![Mansfield Park](/covers/69428038.jpg)
Полная версия:
Mansfield Park
“Denizde mi? Kraliyetin hizmetindedir elbette?”
Fanny, Edmund’ın kendi yerine anlatmasını tercih ederdi. Ancak Edmund’ın sustuğunu görünce ağabeyinin durumunu anlatmaya mecbur kaldı. Kardeşinin işinden, gittiği yabancı ülkelerdeki limanlardan söz ederken sesi canlanmıştı. Kaç yıldır uzakta olduğunu anlattığında ise gözlerinden yaşlar boşaldı. Miss Crawford nazik bir ifadeyle ağabeyinin bir an önce terfi etmesi temennisinde bulundu.
“Kuzenimin kaptanını tanıyor musunuz?” diye sordu Edmund, “Yüzbaşı Marshall… Donanmada birçok tanıdığınız olsa gerek.”
Miss Crawford kibirli bir edayla, “Amirallerin çoğunu tanırım.” dedi, “Ama düşük rütbeli subayları pek tanımayız. Yüzbaşılar da eminim iyi insanlardır ancak bizim dengimiz sayılmazlar. Amiralleri sorsaydınız haklarında her şeyi anlatabilirdim. Nasıl insanlar olduklarını, flamalarını, maaş farklarını, atışmalarını, kıskançlıklarını… Hepsi de kendisine haksızlık edildiğinden, layık oldukları yerde bulunmadıklarından yakınır. Amcamla yaşadığım dönemde birçok amiralle bizzat tanıştım. Tanıdığım tuğamiral ve tümamirallerin sayısını unuttum.”
Edmund yine daraldığını hissetti. “Çok asil bir meslek.” demekle yetindi.
“Evet, bir mesleğin iyi olarak nitelenmesinin iki koşulu vardır: İyi para kazandırmalı ve o işi yapan kişi de bu parayı sağduyulu bir şekilde kullanmalı. Özetle, bana göre bir iş değil. Bana hiçbir zaman cazip gelmemiştir.”
Edmund tekrar arp konusunu açtı. Onu dinlemekten büyük mutluluk duyacaktı.
Diğerleri ise hâlen yapılacak düzenlemeleri konuşuyordu. Mrs. Grant, Miss Julia Bertram’a odaklanmış olan erkek kardeşinin dikkatini başka yöne çekme mecburiyeti hissetti.
“Sevgili Henry, senin bu konuda söyleyecek bir şeyin yok mu? Sen de bu işi yapmıştın. Duyduğum kadarıyla Everingham, İngiltere’deki tüm evlerle boy ölçüşebilecek güzellikteymiş. Doğal güzellikleri de cabası. Hatırladığım kadarıyla eski hâli de çok güzeldi. O tepeler… Koruluklar… Oraları tekrar görebilmek için neler vermezdim!”
Henry, “Senden bunları duymak beni çok sevindirdi.” diye karşılık verdi, “Ancak hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Umduğun gibi çıkmayabilir. Pek büyük bir yer sayılmaz. Ne kadar küçük olduğunu görsen şaşarsın. Dekorasyonu konusunda da bana pek iş düşmedi. Keşke elimden daha fazlası gelebilseydi…”
Julia, “Bu tür şeylere meraklı mısınız?” diye sordu.
“Hem de nasıl! Ancak o kadar güzel bir doğası var ki benim gibi bir acemi bile altından kalkabildi. Everingham’da neler yapacağıma aslında çok önceden karar vermiştim. İlk planı Westminister’da okurken hazırlamıştım. Cambridge’te birtakım değişiklikler yaptım ve yirmi bir yaşıma gelince de hayata geçirmeye başladım. Şu an önünde mutlu bir macera olan Mr. Rushworth’e imreniyorum. Çünkü ben kendiminkini çok çabuk tükettim.”
“Hızlı bir şekilde görebilenler, hızla harekete geçerek, hızla çözüme ulaşır.” dedi Julia, “İş mi istiyorsunuz? Mr. Rushworth’e imreneceğinize, değerli fikirlerinizle kendisine yardımcı olabilirsiniz.”
