarım.Size haltetme düşer… Dövmüş isem, kendi karım.Keyfim ister döverim, sen diyemezsin: «Dövme!»Bu, tecavüz sayılır doğrusu haysiyyetime…– Hangi haysiyyetin, oğlum? O da varmış desene.Beyimin şimdiki haysiyyet-i mevhûmesineDiyecek yok… Yalınız râhat ararlarsa eğer,Böyle külfetli kuyûd altına hiç girmeseler!– Sen imam, saçmalıyorsun… Yetişir artık dur.Beni ısrâr ile dâvetteki maksat bu mudur?– Haremin geldi demin ağlayarak, sızlayarak…– Gözü çıksın domuzun, patlasın isterse, bırak!– Döveceksin, ne boşarsın? Boşadın, dövmek ne?Hem günah, hem de ayıp…                                                           – Bakma onun sen sözüne,Ne domuzdur onu bilsen!                                                                                 – Nesi var, hırsız mı?Yoksa yüzsüz mü?                                                     – Değil hiçbiri… Lâkin canımıSıktı akşam «Edemem, üstüme evlenme!» diye.«Ne demek! Dörde kadar evlenir erkek» demeyeKalmadan başladı şirretliğe… Kızmaz mı kafam?– Kustuğun herzeyi yutsun diye, hey sersem adam!Dövüyorsun, boşuyorsun elin öksüz kızını…Haklı bir kerre ya! İnsan boşamaz haksızını.– Boşamaz? Amma da yaptın! Ya Şerîat ne içinBize evlenmeyi tâ dörde kadar emr etsin?İki alsam ne çıkar sâye-i hürriyyette?Boşamışsam, canım ister boşarım elbette,İşte meydanda Kitap. Hem alırız, hem boşarız.– Dara geldin mi, Şerîat! Sus ulan iz'ansız!Ne zaman câmiye girdin? Hani tek bir hayrın?Bir kızılbaşla senin var mıdır ayrın, gayrın!Ağzı meyhaneye rahmet okuturken, hele bak.Bana gelmiş de Şerîatçi kesilmiş… Avanak!Hangi bir seyyie yok defter-i a'mâlinde?Seni dünyada gören var mı ayık hâlinde?Müslümanlık’ta Şerîat bunu emretmiş imiş:Hem alır, hem de boşarmış;» ne kadar sâde bir iş!Karı tatlîki için bak ne diyor Peygamber:390«Bir talâk oldu mu dünyâda, semâlar titrer!»İki evlense ne varmış! Bu yenir herze midir?Vakıâ bâzan olur, dörde kadar evlenilir…Bu kimin harcı, a sersem, hele bir kerre düşün!Tek kadın çok sana emsâl olan erkekler için.Hani servet? Hani sıhhat? Ne ararsan mefkûd;Tamtakır bir kese var ortada, bir sıska vücûd!Sen duâ et ki «Şerîat» demiyor evde karın!Yoksa, boynunda bugün zorca gezerdin yuların!Karı iş görmiyecek; varsa piçin bakmayacak;Çamaşır, tahta, yemek nerde? Ateş yakmayacak.Bunların hepsini yapmak sana âit «Şer'an!»Çocuk emzirmeye hattâ olacak bir süt anan!«Boşarım, evlenirim» bahsini artık kapa da,Hak ne verdiyse yiyip hoş geçinin bir arada.Al götür haydi!..                                        