Полная версия:
Elçine Armağan
ALİEKBER’İN HAFIZASINDA OLUMLU İZ BIRAKANLAR
MAHALLEYİ DAİMA YADIRGAYAN TEBRİZLİ AĞAKERİM: Aliekber’in babasıdır. Oğluna, büyüyünce yazar olacağını hissetmişçesine kalem ehli Mirza Aliekber’in adını vermiştir. Aliekber babası Ağakerim’i daima sıkıntılı, hüzünlü çehresiyle, sevincine bile hüznün karıştığını yansıtan çehresiyle, endişeli bakışlarıyla hatırlar. Ağakerim, daha çocukken babası ile Tebriz taraflarından gelip Bakü’deki petrol madenlerinde çalışmış, baba bir petrol kuyusunda boğulunca Ağakerim çocuk yaşta kendi sorumluluğunu üstlenmiş, Bakü’ye yerleşmiş, ömrü boyunca da bu şehre ve bu halka yabancı olduğunu hissederek yaşamıştır. Son derece uysal bir adamdır. Evlenince iç güveysi olarak karısının evine yerleşen Ağakerim mahallenin diğer erkeklerinin yaptığı gibi tavuk kesemese de, telaffuzu farklı olsa da, konuşmalarına Farsça sözcükler karıştırsa da mahalleli onu yadırgamaz. O da hiçbir sosyal görevini aksatmaz; cenaze ve düğünlere daima katılır. Bakü-Rusya hattında işleyen trende kondüktör olarak çalıştığı için ondan Rusya’ya dair haber sorarlar. Ağakerim sefere çıkınca haftalarca evinden uzak kalır. Tek amacı ailesini geçindirmektir; hasır sepeti ağzına kadar doldurarak eve geldiği zaman çok mutlu olur. Bu hasır sepet aile saadetini, huzurunu temsil etmektedir. Sepetin dolu olması bu bakımdan anlamlıdır. Bakü’den sık sık işi gereği uzaklaşması ve kendisini mahalleliye yabancı hissetmesi nedeniyle yaşadığı mahalleden “sizin mahalle” ifadesiyle bahseder. Babasının mahalleyi ötekileştirmesi Aliekber’i çok üzer: “Bu benim canımı sıkardı, çünkü ben bizim mahallenin aynı zamanda babamın da mahallesi olmasını isterdim.”61 Ağakerim’in en büyük derdi çocukluk arkadaşı Fetullah Hatem’in sık sık gazetelerde fotoğrafı basılan meşhur ve sosyalist rejim içinde nüfuzlu biri olması ve bir zamanlar aynı ekmeği bölüştüğü bu çocukluk arkadaşının kendisiyle görüşmeyi dahi reddetmesidir.
Askerî demiryolcu olarak 1943 yılının sonuna doğru savaşa katılır ve 1944’ün aralık ayında ölüm haberi gelir.
AĞAKERİM’İN DUYGUSAL EŞİ SUNA: Aliekber’in annesi Suna kocasına karşı saygıda kusur etmez. Onunla aynı sofrada yemek dahi yemez. Önce kocasının yemeğini verir, Ağakerim yemek yerken yanına oturarak zevkle onu seyreder. Evin işlerini aksatmaz. Evde işi bitince vaktini komşularla geçirir.
MAHALLELİNİN EVLADI GÜLAĞA: Saat tamircisi Gülağa mahallenin sevilen gençlerinden biridir. Küçük yaşta önce babasını, ardından annesini kaybeden Gülağa’yı mahalleli büyütmüştür. Gülağa’nın babası da, anası da, kardeşleri de mahalledir. Gülağa mahallenin kızlarını beğenmemiş ve mahalle dışından bir kızla, Suna ile evlenmiş, Suna’yı hayatının odak noktası yapmış, gece gündüz tüm vaktini Suna ile geçirmeyi tercih etmiştir. Onun bu tavrı başta mahalleliyi gücendirse de zamanla bu çifte alışırlar. Gülağa, savaşta ölür.
MAHALLEYE GELİN GELEN SUNA: Aliekber’in annesinin adaşı Suna saatçi Gülağa ile evlidir. Aliekber onu gamlı güzelliği ile hatırlar. Suna mahalleye dışardan gelin gelmiştir. Mahalle halkı onu tanıyınca sever ve kabullenir. Mahallelinin alışık olmadığı şekilde Suna ve Gülağa her yere birlikte giderler, gündüz vakti kol kola-el ele dolaşırlar. Evde birlikte zaman geçirirler. Geleneksel çizgiden uzak olan ve eşlerin eşit oldukları ilkesine dayanan bu birliktelik mahalleliyi rahatsız etmez. Hiç alışkın olmadıkları bu modern ilişkiyi yadırgamayışları mahalle sakinlerinin değişime ve yeniye açık olduklarını göstermektedir.
