Читать книгу Karakalpak Halk Masalları ( Анонимный автор) онлайн бесплатно на Bookz (6-ая страница книги)
bannerbanner
Karakalpak Halk Masalları
Karakalpak Halk Masalları
Оценить:
Karakalpak Halk Masalları

4

Полная версия:

Karakalpak Halk Masalları

– Ben bu kızı ağaçtan ben yaptım. Yapmasaydım hiç birinizin aklında yoktu. Sizler yapmak şöyle dursun aklınıza bile getiremezdiniz. Onun için bu kızı benim almam lazım, demiş. Sarraf buna itiraz ederek:

– Bu nasıl olur? Eğer ben giyindirip güzelce yontup süslemeseydim, buna can verilsin diye dua etmezdiniz. Can verilse bile böyle güzel olamazdı. Eski halinde kalsaydı sizler onun için tartışmazdınız. Marifet benim, ben alacağım, demiş. Bunun üzerine molla düşünerek:

– Hey, yavrum hey, sizlerin yaptığı ne ki? Haydi, sen kukla yap, sarraf arkadaş da süslesin görelim. Eğer ben ağaç kuklaya can vermeseydim, ne yapacaktınız? Elinizde taşıyıp taşıyıp sonra bir çocuğa hediye ederdiniz. Ben daha merifetliyim. Onun için benim almam lazım, demiş molla.

İşte böyle. Ateşin başında ağaç ustası, sarraf ve molla hâlâ birbiriyle tartışıyormuş.

Sizce hangisini haklı?

ÜÇ DELİKANLI KARDEŞ

Çok eskiden bir ihtiyar varmış. Bu ihtiyarın üç oğlu varmış. Aylar ayları, yıllar yılları kovalamış. İhtiyarın çocukları yetişip büluğa ermişler. Bir gün ihtiyar adam çocuklarını etrafına toplamış:

– Çocuklarım, bu zamana kadar ben sizlere baktım. Besleyip büyüttüm. Artık ben yaşlandım. Ölüm günüm yaklaştı. Bundan sonra sizler kazanıp bana bakın. Ben bir gün öleceğim. Babadan kalan mal çocuğuna mülk olmaz. Çalışıp kendi alın terlerinizle kazanın, demiş. Çocuklar da babalarının dediğini yapmak için bir gece vakti başka bir yere gidip iş bulup çalışmayı düşünmüşler. Sabah tan atarken atlarına binip silahlarını kuşanıp yola revan olmuşlar. Çocuklar gün boyu yol gitmişler. Akşam olup güneş batarken yolları büyük bir ormana çıkmış. Ormana geldiklerinde güneş de batmış. Çocuklardan en büyüğü:

