Читать книгу Safahat (Mehmet Akif Ersoy) онлайн бесплатно на Bookz (4-ая страница книги)
bannerbanner
Safahat
Safahat
Оценить:
Safahat

3

Полная версия:

Safahat

Kocakarı ile Ömer

Üstâd-ı necîbim Ali Ekrem Bey'e

Yok ya Abbâs'ı bilmeyen, kimdi?..O sahâbîyi dinleyin şimdi:Bir karanlık geceydi pek de ayaz…İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,Çıktım evden ki yollar ıpıssız.Yolcu bir benmişim meğer yalnız!Aradan geçmemişti çok da zaman,Az ilerden yavaşça oldu iyân,Zulmetin sînesinde ukde gibi,311Ansızın bir müheykel a'râbî!Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,Geliyor muttasıl mehîb mehîbBen sokuldum, o geldi, yaklaştık;Durmadan karşıdan selâmlaştık.Düşünürken selâm alan sesini,O heyûlâ uzandı tuttu beni:Bir de baktım, Ömer değil mi imiş!– Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?– Şu mahallâtı devre çıkmıştım…Gel beraber, benimle, üç beş adım.*** Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr; Uhrevî bir sükûn içinde civâr.Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak…312Şu yatan beldenin huzûruna bak!O semâlar kadar yücelmiş alın,Çakarak sînesinden âfâkın,Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,Necm-i sâhirde sanki bir hâle!313Duruyor her evin önünde Ömer,Dinliyor, bî-haber içerdekiler.Geçmedik en harâb bir yapıyı,Yokladık sağlı sollu her kapıyı.Geldik artık Medîne hâricine;Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.***Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.«Açız! açız!» diye feryâd eden çocuklarının,Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:– Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek…Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri…Selâmı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.Selâmı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.314– Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?– Bugün ikinci gün, aç kaldılar…                                                                                         – O hâlde, nedenBiraz yemek komuyorsun?                                                               —Yemek mi? Çömleği sen,Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!Ne çâre! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.– Peki! Senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın…Tek erkeğin de mi yok?                                                           – Hepsi öldü… Kimsem yok.– Senin midir bu küçükler?                                                     – Torunlarım.                                                                              —Ne de çok!Adam, Emîre gidip söylemez mi hâlini?                                                                                                                                   – Ah!Emîr’e, öyle mi ? Kahretsin an-karîb Allah!315Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun…316Ömer, belâsını dünyada isterim bulsun!– Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?– Ya ben yetîm avuturken, Emîr uyur mu gerek?Raiyyetiz, ona bizler vedîatu’llâhız;317Gelip de bir aramak yok mu?                                                                                              – Haklısın, yalnız,Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;Gidip de söylememişsen ne hâldesin bilemez.– Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?Zavallının işi çokmuş!.. Nedir, muhârebe mi?İşitme sen de civârında inleyen elemi,Medîne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş…«Gazâ! Gazâ!» diye git soy cihânı, gel paylaş!Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı:318– Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine;Ömer! Savâik-i tel'în olur, iner tepene!319Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!320– Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver…– Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!Gidip de söyleyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,Ölür de yüz suyu dökmem sizin halîfenize!…Ömer vuruldu bu son sözle…                                                                                           – Haklısın, teyze!Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.***Halîfe önde, bitik, suçlu, münfail, nâdim;Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor?Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor?Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;321Dönüp dönüp hele geldik zahîre ambarına.Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.Arandı her yeri, bir mum yakıp alel'acele.– Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık ambardan;Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;Dedim ki:                                – Ben götüreydim… Verir misin çuvalı?– Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?Yarın, huzûr-i İlâhî’de, kimseler, Ömer'inŞerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;322Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ul!Yetîmi, girye-i hüsran alır, Ömer mes'ul !323Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:O damla bir koca girdâp olur boğar Ömer'i!Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;Ömer koğulmada her mâtemin civarından!Ömer halîfe iken başka kim çıkar mes'ul?Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!324Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den…Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?– Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,İdâre eyleyecek düştüğün bu ma'rekeyi ?Evet, adâleti «mutlak» hayal edersen eğer,Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!Beşer, adaleti «mutlak» tahayyül eylerse,Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm.Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,325Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!326Huzûr-ı Hakka çıkarken bu unlu cephenle,Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!– Uzak mı yol? Daha çok var mı?                                                                                    – Ancak üç beş adım.Mecâli kalmamış artık zavallının… Baktım:Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:– Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.Hemen çakılları çömlekten indirip attı;Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak,Hemen sönüp gidecek…                                                            – Teyze, yok mu hiç yakacak?Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.Ocak tüter, Ömer üfler zefîr-i hârıyle;327Zemîni lihye-i beyzâ-yı târumârıyle328Sücûd tavr-ı huşûunda, muttasıl süpürür;İçinde rûhu yanar, cephesinde ter köpürür!Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;329Bulut geçer gibi necmin hıyât-ı nûrundan!330Ocak tutuştu, yemek pişti.                                                                                      – Var mı teyze kabın?Getir de indirelim…                                                                   – Var büyükçe bir kap, alın.Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerek!Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi…Dedim:– Sabâh oluyor kalkalım…                                                                                                                  – Evet, haydi!Yarın Emâret'e gel, teyze, öğleyin beni bul;331Emîr'e söyleriz, elbette hayr olur me'mûl.***Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,Biz de çıktık vedâ edip artık.Hiç görünmeksizin gelip geçene,Doğru indik Halîfe'nin evine.“Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver”.Diye, koyvermiyordu, çünkü, Ömer.Etti az sonra subh-i velveledârUyuyan şehri kâmilen bîdâr.Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.– Gâlibâ, teyze, uykusuz kaldın!İşte bağlanmak üzredir nafakan,Alacaksın her ay gelip buradan.Şimdi affeyledin, değil mi beni?– Böyle göster fakat adâletini.