Kızım, gel!.. Hele bak, gel, diyorum!Hatırım yok mu? İnatlık iyi olmaz, yavrum…Söyledim yapmayacak bir daha. Mahcûb olmuş…Böyle şeyler olağandır…                                                                  – Ne desem hepsi de boş!Bu benim alnıma bir kerre yazılmış…                                                                                                                              – Öyle.– Gazı göstersene, Âsım! Gidiniz devletle.***– Gittiler neyse… Duâ et ki ucuz kurtuldun;Bâ’zı dâ’vâlar olur, kış gecesinden de uzun!Dinledin, gördün a oğlum, ne bozuk terbiyemiz!Ne yapıp yapmalı, insanlığı öğretmeliyiz.Şu bizim halkı uyandırmadadır varsa felâh;Hangi bir millete baksan uyanık… Çünkü: Sabah!Hele bîçâre Şerîat’le nasıl oynanıyor!«Müslümanlık bu mu yâhû» diye insan yanıyor.Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,Otuz üç yıl bizi korkuttu «Şerîat» diyerek.Vahdetî muhlisiniz, elde asâ çıktı herif,Bir alay zâbiti kestirdi. Sebep: «Şer'-i Şerîf!»Karı dövmüş, boşamış… «Emr-i İlâhî» ne denir!Bunların hepsi, emîn ol ki, cehâlettendir.Bana sor memleketin hâlini ben söyleyeyim:Bir imam çünkü, bilir evleri… Hâ bir de, hekim.Gel nikâh kıy, demesinler, diye bâzen kaçarım…Düğün olmaz mı, gelirler de bütün komşularım:Yine kondun Hoca! derler, onu bilmezler ki,Daha memnûn olacaktım o düğünsüz belki.Zerde karşımda durur kanlı yemek tavrıyle;Öksüz ağlar sanırım, çalgıyı duydum mu, hele!Bu neden? Çünkü nikâhın sonu er geç boşamak,Yâhut akşamki gelenler gibi hırgür yaşamak!Düğün olsaydı ne âlâ idi tek bir perde;Ayrılık faslı da var sonra bunun, mahkemede!Ne kadınlar, ne sefâlet doğuranlar görürüz;İşte binlerce çocuk, hem baba sağ hem öksüz!Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar!İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler; bunlarMerhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan;Yoksa, insanlığı bilmem nasıl anlar insan?Sözü bir parça uzattımsa da, oğlum, affet!..Hasbihâl etmek için başka adam yok ki… Evet,Kimse söyletmiyor artık bizi, bak sen derde;«Mürteci!» damgası var şimdi bütün ellerde.Bir fenalık görerek, «yapma!» desen, alnına tâ,İniyor hatt-ı celîsiyle Hamîdî tuğrâ!İşte gördün ya, herif «sâye-i hürriyyette»Diyerek, başlamak üzreydi hemen tehdîde!Eskiden vardı ya meydanda gezen ipsizler:Hani bir «sâye-i şâhâne» çekip her şeyi yer!Onların birçoğu ahrâr-ı izâm oldu bugün;391Mürteci, nah kafa, bizler… Kerem et; hâli düşün!Bu cehâlet yürümez; asra bakın: asr-ı ulûm!392Başlasın terbiyeniz, âilelerden oğlum.Sâde hürriyeti ilân ile bir şey çıkmaz;Fikr-i hürriyyeti hazm ettiriniz halka biraz.

