
Полная версия:
Karakalpak Halk Masalları
Çocuk gecikince ihtiyarın ortanca kızı yanına bir çuval darı ile bir çuval kül alıp ablasının evine varmış. Gelip görmüş ki ablası hiçbirine destek olmayıp merakla onları izliyormuş.
– Kocana kıyamıyor musun, çocuğa niye yardım etmiyorsun, diye ablasına sitem etmiş ve hemen külü çocuğun, darıyı da devin ayağının altına dökmüş.
Kavga eden dev darıların üstünde ayakta duramayıp düşmüş. Çocuk da devin gövdesine oturup oracıkta başını kesip öldürmüş.
Çocuk üç devi de öldürmüş üçünün mallarını mülklerini develere yükleyerek üç kızla ihtiyarın evine varmış. Kızlarını gören ihtiyar çok sevinmiş. Bu çocuk beni her zaman koruyabilir diyerek çocuğa olan güveni artmış.
– Evladım, bu üç kızımdan istediğin birini al, demiş.
– Ey baba, ben senin evladın isem onlar kızın ise onlarla nasıl evlenirim, diye kızmış.
– O zaman evladım, seni gerçekten çocuğum edeyim, beri gel, demiş ve çocuğu bir ormana götürmüş. Otuz araba odun kesip bir yere yığmış ve üstüne otuz kova yağ dökmüş. Çocuğu da yığının üstüne oturtmuş ve odunu ateşe vererek ihtiyar gitmiş.
Çocuk namertlik etmiş ve odun yığınının tepesinden atlamayayım, zaten yere atlasam da ölürüm diye düşünerek oturmaya devam etmiş. Odun yığını üç gün, üç gece yanmış. İyice yandıktan sonra ihtiyar odun yığınının yanına geldiğinde çocuk külün ortasında köz olmuş duruyormuş. İhtiyar külü bozmadan altın kâseye koymuş, ipek örtünün üstüne sererek dua okumaya başlamış. İhtiyarın ağzı dualıymış. Duayı ilk okumasında kül doğan olmuş. İkinci okumasında kül tuygun olmuş. Üçüncü okumasında ise atmaca olmuş. Bir kez daha okuduğunda çocuk eski haline gelmiş.
– Baba bu ilmi bana öğret, demiş çocuk. Tek erkek çocuğundan esirgememiş ihtiyar. Çocuğu yanına alarak üç gün ilmini öğretmiş. Çocuk bu dua ilmini iyice öğrenmiş. Bir gün arkada kalan iki ağabeyini hatırlamış. Onları gidip görüp geleyim diye düşünmüş ve ihtiyardan izin istemiş.
– Evladım, çabuk gidip gel diyerek hayır dua edip izin vermiş, ihtiyar.
Çocuk akşam namazı vaktinde atmaca donuna girip yurduna doğru uçmuş. Tan atarken eski köyüne varmış. Evine vardığında, ağabeyleri evde yokmuş. Aramaya çıkmış ve onları göl kenarında olta atıp balık tutarken bulmuş. Onların malı olarak bir uyuz tay kalmışmış. Ağabeylerinin kıble tarafında yayılıp duran bir kaz sürüsünü görmüş. Çocuk onları görür görmez bir bir avlamaya başlamış. Atmacaya kaz mı dayanır, ortaya dağ gibi yığmış hepsini. Güneş doğduktan sonra atmaca donundan delikanlı haline geri dönmüş ve ağabeylerinin yanına varmış. Onlar kardeşlerini görünce kucaklaşarak sevinmişler. Ağabeyleri eskiden kardeşlerini öldürmek istemiş olsalar da şimdi sevinçle hasret gidermişler.
Delikanlı ağabeylerini peşine takmış avladığı kazların yanına götürmüş. Ancak sırrını onlara söylememiş. Kazların derisini yüzüp ağabeylerine elbise, taya da koşum yapmış. Etini yiyerek beraber zaman geçirmişler.