Konuşulanların sonuna yetişebilen Mrs. Grant de bu öneriye hararetli bir şekilde destek vererek, kardeşinin fikirlerinin eşi benzeri olmadığını söyledi. Miss Bertram da bu fikre katılarak, dostlara akıl danışmanın, işi bir profesyonelin ellerine teslim etmekten çok daha akıllıca olacağını savundu. Mr. Rushworth, Mr. Crawford’ın yardımını seve seve kabul etmeye hazırdı. Mütevazı bir edayla becerilerinin abartılmaması gerektiğini belirten Mr. Crawford, elinden geldiğince yardım etmeye çalışacağını söyledi. Bunun üzerine Mr. Rushworth, Mr. Crawford’ı Sotherton’a davet ederek, kendisini ağırlamaktan onur duyacağını söyledi. Yeğenlerinin âdeta aklından geçenleri okuyan, Mr. Crawford’ın bir yere gitmesinden hiç hoşlanmayacaklarını bilen Mrs. Norris, bir ara yol bulma ümidiyle lafa karıştı: “Mr. Crawford’ın bunu çok isteyeceğinden hiç şüphem yok. Neden hep beraber gitmiyoruz? Küçük bir gezi düzenleriz. Sevgili Mr. Rushworth, buradaki herkes Sotherton’da yapacağınız düzenlemeleri ve Mr. Crawford’ın fikirlerini merak ediyor. Belki bizlerden de işinize yarayacak fikirler çıkar. Kendi adıma epeydir, saygıdeğer annenizi tekrar ziyaret edebilmek için can atıyordum. Bir faytonum olsaydı, bu kadar ihmal etmez, çoktan gelmiş olurdum. Bu gezi sayesinde siz dolaşıp neler yapılması gerektiğini kararlaştırırken ben de Mrs. Rushworth’le birkaç saat geçirebilirim. Akşam yemeğini de dönüşte hep birlikte burada yeriz. Eğer anneniz de arzu ederse yemeğe kalır, evimize ay ışığı altında hoş bir yolculuk yaparak dönebiliriz. Sanırım Mr. Crawford yeğenlerimi ve beni kendi faytonuyla götürür. Edmund da atla gelir. Fanny de seninle evde kalır ablacığım.”
Leydi Bertram’ın bu plana itirazı yoktu. Herkes gitmeye can atıyordu. Bir tek Edmund ağzını açıp bir şey söylememişti.
7
Ertesi gün Edmund, “Fanny, Miss Crawford’ı sevdin mi?” diye sordu. Bu konuyu kendi kendine epey düşünmüştü. “Dün nasıl buldun kendisini?”
“Çok sevdim, konuşmasına bayıldım. Beni çok eğlendirdi. Çok da hoş bir kız. İnsan yüzüne bakmaya kıyamıyor.”
“Çekici bir yüzü var. Yüz hatları çok güzel. Ancak anlattıklarında seni rahatsız eden, sana yanlış gelen bir şey yok muydu?”
“Evet! Amcasından o şekilde söz etmemesi gerekirdi. Söylediklerini duyduğumda epey şaşırdım. Ne kusuru olursa olsun, sonuçta yıllardır yanında yaşıyor. Üstelik ağabeyine de çok düşkünmüş. Söylediklerine göre oğlu gibi görüyormuş. Duyduklarıma inanamadım!”
“Senin de rahatsız olacağını tahmin etmiştim. Çok yanlış, çok münasebetsiz bir davranıştı!”
“Bana göre çok da nankörce…”
“Nankörlük biraz ağır bir söz… Eşini anlarım, ancak amcasının Miss Crawford’ın minnettarlığını hak ettiğini hiç sanmıyorum. Bence Miss Crawford’ın böyle hatalı davranmasına yol açan şey de yengesinin hatırasına duyduğu saygı. Kız çok zor bir durumda. Böylesine sıcak ve heyecanlı bir insan olarak Mrs. Crawford’ın hakkını teslim ederken amcasına saldırmaktan kendisini alamıyor. Amiral ile eşi arasındaki anlaşmazlıkta kimin suçlu olduğunu elbette bilemem. Ancak amiralin yaptıklarının, insanı, eşinin tarafını tutmaya yönelttiği de bir gerçek. Miss Crawford’ın yengesinde kusur bulamaması çok doğal. Böyle düşündüğü için kendisini suçlayamıyorum. Ancak yine de bunu herkese duyurmamın âlemi yok.”