– Kardeşlerim, artık akşam oldu. Hava kararmaya başladı. Gece burada yatıp sabah yolumuza devam ederiz, demiş. Kardeşleri de uygun görmüş. Atlarından inip yerleşmeye başlamışlar. Bir yandan da: “Bu orman tehlikeli bir yere benziyor. Yırtıcı hayvanların sesleri geliyor. Bu nedenle güvenliğimiz için üçümüz sırayla nöbet tutalım.” demişler. İlk nöbeti en büyük ağabeyleri tutmaya başlamış. İki kardeşi yatar yatmaz uykuya dalmışlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ormanın batı tarafından büyük bir kaplan kükreyerek dosdoğru onların yanına doğru gelmeye başlamış. Nöbet tutan ağabeyleri kaplanı görünce “Kardeşlerim uyanıp kaplanı görürlerse korkarlar. En iyisi kaplanı peşime takıp uzaklaşayım. Kaplan bana yetiştiğinde kılıçla başını kesip öldürürüm.” diye düşünerek kaçmaya başlamış. Kaplan da hışımla arkasından kovalamış. Kaplan tam yaklaşırken kılıçla kaplanı ikiye ayırmış. Kaplan yere yığılmış. Kaplanın öldüğünü görünce işaret olsun diye kaplanın arka tarafından bir parça deri kesip karnına bağlamış. Kardeşlerinin yanına gelmiş ve nöbet sırası gelen ortanca kardeşini uyandırmış. Kendisi de uyumuş. Aradan çok vakit geçmeden ormanın doğu tarafından büyük bir ejderha tıslayarak gelmeye başlamış. Nöbetteki ortanca kardeşleri, “Eğer ben burada beklersem ejderha üçümüzü de yutar. En iyisi ona doğru koşayım.” diye düşünmüş ve koşmaya başlamış. Bunu gören ejderha bütün gücüyle havayı içine çekmiş ve çocuğu yutacakken o sırada ortanca kardeş bütün gücüyle nefesini içine çeken ejderhayı kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırmış. Delikanlı da işaret olsun diye ejderhanın derisinden bir parça kesmiş. Belli olmayacak şekilde karnına bağlamış ve kardeşlerinin yanına geri gelmiş. Nöbet tutması için küçük kardeşini uyandırıp kendisi derin bir uykuya dalmış. O da bir süre nöbet tutup tan atmak üzereyken esen nisan rüzgârıyla kımıldayan otlara bakarak düşünüyormuş. O sırada gece boyu yanıp duran ateş sönmüş. Ateşi tekrar yakmak istese de ateş bir türlü yanmamış. “En iyisi etrafa bir göz atayım. Yakınlarda yanan bir ateş bulursam tezek yakıp getireyim.” diye düşünmüş. Ata binip etrafı kolaçan etmiş. Derken uzaklarda parıldayan ateşe benzer bir şey görmüş. O ateşe doğru atını koşturtup yanına vardığında büyük bir mağarada sohbet eden kırk yiğit görmüş. Hemen attan inip atını bağlamış. Kılıcını yanına alarak onların yanına gidip selam vermiş. Yiğitlerin bir anda korkudan yürekleri ağızlarına gelmiş. Sonra ona yer göstermişler. İçlerinde yaşça büyük olanı niçin geldiğini sormuş:

– Sizleri duyalı bir hayli zaman oldu. Eğer bulabilirsem atlarına bakıp hizmet ederim diye sizleri aramaya koyuldum Beş altı günden beri de arıyorum Şimdi burada buldum, demiş. Aralarında yaşça büyük olanı:

– En iyisi bu delikanlıya zarar vermeyelim, yanımıza alalım, diyerek diğerlerine bakmış. Hepsi uygun görmüş ve ateş almaya gelen delikanlıyı aralarına katmışlar. Kırk yiğit daha sonra sohbete kaldıkları yerden devam etmişler. Aralarından birisi:

– Ah delikanlı, bir çaresini bulup bu bölgedeki Tıs-mat adlı zengin adamın mallarını alamaz mıyız? Hiçbirimiz bunun bir yolunu bulamadık, demiş. Delikanlı, bunun üzerine:

– Ben onun yolunu biliyorum. Sizler şimdi atlarınıza binip beni takip edin. Ben sizi doğru onun sarayına götürüp hepinizi tek tek içeri sokacağım, demiş. Hepsini peşine takıp zengin adamın sarayına gelmişler. Delikanlı o saraya girecek bir delik biliyormuş. O delikten içeri girdikten az sonra:

– Ben sarayın her yerini dolaştım, herkes derin uykuda. Haydi, tek tek içeri girin, demiş delikanlı. Kılıcını da eline alıp beklemeye başlamış. Çocuğun gözünü hırs bürümüş. Her şeyden habersiz olan devler teker teker içeri girdikçe delikanlı, kellelerini kılıçla koparmış gövdelerini kimseye göstermeden bir kenara toplamış. Kırk haydutun kırkını da öldürmüş ve kendisi sarayın içinde dolaşmaya başlamış. Delikanlı dolaşırken yüzleri ay gibi parlayan bakmaya doyulmayan tüyden tapaılmış yatakların üstünde yatan zengin adamın üç kızını görmüş. Delikanlı, ilk önce en büyüğünün küpesini alıp sen büyük ağabeyimin olacaksın, ortancasının kolyesini alıp sen ortanca ağabeyimin olacaksın, en küçüğünün yanına gidip parmağındaki altın yüzüğünü alıp sen benim olacaksın, demiş ve sonra ağabeylerinin yanına gitmiş. Sabah onları uykularından uyandırmış ve bu üç kızın ülkesine doğru yola çıkmışlar.