Bu şekilde birkaç ay abi kardeş üçü birlikte hasret gidermişler. O sırada çocuğun ülkesinin padişahı Arap padişahına savaş açmış ve asker toplamaya başlamış. Padişah, “Eğer üç kardeş ise üçünden biri, iki kardeş ise ikisinden biri, tek çocuk ise kendisi mutlaka falan gün padişahın sarayına gelmelidir.” diye ferman çıkarmış. Bu fermanı duyan kardeşler düşünüp taşınıp küçük kardeşlerini göndermek üzere anlaşmışlar.
Gün geldiğinde çocuk atına binip padişahın sarayının önüne varmış. Sarayın önünde adamlar toplanmış ve bekliyorlarmış. Çocuğa geldin mi, gidiyor muyuz diyen hiç kimse olmamış. O da askerlerin peşinden yola devam etmiş. Kırk gün yol gitmişler. O gün akşam padişah çelik kılıcını evinde unuttuğunu fark edip askerlere:
– İçinizden kim, kırk günlük mesafede kalan kılıcımı sabaha kadar buraya getirirse onu yönetici yapacağım ve de kızımı vereceğim, demiş. O kadar asker arasından bir kişi bile buna talip olmamış. Çocuk ben onu getiririm diye düşünmüş ve askerlerin uykuya daldığı bir vakit çocuk doğan olup uçmuş. Doğana yol mu dayanır? Kırk günlük yolu iki saatte uçarak varmış. Hanın sarayının önüne inip delikanlı haline dönüşmüş.
Hanın kızı da babasının kılıcının sarayda kaldığını görmüş ve kendi kendine “Babam durumu farkedince bir adam gönderir. Gelen adam gece gelirse korkmasın diye meşale yakıp uyumadan bekleyeyim.” demiş. Delikanlı ışığın olduğu yere doğru vardığında padişahın kızının oturup beklemekte olduğunu görmüş. Onun halini, hatrını sormuş babasının verdiği görevi kıza söylemiş.
Kız delikanlıya hürmet göstermiş. Karnını doyurmuş, delikanlıya kılıcı verecekken kız ona:
– Kılıcı alıp gideceksen bana vereceğin bir nişanın var mı, diye sormuş.
– Benim nişanım bu diyerek delikanlı bir şeyler fısıldamış ve doğana dönüşmüş. O vakit kız doğanın kanadından bir tüy koparıp almış. Delikanlı atmaca olmuş, kız ondan da bir tüy almış. Delikanlı tuygun olmuş, kız ondan da bir tüy almış. En sonunda delikanlı asıl haline geri dönmüş.
– Nişanımı aldım, şimdi yolun açık olsun, demiş ve delikanlıya izin vermiş, kız. Çocuk dışarı çıkınca atmaca olmuş ve kılıcı boynuna asarak uçmuş. Tan atarken padişahın konakladığı yere gelmiş. Askerler hâlâ uyuyorlarmış. Delikanlı da sabah olana kadar uyuyayım demiş ve kılıcı başucuna koyup uyumuş.
Askerlerin arasında azılı bir hırsız varmış. O bu kadar asker arasında padişahın kılıcını biri değilse biri getirmiştir. Kılıcı kim getirirse çalıp padişaha damat olayım diye düşünmüş. Gece boyu uyumamış ve çadır çadır dolaşarak kılıcı aramış. Bir vakit sonra sabah erken saatlerde çocuğun çadırına geldiğinde kılıç çocuğun başucunda duruyor çocuk da uyuyormuş. Hırsız kılıcı çocuğa belli etmeden çalmış ve padişahın huzuruna götürmüş:
– Efendim, emrinizi yerine getirdim, deyip kılıcı padişahın eline vermiş. Padişah, “Hemen hazırlanın!” diye alarm verdirmiş. Çocuk borazancıların bağırışlarıyla uyanmış ve etrafına baktığında kılıcın yerinde yeller esmekteymiş. Çocuk kılıcı çaldırdığını anlamış ve atını terkileyerek askerlerin arasına katılıp yürümeye başlamış. Baksa ki komutanın önceki komutan olmadığını değiştiğini fark etmiş. Çocuk, hemen yeni komutanın getirdiği kılıcı çaldığını anlamış. Bir süre sonra savaşılacak olan şehre yaklaşmışlar. O anda önlerine büyük bir nehir çıkmış. Nehirden nasıl geçeceklerinin yolunu aramışlar ama bir yol bulamayıp orada kalmışlar.