Fanny bir süre düşündükten sonra, “Sence…” dedi, “Miss Crawford’ın bu münasebetsizliği, Mrs. Crawford’ın suçu sayılmaz mı? Sonuçta yeğenini yetiştiren o. Demek ki amiral hakkında yanlış fikirler aşılamış.”
“Bu dediğin çok mantıklı… Evet, yeğeninin hatalarında yengesinin payı olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda, ne kadar zor koşullarda yetişmiş olduğunu dikkate alarak, Miss Crawford’a daha anlayışlı davranmamız gerekir. Sanırım yeni yuvası ona iyi gelecektir. Mrs. Grant’in terbiyesine diyecek yok. Ağabeyinden de hep sevgiyle söz ediyor.”
“Evet, yazdığı mektupların bu kadar kısa olması haricinde… Duyunca gülmemek için kendimi zor tuttum. Ayrı kaldığı kız kardeşine okumaya değecek bir şeyler yazmaya zahmet etmeyen bir ağabeyin sevgisinden de o kadar emin olamazdım. William’ın, hangi durumda olursa olsun bana böyle bir şey yapmayacağından eminim. Dahası, senin evden uzakta olduğunda uzun mektuplar yazmayacağını ne hakla iddia edebiliyor?”
“İnsanları eğlendirebilmek adına hiçbir fırsatı kaçırmayan, neşeli yapısının verdiği hakla, Fanny. Kötü niyetli davranmadığı, kabalaşmadığı sürece hoş görülebilir. Miss Crawford’ın hâlinde de tavrında da bunlardan eser yoktu. Saygısızlık, ukalalık, kabalık etmedi. Sözünü ettiğimiz, hoş görülmesi mümkün olmayan meseleler haricinde tam bir hanımefendi. Senin de böyle düşündüğünü öğrendiğime sevindim.”
Bildiği ne varsa Edmund’dan öğrenen, Edmund’a çok düşkün olan Fanny’nin onun gibi düşünmesinde şaşılacak bir yan yoktu. Gerçi bu konuda görüş ayrılığına düşme tehlikesi söz konusuydu. Zira Fanny’nin, Miss Crawford’a Edmund kadar düşkün olmasına imkân yoktu. Miss Crawford’ın cazibesi zamanla daha da arttı. Arpının gelmesi güzelliğinin, güler yüzünün, neşesinin yanı sıra diğer meziyetlerini de sergilemesine imkân tanımıştı. Çalarken bambaşka bir havaya bürünüyor, her parçanın ardından parça hakkında bilgi veren açıklamalar yapıyordu. Edmund, en sevdiği çalgıyı dinlemek amacıyla artık her gün papaz evine gidiyordu. Kendisine sadık bir dinleyici bulan Miss Crawford bu ziyaretleri sevinçle karşılıyor, her günün sonunda ertesi gün için yeniden çağırıyordu.
Yeşillikler içerisinde, fundalıklarla çevrili küçük bir bahçeye bakan pencerenin önünde oturmuş olan böylesine genç, güzel ve neşeli bir kız ve elindeki en az kendisi kadar zarif arp, her erkeğin kalbini çalmaya yeterdi. Mevsim, manzara, hava, her şey insanın duygularını tetikliyordu. Mrs. Grant’in gergefi bile bu havaya destek oluyordu. Her şey tam bir uyum içerisindeydi. Aşka düşen insana sandviç tepsisi bile güzel geliyordu. Dr. Grant’in sandviçleri servis edişini izlemeye doyum olmuyordu. Bu şekilde geçen bir haftanın ardından Edmund sırılsıklam âşık olmuştu. Gözü başka bir şey görmüyordu. Ailenin büyük oğlu değildi, ağzı pek laf yapamaz, komplimanlarda bulunamazdı. Buna rağmen genç kız da kendisini Edmund’a kaptırmıştı. Bu hâle nasıl geldiğine onun da aklı ermiyordu. Edmund çekici bir erkek sayılmazdı. Fazlasıyla ciddi bir adamdı. Ağzından tek bir tatlı söz çıkmazdı. İnatçı, sakin ve gösterişsiz bir adamdı. Ancak kendisine itiraf edemese de Miss Crawford, Edmund’ın samimiyetini, kararlılığını, tutarlılığını çekici buluyordu. Yine de bu konuya uzun uzadıya kafa yorduğu söylenemezdi. Şu an için Edmund’ın yanında olması hoşuna gidiyordu. Bu kadarı da yeterliydi.
