Читать книгу Grimm Masalları (Якоб и Вильгельм Гримм) онлайн бесплатно на Bookz (10-ая страница книги)
bannerbanner
Grimm Masalları
Grimm Masalları
Оценить:
Grimm Masalları

5

Полная версия:

Grimm Masalları

Kurt ve Adam

Tilkinin biri, bir gün kurtla insanlar hakkında konuşuyormuş. “Hiçbir hayvan…” demiş. “İnsana karşı koyamaz. Onlara karşı durmak için kurnaz olmak gerek.”

Kurt ise: “Ola ki bir insan görürsem hemen ona saldırırım.” demiş. Tilki de böyle bir durumda ona yardım edeceğini söylemiş. “Yarın erkenden bana gel, sana nasıl olduğunu göstereceğim!” diye ilave etmiş tilki.

Tilki, erken uyanan kurdu ormanda her gün bir avcının geçtiği yola götürmüş. İlk önce eski, yaşlı bir asker gelmiş. “Bu bir insan mı?” diye sormuş kurt. “Hayır.” diye cevaplamış tilki. “Bir insandı.”

Sonra okul yolunda küçük bir erkek çocuğu belirmiş. Kurt yine: “Bu bir insan mı?” diye sormuş. “Hayır, insan olacak.” diye cevap vermiş tilki.

Sonunda sırtında silahı ve yanında av bıçağı ile bir avcı görünmüş. Tilki, kurda: “Bak! Bir insan geliyor. Ona saldırabilirsin ancak ben deliğime kaçacağım!” demiş.

Kurt, kendisini görünce: “Hay aksi! Tüfeğimde mermi yok!” diyen adama hiç düşünmeden saldırmış. Avcı, silahını kurdun yüzüne ateşlemiş. Kurt yüzünü ekşitmiş fakat öyle kolay kolay korkmamış ve tekrar saldırmış. Sonra avcı ona ikinci kez ateş etmiş. Yara almayan kurt, avcıya yeniden saldırmış. Adam, parlak avcı bıçağını çıkarmış ve kurda koca bir kesik atmış. Kurt, kanlar içinde tilkiye koşmuş.

“Peki, kurt kardeş.” demiş tilki. “İnsanla anlaşabildiniz mi?”

“Ne yazık ki!” demiş kurt. “İnsanın böylesine güçlü olabileceğini hiç düşünmemiştim. İlk önce omuzundan bir sopa çıkardı ve üfledi, korkunç şekilde gıdıklayan bir şey yüzüme çarptı, sonra tekrar ona üflediğinde tıpkı bir dolu gibi gözlerime ve burnuma geldi. Sonra vücudundan parlak bir kaburga çıkardı ve beni ölüden beter hâle getirinceye kadar bana salladı.”

“İşte görüyorsun.” demiş tilki. “Ne çok böbürleniyordun. Bak, sonunda baltayı yanlış taşa vurdun!”

Kurt Gossip ve Tilki

Dişi kurt, bir yavru doğurmuş ve tilkiden vaftiz babası olmasını istemiş. “Ne de olsa yakın akrabalarımızdan biri.” demiş. “Algısı iyi ve pek de yetenekli, küçük oğluma ders verebilir ve büyüdüğünde ona yardım edebilir.”

Tilki de oldukça dürüst davranmış ve demiş ki: “Değerli Bayan Gossip, bana bahşettiğiniz bu onurdan dolayı teşekkür ederim; ben de öyle şeyler yapacağım ki karşılığını alacaksınız.”

Tilki, törenden sonra: “Sevgili Bayan Gossip, çocuğa bakmak bizim görevimiz; onu güçlü kılacak, iyi şeyler yemesini sağlamalıyız. Gidip lezzetli bir parça et alıp getirebileceğimiz bir ağıl biliyorum.” demiş. Kurt memnun olmuş ve tilkiyle çiftliğe doğru yola koyulmuş. Tilki uzaktan ağılı göstermiş ve: “Sen görünmeden oraya sürünerek girebilirsin, bu arada ben de bir tavuk kapıp kapamayacağımı görmek için diğer tarafa bakacağım.” demiş ancak söylediğini yapmak yerine, ormanın girişinde oturup dinlenmiş.