Sonrasını kızların babasından dinleyelim. Zengin adam sabah erken kalkıp sarayına geldiğinde yerde kelleleri ve üst üste yığılmış gövdeleri görünce korkudan ödü kopmuş. Soruşturduğunda bunların ülkeyi soyup soğana çeviren kırk haydut olduğunu öğrenmiş. Bunları hangi kahraman öldürdü acaba diyerek sevinçle evine koşarak gelmiş. Durumu halka haber etmek için “Haydutları öldüren ortaya çıkarsa onun her dileğini yerine getireceğim.” diye ilan verdirmiş. O sırada üç kardeş zengin adamın evinin yanındaki bir evde oturup geçen gece başlarından geçen olayları birbirlerine anlatmışlar. İşaret olsun diye yanlarına aldıklarını da birbirlerine göstermişler. Sohbet eden kardeşlerin konuştuklarını zenginin adamın hizmetçileri duymuşlar. Hemen zengin adamın yanına gidip durumu anlatarak müjde istemişler. Zengin adam hemen üç kardeşin yanına varmış. Onlara:

– Sizler gerçek kahramanlarsınız. Ne dilerseniz her dileğinizi yerine getireceğim, demiş ve onları evine götürmüş. Yiğitlerin dileği üzerine üç kızını bu üç delikanlıya vermiş. Onlara mal mülk ve değerli hediyeler vererek ülkelerine göndermiş. Üç kardeş ülkelerine gidip düğün yapmışlar ve muratlarına ermişler.

ASAN GENJE

Çok eskiden bir padişah varmış. Bu padişahın üç oğlu varmış. Büyüğünün adı Esen, ortancasının adı Üsen, en küçüğünün adı da Asan Genje’ymiş. Padişahın çocukları büyümüşler büluğa ermişler. Padişah, çocuklarının yanına adm vererek büyüğünü kuş avlamaya, ortancasını halktan vergi toplamaya, küçüğünü de hayvanları gütmeye gönderiyormuş. Padişah kendi kendine “Çocuklarım büyüdü, artık bunları evlendirsem. Üç kızı olan bir padişahla dünür olsam.” diyormuş. Padişah bir gün yanına vezirini alarak başka ülkelerdeki padişahların kızlarına bakmaya gitmiş. Padişahın arzuladığı gibi olmamış. Bazı padişahların iki kızı varmış, bazılarının üç kızı varmış ama biri ölmüş. Her gittiği yerde durum aynıymış. İstediğini bulamayan padişah üzüntüyle dönerken önüne yaşlı bir kadın çıkmış:

– Evladım, bizim eve buyurup bir şeyler yiyin, demiş. Padişah çok şaşırmış. Yoldan geçen tanımadığı inasanları niçin evine davet ediyor acaba diye düşünmüş.

– Haydi, gidelim, demiş padişah. Yaşlı kadının evine gelmişler. Yaşlı kadının evi padişahların sarayından da ihtişamlıymış. Yaşlı kadın vezirle padişahın önlerine yemek getirmiş. Onlar otururlarken yaşlı kadın yine yoldan geçen başka bir padişahı vezirleri ve askerleriyle birlikte evine davet etmiş. Padişahları çok güzel ağırlamış. Tan atıp sabah olunca padişahlar gitmek için yaşlı kadından izin istemişler.

Son gelen padişah yaşlı kadına:

– Benden ne dilersin, demiş. Yaşlı kadın:

– Hiçbir dileğim yok. Sizlerin hayır dualarınızı almak istedim, demiş.

Padişah dua etmiş ve yaşlı kadına bir tepsi altın vermiş.

İlk gelen padişah Harezm padişahıymış. Yaşlı kadına:

– Ne dilersen dile vereceğim, demiş. Yaşlı kadın ona:

– Sizin üç çocuğunuz var. Benim ise hiç çocuğum yok. Bana iki büyük çocuğunu veya küçük çocuğunu ver. Benim sizden dileğim budur, demiş.

Padişah düşünmüş taşınmış, kendi kendine, “Çocuklarımı vermeyeyim desem, ne dilersen dile vereceğim diye söz verdim. Verdiğim sözü tutmamazlık etmeyeyim. En iyisi iki çocuğu vermek yerine küçük Asan’ı vereyim.” diye düşünmüş.

– Tamam, küçük oğlumu sana verdim, senin olsun. Size onu göndereceğim, diye söz vermiş.