Nazım Parçaları

Ressam Haklı!

Bir zaman vardı ya târîh-i mukaddes modası…Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası,Mutlakâ eski tesâvîr ile ziynetlensin,Diye, ressam aratır hayli zaman bir zengin.Biri peydâ olarak, ben yaparım, der, kolunuSıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonuSıvar ammâ ne sıvar! Sâhibi der:                                                                         – Usta, bu ne?Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!– Bu resim, askeri basmakta iken Fir'avn'ın,Bahr-i Ahmer yarılıp geçmesidir Mûsâ'nın.393– Hani Mûsâ be adam?                                                            – Çıkmış efendim karaya…– Fir'avun nerde?                       – Boğulmuş.                                                                    – Ya bu kan rengi boya?– Bahr-i Ahmer a efendim, yeşil olmaz ya bu da!– Çok güzel levha imiş! Doğrusu şenlendi oda!

Bir Mezar Taşına Yazılmış İdi:

Şu fânî zindegâniyle hayât-ı câvidânînin,Telâkî-gâhıdır makber denen son menzil-i ârâm.394Hayat ölmekle bitmiş olsa bir şey anlaşılmazdı;Evet, bir ömr-ü sânî var: Değil hilkat abes mâdâm.395Sen ey gâfil beşer, âlemde bir te'mîn-i istikbâlEdeydim, der çekersin ihtiyârî bir yığın âlâm.396Eğer üç günlük istikbâl için ferdâyı anmazsan,Hederdir, korkarım, dünyada imrâr ettiğin eyyâm.397Hakikî bahtiyâr ancak o âdemdir ki, dünyâdanGiderken mâmelek nâmıyle terk eyler büyük bir nâm.398İlâhî! Doğru bir meslek nasıl bulsunlar insanlar,Hakâik hep dururken perde-pûş-i zulmet-i evhâm?399

Bir Resmin Arkasına Yazılmış İdi:

Kiminin yâd-ı ihtiramı kalır,Kendi gittikte cânişîni olur;Kiminin bir yığın müberrâtı400Toplanır, heykel-i metîni olur;Kiminin de olanca hâtırası,Böyle bir sâye-i hazîni olur!

Şâir Huzûrunda Münekkid:

Düzer yâve-gû bir herif, bir gazel:Müeddâ perîşan, edâ mübtezel.Tabîî o gâyetle parlak bulur;Okur, dinletir, söyletir, gaşy olur.Biraz sonra bastırmak ister, fakat,Sakın olmasın der ufak bir sakat.Büyük, muktedir bir münekkid arar,Nihâyet zarîfin birinden sorar.Gözetmez bu âdem de hâtır, huzûr,Bulur lâfz u mânâda birçok kusûr.Herif şimdi tenkîde hiddetlenir,Rezîlâne artık neler söylenir!Biraz dinleyip sonra, «Bak!» der zarîf,«Sizin nesriniz nazmınızdan lâtîf!»

Bu Da Bir Mezar Taşı İçin Yazılmış İdi:

Yâ Rab ne hatîbdir ki makber:İnsanlara en derin meâli,Bir vahy-i bülend kudretiyleTelkîn ediyor lisân-ı hâli!Ondan da alınmıyorsa ibret,Yok bir daha almak ihtimâli!Binlerce vücûd-i nâzenîninBir servi hayâl-i yâl ü bâli.Binlerce ser-i semâ-güzîninBir kabza türâb olur zevâli.Her seng-i mezâr bin hayâtınFânilere karşı infiâli.Görsün de bu inkılâbı insan,Dehrin nedir anlasın kemâli!Zâir bu hakâikın önündeHâlâ mı bırakmadın hayâli?

Gül, Bülbül

Konduğu her gusn-i ter minberidir bülbülün,Zemzeme addettiğin hutbesi, faslu’l-hitâb.Reng-i hakîkat nedir, fark eden ebsâr için,Goncada matvî duran her varak ümm’ül-kitâb.

Tercümedir

Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma…Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr.«Nerde yârânım?» diyorken ben bülend âvâz ile,«Nerde yârânım?» diyor vâdî, beyâbân, kûhsâr.

Tercümedir

Nühüfte kalb-i ketûmunda leyl-i deycûrun,401Seninle biz iki âvâre-ser idik gûyâ:Ki tâ ebed kalacak muhtefî nazarlardan,402Meğer ki onları etsin lisân-ı subh ifşâ!

Hüsrân-ı Mübîn

Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu,Rahmetli babam: «Âdem olur oğlum ilerde.»Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu…Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?Âmâli tezâd üzre giderken ebeveynin,Hep böyle harâb olmada etfâl ara yerde!403