Dişi kurt ağıla doğru sürünmüş. Orada, yerde yatan köpek öyle bir gürültü koparmış ki çiftçiler koşarak gelmişler ve Kurt Gossip’i yakalayıp güçlü, yakıcı bir karışımı tepesinden dökmüşler. Sonunda kurt, zar zor kaçmış.

Tilki yakınıyormuş gibi davranarak orada uzanıyormuş ve demiş ki: “Ah Sevgili Bayan Gossip! Ne kadar da hastalandım, çiftçiler bana saldırdı ve tüm bacaklarım kırıldı; olduğum yerde kalıp, çürüyüp gitmemi istemiyorsan beni alıp götürmelisin.”

Kendisi güç bela yürüyen dişi kurt, tilki için endişelendiğinden onu sırtına alıp yavaş yavaş da olsa sağ salim eve taşımış. Sonra tilki, kurda: “Elveda Bayan Gossip, dilerim yanıkların acımıyordur.” diye alaycı bir şekilde gülerek koşa koşa uzaklaşmış.

Kırmızı Başlıklı Kız

Bir zamanlar herkes tarafından çok sevilen, tatlı mı tatlı, küçük bir kız varmış. Annesi, kızına kırmızı kadifeden bir başlık dikince kız, başka bir şey giymez olmuş; bu yüzden de insanlar ona Kırmızı Başlıklı Kız demişler.

Bir gün annesi ona: “Gel Kırmızı Başlıklı Kız, bu kekleri ve şurup şişesini büyükannene götür; zayıf düşmüş ve hasta. Bunlar ona iyi gelecek. Acele et ve iyice sıcak bastırmadan yola koyul, sakın koşma yoksa düşüp şurup şişesini kırarsın ve büyükannene içebileceği bir şurup kalmaz. Odasına girince ‘günaydın’ demeyi unutma.” demiş.

“Sen merak etme anneciğim.” demiş Kırmızı Başlıklı Kız ve yola koyulmuş. Büyükannesi ormanda, köyden yarım saatlik bir yürüme mesafesi uzaklıkta yaşıyormuş. Kırmızı Başlıklı Kız, ormana varınca kurtla karşılaşmış fakat kurdun ne kadar kötü bir hayvan olduğunu bilmediği için korkmamış.

Kurt: “İyi günler, Kırmızı Başlıklı Kız.” demiş.

“Çok teşekkürler, kurt.” diye cevaplamış Kırmızı Başlıklı Kız.

“Bu kadar erken saatte nereye gidiyorsun Kırmızı Başlıklı Kız?”

“Büyükanneme.”

“Önlüğünün altında ne taşıyorsun?”

“Kek ve şurup; büyükannem çok bitkin ve hasta. Bunlar ona iyi gelecek, onu güçlendirecek.”

“Büyükannen nerede yaşıyor Kırmızı Başlıklı Kız?”

“Buraya on beş dakikalık yürüme mesafesinde; evi, üç meşe ağacının altında. Fındık ağacı çalılıklarından, orayı biliyor olabilirsin.” demiş Kırmızı Başlıklı Kız.

Kurt kendi kendine düşünmüş: “Bu saf küçük kız, lezzetli bir lokma olabilir; mutlaka tadı da yaşlı olandan daha iyidir; bir şekilde ikisini de kandırıp yemenin bir yolunu bulmalıyım.”

Kurt, bir süre Kırmızı Başlıklı Kız’a eşlik ettikten sonra demiş ki: “Kırmızı Başlıklı Kız! Etrafındaki şu güzel çiçeklere bir bak, kuşların şarkısını dinlediğini hiç sanmıyorum, okula doğru yürüyormuş gibi yanlarından geçip gidiyorsun. Oysa bunlar, bu ormanın enfes sesleridir.”

Kırmızı Başlıklı Kız etrafına bir bakınca ağaçların üzerinden oraya buraya vuran güneş ışınlarını ve her yerde açan muhteşem çiçekleri görmüş, kendi kendine: “Küçük bir çiçek demetini büyükanneme götürsem çok memnun olur. Hem zaten şu an çok erken, nasıl olsa oraya hemen varırım.” diye düşünmüş ve çiçek toplayarak ormanda koşuşturmaya başlamış.



Bir tane kopardıktan sonra ötede çok daha güzelini görünce ormanın derinliklerine doğru, gitgide uzaklaşmış. Meğer kurt, doğruca büyükannenin evine gitmiş ve kapıyı çalmış. “Kim o?” diye bağırmış büyükanne.