İki padişah yolun bir kısmını beraber gitmişler. Yolda giderlerken birbirlerine ülkelerinden niçin çıktıklarını sormuşlar. Üç kızı olan padişah da üç oğlu olan bir padişah bulup onunla dünür olmak için yola çıkmış. Onlar yolda ekmek bölüp dünür olmuşlar ve ülkelerine dönmüşler.

Harezm padişahı ülkesine geldikten sonra çocuklarını çağırtmış. Büyük çocuğu Esen ve ortancası Üsen çağrıya uyup gelmişler. Küçük oğlu Asan Genje ise babasının gönderdiği adama:

– Gelmeyeceğim, demiş ve adamı geri göndermiş.

Padişah sinirlenmiş ve bu sefer en yakın gördüğü vezirini göndermiş. Asan Genje bu vezirin söylediklerine de kulak asmamış. Padişah daha da çok sinirlenmiş. Sonunda kendisi Asan Genje’nin yanına gitmiş. Padişah vardığında Asan Genje yanındaki yiğitleri ile yaşlı kadının evine gitmeye hazırlanıyormuş. Padişah gelir gelmez:

– Çağırdığım halde gelmediğin için sana ölüm cezası verdim, demiş ve kılıcını alarak oğlunun üzerine doğru koşmuş. Bunun üzerine Asan Genje:

– Durun, benim birkaç sözüm var. Ondan sonra öldürseniz de razıyım, demiş. Padişah kılıcıyla hazır bekliyormuş:

– Ne söyleyeceksen çabuk söyle, demiş.

– Artık hem senin çocuğun hem de bu padişahlığa tabi değilim. Çünkü sen beni başka ülkedeki yaşlı bir kadına çocuk olarak verdin. Onun için çağırdığında gelmedim, demiş.

Padişah “vah!” deyip küçük oğlunun haklı olduğunu anlamış ve pişman olmuş. Çocuğuna olan biten her şeyi anlatıp:

– Hayırlı yolculuklar, evladım diyerek Asan Genje’yi yaşlı kadının evine göndermiş.

Asan Genje yanına kimseyi almadan tek başına yaşlı kadının evine doğru yola çıkmış. Beş altı gün yol gittikten sonra yaşlı kadının evine varmış. Yaşlı kadın da Asan Genje ne zaman gelecek diye yolunu gözlüyormuş. Asan Genje atından inmeden yaşlı kadına:

– Haydi, ne iş buyuruyorsunuz söyleyin. Ben bir emek vermeden sizin çocuğunuz olamam, demiş Yaşlı kadın yalvarsa da Asan Genje atından inmemiş. Yaşlı kadının başka çaresi kalmayınca Asan Genje’ye:

– Rum padişahının Miskal Peri adında kızı var. Onu bana getireceksin, demiş. Asan Genje yaşlı kadın ile vedalaşmış ve Rum padişahının ülkesine doğru yola çıkmış. Zorlukları aşa aşa yoluna devam etmiş. Yolda başına çeşitli olaylar gelmiş.

Bir gün yolun sağ tarafında bir farenin yuvasına giremediğini görmüş. Yuvasına girmeye kalksa kedi fareyi takip ediyormuş. Eğer fare hata yaparsa kedi fareyi yakalayacak eğer kedi hata yaparsa fare kaçıp yuvasına girecekmiş. Bunu gören Asan Genje fareye acıyıp kediyi kovalamış. Fareye iyilik yapmış. O sırada farenin yuvasından bir ses:

– Ey, Asan Genje, sen bana iyilik yaptın. Ben farelerin padişahıyım. Dile benden ne dilersen. Sen ne dilersen ben yerine getireceğim, demiş.

– İstediğiniz bir şeyi verin, demiş Asan Genje. Fare bıyıklarından bir kıl koparıp vermiş. Bunu kaybetme, ne zaman başın sıkışırsa bu kılı yak ben hemen yetişirim. Senin için ne gerekiyorsa yaparım, demiş ve fare ile Asan Genje vedalaşmışlar.