Fanny, Edmund’ın her sabah papaz evine gitmesinde şaşılacak bir yan göremiyordu. Kimselerin fark etmeyeceğini bilse, kendisi de oraya giderek arp dinlemeyi çok isterdi. Birlikte yapılan akşam gezintileri sonrasında Mr. Crawford’ın, Mansfield Park’ın hanımlarını geçirmesinde, Edmund’ın Mrs. Grant ve kız kardeşine evlerine dek eşlik etmesinde de bir gariplik yoktu. Sadece Edmund’ın, daha önce sözünü ettiği kusurları görmezden gelerek Miss Crawford’la bu kadar zaman geçirmesine şaşıyordu. Fanny’ye göre Miss Crawford eskiden neyse yine oydu. Ancak Edmund artık bu kusurları görmez olmuştu. Fanny’ye sürekli olarak Miss Crawford’dan söz ediyordu. Miss Crawford’ın amirali o günden beri eleştirmemiş olmasını, genç kızı affetmek için yeterli görüyordu. Fanny de huysuzluk ettiği sanılmasın diye düşüncelerini dile getirmekten çekiniyordu. Miss Crawford’ın Fanny’ye çektirdiği ilk acı, ata binmeye merak salmasıyla yaşandı. Mansfield Park’taki genç kızlara özenen Miss Crawford, ata binmeye karar vermişti. Edmund’la aralarındaki yakınlaşma da bu isteği körüklemişti. Edmund’a göre ata binmeyi yeni öğrenen biri için her iki ahırda bulunan atlar arasında en uygunu, Fanny’nin sakin bir hayvan olan kısrağıydı. Edmund bu teklifte bulunurken kuzeninin üzülmemesi için de gereken tedbirleri almıştı. Fanny hiçbir şekilde egzersizlerinden mahrum kalmayacaktı. Kısrak sadece Fanny’nin egzersizlerinden önce yarım saatliğine papaz evine götürülecekti. Fanny bu haber karşısında gücenmemiş, tam aksine kendisini bu kadar düşündüğü ve atı temelli almadığı için Edmund’a minnettar kalmıştı.
Miss Crawford’ın başarıyla tamamlanan ilk denemesi Fanny açısından herhangi bir sıkıntıya yol açmadı. Kısrağı alarak giden ve eğitim boyunca yanlarından ayrılmayan Edmund, erkenden geri geldi. Döndüğünde, Fanny ve kuzenleri yanında olmadığı günlerde kendisine eşlik eden ihtiyar arabacı henüz hazır değildi. Ancak ikinci gün o kadar sorunsuz geçmedi. Ata binmenin tadını alan Miss Crawford bir türlü inmek bilmedi. O hayat dolu ve korkusuz bir kızdı. Ufak tefek görünmesine rağmen oldukça güçlü olan Miss Crawford, âdeta ata binmek için yaratılmıştı. Edmund’ın varlığıyla katmerlenen bu keyfe bir de hızlı bir şekilde ilerleyerek diğer kızları geride bırakma hırsı da eklenince atın sırtından inmemek için direndi. O sırada Mrs. Norris hâlâ yola çıkmadığı için Fanny’yi azarlıyordu. Ancak ne attan ne de Edmund’dan haber vardı. Sonunda Fanny, teyzesinin dilinden kurtulabilmek için Edmund’ı arama bahanesiyle kendisini dışarı attı.