Çocuk orada kalmanın iyi olmayacağını düşünerek akşam namazı vaktinde atmaca donuna girip uçarak nehri geçmiş ve şehre girmiş. Padişahın sarayını bulmuş ve pencerenin önüne konmuş. Sarayın içinde padişah ile karısı konuşuyorlarmış. Çocuk da onların sözlerini dikkatlice dinlemiş
– Ey padişahım, düşman gelip şehri kuşatmak üzere sen ise kaygılanmadan burada oturuyorsun, demiş karısı.
– Dert etme, onlar o nehirden geçecek yer bulamayıp uzun vakit orada kalırlar, demiş padişah.
– Nehirden nasıl geçilmesi gerekiyordu, diye sormuş padişahın karısı.
– Düşmanların durduğu yerin aşağı tarafında nehrin içine devrilmiş bir iğde ağacı var. O iğde ağacının sağ tarafından doğru yürüdüğünde su atın karnına gelmiyor. Eğer o geçidi bulup da gelirlerse ikimiz iki kötü uyuz deve oluruz. Kızın birisini havan, birisini tokmak yaparım. Hazinedeki altınları da kütük, bütün halkımı da kızıl çalıya çeviririm. Ondan sonra o düşmanlar neyi alacaklarsa alsın da görelim, diye cevap vermiş padişah.
Bu sözleri duyan çocuk oradan hemen ayrılmış ve nehirden geçerek delikanlı haline dönmüş. Sabah padişahın huzuruna çıkmış:
– Padişahım, benim peşimden askerlerinizi alıp gelirseniz sizi bu nehirden geçirebilirim. Geçidin nerede olduğunu biliyorum, demiş. O kılıcı çalan ise suçunun ortaya çıkmasından korkmaya başlamış.
Padişah ve askerleri çocuğun peşine takılmışlar. Çocuk padişahın kendi ağzından duyarak öğrendiği yoldan hepsini geçirip şehre getirmiş. Şehirde kimse yokmuş. Sadece yayılıp duran hayvanlar varmış. Herkesin kaçmış olduğunu düşünmüşler. Padişah askerlerine hayvanları alıp şehirde kalan eşyaları toplamalarını emretmiş. Askerler eşyaların iyisini, hayvanların semizini almışlar. Çocuk ise sarayın önünde duran havan ile tokmağı, kızıl çalılardan da beş altısını alıp iki deveye kütükleri ve diğer eşyaları yükleyerek askerlerle birlikte geri dönmüş. Sonra ülkelerine geri dönmek için yola çıkmışlar. Aradan günler geçtikten sonra ülkelerine gelmişler. Delikanlı da evine varmış ve yüklerini indirmiş. Erkek deveyi kesmek için ayaklarını bağlarken deve dile gelmiş:
– İnsanoğlu, beni kesme dur, benim hünerlerim var, sana göstereyim, demiş. Delikanlı da devenin ayaklarını bağlamamış ve deveyi bırakmış. Deve hemen kalkıp silkine silkine, üstünde kaftanı, başında tacı olan bir padişaha dönüşmüş. Delikanlı eğilip padişaha selam verip el sıkışmış.
– Efendim, şimdi de havan, tokmak, dişi deve, kütükler ve kızıl çalıları eski haline dönüştür demiş delikanlı. Padişah çok düşünmeden eline bir sopa alıp:
– Kalkın, diye bağırınca iki kız, yaşlı bir kadın, onlarca adam ve yığınla altın ortaya çıkmış. Orada delikanlı padişahın iki kızını iki ağabeyine almış ve otağ diktirmiş. Padişah ile yaşlı karısını kendi anne babası gibi görüp hürmet etmiş.
Delikanlının ülkesinin padişahı ise sağ salim dönmeleri onuruna eğlence düzenletmiş. Kızını daha önce vermiş olduğu sözden dolayı komutana vermek için kızının rızasını istemiş. Kızı da:
– Benden kılıcı alıp giden bu değil. Başka bir kişiydi, demiş.
– O adamı tanır mısın, nasıl bir nişanı var, diye sormuş padişah.