Âhiret Yolu

Sokakta sâde bir «âmîn!» sadâsıdır gidiyor:Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût.Denildi: «Fâtiha!», âmîni kestiler; bu sefer,Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,Diyordu:                                         – Söyleyin, Allâh için, şu merhûmu,Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?                                                                                                                       – İyi biliriz!– Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?                                                                                                           – Evet!– İmam efendi, helâllik de iste, merhamet et…– Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı…– Helâl edin, hadi bekletmeyin adamcağızı!Cemâatin yüreğinden kopup «helâl olsun!»Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, âh-ı derûnMisâli uğradı evden; fezâda yükseldi.İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:– Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?– Yıkıldı dostlar evim, barkım… Âh gitti kocam…– Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam.– Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,Kızıp da «ey!» demiş insan değildi, hemşîre!– Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım…– Babam ne oldu?                                                – Baban… Öldü.                                                                                           – Etme Ayşe Hanım,Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza…– Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza…Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın…Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,Sevimli bir küçücük kız… Beşinde ancak var.Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,Zavallının eriyen rûh-i bî-günâhı idi.Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.Sefîne-pâre ki sırtında mevc-i bî-hissinYüzer… Önünde ademden nişâne bir enginÇeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlayana?Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,O tahta-pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.404Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?Nasıl görür ki yetîmin hurûş eden yaşını?Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.405Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler,O tahta-pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,406Güzergehindeki eşbâhı bir mehîb sükûtİçinde haşr ederek, dalgalarla seyrediyor;Zemîne bakmıyor artık, semâ deyip gidiyor.Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?407Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,Vücûd çekmeyecek ömr-i câvidânîyi,Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,Açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât.***Senin en son serîrindir şu bî-pervâ uzanmış taş,Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!Elinde yok halâs imkânı, mâdâm’el-hayât uğraş…O, mutlak, sedd-i râhındır, aşılmaz… Muktedirsen aş!408Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;Musallâ: Âhıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;Musallâ: Ders-i ibrettir, durur pîşinde irfânın.409Bu minberden iner nâsûta en müthiş hakîkatler,Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâatler.Civârından geçer zulmette bî-pâyan hayâletler:Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler.410Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem… Belki bunlardanMuazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-i cân el'ân,Bu taştan atfeder, zanneylerim, dünyâya son im'ân…Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!411Serîr-i saltanatlar devrilir, altüst olur dünyâ;Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.412Namaz kılındı; dua bitti. Kârban, yolunaDüzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.Yarım saat henüz olmuştu. Yolcular durdu;Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,Sokuldu servilerin ortasında bir çukura.Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur,Kabardı toprağın altında bir çıban, bir ur!Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,Dönün de arkadakinden sorun fecâatini;Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak,İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!..

İstiğrâk

Tasavvur et ki muzlim bir şeb-i ecrâm-ı nâ-peydâ:Yatar heybetli âgûşunda dûrâdûr bir feyfâ;Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-ı zulmetten;Gidilmez… Her adım attıkça bir girdâb olur rehzen;O rîkistâna batmış, çalkanan seyyâh-ı âvâre,Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre,Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkım;Görün bir kerre, zîrâ pek karanlık oldu âfâkım!413Geçir pîş-i hayâlinden ki cûşâcûş bir umman:Nişandır yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan;Ölüm var, kurtuluş yok, sâhil-i imdâd uzaklarda;Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda.O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse,Nasıl eyler tehâlük bir kenâr-ı tesliyet görse,Muhât-ı lücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde,Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde414Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr;Tahayyül eyle yâhut bir yetîm-i hânümân-mehcûr;O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından;Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından;Benim yâdım da, ey ârâm-ı can, yâd-ı güzînindir.Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz-i mübînindir:Çemen emvâc-ı nûrundur, fidanlar yâl ü bâlindir;Sulardan akseden sûret cemâl-i lâyezâlindir.415Hırâm-ı nâzenînindir o raksan mevceler cûda;Mutarrâ nükhetindir gizlenen ezhâr-ı hoş-bûda.Leyâlin sînesinde hâba dalmış nâzenîn eshâr,Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr.Nigâhından saçılmış lem'alardır pîş-i hayretteYüzen ecrâm-ı nûrânûr bahr-i sermediyyette.Zemin lebrîz-i âsârın; semâ pâmâl-i envârın:Avâlim hep merâyâ-yı nazar pîrâ-yı dîdarın.416*** Çekilmek istemiş de subh-dem bir câ-yı tenhâya, Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya. Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hattâ Nümâyân olmamıştı hâb-gâhından güneş hâlâ… Derin bir samte müstağrak, leb-i deryâda hiç ses yok… Sabâ durgun, sular durgun, bütün eşyâda durgunluk!O ferş-i nîlgûn üstünde, tıfl-i nâzenin-vâri,Uyurken dâye-i bîdâr-ı subhun tıfl-ı envârı;Güneş, pîşinde dağlar perde-dâr olmuş, harîmindenGörünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen.Teâlî eyleyince bir zaman bâlâ-yı kudrette,Ziyâlar mevc mevc oldu o pehnâ-yı rükûdette.Bu cûşişler o dalgın havz-ı sîmîni uyandırdı;Sabâ enfâs-ı sevdâ-perveriyle dalgalandırdı.Açıklardan gelen emvâc-ı peyderpeyle, sâhildenDemâdem oldu vecd-efzâ, hazin bir nağme, bir şîven.Kulak verdim o âhenge; meğer âheng-i şi'rinmiş!O cûşiş-zâr olan kulzüm, senin ummân-ı fikrinmiş,Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûruO menbâdan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru.Tecellî etti artık, anladım: Sensin bütün dünyâ…Bu senlikte fakat ey yâr-i gâib, ben neyim âyâ?417