İki ev arasında yarım kilometreden az mesafe olmasına rağmen birinden diğerini görmek imkânsızdı. Fanny elli metre kadar yürüdükten sonra, köye giden yolun ardında yükselen papaz evinin silüetini ve bu evin çayırındaki grubu görebildi. Edmund ve Miss Crawford at sırtında, yan yana ilerliyordu. Dr. Grant, Mrs. Grant, Mr. Crawford ve seyisler de dikildikleri yerden onları izliyordu. Oldukça mutlu görünüyorlardı. Hepsi de aynı şeye odaklanmıştı. Çok eğlendikleri, Fanny’ye kadar gelen kahkahalardan belliydi. Ancak bu kahkahaların Fanny’yi pek keyiflendirdiği söylenemezdi. Edmund’ın kendisini unutmuş olduğunu düşündükçe yüreğine bir sancı saplandı. Gözlerini çayırdan ayıramıyor, kendini olup bitenleri izlemekten alamıyordu. Miss Crawford ve yanındaki Edmund, çayırın çevresinde geniş bir daire çizdi. Ardından -anlaşılan Miss Crawford’ın önerisiyle- atlarını eşkin sürmeye başladılar. Ürkek tabiatlı bir kız olan Fanny, Miss Crawford’ın at sırtındaki rahatlığını hayretle izledi. Birkaç dakika sonra durdular. Edmund kıza bir şeyler anlatıyor, tahminen dizginleri nasıl tutması gerektiğini öğretiyordu. Bir ara kızın elini tuttu. Belki de Fanny’ye öyle gelmişti. Aslında bunda bir acayiplik yoktu. Edmund gibi iyi niyetli birinin, insanlara yardımcı olmaya çabalamasından daha doğal ne olabilirdi ki? Bir yandan da Mr. Crawford’ın zahmetten kurtulduğunu düşünmeden edemiyordu. Sonuçta bu işi ağabeyinin yapması çok daha makul ve münasip olurdu. Ancak sürekli ata binme konusundaki becerileriyle böbürlenen Mr. Crawford, büyük ihtimalle bu konuda zerre kadar bilgi sahibi değildi. Yardımseverlik konusunda da Edmund’ın eline su dökemezdi. Çifte vardiya yapmak zorunda kalan kısrağa da üzülüyordu. Kendisini unutmuşlardı ama bari zavallı kısrağı düşünselerdi.
Çayırdaki topluluğun dağılmaya başladığını görünce duyguları biraz olsun yatıştı. Hâlen at sırtında olan Miss Crawford ile kendisine yaya olarak eşlik eden Edmund, çit kapısından geçerek yola çıktılar ve Fanny’nin olduğu yere doğru gelmeye başladılar. Kaba ve sabırsız olduğunu düşünmelerinden korkan Fanny, onlara doğru yürümeye başladı.
İyice yaklaştıklarında Miss Crawford, “Sevgili Miss Price!” diye seslendi, “Sizi beklettiğim için özürlerimi sunmaya geldim. Üstelik hiçbir mazeretim yok. Geç kaldığımızın ve saygısızlık ettiğimin farkındayım. Beni affetmenizi rica ediyorum. Bencillik affedilmesi gereken bir kusurdur, çünkü tedavisi yoktur.”
Fanny gayet nazik bir şekilde cevap verince Edmund’ın içi rahat etti. Demek ki Fanny’nin acelesi yoktu. “Kuzenimin hâlâ ata binmeye yetecek zamanı var.” dedi, “Üstelik egzersize yarım saat önce başlamasına engel olarak aslında ona iyilik ettiniz. Hava bulutlandı. Bu sayede sıcaktan daha az rahatsız olacak. Umarım bu uzun talim sizi yormamıştır. Keşke buraya kadar zahmet etmeseydiniz. Eve kadar yürümek zorunda kalacaksınız.”
Miss Crawford, Edmund’ın yardımıyla attan inerken, “Hayır, emin olun, asıl attan inince yoruluyorum.” dedi, “Çok güçlüyümdür. Beni sadece sevmediğim işler yorar. Miss Price, atı size istemeye istemeye veriyorum. Yine de size keyifli bir gezinti dilerim. Umarım bu değerli, güzel hayvan hakkında sadece güzel şeyler duyarım.”
Atının sırtında beklemekte olan ihtiyar arabacı yanlarına gelmişti. Fanny de atına bindi ve parkın öteki tarafına doğru yola çıktılar. Arkasına bakıp da ikilinin birlikte tepeden aşağıya, köye doğru yürüdüğünü görünce duyduğu rahatsızlık depreşti. Miss Crawford’ın ata binişini en az Fanny kadar ilgiyle izleyen arabacının, genç kızın at sırtındaki maharetlerine dair sözleri de bu sıkıntının üzerine tuz biber ekti.