Asan Genje yoluna devam ederken çok sesli bir şekilde bağıran bir kaplan çıkmış. O kaplanın yanında başka bir kaplan da sesli bir şekilde ağlıyormuş. Asan Genje bunlara ne oldu acaba demiş ve kaplanların yanına gitmiş. Kaplanın ayağına diken batmış ve kaplan da onun acısına dayanamayarak bağırıyormuş. Yanındaki kaplan ise o dikeni çıkarmakta zorlanıyormuş. Asan Genje atından inmiş ve kaplanın ayağındaki dikeni çıkararak ona iyilik yapmış. Kaplan da Asan Genje’ye:

– Ne zaman başın sıkışırsa biz sana yardım etmeye hazırız, diyerek bir kılını koparıp vermiş.

Oradan ayrılmış ve Asan Genje bir bozkırda giderken yolun kenarında, karıncaların yuvalarına giremediklerini görmüş. Asan Genje karıncaların yuvasının ağzını kapatan taşı alarak karıncalara bir iyilik yapmış. İçerideki karıncalar dışarıya, dışarıdaki karıncalar da içeriye girerek sevinmişler. Sonra karıncalar da Asan Genje’ye bir işaret vererek vedalaşmışlar.

Aradan üç ay geçmiş. Asan Genje’nin yol için aldığı azık bitmiş ve atını kesip yemiş. Atın eyerini sırtına almış ve yaya olarak bir ay daha yol gitmiş. Sonra yolun sağ tarafında büyük bir şehir görmüş. Asan Genje, bu şehre nasıl girerim, üstüm başım berbat, insana benzer yanım kalmadı diye düşünmüş. Sonra en iyisi dışarıda öleceğime bu şehirde öleyim demiş. Asan Genje, bu arada padişahın kızını getirmek için yola çıktığını unutmuş. Şehir büyük ve kalabalıkmış. Asan Genje’nin durumuyla aynı olan çok insan varmış.

Asan Genje şehre girip oğlu olmayana oğul, kızı olmayana kız olurum diye düşünmüş. Biraz şehri dolaşmış. Akşam olmak üzereyken Asan Genje ekmek satan yaşlı bir kadına yaklaşarak:

– Oğlu olmayana oğul olurum, demiş. Yaşlı kadın Asan Genje’nin yakışıklılığına bakarak:

– Benim oğlum da kızım da yok. Benim oğlum olur musun, diye sormuş.

– Olurum, demiş Asan Genje. Bunun üzerine yaşlı kadın Asan Genje’yi yanına alarak evine götürmüş. Asan Genje yaşlı kadının öz çocuğu gibi ona hizmet etmiş.

Günlerden bir gün yaşlı kadın sabah kalktığında Asan Genje’nin yastığının yanında birkaç altın görmüş. Yaşlı kadın uyuyan Asan Genje’ye farkettirmeden altınları almış. Asan Genje’nin perçeminden her zaman altın damlarmış. Bunu kendisi de bilmezmiş. Yaşlı kadın bu şekilde yavaş yavaş zengin olmuş. Asan Genje’ye de ayrı bir otağ kurmuş.

Asan Genje bir gün erkenden uyanıp dışarı baktığında doğudan bir güneş, batıdan da bir güneş çıktığını görmüş. Hayretler içinde koşarak yaşlı kadının yanına gelmiş ve:

– Doğudan doğan bildiğimiz güneş, pekiyi batıdan doğan güneş, neyin nesidir, diye sormuş. Yaşlı kadın uzun bir süre cevap vermemiş. Asan Genje tekrar tekrar sorunca:

– Batıdan doğan güneş, padişahımızın Miskal Peri adında bir kızı var. Padişah onu saraya kapatmış ve kapısına nöbetçiler koymuş. Miskal Peri her sabah bir kere dışarıya çıkarılıyor. Onun güzelliği güneşe yansıyıp batı taraftan da güneş doğuyormuş diye cevap vermiş, yaşlı kadın. Asan Genje bunu duyunca ülkesinden niçin çıktığını hatırlamış. Miskal Peri’ye ulaşıp konuşmanın yollarını düşünmüş. O gün akşam olmuş ve şehirdeki tüm insanlar uyumuş. Sokaklarda ara sıra havlayan köpeklerden başka hiçbir şey yokmuş. Asan Genje oturup düşünürken yolda farelerin padişahının verdiği kıl aklına gelmiş. Hemen kılı yakmış. O an farelerin padişahı Asan Genje’nin yanında hazır olmuş:

– Dostum, başın niye sıkıştı, diye sormuş, farelerin padişahı. Asan Genje olan biteni anlatmış ve:

– Siz, benim evimden başlayarak Miskal Peri’nin yattığı yere kadar yerin altından tünel kazın. Kimse farketmesin. Çıkan toprağı da şehrin dışına dökün. Kazdığınız tünelin tepesine insanın başı değmesin. Eğer dostumsan bu işi iki saatte bitirirsin demiş Asan Genje. Farelerin padişahı bütün farelere yarın bu vakitte burayda olmalarını emretmiş.