Âmin Alayı

«Gözüm ki kâne boyandı, şarâbı neyleyeyim?Şarâbı neyleyeyim?Ciğer ki odlâre yandı, kebâbı neyleyeyim?Kebâbı neyleyeyim?Ne yâre yâradı cismim, ne bâna, bilmem hiç!İlâhî, ben bu bir avuç türâbı neyleyeyim?Türâbı neyleyeyim?Âmin – Âmin!» 418En önde, rahlesi âgûş-i ihtirâmında,419Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,420Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecekKadar lâtif, iki mâsûmu bir açık paytonVakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun!O rûhtan daha sâfî olan yüreklerden,Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;Bu cûş-i saffetin aksiyle tâ meleklerdenZemîne doğru bir «âmin!» sadâsıdır geliyor.Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,421Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!Bu bir ketîbe-i ma'sûmedir ki, ey millet:422Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında;Bu bir cenâh ki: Âtîde bir ufak hareketYapıp cihanları oynatmak iktidârında!Gelir de sâye-i imdâd-ı Hak'ta bir gün, buGirer diyâr-ı meâlîye doğrudan doğru.Bu ancak işte, eğer varsa, şanlı bir ordu!Evet, ilerlemek isterse kârbân-ı şebâb,423Yolunda durmaya gelmez. O, çünkü durmayarak,Sabâh-ı sermed-i âtîye eylemekte şitâb;424O, çünkü isteyemez hâle katlanıp durmak!Onun kudûmü için nâzenîn-i istikbâlAçarda sîne, o olmaz mı per-güşâ-yi visâl?Durur mu artık onun karşısında, mâzî, hâl?Fakat o zemzemeler uçtu hep dudaklardan…Sürûd-i neşve bu âlemde pek süreksizdir!Ağır ağır geçiyorken alay sokaklardan,Gelir de caddenin ağzında mıhlanır, dikilir,Mehîb manzara bir anlı şanlı gerdûne;İçinde pudralı üç kanlı çehre! Neyse yine,Yol açtı bir iri ses mevkibin geçip önüne:– Siz, ey heyâkil-i bî-rûhu devr-i mâzînin,425Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtînin;426Nedir tarîkını kesmekte böyle isti'câl?427Durun, ilerlesin Allah için, şu istikbâl.