Arabacı, “Ata binme konusunda böylesine yürekli bir hanımefendi görmek büyük keyif!” dedi, “Daha önce at sırtında bu kadar rahat oturan bir hanımefendi görmemiştim. En ufak bir korku emaresi yoktu. Sizin altı yıl önceki hâlinizi düşünüyorum da Sör Thomas sizi ata ilk bindirdiğinde nasıl da titriyordunuz.”
Oturma odasında Miss Crawford tebrikleri kabul etmeyi sürdürüyordu. Bertram kardeşler genç kızın binicilik konusundaki doğal yeteneğine, gücüne, cesaretine övgüler düzüyorlardı. Bu açıdan kendilerine çok benziyordu. Tıpkı onlar gibi kısa sürede ustalaşması her türlü övgüye layıktı.
Julia, “Zaten çok iyi bir binici olacağından emindim.” dedi, “Gereken her şeye sahip. En az ağabeyi kadar çevik.”
“Evet.” diye ekledi Maria, “Aynı zamanda da ağabeyi kadar yürekli ve enerjik. Bence iyi bir binici olmak her şeyden önce kafada başlar.”
Akşam odalarına dağıldıkları sırada Edmund, Fanny’ye ertesi gün ata binip binmeyeceğini sordu.
Fanny, “Bilmem, yani eğer kısrağı istiyorsan…” diye cevapladı.
“Kendim için istemiyorum.” dedi Edmund, “Eğer evde kalma niyetindeysen, Miss Crawford atla daha uzun zaman geçirmekten, örneğin öğlene kadar binebilmekten memnuniyet duyacaktır. Mrs. Grant, Mansfield Meydanı’nın manzarasını öve öve bitirememiş. Bu yüzden oraya kadar gitmemizi istiyor. Bence de rahat rahat gidebilir. Ancak yarın olması şart değil. Herhangi bir sabah gidebiliriz. Miss Crawford, senin programını aksatmana neden olursa üzülecektir. O sırf keyif için biniyor. Senin ise sağlığın açısından binmen şart.”
“Yarın kesinlikle binmeyeceğim.” dedi Fanny, “Son zamanlarda çok sık çıktım dışarı. Evde kalsam iyi olacak. Zaten yeterince güçlendim, gerekirse yürüyebilirim.”
Edmund sevinmiş görünüyordu. Fanny bu sayede, en azından Edmund’ı memnun etmiş olacaktı. Ertesi sabah, Fanny haricindeki bütün gençler toplanarak Mansfield Meydanı’na gitti. Anlaşılan oldukça keyifli bir geziydi. Akşam sohbetinde geziyi anlata anlata bitirememişlerdi.
Bu tür keyifli geziler, genelde yeni gezi planlarının yapılmasına yol açar. Gençler de Mansfield Meydanı’ndaki gezinin ardından ertesi gün de başka bir yere gitmeyi kararlaştırdılar. Daha görülmesi gereken bir yığın yer vardı. Gerçi hava sıcaktı ancak gidecekleri yerlerde elbet sığınacak bir gölgelik bulacaklardı. Yeter ki istesinler! Gölgelik bir yol bulmak hiç mesele değildi. Sonraki dört gün boyunca Crawford kardeşlere çevreyi gezdirdiler, güzel yerleri gösterdiler. Herkesin keyfi yerindeydi. Bunaltıcı sıcak bile keyiflerini kaçıramıyordu. Bu keyif dördüncü gün, gençlerden birinin mutluluğunun gölgelenmesiyle sona erdi. Bu talihsiz kişi Miss Bertram’dı. Edmund ve Julia, papaz evinde akşam yemeğine davetli oldukları hâlde kendisi çağrılmamıştı. Aslında Mrs. Grant’in kötü bir niyeti yoktu. O gün Mr. Rushworth’ün Mansfield Park’a gelmesi beklendiği için Miss Bertram’ı davet etmemişti. Yine de Miss Bertram bu duruma çok gücenmişti. Kendisini zor tutuyor, eve gidene dek üzüntüsünü ve kızgınlığını gizleyebilmek için büyük çaba harcıyordu. Hele Mr. Rushworth de o gün gelmeyince genç kızın kırgınlığı daha da arttı. Gelseydi, en azından ona çatarak biraz rahatlardı. Bunun acısını annesinden, teyzesinden ve kuzeninden çıkardı, akşam yemeğini hepsine zehir etti.