Ertesi gün iki saat içinde Asan Genje’nin isteğini fareler yerine getirmiş. Asan Genje yeraltındaki tünelle Miskal Peri’nin kaldığı yere doğru gitmiş. Fareler tünelin ucuna Miskal Peri’nin yattığı odanın köşesinden bir delik açmışlar. Asan Genje bu delikten odaya girmiş. Odanın içi gündüz gibi aydınlıkmış. Hiçbir yerde yanan bir ateş olmamasına rağmen kızın güzelliği odayı gündüz gibi aydınlatıyormuş. Miskal Peri yüzüne tülbent kapatmış uyuyormuş. Asan Genje tülbenti açmış ve kızın yüzüne bakınca Miskal Peri’nin güzelliğinden kendinden geçip bayılmış. Bir süre sonra Miskal Peri uyanmış. Uyandığında bir delikanlının yerde yatmakta olduğunu görmüş. Delikanlının yüzüne bakıp ona âşık olmuş ve kız da bayılmış.

Bir süre sonra, Asan Genje kendine gelmiş. Yerde baygın halde yatan kıza hiçbir şey söylemeden geldiği yolla evine geri dönmüş.

Padişah her sabah Miskal Peri’yi kontrol ediyormuş. Bu kız doğduğundan beri ağırlığı bir miskal olsun artmazmış. Eğer kızın yüzünü bir erkek görürse ağırlığı bir miskal kadar artarmış.

Her sabah olduğu gibi padişah Miskal Peri’nin kilosunu kontrol etmiş. Kızın eskisinden daha ağır olduğunu gören padişah bu duruma sinirlenmiş. Kızın korumalığını yapan kırk nöbetçiyi darağacında astırmış. Ertesi gün kızın kapısına güvendiği kişilerden yüz adamını nöbetçi olarak koymuş. O gece Asan Genje kızın kaldığı yere tekrar gelmiş. O gün Miskal Peri uyumamış ve eline bir hançer almış bekliyormuş. Odaya giren Asan Genje’yi görünce Miskal Peri yine bayılmış. Asan Genje de bayılmış. Çok geçmeden ikisi de kendine gelmiş. Miskal Peri delikanlıyı hançerle öldürmeye çalışmış. O an Asan Genje:

– Size bir şey söyleyeceğim. Ondan sonra beni öldürseniz de razıyım, demiş.

– Söyle öyleyse, demiş kız biraz sakinleşerek. Asan Genje niçin buralara geldiğini, yolda nasıl zorluklar çektiğini, buraya nasıl geldiğini eksiksiz bir şekilde anlatmış. Miskal Peri hançerini geri çekerek:

– Sen bana âşıksan, ben de sana aşığım ama babamın, üç kötü şartı var. O şartları yerine getiremeyen nice kahramanlar, nice şehzadeler, ölüyor. Sen de boş yere ölme. O şartları yerine getirmen imkânsız. Bundan sonra buraya gelme, seni bir kere ölümden kurtardım, demiş. Ancak Asan Genje:

– Babanın her türlü şartını yerine getiririm. Benim başım senin yolunda kurban olsun, deyince Miskal Peri elindeki altın yüzüğü Asan Genje’ye vermiş:

– Sen yarın adam gönderip beni istet. Babam onlara üç şartını söyleyecektir. O üç şarttan birincisi: Meydanda iki çukur var. O çukurları sana gösterip çukurun birinde altın, birinde ise gümüş kaynatmanı ister babam. Çukurlarda altın ve gümüşü kaynatabilmen için sana yüzük vereceğim. Orada küçük bir delik var. O yüzüğü kimseye farkettirmeden deliğin içine at. O zaman altın ile gümüş kaynayamaya başlar. Kaynadıktan sonra kıble tarafa dönüp delikten yüzüğü al ve çık. Bçylelikle birinci şartı yerine getitmiş olacaksın. Dediklerimi unutma. İkinci ve üçüncü şartı da babam sana söyler. Onları yerine getirmek senin elinde. Şartları yerine getirmeni diliyorum, demiş ve Miskal Peri Asan Genje ile vedalaşmış.