Hasbihâl

«Mâ medâ fâte, ve’l-müemmelü gaybun Felekes-sâatü’lleti ente fîhâ» 428

Büyük bir şâirin düstûr-i hikmettir şu ihtârı;Velev duymuş da olsan yolsuz olmaz şimdi tekrârı:«Geçen geçmiştir artık; ân-ı müstakbelse mübhemdir;Hayâtından nasîbin: Bir şu geçmek isteyen demdir.»Evet, mâzîye ric'at eylemek bir kerre imkânsız;Ümîdin sonra istikbâl için sağlam mı? Pek cansız!Bu günlük iş bugün lâzım yapılmak, yoksa ferdâyaBırakmışsan… O ferdâlar olur peyveste ukbâya!Benim on beş yıl evvelden kalan işler durur hâlâ;Yarın bir başlayıp yapsam demiştim, bak, demin hattâ!Müsevvifler için dünyâda mahvolmak tâbîîdir.429Bu bir kânûn-i fıtrattır ki yok te'vîli: Kat’îdir.430Sakın ey nûr-i dîdem, geçmesin beyhûde eyyâmın;Çalış hâlin müsâidken… Bilinmez çünkü encâmın.Diyorlar: «Ömrü insânın yetişmez kesb-i irfâna…»Bu söz lâkin değildir her nazardan pek hakîmâne.Muhakkaktır ya insalar için bir gâye-i âmâl;Edenler ömrünün sâtini hakkıyle isti’mâl,Zafer yâb olmasın isterse varsın asl-ı maksûda,Düşer bir maksad idrâk eyleyip bir zıll-i memdûda.Evet, her türlü ma’nâsıyla irfan durdurur azmi…Fakat, insanlığın ma’nâsı olsun öğrenilmez mi?Cibillîdir taharrî-i hakîkat hırsı âdemde,Onun mahsûlüdür meşhûd olan âsâr âlemde.Atâlet fıtratın ahkâmına mâdem ki isyândır;Çalışsın, durmasın her kim ki da’vâsında insândır.Zuhûr etmekle her ma’lûma karşı bir alay meçhûl?Neden olsun o ma’lûmâtı idrâk eyleyen medhûl?Evet ma’lûm olanlar olmayan şeylerle bir nisbetEdilmiş olsa, gâyet az çıkar evvelkiler elbet;Fakat câhille âlim büsbütün nisbet kabûl etmez:O bir kördür, bu lâkin doğru yoldan hiç udûl etmez.Diyor Kur’an: “Bilenler, bilmeyenler bir değil. HeyhâtNasıl yeksân olur zulmetle nûr, ahyâ ile emvât!”Bu hikmetler bedîhîdir senin indinde elbette;Fakat, çok sevdiğimdendir ki, tekrâr eyledim işte.Sadedden gâliba ayrılmıştım… Söz neydi ihtâr et!Dalarsam nûr-i dîdem, böyle bâzen, durma bîdâr et!Usandın sen de gerçek hikmetimden, hasbihâlimden;Beş on söz kaldı lâkin dinle nazm-ı bî-meâlimden;Diyorlar: “İ’tirâf-ı cehl iken tahsîlin encâmı,Nedir beyhûde itâb eylemek şehbâl-i ikdâmı?”Evet, lâkin varıp ser-hadd-i ma’lûmâta bir insan,O gâyetten demek lâzım ki: “Yok irfân için imkân!”Hakîkî i’tirâf altında parlar zılli irfânın;Budur insanlığın ma’nâsı en son zevki vicdânın.