Edmund ve Julia saat on bire doğru döndü. Evde asık suratla oturan kadınların aksine ikisi de neşe içerisindeydi. Maria onları gördüğü hâlde okuduğu kitaptan kafasını bile kaldırmadı. Leydi Bertram uyukluyordu. Miss Bertram’ın sıkıntılı hâli yüzünden keyfi kaçan Mrs. Norris de yeğenlerine akşam yemeğine dair birkaç soru sordu, doğru düzgün cevap alamayınca o da sustu.
Edmund ve kız kardeşi kendilerini gecenin güzelliğine kaptırmış, yıldızlar hakkında konuşurken, diğerleri tamamen akıllarından çıkmıştı. Edmund bir ara çevresine bakınarak, “Fanny nerede?” diye sordu, “Yattı mı?”
“Bildiğim kadarıyla hayır.” diye cevapladı Mrs. Norris, “Az önce buradaydı.”
O sırada salonun öteki ucundan Fanny’nin o tatlı sesi duyuldu. Kanepede olduğunu söylüyordu.
Mrs. Norris, Fanny’yi azarlamaya başladı: “Bu yaptığın çok aptalca Fanny! Bütün akşam kanepede boş boş oturdun. Yanımıza gelip bize yardım etseydin ya… Elinde bir iş yoksa ben sana yardım sepetinden bir şeyler verirdim. Geçen hafta aldığımız patiskaya daha elini süren olmadı. Oysa o patiskaları biçeyim diye az daha belimi incitecektim. Biraz kendinden başkalarını da düşün artık. İnan bana, senin gibi bir gencin kanepeye yayılması ayıptır.”
Bu sözler üzerine Fanny masaya geçerek eline nakışını aldı. Geçirdiği güzel günün etkisiyle keyfi yerinde olan Julia bu haksızlığa karşı çıkarak, “Hanımefendi, Fanny’nin kanepede herkesten daha fazla vakit geçirdiğini hiç sanmıyorum.” diye haykırdı.
Edmund, Fanny’yi dikkatle süzerek, “Fanny!” dedi, “Başın ağrıyor galiba.”
Fanny’nin başı gerçekten de ağrıyordu ancak önemli olmadığını söyledi.
“Sana inanmıyorum.” diye cevapladı Edmund, “Hiç iyi görünmüyorsun. Ne zamandır ağrıyor başın?”
“Yemekten az önce başladı. Sıcaktandır.”
“Bu sıcakta dışarı mı çıktın yoksa?”
“Dışarı mı? Tabii ki çıktı!” diye araya girdi Mrs. Norris, “Böylesine güzel bir günde evde kalmak olur mu hiç? Hep birlikte çıktık. Annen bile bir saat kadar gezindi.”
Mrs. Norris’in Fanny’yi azarlamasına uyanan Leydi Bertram, “Evet Edmund.” diye ekledi, “Kırk beş dakika çiçek bahçesinde oturup Fanny’nin gülleri kesmesini izledim. Çok hoşuma gitti ancak hava aşırı sıcaktı. Neyse ki çardak gölgeydi ancak dönüş yolunda canım çıktı.”
“Fanny gül topladı, öyle mi?”
“Evet, mevsimin son gülleriydi. Zavallıcık! Sıcaktan bunaldı ancak güller artık solmak üzereydi. Gecikmeden kesmek zorundaydık.”
“Kesinlikle yapabilecek bir şey yoktu.” diye yeniden söze girdi Mrs. Norris. Bu defa çok daha yumuşak bir tonda konuşuyordu, “Baş ağrısının nedeni sakın bu olmasın? Güneşin altında eğilip doğrulmak kadar insanın başını ağrıtan bir şey yoktur. Neyse, yarına kadar geçer. Eğer geçmezse o baharatlı sirkeden verirsin. Ben de verirdim ama benimkini doldurmayı sürekli unutuyorum.”
“İçti bile.” dedi Leydi Bertram, “Senin eve ikinci gidişinin ardından içti.”