Ezanlar

“İhtilâf-ı metâli' sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur.” 332

Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı,Zeminden yükselip, göklerde vahdetzâr-ı Yezdân'ıArarken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı.Ne lâhûtî sadâ «Allahu ekber!» sarsıyor cânı…Bu bir gülbank-i Hak'tır, çok mudur inletse ekvânı?333Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden,İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden.Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk'ı ezberden,Vicâhî feyz alır artık o nûr’un-nûr-i ezherden:Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden!334Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken,Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden;Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven.Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen!Semâ bîdâr, her yıldız cemâl’ullah'a bir revzen.335Maîşet kayd-ı can-fersâsının mahkûmu, bîzârıBütün bîçâreler gündüz bu yâd-ı merhametkârı.Duyar sermest olur görmüş kadar ferdâ-yı dîdârı!O neşveyle, yorulmak şöyle dursun, en ağır bârı,Sürükler görmeden, göstermeden yılgınlık âsârı.336Güneş mağrib-güzîn olmuş, semâ esmer, ufuk gülgûn;Zaman durgun, zemin muğber, cihan dembeste, can                                                                                                                                              mahzûn;Gariblik rû-nüma yer yer, sükûnet dembedem efzûn…Bakarsın bir de gülbank-i İlâhî’den dolup gerdûn,O tenhayî-i sevdâvî olur Allah ile meskûn!337İnip vaktâ ki leylin dest-i istîlâsı gabrâya,Serer dünyâya zulmetten adem şeklinde bir sâye;Nazar medhûş ü müstağrak giderken zîr ü bâlâya,Döner, «Allahu ekber» cûşu yükseldikçe Mevlâ'ya,O müzlim sîne-i hilkat tecellîzâr-ı Sînâ'ya!338Senin, dem geçmiyor, yâdınla leb-rîz olmadan eb'âd;Ne müthiş saltanat, yâ Rab, nasıl âsûde istibdâd!O istibdâda hürmettir ezanlar, subhalar, evrâd…Hayır, sen rûh-i rahmetsin, bu sesler senden ister dâd,Verir miydin, eğer dâd etmesen, feryâda isti'dâd?339***Gunûde rûh-i tabîat samîm-i zulmette…Sitâreler bile bâlâ-yı sermediyyette,Yavaş yavaş uyumak istiyor yumup gözünü;Seher semâların altında, açmıyor yüzünü.Firâş-ı leylde dinmiş bütün enîn-i hayat,Ridâ-bedûş-i sükûnet önümde hep safahat.340Görüp muhitimi dalgın hamûş bir vecde,O hâli ben de temâşâya daldım âsûde.Nigâhı, mest ediyorken bu levha-i mahmûr,Ufukta yükselerek bir sadâ-yı dûrâ-dûr,Yayıldı rûy-i zeminin o anda her yerine,Sokuldu leyl-i ketûmun bütün serâirine.Cihân-ı nâimi kaldırdı bî-karâr etti,Zalâm içinde ne âlemler âşikâr etti!O yükselen sesi tekrîre başlayıp eb'âd,Duyuldu sîne-i şebden medîd bir feryâd.341Semâya çıktı o feryâd, âh-ı ümmet olup!Semâdan indi o feryâd, rûh-i rahmet olup!Uzaktan andırıyorken, demin, heyûlâyı,Semâ'hâne-i leylin birer küçük nâyıGibiydi şimdi hayâlimde her menâr-ı mehîb…O taş yürekte bu sûzişli nağmeler ne garîb!O nây-pârelerin sonra hepsi hem-dem olup,Uyandı rûh-i sükûnette bir azîm âşûb.Coşunca âlem-i câmidde sayha-i tehlîl,Minâreler bana gelmişti sûr-i İsrâfîl:Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât;Uyandı karşıki evlerde lem'a lem'a hayât.Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh;Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh;Uyandı bende de bir şeb-çerâğ-ı zulmet-sûz,Ki tâ ebed olacak feyz-i Hak'la sîne-firûz.Tasavvur eylemem artık zevâl o meş'al için…Meğer ki nûr-i İlâhî ufûl edip gitsin!342