“Kırmızı Başlıklı Kız!” diye cevap vermiş kurt. “Sana biraz kek ve şurup getirdim. Lütfen kapıyı aç.”

“Mandalı kaldır.” diye bağırmış büyükanne. “Kalkacak dermanım yok.”

Kurt, mandalı kaldırmış ve kapı sonuna kadar açılmış. İçeri girer girmez büyükanneye saldırmış ve tek bir kelime dahi etmeden onu yemiş. Sonra onun kıyafetlerini giyip, şapkasını takıp yatağa uzanmış ve yorganı üstüne çekmiş. Kırmızı Başlıklı Kız tüm bu süre zarfında çiçeklerin peşinden koşturuyormuş, artık taşıyamayacak kadar çok çiçek topladığında büyükannesini hatırlamış ve ona gitmek üzere yola koyulmuş. Kapıyı açık bulunca çok şaşırmış. İçeri girdiğinde tuhaf bir şey hissetmiş ve kendi kendisine: “Aman Allah’ım, ne kadar da huzursuzum. Oysa bu sabah büyükanneme geleceğim için çok mutluydum!” diye düşünmüş.

Kız: “Günaydın!” demiş ama cevap alamamış. Sonra yatağa doğru gitmiş ve yorganı çekmiş. Büyükannesi orada, şapkası gözlerinin üzerine düşmüş hâlde uzanıyormuş. Oldukça da tuhaf görünüyormuş.

“Ooo büyükanne, ne büyük kulakların var!” demiş, Kırmızı Başlıklı Kız.

“Seni daha iyi duyabilmek için.” diye cevap vermiş kurt.

“Ooo büyükanne, ne büyük gözlerin var!” dediğinde ise: “Seni daha iyi görebilmek için.” demiş.

Bu sefer Kırmızı Başlıklı Kız: “Ooo büyükanne, ne büyük ellerin var!” diye şaşırmış.

Kurt da: “Seni daha iyi tutabilmek için.” diye karşılık vermiş.

“Ama büyükanne, ne kadar da kocaman bir ağzın var!” der demez kurt: “Seni daha iyi yiyebilmek için!” diyerek yataktan atlamış ve zavallı Kırmızı Başlıklı Kız’ı bir çırpıda yutmuş. Sonra kurt; açlığını yatıştırmış bir şekilde yatağa geri uzanmış, uyumuş ve yüksek sesle horlamaya başlamış. Avcının biri evin yanından geçerken kurdu duymuş ve: “Yaşlı kadın ne biçim horluyor! Bir şey mi oldu acaba, gidip de bir bakayım.” demiş kendi kendisine.

Sonra avcı içeri girmiş, yatağa doğru yürümüş ve kurdun orada yattığını görmüş. “Nihayet buldum seni! Seni yaşlı rezil!” demiş. “Uzun zamandır seni arıyordum.”

Ardından kurdun, büyükanneyi bir bütün olarak yuttuğunu ve hâlen kurtarılabileceğini düşünerek ateş etmemiş, bir makas alıp kurdun vücudunu kesmeye başlamış. Birkaç kesik atınca Kırmızı Başlıklı Kız’ı görmüş ve birkaç kesik daha sonra kız dışarı fırlamış, bağırmış: “Aman Allah’ım, öyle çok korktum ki! Kurdun midesi çok karanlık!”

Sonra da büyükanne çıkmış. Kırmızı Başlıklı Kız gitmiş, birkaç büyük taş getirip kurdun midesini doldurmuş. Böylelikle kurt uyanıp da telaşla hareket edince midesindeki taşlar ağırlık yapıp, onun boğulup ölmesine sebep olacakmış.

Üçü de pek mutluymuş. Avcı, kurdun derisini yüzmüş ve eve getirmiş. Büyükanne kekleri yemiş, şurubu içmiş ve tekrar kendine gelmiş. Kırmızı Başlıklı Kız da kendi kendine, bir daha asla tek başına ormanda dolaşmayacağına ve annesinin sözünden çıkmayacağına söz vermiş.