Gülağa savaşa gidince onun fotoğrafçı Ali tarafından büyütülen fotoğrafı ile avunur. Gülağa’nın gittiği günden itibaren evdeki bütün saatleri kaldırarak zamanı dondurmaya çalışır. Onun saat tamiri yaptığı dükkâna adımını atmaz. Cepheden Gülağa’nın ölüm haberi gelince inanmaz, mahallelinin onun için yas tutmasına izin vermez, akıl dengesini kaybeder ve gözlerden kaybolur.
EVLAT HASRETİ ÇEKEN KÜBRA: Muhtar’ın eşi Kübra nefes almakta dahi zorlanan, hasta bir kadındır. Çocuğu olmamıştır. Evlat hasreti ile yanar kavrulur. Muhtar evden çıktıktan sonra mahallenin çocuklarını eve çağırıp onlara kendi eliyle yaptığı peraşkileri ikram eder. Balkonundaki çiçekleri sevgiyle sular. Ölümünün yakın olduğunu bilir ve çiçeklerinin ölümünden sonra kendisini özleyeceğini söyler.
MAHALLEYE SONRADAN GELEN ŞEVKET: Evli bir adama kaçmış, ondan ayrılınca bu mahalleye yerleşmiştir. Tatlı fabrikasında çalışan Şevket, Ziftçi Mirzagil’den satın aldığı iki odalı evde tek başına yaşar. Çevresindekilerle teklifsiz konuşur, şakalaşır. Çok rahat davranır. Sadece Hanım Teyze’den çekinir. Muhtar ile ilişkisi vardır ama bir türlü mutluluğu yakalayamaz. Sonunda mahalleliyi şaşkınlık içinde bırakarak Balakerim ile evlenir. Balakerim’e kendi evinde baakr.
OĞLUNDAN EZİYET GÖREN EMİNE TEYZE: Faytoncu Hamidullah ile evlidir. Çok istemelerine rağmen çocukları olmayınca adak adarlar. Oğulları İbadullah doğunca da kara dut ağacını adak olarak ekerler. Hamidullah öldükten sonra oğlu İbadullah, babasından para kaldığını iddia ederek Emine Teyze’ye kötü davranır. Artık gözleri görmez olan, mahallelinin, özellikle de Aliekber’in annesi Suna ve Hanım Teyze’nin pişirdikleri ile karnını doyuran annesini tartaklar. Hanım Teyze, İbadullah’ın karşısına dikildiğinde “Biz ana oğuluz, biz biliriz, neyinize kalmış, sizinle ne alâkası var, neden karışırsınız herkesin işine…?”62 diyerek oğluna arka çıkar.
ZİBA TEYZE: Yahudi’dir. Bir Yahudi köyünden göç ederek mahalleye gelmiştir. Kocasını kaybettikten sonra mahallede yalnız yaşar. Amerika’da bir oğlu olduğu söylenir. Güler yüzlü, tatlı dillidir. Mahallede herkes Ziba Teyze’nin hatırını sayar. Savaş başlayana kadar kendi kavurduğu çekirdekleri satarak geçinir. Çocuklarda para olmadığını anlayınca ceplerine yarım bardak bedava çekirdek döker. Savaş başlayınca cepheden ölüm haberi gelen gençlerin yas meclislerinde bulaşık yıkar, yarı aç yarı tok hayatını sürdürmeye çalışır; bir süre sonra da Amerika’da yaşayan oğlu Gavril Bakü’ye gelerek Ziba Teyze’yi Amerika’ya götürür.
ADİLE’NİN ANNESİ FATMA TEYZE: Gençliğinde Hanım Teyze’nin kardeşi Abuzer’in evlenme teklifini reddederek Papakçı Ebulfeth’e varmıştır. Kardeşini reddettiği için öfke duyan Hanım Teyze ne Fatma ile ne Ebulfeth ile ne de onların kızları ile konuşur. Bu nedenle Fatma Teyze de Hanım’ın bulunduğu yerlerde olmaktan çekinir.