Cânan Yurdu

Eyvâh, ıssız diyâr-ı dilber…Her hatvesi bir mezâr-ı muğber!Uçmuş da bakındığım terâne,Kalmış sessiz bir âşiyâne.343Yer yer medfun durur emeller…Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler!344Yâ Rab! Neye böyle bir yığın hâkOlmuş yatıyor o buk'a-i pâk?345Yâ Rab, ne için o lem'a nâbûd?Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd?Yâ Rab, ne demek harîm-i cânanÜstünde bu perde perde hicran?346Lâkin görünen kimin hayâli?Cânan gibi tıpkı yâl ü bâli…Gîsû-yi siyâh-ı târumârıAltında cebîn-i lem'a-dârı,Zulmetler içinde subh-ı mahmûr;Ya gözbebeğinde nazra-i nûr;Ya ebr-i bahâr içinde cevvâlBârân şeklinde dürr-i seyyâl;Ya sinede her zaman coşan yâd,Ya kayd-i bedende rûh-i âzâd.347Ey tayf-ı nigeh-firîbi yârın,Olmaz mı bir an için kararın?Heyhât, serâb-ı şavka döndün…Karşımda parıldamanla söndün!348Kimden sorayım ki nerde dilber?Makber gibi samt içinde her yer.Cânan! Cânan!.. dedim, arandım…«Bir aks-i nidâ» dedikçe, yandım!Yâ Rab, neye hem sağır, hem ebkem,Dağlar, dereler, bütün şu âlem?349Ey sevdiğimin sevimli yurdu,Hâlin, bana şimdi pek dokundu!Aç sîneni: yâd-ı nükhetindenBir şemmeye kâilim bugün ben.350Bir vakt o şemîm-i nâz-perverTâ subha kadar yanımda bekler-Ümmîde verip bekâ sabûhu-Sermest-i safâ ederdi rûhu.Heyhât o nesîm-i sâf şimdiNâzân nâzân semâya gitti.351Ey lâne-i târumâr söyle,Cânan sana artık inmiyor mu?Ey mâtem-i pâyidâr söyle,Sâhandaki nevha dinmiyor mu?352Ey ebr-i semâ-güzîn-i seyyâr,Yâdında mıdır o nazlı reftâr?Ey darbe-i bâda karşı, ra'şân,İnşâd-ı enîn eden nihâlân!Bir şi'r-i revân olup da cânan,Geçmez mi bu gölgeden hırâmân?353Ey dilber-i mihribân, zuhûr et!Ömrüm gibi ansızın mürûr et!Ya kalb-i fezâya bir hutûr et:Âfâkımı lem'a lem'a nûr et.Bin nevha-i cân içimde pür-cûş,Geldim bu garîb yurda, medhûş.Feryâdımı yok mu eyleyen gûş?Yâ Rab, bu nasıl cihân-ı hâmûş:Bir «yok!» diyecek sadâ da yokmuş!..354