Birkaç gün sonra Kırmızı Başlıklı Kız yine büyükannesine kek götürüyormuş, başka bir kurt onunla konuşmaya başlamış ve patikadan ayrılması için onu kandırmaya çalışmış fakat kız, yoluna devam etmiş ve büyükannesine kurtla nasıl karşılaştığını, ona iyi günler dilediğini, ana yolda yürüyor olmasa onu yiyebilecek kadar kötü gözlerle baktığını anlatmış.

“Gel.” demiş büyükanne. “Kapıyı kapatalım da içeri girmesin.”

Çok geçmeden kurt gelmiş, kapıyı çalmış ve: “Kapıyı aç büyükanne, sana kek getirdim, ben Kırmızı Başlıklı Kız!” diye bağırmış. Fakat büyükanne ve kız, kapıyı açmadan hareketsizce beklemişler.



Kurt da Kırmızı Başlıklı Kız evden çıkana kadar beklemek için çatıya çıkmış. Kız çıkınca üzerine yay gibi fırlamayı ve karanlıkta onu bir çırpıda yemeyi planlıyormuş. Fakat büyükanne kurdun planını anlamış. Evin önünde kocaman taş bir yalak varmış. Büyükanne, çocuğa: “Kırmızı Başlıklı Kız; git ve dün içinde sosis haşladığım kabı al, sosislerin kaynadığı suyu getir, yalağa dök.”

Kırmızı Başlıklı Kız büyük yalak dolana kadar büyükannesinin dediğini yapmış. Sosislerin kokusu kurdun burnuna varınca kurt, kokuyu içine çekmiş ve etrafına bakmak için boynunu öyle bir uzatmış ki dengesini kaybedip çatıdan kayarak doğruca büyük yalağın içine düşmüş ve boğulmuş. Kırmızı Başlıklı Kız da neşe içinde evine gitmiş.

Bayan Tilki Nasıl Yeniden Evlendi?

Bir zamanlar karısının sevgisini sınamak isteyen dokuz kuyruklu, yaşlı bir Bay Tilki varmış. Tezgâhın altına kaskatı uzanarak ölü taklidi yapmış. Tek bir eklemini dahi hareket ettirmemiş. Bayan Tilki odasına çekilmiş, kendisini kilitlemiş. Uşağı kedi de mutfakta, şöminenin yanında taziyeleri kabul ediyormuş. Yaşlı Bay Tilki’nin öldüğü haberi yayılınca Bayan Tilki’ye yeni talipler gelmeye başlamış. Bir gün kapı çaldığında uşak duyup açmaya gitmiş. Karşısında genç bir tilki duruyormuş.

“Bayan Kedi ne yapıyorlar? Uyuyor mu yoksa uyanık mı?” diye sormuş.

Kedi cevap vermiş: “Uyumuyorum, oldukça uyanığım; biraz kaymak eritiyor, biraz da çay demliyorum. Bana katılıp bu mutluluğu benimle paylaşmak ister misiniz?”

“Teşekkürler, hanımefendi.” demiş tilki. “Bayan Tilki ne yapıyor?”

Uşak şöyle cevaplamış: “Büyük bir üzüntü içinde, üst katta oturuyor. Gözleri ağlamaktan şişti. Acısından başka bir şey hissetmiyor. Zavallı ve yaşlı Bay Tilki, artık yok.”

“Söyleyin ona hanımefendi, genç bir tilki ona talip olmaya geldi.”

“Elbette, genç efendim.” diye cevap vermiş kedi ve pıt pıt yukarı çıkıp küt küt kapıyı çalmış. “Bayan Tilki, orada mısınız?” diye seslenmiş.

“Evet, evet kedicik!”

“Aşağıda bir talibiniz var. Ona gitmesini mi söyleyeyim?”

“Acaba nasıl biri ki?” diye sormuş Bayan Tilki. “Sevgili Bay Tilki gibi dokuz güzel kuyruğu var mı?”

“Oh hayır.” diye cevaplamış kedi. “Onun sadece bir tane var.”

“O zaman istemiyorum onu.” demiş Bayan Tilki. Kedi de aşağıya inip talibi göndermiş.

Çok geçmeden kapıya başka bir talip gelmiş. Bunun iki kuyruğu varmış fakat sonu, ilkinden pek de farklı olmamış. Sonra gelenlerin hepsinin, bir öncekinden bir tane daha fazla kuyruğu varmış; birbiri ardına birçok tilki gelmiş fakat hepsi de kovulmuş. Ta ki yaşlı Bay Tilki gibi dokuz kuyruklu bir tanesi çıkıp gelene kadar! Bayan Tilki bunu duyunca neşeyle kediye şöyle bağırmış: “Kapıyı ve pencereyi sonuna kadar aç. Yaşlı Bay Tilki’yi de dışarı at.”