– Ülkedeki bütün insanları buraya topla tanırım, demiş kız.
Kızının sözü üzerine padişah herkesi toplamış Ancak toplananların arasından kız kılıcı alıp giden delikanlıyı bulamamış. Padişah bu duruma çok şaşırmış. Padişah, cellâtlarına:
– Ülkede buraya gelmeyen kim kaldı acaba, diye sormuş. Cellâtlarından birisi:
– Sefere çıktığımızda nehirden geçmek için yolu bulan delikanlı kaldı, diye cevap vermiş.
Padişah onu da çağırtmış ve delikanlı saraya gelmiş. Kız delikanlıyı görür görmez tanımış ve ona sarılmış. O vakit padişah:
– Haydi, kızım nişanın varsa göster, demiş. Kız daha önce aldığı üç tüyü göstermiş. Delikanlı da bir yandan duasını okuyup doğan donuna girmiş. Kız tüyü yerine takmış atmaca olmuş diğer yolduğu tüyü yerine takmış, sonra delikanlı tuygun olmuş. Kız son tüyü de yerine takmış.
– İşte, benim nişanım bu, delikanlının hünerini de zaten gördünüz, demiş.
Padişah, delikanlı ile kılıcı kendisine teslim eden komutanı yüzleştirmiş. Komutan bütün olan biteni anlatmış ve suçunu kabul etmiş. Padişah hemen orada cellâtlarına onu öldürmelerini emretmiş. Ancak delikanlı buna razı olmamış. Sonra delikanlı padişahın kızıyla evlenmiş ve padişahın yerine geçip halkını adaletle yönetmiş. Üvey babasını ve kızlarını da yanına alarak, muradına ermiş.
GÜLZAMZE
Eskiden fakir bir adam varmış. Onun üç çocuğu varmış. Karısı orta yaştayken ölmüş ve adam üç çocuğunu tek başına yetiştirmiş. Fakir adam yaşlanınca belinde güç, dizlerinde takat kalmamış. Ağır hastalığa yakalanmış. Ölüm döşeğinde çocuklarını yanına çağırarak onlara şöyle demiş:
– Ben iyileşemeyecek gibiyim. Ölmeden önce bütün malımı sizlere pay edeyim, demiş. İki büyük çocuğuna kötü barakasını bırakmış, küçüğüne de elindeki tek oğlağını bırakmış. Biçare ihtiyar dünyadan göçmüş. Çocukları babalarını ağlaşarak defnetmişler. Babaları öldükten sonra beraber yaşayan üç kardeş birbirleriyle anlaşamamış. “Heyt!” diyen baba, “Hey!” diyen ana olmayınca basit şeyler için birbirleriyle kavga eder hale gelmişler.
Çocuklardan ilk ikisi birisinin çiftçiliğine küçükleri ise bir zenginin keçilerine bakıyormuş. İki büyük ağabeyi kardeşlerine kötülük düşünmüşler. Elinden oğlağını alıp kovmayı planlamışlar. Küçük kardeşleri akşam eve geldiğinde ağabeylerinin kötü düşüncelerini anlamış ve onlarla tartışmaya başlamış. Küçük çocuk hem güçsüz, hem de kelmiş. Tartışma çıkarınca iki ağabeyi sinirlenerek dövüp elinden oğlağını almışlar ve kovmuşlar. Küçük çocuk ağabeylerinin yaptığına üzülüp hıçkıra hıçkıra ağlayarak başını alıp gitmiş. Az gitmiş, uz gitmiş, yorulup bir ağacın dibinde yatmış ve uykuya dalmış. Çocuk orada uyuya dursun. Sonrasını peri padişahının kızından dinleyelim.