Sabah Asan Genje yaşlı kadına padişaha gidip kızını istemesini söylemiş. Ancak yaşlı kadın:

– Evladım padişahın üç şartı var. O şartları yerine getiremedikleri için çok adam öldü. Sen o kızı istetmekten vazgeç, demiş. Asan Genje rica etmiş, yalvarmış. Sonunda oğlunun bu işten vazgeçmeyeceğini anlayan yaşlı kadın padişahın huzuruna çıkmış:

– Padişahım, söylecek sözüm var, demiş.

– Söyle, demiş padişah.

– Benim bir oğlum var. Artık delikanlı oldu. Kızınızı almak için şartlarınızı yerine getireceğim diye ısrar ediyor. Onun için geldim, demiş.

– Öyleyse oğlunu gönder, demiş padişah. Yaşlı kadın evine dönmüş. Padişahın söylediklerini Asan Genje’ye anlatmış. Ertesi gün Asan Genje padişahın huzuruna çıkmış ve niçin geldiğini söylemiş.

– Sen daha çok gençsin, senden de babayiğit nice yiğitler şartları yerine getiremeyip öldü. Sen nasıl yerine getireceksin, diye sormuş padişah.

– Şartları yerine getireceğim. Ölüme de razıyım bana şartlarınızı söyleyin, demiş Asan Genje.

– Tamam, demiş padişah. Sonra da Asan Genje’ye Birinci şartını anlatmış. Sonra da yarın gelip birinci şartı yerine getirmesi gerektiğini söylemiş.

Ertesi gün şartı yerine getirmek için Asan Genje söylenen yere gelmiş. Meydan çok kalabalıkmış. Asan Genje’nin tek başına o kadar insanın arasındaymış. Padişah:

– Haydi, şartı yerine getir, demiş. Asan Genje Miskal Peri’nin söylediği gibi yapmış. Böylelikle birinci şartı yerine getirmiş. İkinci şartı üç gün sonra yerine getirmesi gerekiyormuş. Ancak, Asan Genje padişaha:

– İkinci şartı söyleyin. Yarın yerine getireceğim, demiş. Padişah:

– Şehrin dışında bomboş bir yere bir batman darı saçtıracağım. Darının sayısı belli, o darıları akşamleyin başlayıp sabaha kadar toplayacaksın. Bir batmandan bir tane bile eksik çıkarsa ölümle cezalandırılacaksın. Eğer bunu başarabilirsen, ikinci şartı yerine getirmiş olacaksın, demiş. Asan Genje evine gelmiş. Düşünürken karıncaların verdiği işareti hatırlamış. Sonra Miskal Peri’nin yanına gitmiş. İkisi oturup uzun uzun konuşmuşlar. Tan atıp sabah olduğunda Asan Genje padişahın şartını yerine getirmek için padişahın söylediği yere gitmiş.

Söylenen yere darı getirilmiş. Asan Genje’nin gözünün önünde ölçülmüş ve sayılmış. Sonra boş bir yere darıyı saçmışlar. Padişah ve adamları gitmiş. Gün batıp karanlık çökmüş. Asan Genje karıncanın işaret için verdiği şeyi yakmış. Bir anda her yer karıncayla dolmuş. Karıncaların padişahına yapmaları gerekeni anlatıp iki saatte karıncaların şartı yerine getirsin, demiş.

Karıncaların padişahı şartı yerine getirmeleri için karıncalara emir vermiş. Karıncalar aradan bir saat geçmeden darıları toplamışlar. Darıları tartmışlar ve saymışlar. Saydıklarında bir darı eksik çıkmış. Bütün karıncalar o bir darıyı aramışlar ama bulamamışlar. Karıncaların padişahı karıncaların hepsini toplamış. Bir karınca ortada yokmuş. O karıncayı aramaya başlamışlar. Kayıp karıncayı bulmuşlar. O karıncanın ayağına taş düşmüş, ayağı aksadığı için darısı ağzında geç kalmış.