Bir Mersiye

(Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken bu cihan-ı zulmete vedâ ederek, âlem-i nûrânûr-i dîdâra yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında)

Nihâyet oldu nazardan nihân o nur-i mübîn,Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defîn!355Zevâl, o emr-i tabîî kemâle derpeydir:Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtıf idi,Ki birden etti gurûbuyla ufku leyl-âkîn.356Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;Kemîne pâye-i iclâli oldu ılliyyîn.357Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn…358Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika-bîn!359Bir âsümân-ı celâlin muhîti oldukça,Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?360Kitâbe, seng-i mezarında hep kitab-ı ledün;Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.361Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.362Açılmadan kuruyan gonce-i izârı içinSeherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!363Havâda mevcesidir şehper-i melâikenin,Eden riyâh değildir bu servilikte enîn.364Leyâl o tayf-i latîfin harîm-i ismetidir;Şafak ki hâtıra-i iğtirâbıdır, ne hazin!365Bütün mekân, nazarımda o rûha nüzhet-gâh,Eğerçi yükselerek oldu lâmekânda mekîn.366Ey aslına iltihâk eden nûr,Sensin bana her tarafta manzûr;Olsan da zılâl içinde mestûr,Bir an değilim o lem'adan dûr:Ruhumda ebed-karâr şûlen.367Mevvâc sabâhatin seherde,Berk urmada nâsiyen kamerde;Şeb sahn-ı harem-serâna perde.Matvî evrâk-ı verd-i terdeBir şemme kitâb-ı nükhetinden!368Nağmendir eden riyâhı tehzîz,Senden bu nevâ-yı sûriş-engîz!Tayfın beni eyliyor seher-hîz…Ey hâtırasıyla ruh lebrîz,İndimde bu kâinât hep sen!369Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,Ey subh-i ebed karârgâhı.Hiç bulmaya tâbişin tenâhî…Envârına gelmesin tebâhî…Bir böyle bekânı isterim ben.370Sönmez yanan ihtimâli yoktur,Sönmek sözünün meâli yoktur…Yok, nâre demem zevâli yoktur,Nûrun fakat öyle hâli yoktur.Olmaz ona hiç adem nişîmen.371Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,Artık aramızda bir cihan var!Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,Ben yerde azâb içinde bîzâr!Gûşumda bütün terâne şîven!372Şîven demi nây-i nağme-kârın,Şîven cereyânı cûybârın,Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,Şîven bana âh yâdigârın…Sen gökleri hande-zâr ederken!373