Bebek Yâhut Hakk-ı Karâr

Bizim Cemîle Ferîde'yle bir sabah gelerek,«Unutma beybaba, akşam birer hotozlu bebek,Getir, kuzum…» dediler. Ben de kızların keyfiKırılmasın diye reddetmedim şu teklîfi.Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, ikiEdâlı yosma getirdim. Aman o akşamkiSevinme hâlini bir görmeliydi yavruların!Durup oturmadılar hiç, dedim: «Yatın da yarın,Bütün gün oynayınız…» Nerde! Kim yatar? O gece,-Yemekte sızmaya me'lûf olan- Ferîde'mce,Kabul olunmayacak söz olursa, yatmaktı.Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.Ferîde'nin yaşı beş yok; Cemîle'ninki yedi;Şu var ki, abla hanım pek hanım tavırlı idi.Büyük kız oynadı bir parça, sonradan yattı;Küçük sabaha kadar hep bebeğni hoplattı.Ne ninniden alıyormuş, ne öyle hoppaladan…«Işıl ışıl bakıyor â! Bebek değil, afacan!»Sabaha karşı tükenmiş mecâli yavrucuğun:Mışıl mışıl uyuyor… Değmeyin aman uyusun.Benim bulunmadığım bir zamanda kız uyanır;Bebeği uyutmak için evde üç saat kapanır.– Aman da pek yaramaz, uyku sıçramış başına.Bakın beşik de getirdim, bakın yatar mı şuna?Yatar mısın seni maymun? Kapar mısın gözünü!Acık da dinlesen olmaz mı annenin sözünü;Kapandı işte gözün… Oh, şimdi artık, yat!Bebek ne yaptı bilinmez ki, sonradan, pat pat,Dayak sadâları akseylemiş öbür odaya.Güzel güzel uyumuş olsa kız da dövmez ya.***Gelince akşama, baktım, Ferîde pek düşkün.Durur mu ablası? Ben sormadan atıldı:                                                                                    – BugünNe yaptı, beybaba, bilsen… Zavallıcık bebeğe?– Ne yaptı?                                            – Dövdü bir âlâ, sonunda kırdı.                                                                                                – Niye?– Bilir miyim, ona sor… Kız, getir bebeğni hadi!Ferîde kaçtı yanımdan, getirmek istemedi.Çiçek çıkarmışa dönmüş, getirdiler ki, yüzü;Birer kafes gibi kalmış o kuş bakışlı gözü.Başında saçtan eser yok, ayak topal, kollarOmuzdan oynamıyor, kim bilir ne illeti var?O kanlı canlı bebek şimdi işte bir kötürüm…– Bu ölmüş artık ayol, göm götür de, hem ne ölüm!***Ferîde kaldı bebeksiz, Cemîle'ninki fakat,Güzel güzel duruyor; olmuyor ne kör, ne sakat.Günün birinde beraberce oynuyorlarken,Alıp Ferîde hazin bir niyâz tavrı hemen:– Bebeğni ver, acıcık oynayım, kuzum abla!Demez mi? Kız ne diyor?.. Gâlibâ: «İnâyet ola!»Verir miyim sana ben hiç bebeğmi, yağma mı var?– Hasislik etme, kızım, ver!                                                 – Alırsa sonra kırar.– Nasıl kırar a canım? Etme oynasın, veriver!– Olur mu beybaba?                                                                          – Elbet olur.                                                                                                 – Kırarsa eğer?– Yarın sabah sana ben başka bir bebek alırım.Bizim müdâheleden sonra “Oyna al bakalım!..”Deyip Ferîde’ye kerhen uzattı kız bebeği,Ferîde’nin yüzü gülmüştü, baktım, iy’den iyi.Sevindi, oynadı, lâkin bu müsteâr sürûrSüreksiz oldu…                                                   – Ver artık!                                                                                  – Acık daha, ne olur?– Bakındı beybaba?                                                      – Kız, ver de sonradan yine al,Mal olmaz insana, âdet değil emânet malTekerrür etti birazdan şu yolda aynı niyâz:– Bebeğni ver yine olmaz mı? Oynayım.                                                   – Olmaz!..Ben ilitimâsı dirîğ etmedim ikinci sefer.– Çok oldu beybaba, ya! Sonra her zaman ister!– Demin de aldı, hemen verdi, içlenir, yapma!Sen ablasın ne kadar olsa…                                – Başka vermem ama,Çabuk verirsen eğer al da oyna kız, haydi…Ferîde’nin bu sefer keyfi pek yolundaydı.Epeyce dandiniler yaptı, hayli hoplattı;Bebek kolunda, hasırlarda bir zaman yattı.Fakat ne çâre! Gelip çattı vakt-i istirdâd,Kızın nazarları beyhûde etti istimdât.Cemîle istedi ısrâr edip emânetini,Çocuk da verdi, fakat görmeliydi hiddetini!Büyük kızın eziyordu gurûr-ı ma’sûmu,Bebek elinde gezerken, şu tıfl-ı mahrûmu.Ağır gelir ona elbette karşıdan bakmak.Sokuldu bak yine, hiç şüphe yok ki: Yalvaracak,“Bebeğni ver” diye, lâkin ben eylemem ibrâm.Hayır, değil bu edâ, bir edâ-yı istirhâm:“Bebeğmi ver!” demesin mi üçüncüsünde kıza?Meğer hukuk da bilirmiş bakın şu saygısıza!..
1...34567...10
bannerbanner