O ülkenin padişahının bir oğlu varmış. Küçüklüğünden beri ava çıkmayı seviyormuş. Bir gün hayvan avlarken yolunu kaybetmiş. Dolaşırken önüne güzel bir peri kızı çıkmış. Padişahın çocuğu peri kızını görünce kendisinin yolunu kaybettiğini de unutmuş. Çocuk bu kızı çok sevmiş. Kız da onu sevmiş gibiymiş. Daha sonra anlaşmışlar. Birisi almayı, birisi varmayı kabul etmiş. Ancak peri kızı:
– Ben babanın sarayına gitmem. Eğer sen beni seviyorsan başka bir ülkeye gidelim, demiş. Padişahın oğlu da bunu kabul etmiş ve gece bir ağacın altında buluşalım diye anlaşmışlar. Buluşmak için anlaştıkları ağaç çobanın yorulup altında uyuya kaldığı ağaçmış. Padişahın çocuğu o gün sarayda düzenlenen büyük bir eğlenceye katılmış. Padişahın verdiği bir ziyafet olunca gece boyu bu eğlence bitmek bilmemiş. Şaraplar içilmiş, çok insan katılmış. Sonunda uykuya yenik düşüp peri kızına verdiği sözü unutan padişahın çocuğu yata dursun. Sonrasını peri kızından dinleyelim.
Peri kızı padişahın çocuğuna verdiği söz üzerine anlaştıkları ağacın altına gelmiş. Karanlıkta hiçbir şey iyi seçilmiyormuş. Ağacın altında birisinin yattığını fark edince onun padişahın çocuğu olduğunu düşünmüş. Peri kızı iki tane atla gelmiş. Uyuyanın padişahın çocuğu olduğu düşüncesiyle:
– Niye uyuyorsun, kalk ata bin, demiş peri kızı. Yatmakta olan çoban sesini çıkarmadan yerinden fırlayıp ata binmiş. Gece karanlığında kim kimi tanıyabilir? Birbirlerini tanımadan ses soluk çıkarmadan atlarına binip yola devam etmişler. Peri kızı padişahın oğlunun konuşmamasına şaşırmış. Ülkesinden, anne babasından ayrıldığı için üzgün olduğundan konuşmuyordur diye düşünmüş Tan ağarınca birbirlerini görmüşler. Peri kızı yanındakine dikkatlice bakınca karşısında anadan doğma kel bir delikanlının durduğunu görmüş. Ne yapacağını bilememiş. Peri kızı çok üzülse de olan oldu demiş ve durumu kabullenmiş. Bir şey demeden yola devam etmişler.
Uzun yollardan, sayısız çöllerden geçip büyük bir şehre gelmişler. Şehrin kenarına geldiklerinde peri kızı:
– Yaşanacak yermiş, demiş. Delikanlı da aynı fikirde olduğunu söylemiş. Peri kızı gücünü kullanarak kanadıyla toprağı sıvazlayınca mermer bir saray ortaya çıkmış. Onlar bu sarayda karı koca mutluluk içinde devran sürmüşler. Peri kızı insanoğlunun bilmediği çeşitli bitkisel ilaçlarla delikanlının başının derdine tez zamanda çare bulmuş. Delikanlı çekici ve yakışıklı bir delikanlı olmuş. Peri karısı ona her gün hayal ile iğnesiz takke ve kaftan dikiyormuş. O da bunları pazarda satıyormuş ve böylece geçinip gidiyorlarmış. Onlar öyle yaşaya dursunlar, sonrasını o ülkenin padişahından dinleyelim.
Padişah, vezirleriyle bir gün ava çıktığında, şehrin kenarındaki mermerden yapılmış olan bir saray görmüş. Sarayın yanına yaklaştığında sarayın kapısının önünde duran bir gelin gözüne ilişmiş. Genç gelinin güzelliğine hayran kalmış ve padişah atından düşmüş. Bu o delikanlının eşi olan peri gelinmiş. Padişah bir süre sonra gözünü açmış ve etrafına baktığında sarayında yattığını görmüş. Kendisinin düştüğü yerden vezirinin getirdiğini hatırlamıyormuş. O genç peri gelini rüyasında görmüş gibiymiş. Ava çıktığını hatırlamış ve celâllenerek vezirlerini çağırmış. Padişah çağırır da durulur mu? Hemen hepsi birden padişahın önünde hazır ol da durmuşlar. Padişah o günkü olanları anlatmış ve o peri gelinle evlenmek istediğini söylemiş. Düşünüp taşınıp padişahın o genç peri gelinle evlenmesi için onun kocasının ölümüne sebep olacak bir iş verilmesine karar vermişler. Akıllı geçinen bir veziri yerinden kalkmış:
– Padişahım, bir teklifim var, demiş.