TALİHSİZ ADİLE: Mahallenin en güzel ama en talihsiz kızıdır. Mahallenin enstitüde okuyan ilk genci olan ve bütün annelerin çocuklarına örnek gösterdikleri Koca’ya sevdalıdır. Koca’nın Aliekber, Adile’nin de sırdaşı Tamara ile birlikte 1941 baharında geldikleri sirkte Adile ve Koca mektuplaşırlar. Bu mektuplaşmaya çocuk Aliekber aracılık eder. Adile’nin güzelliğine ve zarafetine hayran olan Aliekber, kızın kendisine verdiği şekerleri kutsal bir emanet olarak saklama kararı alır. Ancak sirk çıkışında Adile ve arkadaşı Tamara’nın karşısına çıkan Hanım Teyze “Ne hayasız kızsın sen, a kız!”63 haykırışıyla mahallelinin önünde Adile’ye oğlundan uzak durmasını emreder. Adile’nin yapabildiği tek şey koşarak oradan uzaklaşmaktır. Koca’nın bu ilişkiye sahip çıkmaması üzerine, yaşça kendisinden çok büyük Muhtar’ın evlenme teklifini kabul eder. Ancak ne sevdasını unutabilir ne bu evliliği benimseyebilir. İntihar ederek çileli hayatına son veren Adile’nin ölümü anne ve babası kadar Hanım Teyze’yi de üzer ve Hanım Teyze, Adile’nin ölümü üzerine vicdan azabı çeker.
AĞAHÜSEYİN EMMİ VE SAFURE TEYZE: Aliabbas Kişi’nin komşusudurlar. Oğulları Aynullah’ın savaştan yaralı dönmesi üzerine Safure Teyze’nin bütün altınlarını satarak Ağahüseyin koyun alır ve yarımşar kilo olarak pay ettikleri eti uzun süredir et yiyemeyen mahalleye dağıtır. İyileşince tekrar savaşa giden Aynullah bir daha geri dönmez.
OTORİTER VE BİLGE KADIN FİGÜRÜ HANIM TEYZE: Romanın en güçlü karakteridir. Kocası ölmüştür. Altı oğlunu tek başına yetiştirmiştir.1915 doğumlu Cafer, 1917 doğumlu Adil, 1919 doğumlu Abdülali, 1923 doğumlu Cebrail, 1925 doğumlu Ağarahim ve doğum tarihi belirtilmeyen Koca adını taşıyan oğullarıyla birlikte yaşar. Oğullarını o idare eder. Sadece oğullarını değil mahalleyi de idare eder. Mahallede sadece babasının arkadaşı Aliabbas Kişi’ye özel saygı gösterir; ona yemek gönderir, sağlığı ile yakından ilgilenir. Evi, anlatıcı Aliekber’in yaşadığı ev ile aynı avluya bakar. Otoriterdir, adildir, soğukkanlıdır, sözünü esirgemez, asidir, aklına koyduğu şeyi mutlaka yapar. Dedikodu sevmez, yanında dedikodu yapılmasına izin vermez. Çaresizin, yoksulun yardımcısıdır. Haksızlığa tahammül edemez. Tek başına bir ordu gibidir. Komşusu Emine Teyze’nin hayırsız oğlu İbadullah para vermediği gerekçesiyle annesini tartaklayınca mahalleli gibi seyirci kalmaz, bir amir edasıyla İbadullah’a haddini bildirir. Oğullarından Abdülali kamyonu ile Muhtar’ın arabasını geçtiği için hapse düşünce mahallenin erkeklerinin işe karışıp başlarını derde sokmalarına engel olduğu gibi meseleyi kendi halleder. Muhtar’ın arabasını takip eder, onun çalıştığı yeri öğrenir, günlerce karda-tipide-ayazda bekler, kapıdaki Ermeni bekçiyi kendinden emin tavrıyla haklılığına inandırır, onun yardımıyla Muhtar’ın amirini bulur, sosyalist rejimin üst düzey resmi görevlilerinden olan bu şahsa “Sendendir şikâyetim!.. Bir de senin memurlarından.”64 diyerek oğlunun haksız yere hapiste tutulduğunu anlatır. Muhtar’ın cezalandırılmasını sağlar.