Fakat o sırada yaşlı Bay Tilki tezgâhın altından fırlamış, Bayan Tilki’yle beraber hepsini döverek dışarı atmış.

Yaşlı Tilki gerçekten öldüğünde Bayan Tilki’ye talip olarak bir kurt gelmiş ve kapıyı çalmış, uşak kapıyı açınca kurt öne doğru eğilerek selam vermiş ve demiş ki: “İyi günler, Bayan Kedi. Nasıl oldu da yalnız kaldınız burada? Bugün ne pişiyorsunuz?”

Kedi cevaplamış: “Bembeyaz ekmek ve tatlı mı tatlı süt. İçeri buyurup yemez miydiniz?”

“Çok teşekkürler, Bayan Kedi.” diye cevaplamış kurt. “Bayan Tilki evde mi?”

Kedi:

Acılı hanımım yukarıda, Hapsetti kendini odasına. Bay Tilki artık yok diye, Durmuyor ağlaması da, diye cevap vermiş.

Kurt cevaplamış:

Başka bir koca istemiyor mu,Kendisini ve evini korumak için?

Kedi pıt pıt yukarı çıkmış, pat pat kapıyı çalmış.

“Bayan Tilki, orada mısınız?” diye seslenmiş.

“Evet, evet kedicik!”

“Aşağıda bir talibiniz var. Gitmesini mi söyleyeyim?”

Bayan Tilki: “Beyefendinin kırmızı kuyrukları ve keskin bir burnu var mı?” diye sormuş.

“Hayır.” diye cevaplamış Bayan Kedi.

“O zaman onu istemiyorum.” demiş Bayan Tilki. Kurt gittikten sonra bir köpek, bir geyik, bir yaban tavşanı, bir ayı, bir aslan ve birkaç tane daha vahşi hayvan gelmiş. Fakat hiçbirinde de merhum Bay Tilki’deki gibi iyi özellikler yokmuş. Bu yüzden de uşak, hepsini reddetmek zorunda kalmış. Sonunda genç bir tilki gelmiş, Bayan Tilki kırmızı kuyrukları ve keskin bir burnu olup olmadığını sormuş.

“Evet, var.” demiş Bayan Kedi. “O zaman onunla evleneceğim.” demiş Bayan Tilki ve uşağına düğün hazırlıklarına başlamasını emretmiş.

Haydi Bayan Kedi; koş, süpür bütün eviPencereleri aç, çıkart evden Bay Tilki’yi.Sonra ye, canının çektiği her şeyiHatta git, yakala bulduğun her fareyi.

Bayan Tilki danslar eşliğinde ve eğlenerek genç tilki beyefendiyle evlenmiş, duyduğum kadarıyla hâlâ dans ediyor bile olabilirler.

Tilki ve Kazlar

Bir zamanlar bir tilki, bir sürü şişman kazın bulunduğu bir çayıra gelmiş. Gülümseyerek: “Tam zamanında gelmişim! Sizi art arda yiyebileyim diye, ne de güzel beraberce oturuyorsunuz öyle.” demiş. Kazlar korkuyla gıdaklamış, sıçramış; tilkiye, hayatlarını bağışlaması için zavallı bir şekilde ağlamaya ve yalvarmaya başlamışlar. Fakat tilki hiçbir şey dinlememiş ve demiş ki: “Merhamet diye bir şey yok. Öleceksiniz.”

En sonunda biri cesaret bulmuş ve şöyle demiş: “Eğer biz zavallı kazlar, canlarımızı sana vermek zorundaysak bize sadece tek bir iyilik yap. Günah içinde ölmeyelim diye, son bir kez daha dua etmemize izin ver. Sonra da en şişmanımızı seçebilesin diye kendimiz sıraya gireceğiz.”

“Tamam.” demiş tilki. “Mantıklı bir istek. Gidin, duanızı edin, işiniz bitene kadar bekleyeceğim.”

Sonra ilki, uzun bir duaya başlamış:

“Ga! Ga!” ve o bitirmeyince ikincisi sırası gelene kadar beklememiş, o da başlamış: “Ga! Ga!”