– Söyle, demiş padişah.
– Ben o delikanlıyı nasıl ölüm cazasına çarptıracağımızı biliyorum, demiş.
– Ona hiç görülmemiş deniz koyunundan dikilmiş şapka bul demek lazım, demiş vezir.
Tamam, demiş padişah.
– Gerçekten öldürmek için iyi bir yol, demiş vezirleri birbirlerine. Padişah cellâtlarını gönderip delikanlıyı çağırtmış. Cellâtlar onu önlerine katıp getirmişler. Padişah ona:
– Bana şimdiye kadar hiç görülmemiş deniz koyununun derisinden dikilmiş şapka bulup getireceksin! Eğer getiremezsen sana ölüm cezası verilecek, malın mülkün de hazineye bağışlanacak, demiş padişah. Delikanlı korkudan padişahın istediği şeyin zor bir şey olduğunu düşünemeden kellesinin yerinde olmasına sevinerek:
– Emredersiniz padişahım, demiş ve başını eğmiş. Ancak dışarı çıkınca ecelin onu beklediğini anlamış. Eve vardığında karısına olan biteni anlatmış. Karısı:
– Dert etme, işin başı zor olursa, sonu iyi olur. Yola çıkıp birkaç gün gittikten sonra bir dağa ulaşırsın. O dağa vardığında önüne bir yol çıkacak. O yoldan dağın iç tarafına gireceksin. Dağ içinde mesken kurmuş, ateş başında oturan bir cadı göreceksin. Selam verip cadıya durumunu anlatacaksın. Hallederse bir o cadı halleder, demiş.
Delikanlı karısı ile vedalaşıp yola koyulmuş. Birkaç gün yol gittikten sonra karısının söylediği dağa gelmiş. Başı gökyüzüne değen kapkara dağa hayretler içinde bakarken dağın iç tarafındaki yolu görmüş. Bu yol mu acaba diyerek yürümeye başlamış. Bir yere geldiğinde uzakta parıldayan ateş görmüş. Hızla yürüyüp yorgun bir halde kıpkızıl ateşin yanına varmış. Ateşin başında oturan gözleri süzgün, kendisi sinirli, şapkası yıpranmış, iki dizi kulağını geçmiş bir cadı oturuyormuş. Delikanlı:
– Selamünaleyküm, ana, diyerek selam verip başını eğmiş.
– Ve aleykümselam deyip cadı selamı almış. Selam verdin, eğer selam vermeseydin bu dünyadan vazgeçmiştin, demiş cadı. Delikanlıya hürmet gösterek misafir etmiş. Güneş batmış, tan atmış, delikanlı yerinden kalkmış. Cadı delikanlıya niçin yollara çıktığını sormuş. Delikanlı nasıl geldiğini, neden geldiğini, cadıya anlatmış. Cadı:
– Ey evladım, bu iş zor bir işmiş. Falan dağda büyük kızımın evi var. O kızımın yanına git. Hallederse bir tek o halleder, demiş. Delikanlı cadıdan izin almış ve o kızın evine gitmiş. O kıza geliş sebebini bir bir anlatmış. Cadının büyük kızı delikanlının eline sarı yay vermiş:
– Şurada dağın başında bir pınar var. O pınara git. O pınara susayan derisi incili koyunlar gelir. Koyunlar o kadar susar ki başlarını çıkarmadan su içerler. O sırada vurabilirsen vurdun, vuramazsan elin boş dönersin, demiş delikanlıya. Delikanlı sarı yayı omzuna asıp kızın söylediği yere gitmiş ve evsin yapıp içine gizlenip beklemeye başlamış. Bir süre sonra dağdan dağa atlayan incili koyunlar pınara gelmiş. Koyunlar etrafta kimse var mı der gibi kulaklarını dikip etraflarına bakmış. Şüpheli bir şey görmeyince susuzluğa dayanamayıp başlarını suya daldırmış.