Dirvâs

Derler ki: Ümeyye’den Hişâm'ınDevrinde, yakınlarında Şâm'ın,Üç yıl ekin olmamış kuraktan.Can kaybına düşmüş artık urban.Her hayme mezâr olup kapanmış:Altında beş on kadîd uzanmış!Bakmış ki meşâyih-i kabâil:Sıyrılmayacak bu derd-i hâil;Bir karyede toplanıp, demişler:Durdukça helâkimiz mukarrer.Mâdem ki şüyûhuyuz bu halkın,Kalkın gidelim Hişâm'a, kalkın.Bir duysa Halîfe’miz bu hâli;Var merhamet etmek ihtimâli.Hiç ak sakalıyla bir alay pîr,Eyler de Emîr'e hâli tasvîr,Görmez mi o, halkı rahme şâyan?Sultansa da taş değil ya: İnsan!374Teklifi kabûl eder bütün nâs;Derler, yalınız: «Bulunsa Dirvâs.Sinnen daha pek çocuktur ammâOlmaz o kadar talâkat asla.»375Vakta ki girer şüyûh Şâm'a,Derhâl haber gider Hişâm'a:Derler ki, beş on kabîle geldi.Der: Gelsinler sarâya şimdi.376Birlikte çocuk dalar huzûra,Evvelce duâ eder de sonra,Hiç pervasız girer kelâma…377Lâkin bu tuhaf gelir Hişâm'a;Der: Sus a çocuk, büyük dururken,Söz sâdır olur mu hiç küçükten ?Dirvâs o zaman kelâmı tekrarTeshîr ile der: «Nedir bu âzâr!Mikyası mıdır zekâvetin sin?Dirvâs'ı çocuk mu zannedersin?Bir dinle de sonra gör çocuk mu?İnsâf nedir o sizde yok mu?Ben söyleyeyim de bir efendim,Susturmak elindedir efendim.»Dirvâs bakar Melik'te ses yok;Mecliste değil ki ses, nefes yok;Mûtâdı olan talâkatıyleBaşlar söze eski şiddetiyle:378«Üç yıl mütemâdiyen kuraklar,Emsâli görülmemiş sıcaklar,Sâmânımızı kuruttu gitti;Mezrûâtın umûmu bitti.Binlerle çadır kapandı kaldı,Çöl, mahşer-i mevt şekli aldı!Şehrîleri besleyen kabâil,Köy köy geziyor zelîl ü sâil!Hâtemlere cûd eden o urban,Nan-pâreye can verir bugün, can!Çıplakları giydiren de üryan,Gömleksizdir zükûr ü nisvan!379Açlık ecelin zahîri oldu:Baştan başa çöl cesedle doldu.Her kûşede bin acıklı feryad…Yok bir yerden sadâ-yı imdad.Şubbân; bütün ihtiyâra döndü!Pîrân; görsen, mezara döndü!Yok vâlidelerde süt ki: Tutsun,Evlâdını emzirip uyutsun.Zannım, bize münfail ki Mevlâ:Bir bâdiye halkı yandı, hâlâ,Bir damla su inmiyor semâdan,Şebnem bile düşmüyor duâdan!Binlerce duâya bir icâbetGöstermedi bârgâh-ı rahmet.Artık sana ilticâya geldik,Reddetmez isen ricâya geldik:Görmekteyiz ey Emîr-i âdil,-İnkârı bunun değil ya kâbil-Yok sendeki ihtişâma pâyân;Bizlerse alay alay sefîlân!Bir yanda demek ki fazla var çok;Hayfâ ki öbür tarafta hiç yok.Öyleyse biraz tevâzün ister.Evvel beni dinle, sonra hak ver:Nerden buldun bu ihtişâmı?Halkın mı, senin mi, Hâlik'ın mı?380Allah’ın ise eğer bu servet.Bizler de onun kuluyken, elbetBir pay talebinde hakkımız var…İnsâf olamaz bu hakkı inkâr.Halkınsa şu bî-nihâyet emvâl;Ver, etme hukûk-i gayrı pâmâl.Yok; böyle de olmayıp da kendiMâlin ise -çünkü fazla- şimdi,Bî-vâyelere tasadduk eyle…Dördüncüsü varsa haydi söyle!»381Mebhût ederek bu söz Hişâm'ı,Huzzâra demiş: «Görün kelâmı!Yok bende cevâb-ı redde kudret…Hayret, bu civan-dehâya hayret!İcâbediyor ki şimdi insâf:Mes'ûlü hemen olunsun is'âf.»382