Üçüncü ve dördüncü de onları takip etmiş; sonra hepsi, bir ağızdan gıdaklamaya başlamış. Dua etmeyi bitirdiklerinde hikâye de devam edecek fakat hâlâ dua ediyor ve pek duracağa da benzemiyorlar.

Tilki ve At

Bir çiftçinin yaşlanmış ve artık daha fazla iş göremez hâle gelmiş, sadık bir atı varmış; dolayısıyla efendisi artık ona yiyecek bir şey vermiyormuş ve bir gün demiş ki: “Artık senden bana fayda yok ama sana bir şans daha vereceğim eğer hâlâ bana bir aslan getirecek kadar güçlü olduğunu ispatlarsan sana bakmaya devam edeceğim fakat şimdi ahırımdan çık ve git.”

At çok üzülmüş ve soğuk havadan korunmak için kendisine küçük bir sığınak aramaya, ormana gitmiş.

Orada karşılaştığı tilki ona demiş ki: “Neden başını öne eğmiş, tek başına dolaşıyorsun?”

“Ne yazık ki…” diye cevap vermiş at. “Para hırsı ve sadakat aynı çatı altında barınamıyor. Efendim bunca yıldır ona sunduğum hizmetleri unuttu ve artık iyi çift süremediğimden bana bir daha yemek vermeyecek. Beni kapı dışarı etti.”

“Tek bir şans bile vermeden mi?” diye sormuş tilki. “Verdi ama hiç şansım yok. Dedi ki eğer ona bir aslan getirecek kadar güçlü olduğumu kanıtlarsam beni tutarmış fakat bunu yapamayacağımı bal gibi de biliyor.”

Tilki demiş ki: “Ben sana yardım ederim. Yere uzan, ölmüş gibi gerin ve hareket etme.”

At, tilkinin dediklerini yapmış ve tilki, ini pek de uzakta sayılmayan aslanın yanına gidip şöyle demiş: “Şurada ölü bir at uzanıyor, benimle gelirsen güzel bir ziyafet çekebilirsin.”

Aslan, tilkinin peşinden gitmiş. Birlikte atın yanında dururlarken tilki: “Yalnız burası senin için pek de rahat değil. Onu kuyruğundan sana bağlayacağım ki sen de onu mağarana sürükleyip huzur içinde yiyebilesin.” demiş.

Bu tavsiye aslanın pek hoşuna gitmiş. Uzanmış ve tilki, atı hızla ona bağlasın diye sessiz sessiz durmuş. Fakat tilki aslanın ayaklarını atın kuyruğuna bağlamış, dolamış ve o kadar güçlü sıkmış ki hiçbir kuvvet onu bozamazmış.

İşini bitirince atın omuzuna dokunmuş ve demiş ki: “Çek beyaz at, çek!”

Sonra at, bir anda ayağa kalkmış ve aslanı sürüklemiş. Aslan öyle bir kükremiş ki ormandaki tüm kuşlar korku içinde uçuşmuşlar; at, aslanın kükremesine aldırmayarak onu efendisinin kapısına doğru onu sürüklemiş. Efendisi aslanı görünce aklı başına gelmiş ve ata: “Benimle birlikte kalmaya devam edeceksin.” demiş. Ona ölene kadar da bir sürü yemek vermiş.

Tilki ve Kedi

Kedi, ormanda tilkiyle karşılaşmış ve kendi kendine: “O akıllı, deneyimli ve dünyadaki en saygın hayvan!” diye düşünerek onunla arkadaşça konuşmaya başlamış. “İyi günler, Sevgili Bay Tilki, nasılsınız? Nasıl gidiyor? Bu mevsimi nasıl geçiriyorsunuz?”

Tilki, büyük bir kendini beğenmişlikle kediyi tepeden aşağı süzmüş ve uzunca bir süre cevap verip vermeyeceğini bilememiş. Sonunda: “Ah, seni acınası tüy temizleyici! Seni benekli aptal, seni aç, fare budalası! Sen ne düşünebilirsin ki? Ne cüretle bana nasıl olduğumu soruyorsun sen? Ne öğrendin ki? Kaç tane yeteneğin var ki?”

“Bir tanesinin haricinde hiç yeteneğim yok.” diye cevaplamış kedi alçak gönüllülükle. “Neymiş o?” diye sormuş tilki. “Av köpekleri beni takip ederken bir ağaca zıplayıp kendimi kurtarabilirim.”