Evinde yatan delikanlı elindeki sarı yayı sıkıca tutarak “Boynunun altı, kalbinin üstü.” demiş ve birini hedef alıp oku atmış. Atılan okun sesi dağın içinde yankılanmış. İncili koyunlara rahatça su içmek nerede, arkalarına bakmadan her biri bir yana kaçmış. Delikanlı yerinden doğrulup baktığında incili koyunlardan birinin pınarın başında yattığını görmüş. Koşarak yanına gitmiş. Bıçağını eline alıp derisini yüzmüş ve sevinçle cadının büyük kızının evine varmış. Kız delikanlıya gece boyu incili koyunun derisinden hayalinde öyle bir şapka dikmiş ki akılların şaşmaması mümkün değilmiş. Delikanlı sabah kalkmış. İzin almış ve yola revan olmuş. Birkaç gün yol gittikten sonra ayakları yürümekten delik deşik olmuş ve ölesiye yorgun bir şekilde şehrine gelmiş. Karısına gelip başından geçen olayları anlatmış. Padişahın huzuruna çıkmış ve getirdiği şapkayı padişaha sunmuş. Padişah da vezirler de şaşkın şaşkın bakmışlar. Böylelikle padişahın emrini yerine getitmiş.
Padişah ve vezirleri bu sefer kürk getirmesini emretmişler. Delikanlı perilerin de yardımıyla incili koyunun derisinden kürkü de getirmiş.
Bir süre sonra padişah delikanlıyı tekrar çağırtmış. Bu sefe vezirler:
– Gohikap dağının arkasında bir deniz var, o denizde su küheylanı var. Serçe başlı doru at yaraşır padişahımıza, diyerek delikanlıyı o su küheylanını getirmesi için göndermişler.
Delikanlı bunu duyunca iyice çaresiz bir şekilde evine gelmiş. Karısı ona bir akıl vermiş. Delikanlı yola çıkmış. Birkaç gün yol gittikten sonra o cadının ortanca kızının evine varmış. Kıza geliş sebebini anlatmış:
– Bu senin için kolay bir iş değil, demiş ona ortanca kız. Denizin kenarına varacaksın. Vardıktan sonra fırtına kopacak. Ardından yağmur yağacak, denizin atı üstüne gelecek, bulut gibi dalgalar kıyıya vuracak. İşte o an su küheylanını kıyıya çıkar, demiş.
Delikanlı gitmiş. Bir süre sonra denizin altı üstüne çıkıp dalgalar kıyıya vurmaya başlamış. Daha sonra kıyıya vuran dalgalar yavaş yavaş azalmış, deniz sakinleşmiş, sular çekilmiş. Kıyıya yakın bir yerde suların çekilmesiyle su küheylanının arkası görünmüş. Bu at çoğu zaman küçücük başını suya sokup arkasını güneşlendirirmiş. Tam o sırada ilk önce eyerle kayışlarını sıkıca bağlayacaksın. Sonra da kendini kırk kulaç urganla sağlam bir şekilde bağlayacaksın. Bağladıktan sonra üstüne bineceksin. Bunları yapana kadar su çekilmez, su küheylanı da başını sudan çıkarmaz. Bir ara su iyice çekilmeye başlar. O sırada at üstündeki insanı farkeder. Farkettikten sonra ilk önce havaya doğru uçar hemen ardından da suya dalar. Sakın bunlardan korkup üstünden inme. En sonunda atın mecali kalmayıp “Artık senin oldum.” der. Sen de o zaman attan inip yeniden terkile. Böylelikle artık at senin olur. Başka şekilde bu ata sahip olamazsın, demiş peri.
Delikanlı ortanca kızın söylediklerini yerine getirmek üzere harekete geçmiş. Kulak çelikten değil, çok söz baş ağrıtırmış. Delikanlı su küheylanına binip padişahın huzuruna çıkmış. Padişah da, vezirler de çok şaşırmışlar.
Padişah ve vezirleri toplanıp bu nasıl iştir. Bu sefer başka bir iş için gönderelim, demişler. Delikanlıyı çağırıp:
– İncili koyunun derisinden şapkayı da kürkü de serçe başlı doru su küheylanı da getirdin, padişahımıza. Şimdi de Gülhagiyha, Gülzamze kız yaraşır padişahımıza. Atını buldun, kürkünü buldun, şimdi kızını da bul. Eğer bunu bulamazsan soyunu kuruturuz, demişler.