Mahalle Kahvesi

Kardeşim Hüseyin Avni'ye

«Mahalle kahvesi!» Osmanlılar bilir ne demek?Tasavvur etme sakın «Görmedim nedir?» diyecek.Dilenci şekline girmiş bu sinsi cânîler,Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler,Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne…Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen,Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?Kapansın, elverir artık bu perde pek kanlı!Hayır, bu perde, bu Şark'ın bakılmayan yarası;Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası;Hayatımızda gediktir «gedikli» nâmıyle,Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!Sakın firengiye benzetmeyin fecâatini:Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir;383Tamam o eski batakhaneler mukâbilidir.Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür…Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:Girince nûr-i nazar simsiyah olur da çıkar!Yatar zemîn-i sefîlinde en kesîf eşbâh,Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyla tavan,Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!O hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,Mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?Hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın,Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.Fakat biz onlara âit ne varsa elde, yazık,Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!Bütün heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,384Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfın,Ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfın.Kanalların izi yok, köprüler harâb olmuş;Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn385Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.386Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda!Niçin yorulmalı zâten «ölümlü dünya»da?Vücud emânet-i Hak, doğru, hem de cennetlik.Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!«Hayât-ı âile» isminde bir maîşet var;Saâdet ancak odur… dense hangimiz anlar?Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhât!Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa;Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun;Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.387Sıkıldın, öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer,Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu dar çember.Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?Gelin de bir bakalım… Buyrun işte bir kahve:***Çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;Önünde tahta mı, toprak mı? Sorma, pis bir eşik.Şu gördüğüm yer için her ne söylesem câiz;Ahırla farkı: O yemliklidir, bu yemliksiz!Zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş…«İmiş»le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş,O bir karış kirin altında hangi mâden var?Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;Duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden,Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al,Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.Şu var ki, bilmeyen insan görürse birden eğer,«Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!» der.Kenarda, peykelerin alt başında, bir kirliTomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,Zavallının, güveden, lîme lîme hep sırtı.Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir mendil;Ki «bir tependen inersem!» diyen hasır zembil;Onun hizâsına gelmez mi, bir döner şöyle;Sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,İçinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;Onun yanında, kan almak için, beş on boynuz.İkinci katta bütün kerpetenler, usturalar…Demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem perukâr!İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;Uzun lâkırdıya hâcet ne? İşte mosturası:Çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,Şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;Birer mezâra işâret, düşün ki, her kandil!Üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.Sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,Kaçırmış Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!Arab Üzengi'ye çalmış Şah İsmail gürzü;Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.Firaklıdır Kerem'in «Of!» der demez yanışı,Fakat şu «Âh min’el-aşk»a kim durur karşı?Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın,Külüngü düşmüş elinden zavallı Ferhâd'ın!Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,Beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?Bakındı bak Hacı Bektâş'a: Deh demiş duvara!Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.Birer birer oku mümkünse, sonra mânâ ver…Hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:Bedâheten kusulan herze-pâreler ki düşün,Epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!Oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanınElinde yağlı meşin zanneder görünce adam.Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir, anlatamam.Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;Beyaz mı taşları, yahut siyah mı, hiç sorma!Hutûtu: Gayr-i muayyen hudûdu memleketin:Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin!Deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.Delikli çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;Yanında bir de kulaksız Tekir… Unutma aman!– Asıldı bey koza!                                                                                 – Besbelli, bak sırıttı aval;– Bacak elinde mi?                                                                  – Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.– Ulan! Kapakta imiş dağlı… Hay köpoğlu köpek!– Köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!– Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.– Halim, ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!– Çihâr ü yek mi o taş?                                                                               – Hiç sıkılma öldü dü-şeş!– Elimde yok mu diyor? Çek babam!                                                                                                            – Aman şeş-beş!– Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!– Bi parti yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!– Dü-beşle bağlıyorum.                                                      – Yağma yok!                                                                                                                    – Elindeki ne?– Se-yek.– Aman durun öyleyse: Penç ü yek, domine!– Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:Kırık mı söyleyin Allâh için şu cânım zar?– Kırık!                                    – Değil!                                                                         – Alimallah kırık!                                                                                                                 – Değil billâh!– Yeminsiz oynayamazlar ki, ah çocuklar ah!– Karışmasan işin olmaz değil mi? Sen de bunak!– Gelirsem öğretirim şimdi…                                                                                        – Ay şu pampine bak!Gelip de öğretecekmiş… Mezarcı Mahmud'a git!Bir üflesen gidecek ha… Tirit mi sâde tirit!– Zemâne piçleri! Gördün ya, hepsi besmelesiz…Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!– Herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!– Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!Küfürbaz, alçak, edepsiz… Bu söylenir mi Bekir?– Yolunca terbiye verdin ya âferin Hasan Ağa.– Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!..– Mezarcı Mahmud'a ha? Vay babasının canına!Bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;«Otur» demezseler elpençe sâde dinlerdik;«Hayır, bu böyle değildir» demek, ne haddimize!«Evet» desek bile derlerdi: «Sus behey geveze!»– Otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı,Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi çünkü karı!Bugün, on altıyı doldurmamış yumurcaklarOdun yemez iyi bil ha! Geberse karşı koyar.Geçende dövmek için yoklayım dedim Kerim'i…Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?Dayak eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş…– Ya biz, sözüm ona, merkep miyiz, Bekir, bu ne iş?Döverdiler bizi her gün de karşı koymazdık…Ben öyle terbiye oldum… Kolay mı insanlık?– Dokundurur mu, ne mümkün, eloğlu hiç adama?O Müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!Gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:Zavallı, açmaza düşmüş… Bakın hesaplamaya!Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;Rakîbi halbuki lâ-yenkatı' bıyık buruyor.Seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;Düşünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:Kiminde el, filân asla karışmıyorken işe,Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe!Al işte: «Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl»Taharriyât-ı amîkayla muttasıl meşgûl!Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:Zemîne, daire şeklinde yaydı bir balgam;Abanmış olduğu bir yamrı yumru değnekle,Mümâslar çekerek soktu belki yüz şekle!Ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!– Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!– Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Hacı!– Çocuğu, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,Sokak sokak geziyor…                                                                       – Koymuyor mu medreseye?– Koyar mı hiç? Arabî şimdi kim okur artık?– Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!– Binâ'ya388 üç sene gittimdi hey zamanlar hey!İlim de kalmadı…                                                                         – Zâten ne kaldı? Hiçbir şey.Mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;Sülüs, nesih389 bitiyor yoksa hepsi… keyfinize!– On üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.Geçende «Sen ne bilirsin?» demez mi bir züppe?Dedim: «Ulan seni gel ben bir imtihân edeyim,Otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.»– Nasıl, becerdi mi?                                                                – Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben,Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.—Nedir elindeki yâhu?                                                         – Cerîde.                                                                                                                       – At şu pisi.– Neden?                                       – Yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.– Ya doğru yazsa ? Asarlar… Ne oldu Volkan’cı,Unuttunuz mu?                                                         – Bırak, boşboğazlık etme Hacı!Şu karşıdan gözeten fesli, zannım, ağzıkara…– Hayır, demem o değil…                                                                                 – Durma sen belânı ara!– Canım, lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?– Biraz rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr…Meğer geğirti imiş.                                                                                  – Pek şifâlı şey şu hıyar:Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh…– Evet şifâlı yemiştir…                                                                                      – Yemiş mi? Lâ-teşbîh.– Günaha girme. Tefâsîrde öyle yazmışlar…Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var.– Hasan, bizim yeni damad ne oldu anlamadık,Görünmüyor ?                                                       – Karı koyvermiyor: Herif, kılıbık.– Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş…Lâf anlamaz dişi mahlûku, durma sen uğraş.– Kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,Adam hesâbına koymam bizim köroğlunu ben.........................................................................................................................Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadanBakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:«Ya sizin bir yuvanız yok mu?» diyor anlaşılan,Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar…
bannerbanner