“Bu kadarcık mı?” demiş tilki. “Ben yüzlerce beceriye sahibim ve bir çuval dolusu kurnazlığım var. Sana acıyorum; gel benimle, insanların av köpeklerinden nasıl kurtulduğunu öğreteyim sana.”

Tam o sırada dört köpekli bir avcı gelmiş. Kedi, çevik bir şekilde ağaca fırlamış ve tepesine oturmuş. Dallar ve yapraklar da onu saklamış. “Göster marifetini Bay Tilki, göster marifetini.” diye bağırmış kedi ona. Fakat köpekler çoktan onu yakalayıp hızla yemişler.

“Ah, Bay Tilki!..” diye bağırmış kedi. “Yüzlerce becerinle yakalandın, kaldın! Eğer bendeki şu tek yetenek olsaydı sende, ölüp gitmezdin böyle.”

Dil Balığı

Balıklar uzunca bir süredir tedirginlermiş. Başlarında düzen ve adalet sağlayacak bir kralları olmadığı için mutsuzlarmış. Hiçbiri birbirine uymadan canlarının istediği gibi sağa sola yüzer ya da bir arada kalmak isteyenlerin arasından kendi yollarına giderlermiş. Güçlü olan, zayıf olana kuyruğuyla bir darbe indirip uzaklaştırır ya da çok uzatmadan onu yutarmış. “Ne hoş olurdu…” demişler. “Aramızda hak ve adalet sahibi bir kralımız olsa!”

Böylece, suda en hızlı yüzebilecek ve zayıf olanlara yardımcı olabilecek bir hükümdar seçmek için bir araya gelmişler.

Hepsi deniz kıyısında dizilmiş, turna balığı kuyruğuyla işaret verdiğinde hepsi yüzmeye başlamış. Turna balığı ok gibi öne doğru fırlamış ve hemen yanında da ringa balığı, yem balığı, tat-lısu levreği, sazan ve geri kalanlar varmış. Dil balığı bile onlarla yüzmüş ve kazanacağından eminmiş. Bir anda bir bağrış duyulmuş: “Ringa balığı birinci! Ringa balığı birinci!”

“Birinci kim?” diye kızgın bir şekilde bağırmış kıskanç dil balığı epey gerilerden. “Birinci kim?”

“Ringa balığı! Ringa balığı!” olmuş aldığı cevap.

“Çıplak ringa balığı mı?” diye bağırmış kıskanç yaratık. “Çıplak ringa balığı ha?”

O gün bu gündür dil balığının ağzı, ceza olarak bir tarafa doğru çarpık kalmış.

Çalı Kuşu

Gün içinde duyulan her sesin bir anlamı varmış. Demircinin çekici gümledikçe bağırıyormuş: “Vur! Vur!” diye. Marangozun testeresi gıcırdarken: “İşte gidiyoruz! İşte gidiyoruz!” diyormuş. Değirmen tekeri: “Yardım Allah’ım! Yardım Allah’ım!” diye tıkırdıyormuş. Ve eğer dolandırıcı değirmenci, değirmeni gizlice soyup gidecekse değirmen önce yavaşça: “Kim var orada? Kim var orada?” diye soruyormuş. Sonra hemencecik: “Değirmenci! Değirmenci!” diye cevap veriyormuş. Daha sonra da: “Utanmadan çalıyor! Utanmadan çalıyor! Bir seferde üç çuval!” diyormuş.

O zamanlar, kuşların şimdi bazılarına sözsüz bir müzik ve bazılarına da sadece ötüş, cırlama veya fısıltı gibi gelen dillerini herkes anlarmış. Kuşlar artık başlarında bir hükümdarları olsun istediklerinden aralarından birini seçmeye karar vermişler. Aralarından sadece, çalı kuşu buna karşı çıkmış. Özgürlüğüne çok düşkün olan kuş, mutsuzca bir oraya bir buraya uçarak: “Ben nereye gideceğim? Ben nereye gideceğim?” diye bağırmış. Sonra da kasvetli ve ıssız bir bataklıkta inzivaya çekilmiş, arkadaşlarının yanına hiç gitmemeye başlamış.