Delikanlı üzgün, düşünceli, bir şekilde karısına gelmiş ve ne yapacağını danışmış. Karısının verdiği akıl onun kaygısını azaltmış.
Delikanlı su küheylanı ile epey yol gitmiş ve karısının söylediği o cadnın küçük kızının evine gelmiş. Ona Gülhagiyha ve Gülzamze’yi sormuş. Kız da:
– Gülhagiyha ve Gülzamze Gohikap’ın arkasındaki denizin ortasındaki bir adada yaşıyorlar. O adaya su küheylanıyla uçacaksın. Adada büyük bir saray var. O saraya vardığında önüne hırıldayan kaplanlar çıkacak. Onlara bu perilerin sözlerini söyleceksin, doğru söylersen sağ salim geçersin. Sarayın kapısına geldiğinde kükreyen bir aslan göreceksin. Bu perilerin sözlerini söyleyeceksin. Doğru söylersen sağ salim geçersin. Kapıdan girdiğinde nefes alan bir ejderha göreceksin. Ona bu perilerin sözlerini söyle. Doğru söylersen sağ salim geçersin. Kapının içinde bir kapı var. O kapının ağzında bir kara yılan tıslayıp duruyor olacak. Ona, bu perinin sözlerini söyle. Doğru söylersen sağ salim geçersin. Perilerin söylediği sözler her hayvanı yerinde uyutacaktır. Eğer sen mekâna sağ salim girebilirsen büyük bir sandık var. Sandığın yanında anahtarı var. O anahtarı eline alınca sandık açılacak. O sandığın içinde küçük bir sandık var. Onu alıp gel. O sandığı alırsan kızları eline geçirirsin, demiş peri.
Delikanlı birkaç gün içinde perilerden hayvanlarla karşılaştığında söyleyeceği sözleri öğrenmiş. Su küheylanına binmiş ve yine yola revan olmuş. Perinin bütün söylediklerini uygulamış. Perilerin sözlerini yanılmadan söylemiş, karşılaştığı hayvanların hepsini uyutmuş. Adadaki mekâna giren delikanlı perinin söylediği sandığı görmüş. Anahtarı eline aldığında sandık açılmış. Büyük sandığın içinde küçük bir sandık varmış. Delikanlı bu sandığı almış ve ayağını yere yavaşça basarak uyuyan hayvanların üstünden korka korka geçerek zar zor atının yanına gelmiş.
Delikanlı o kadar zahmet çektim, bunun içinde ne var acaba, diyerek sandığı açıp baktığında sandıkta biri beyaz, biri kırmızı iki elma varmış. Delikanlının ülkesinde elma nadir yetişirmiş. Her şeyi unutup elmayı yiyecekken bir kız “Enişte!” diyerek delikanlıyı kucaklamış. İkinci elma da kıza dönüşmüş. Bu kızların biri büyük, biri küçükmüş. Onun için elmayken biri beyaz, biri kırmızıymış. Bu kızlar delikanlının peri karısının akrabalarıymış. Delikanlı çekinerek yerlerinize oturun diye söylemiş. Kızlar hemen elmaya dönüşmüşler. Delikanlı onları sandığa koyup atına yüklemiş ve geri dönmüş.
Yaşlı kadının yanına gelmiş. Kızları da oradaymış hepsiyle vedalaşmış ve tam yola çakacakken yaşlı kadın:
– Ey evladım! Kim birisine kötülük ederse, kendisi kötülüğün içinde kalır. Kim birisine kuyu kazarsa en sonunda o kuyuya kendisi düşer. Tüm dileklerin gerçekleşsin oğlum, diyerek dua etmiş.
Delikanlı uzun bir yolculuktan sonra padişahın huzuruna çıkmış ve bunlar kızlar, bu da at deyip teslim etmiş. Sandığı açıp baktığında padişahın gözüne iki elma görünmüş. Padişah elmayı tam ağzına götürürken kızlar padişahın sakalını tutmuş, vezirleri de padişah da perilerin sözleriyle mermere dönüşmüş. Daha sonra halk toplanarak delikanlıyı padişah seçmişler.