Böylelikle darıların kilosu da sayısı da tamalanmış. Asan Genje karıncalara izin verip göndermiş ve darılara yaslanarak uyumuş.

Sabah padişah adamlarıyla geldiğinde Asan Genje uyuyormuş. Onu uyandırıp topladığı darıları saymışlar, tam çıkmış. Teraziye koyup tartmışlar yine tam gelmiş. Böylece ikinci şartı da yerine getirmiş, Asan Genje.

Padişah üçüncü şartını şöylemiş:

– Şehrin dışındaki bir dağda bir ejderha var. O ejderha şehri yutmaya hazırlanıyor. Onu öldürüp halkı beladan kurtaracaksın, demiş.

Asan Genje bu şartı yerine getirmek için hemen o gün yola çıkmış. Dağa varıp kaplanın verdiği kılı yakmış. Kaplanlar hemen gelmişler. Asan Genje padişahın şartını onlara söylemiş ve kendisi dağın bir bir kenarında beklemeye başlamış. İki kaplan ejderhanın iki tarafına geçmiş. Birincisi ejderhayı alıp ikincisine doğru fırlatmış. İkincisi de eline alıp birincisine fırlatmış. Sonunda ejderhayı öldürmüşler. Asan Genje ejderhayı iki kaplanın üstüne yükleyip kendisi de en üste oturup şehre gelmiş. Şehir halkı görünce “Ejderha şehri yutmaya geliyor.” diye çığlıklar atılmış ve herkes bulduğu deliğe saklanmış. O sırada padişah bayılmış. Asan Genje ejderhayı padişahın sarayının önüne bırakmış. Sonra Asan Genje padişahın huzuruna çıkmış. Padişah da o sırada daha yeni ayılmıştır. Asan Genje:

– Şartı yerine getirdim, demiş.

Padişah Miskal Peri’yi Asan Genje’ye vermiş. Padişah kırk gün, kırk gün gece düğün yapmış. Asan Genje padişahın has damadı olmuş. Asan Genje ile Miskal Peri evlendikten sonra yedi yıl bu padişahın ülkesinde yaşamışlar. Bir tane de çocukları olmuş.

Bir gün Asan Genje’nin aklına anne babası, kardeşleri, akrabaları ve yaşlı kadına verdiği söz gelmiş. Asan Genjei Miskal Peri’ye:

– Artık yurduma dönmek istiyorum. Gidelim, arada geliriz demiş. Miskal Peri bunu kabul etmiş. Sonra padişahtan izin isteyip çocuklarını da yanlarına alarak yola çıkmışlar. Padişahın askerleri ülkenin sınırına kadar onlara eşlik etmişler.

Asan Genje çok yorulmuş. Sınırı geçtikten sonra bir kenara çadır kurarak dinlenmişler. Sonra da derin uykuya dalmışlar.

Miskal Peri’nin ülkesinde üç haydut varmış. Onlar Miskal Peri’ye ölesiye âşıkmış. Ancak kızı almanın bir yolunu bulamamışlar. Bu üç haydut onları takip ederek Miskal Peri’yi kaçırmak için bir fırsat gözlüyorlarmış.

Asan Genje ile Miskal Peri uyurlarken haydutlar Asan Genje’yi bağlayıp Miskal Peri ile çocuğu atlarına bindirip kaçırmışlar. Aradan üç gün geçtikten sonra Asan Genje uykusundan uyanmış. Sağına soluna baktığında karısı ile çocuğu yanında yokmuş. Atlar da yokmuş. Elleri de bağlıymış. Kötü bir şeylerin olduğunu anlamış. Sonra yaya olarak dilenci kılığında Miskal Peri’yi aramaya çıkmış. Aradan bir ay geçtikten sonra babasının şehrine varmış. Şehirde padişah ölmüş ve padişahın yerine başka bir padişah seçmek için devlet kuşu uçuruyorlarmış. Devlet kuşu gelip Asan Genje’nin başına konmuş. Padişahın vezirleri bir dilencinin başına kondu deyip kabul etmeyerek kuşu tekrar uçurmuşlar. Kuş yine Asan Genje’nin başına konmuş. Sonunda halk Asan Genje’yi padişah olarak seçmiş.

bannerbanner