Artık bu konuyu tartışmak isteyen kuşlar güzel bir mayıs sabahı, tüm ormanlardan ve tarlalardan gelip toplanmışlar: kartallar, ispinozlar, baykuşlar, kargalar, tarla kuşları ve serçeler… Hepsini saymakla bitmez! Ağaçkakan, ibibik, hatta daha adı dahi olmayan minicik bir kuş bile bu ekibe katılmış. Her nasılsa olup bitenleri daha önce duymamış olan tavuk, bu büyük kalabalığı görünce şaşırıp kalmış.

“Ne, ne, ne yapılacak?” diye gıdaklamış fakat sevgilisi horoz, tavuğu sakinleştirmiş. En yüksekten uçabilenin kral olması gerektiğine karar verilmiş. Çalılıkların arasında oturan bir ağaç kurbağası, bu seçimden ötürü çok gözyaşı dökülebileceğini düşündüğünden bunu duyunca basmış yaygarayı: “Hayır, hayır, hayır, hayır!”

Ama karganın: “Gak! Gak!” demesiyle beraber hepsi suspus olmuş.

Bu güzel sabahta kimse, “Çok yükseklere uçtum, akşam bastırınca daha fazla gidemedim.” diyemesin diye bir an evvel yarışa başlamaları gerektiğine karar verilmiş. İşaretin verilmesiyle tüm topluluk havalanmış. Kanat çırpma ve pır pır seslerinin arasında birbirine karışan toz toprak, yükselen kara bir bulutu andırıyormuş. Ne var ki küçük kuşlar geride kalmış, daha fazla ilerleyemeyerek yere düşmüşler. Daha büyük kuşlar, daha fazla kalmışlar havada fakat kimse güneşin gözleri kamaştıracağı kadar yükseklere çıkan kartalla eş değilmiş. Diğerlerinin ona yetişemediğini görünce kartal: “Niye daha fazla yükseleyim ki?” diye düşünmüş.

“Kral benim.” diye bağırarak tekrar kendisini aşağılara bırakmış. Aşağıdaki kuşlar birden şöyle bağırmışlar: “Kralımız sen olmalısın, kimse bu kadar yükseğe uçmadı!”

“Ben hariç!” diye bağırmış kartalın göğsündeki tüylere tutunmuş hâlde uçmakta olan isimsiz, küçük kuş. Bu küçük kuş henüz hiç yorulmadığından o kadar yükseğe çıkmış ki neredeyse cennete varmış. Bu kadar yükselince kanatlarını kapatıp olanca gücüyle: “Kral benim! Kral benim!” diye bağırmış.

“Sen kralımız olamazsın!” diye bağırmış kuşlar kızgın bir şekilde. “Hile ve kurnazlıkla başardın bunu!”

Bu yüzden başka bir koşul getirmişler. Kim en aşağıya inebilirse kral o olmalıymış. Kaz, bir kez daha kocaman gövdesine rağmen kanat çırpmış. Tavuk kendi etrafında daireler çizmiş. Ördek en sonuncu gelmiş çünkü ayağını burkmuş. İsimsiz, küçük kuş bir fare deliği bulup içine saklanarak ince sesiyle oradan: “Kral benim! Kral benim!” diye bağırmış.

“Kralımız sen misin!” diye daha da sinirli bağırmış kuşlar. “Kurnazlığının hüküm süreceğini mi sanıyorsun?” diyerek onu deliğe hapsedip aç bırakmaya karar vermişler. Önüne gözcü olarak baykuşu dikmişler ve artık oradan kaçmasına imkân kalmamış. Akşam olunca tüm kuşlar kanatlarını çırpmaktan yorulmuş bir hâlde karıları ve çocuklarıyla yatmaya gitmişler. Baykuş tek başına, koca gözleriyle, sebatla bakarak fare deliğinin yanında dikilmiş. Bu sırada o da çok yorulmuş ve: “Kesinlikle bir gözümü kapatabilirim, diğeriyle de izlerim. Hem küçük düzenbaz bu delikten zaten çıkamaz.” diye düşünmüş. Böylelikle bir gözünü kapatmış ve diğeriyle doğrudan fare deliğine bakmış. Küçük arkadaşımız, kafasını dışarı çıkartıp etrafa bakmış ve tam sıvışayım derken baykuş hemen ileri atılmış. Küçük kuş da kafasını geri çekmiş.

bannerbanner