“Ne!” diye haykırdı Edmund, “Gül topladığı yetmezmiş gibi bir de yürüdü mü? Bu sıcakta iki kez parkı boydan boya geçerek sizin evinize kadar gitti, öyle mi hanımefendi? Başının ağrımasına şaşmamalı!..”
Julia’yla konuşmakta olan Mrs. Norris, Edmund’ın sözlerini duymazdan geldi.
“Ben şahsen bu kadarının ağır gelebileceğini düşündüm.” dedi Leydi Bertram, “Ancak teyzen toplanan gülleri almak isteyince eve götürmek şart oldu.”
“İki sefer gitmesini gerektirecek kadar çok mu gül vardı?”
“Hayır, ancak kurutulmaları için teyzenin konuk odasına konmaları gerekiyordu. Maalesef Fanny odanın kapısını kilitleyerek anahtarı getirmeyi unutmuş. Bu yüzden tekrar gitmek zorunda kaldı.”
Edmund ayağa kalkarak odada dolanmaya başladı. “Fanny’den başka getir götür işlerini yaptıracak birini bulamadınız mı?” diye sordu, “Bana sorarsanız hanımefendi, çok yanlış bir iş yapmışsınız!”
Daha fazla duymazdan gelemeyen Mrs. Norris, “Başka ne yapacaktık ki?” diye haykırdı, “O gitmeseydi ben gidecektim. Gitmesine giderdim ama aynı anda iki yerde olamam ya! O sırada annenizin talimatı doğrultusunda, Mr. Green ile sütçü hakkında konuşuyordum. John Groom’a da Mrs. Jefferies’e mektup yazarız diye söz vermiştim. Zavallıcığı tam yarım saat beklettim. Kimse beni işten kaçmakla suçlayamaz ama her yere birden yetişemem ki! Fanny’den benim için eve kadar gidivermesini istemekte haksız olduğumu sanmıyorum. Hem uzak değil ki, beş yüz metre ya var ya yok! Ben o yolu her gün sabahın köründe, gece geç vakitte, yağmurda çamurda üç kere gidip geliyorum ama sesimi çıkarmıyorum.”
“Keşke sizin gücünüzün yarısı Fanny’de de olabilseydi hanımefendi.”
“Egzersizlerini düzenli yapsaydı bu kadar çabuk bitkin düşmezdi. Epeydir ata binmiyor. Bence at binmediği zamanlarda en azından yürüyüş yapmalı. Örneğin bugün ata binmiş olsaydı, ondan bunu istemezdim. Ancak gül toplamak için eğilip doğrulunca yürüyüş yapmanın ona iyi geleceğini düşündüm. Tamam, güneş vardı ama çok da kavurucu bir sıcak yoktu ki! Aramızda kalsın Edmund…” dedi, başıyla ablasına işmar ederek, “Bence asıl çiçek bahçesinde çok yorulduğu için bu hâle geldi.”
Konuşulanları duyan Leydi Bertram samimi bir şekilde, “Korkarım öyle.” dedi, “Sanırım başı orada ağrımaya başladı. Sıcak dayanılacak gibi değildi. Ben bile zor dayandım. Oturduğu yerden köpeğime seslenmek, çiçekleri ezmesin diye uğraşmak bile bana yetti.”
Edmund iki kadına da daha fazla bir şey söylemedi. Masadan bir bardak Madeira şarabı getirdi ve Fanny’ye zorla içirdi. Fanny karşı koymak istedi ancak karmaşık duygular içerisinde gözlerinden yaşlar boşalmaya başlayınca, konuşmaktansa içmenin daha kolay olacağına karar verdi.
Edmund annesi ve teyzesine bozulmuştu ama onlardan çok kendisine kızıyordu. Fanny’yi ihmal etmiş olması, annesi ve teyzesinin yaptıklarından beterdi. Fanny’yi biraz olsun düşünmüş olsaydı, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Tam dört gün boyunca tüm arkadaşlarından, egzersizlerinden ve mantık yoksunu teyzelerinin isteklerinden kaçıp kurtulmasını sağlayacak tüm mazeretlerden uzak kalmıştı. Fanny’nin dört gün boyunca ata binemediğini düşündükçe kendinden utanan Edmund, böyle bir şeyin tekrarlanmaması amacıyla, hiç de istememesine rağmen Miss Crawford’ın eğlencesine dur demesi gerektiğine karar verdi.