Kendi doğrularının dışına çıkmayan Hanım Teyze çoğu zaman akl-ı selim davransa da kindarlığı zaman zaman aklın hükümlerine göre hareket etmesini engeller. Örnek olarak Tıp fakültesinde okuyan oğlu Koca, yıllar önce erkek kardeşini reddedip başka biriyle evlenen Fatma’nın kızı Adile’ye gönlünü kaptırınca duruma müdahale eder. Koca ve Adile’nin sadece birbirlerini görebilmek ve mektup alışverişinde bulunabilmek için gittikleri sirkin çıkışında Koca’nın ve mahallelinin yanında Adile’yi azarlar ve oğlundan uzak durmasını emreder. Duygularını dışa vurmaz. Adile’nin sevmediği biri ile evlendirilmek üzereyken intihar etmesi Hanım Teyze’yi üzer ve vicdan azabı verir; ancak bu üzüntüyü dile getirmez.
Oğullarını savaşa gönderdikten sonra asla gözyaşı dökmez. Derdini, kederini içine atar. Hep metin görünür. Oğullarının sağ salim dönüp geleceklerine inanır. Gerçekten de Hanım Teyze’nin oğulları dönebilenler arasındadır. Ancak Cafer, Adil, Abdülali, Cebrail, Ağarahim ve Koca savaştan döndüklerinde annelerinin mezarı ile karşılaşırlar.
AKSAKAL ALİABBAS KİŞİ: Mahallede saygınlığı çok fazladır. Evinin kapısı gece gündüz sürgüsüzdür. Sosyalist rejim hakim olana kadar mahalledeki hamamın sahibidir. Özel mülkiyet kaldırılınca kendi hamamının müdürü olur; yaşlanınca emekliye ayrılır. Kızı Nisa’yı evlendirmiştir. Karısı Halime ve 18 yaşındaki oğlu Mehmetbakır ile yaşar. Çok değer verdiği biricik oğlunun evde para gizlendiğini söyleyerek kendisini ihbar etmesi Aliabbas Kişi’yi yıkar. Bu ihbar üzerine gece yarısı hükümet adamlarının yaptığı baskın sırasında Aliabbas Kişi’nin en çok üzüldüğü karısı Halime’nin yabancı erkeklerin karşısına başı açık, gece kıyafetiyle çıkmak zorunda kalması ve bu duruma oğullarının sebep olmasıdır. Oğlunun ihaneti karşısında taş kesilen Aliabbas Kişi onun cezasını Allah’a havale eder. Yıllarca oğlunun yüzünü görmez. Mehmetbakır kumarbaz arkadaşları tarafından öldürülünce Aliabbas Kişi şükreder, yas tutmaz, cenazeye katılmaz, taziye kabul etmez. Karısının ölümünden sonra tek başına yaşar. Mahallelinin gönderdiği yiyecekleri kabul etmez; mahalleli de ona asla kırılmaz. Aksakal Aliabbas sadece Hanım’ın gönderdiklerini yer, hatta canının çektiği bir şey olursa Hanım’dan ister.
KASAP DADAŞBALA: Savaş başlayınca et satamayan Dadaşbala kasap dükkanını kapatmak zorunda kalır. Ama kafası ticarete çalıştığı için Gürcistan’dan aldığı çayı semaverde demleyerek yas çadırlarının etrafında çay satarak para kazanır.
MAHALLENİN MECZUBU BALAKERİM: Belki 40, belki 50 yaşındadır. Gündüzleri kırda, bayırda olur. Geceleri Sarı Hamamın avlusunda kümes gibi küçük bir yerde yatar. Mahalleli Balakerim’e saygı duyar, karnını doyurur, onu sever ve korur. O da mahalleliye odun yarar, dam aktarır. Çevresindekilere insanın kâinatta ne kadar küçük ve aciz olduğunu, insanın bir başka insanı gözünde büyütmesinin ve kibirin abesliğini anlatır: “Her adamın arada bir gökyüzüyle baş başa kalması gerek, göğe bakması gerek…İşte şu yıldızlara bakmalı, şu aya bakmalı… O zaman kendinin ne kadar küçük olduğunu anlar. O zaman başkalarının da ne kadar küçük olduğunu bilir.”65
Balakerim karadut altında kaval çalar. Onun kavalı mahalleye huzur, saflık, temizlik getirir. Çocuklara Ak Deve hakkında hikâyeler anlatır. Çocuklar onun Ak Deve ile ilgili anlattıklarını tam olarak anlamasalar da dünyada “bembeyaz bir Ak Deve” olduğuna inanırlar. Balakerim’in anlattıklarından o kadar etkilenirler ki özellikle Balakerim’in “Ölenleri Ak Deve götürür ve kimi öbür dünyaya götürmek isterse gece gelip o adamın kapısının önünde yatar”66 cümlesinin etkisiyle 7 yaşındaki Aliekber’in rüyalarına boynunda çıngırağı ile Ak Deve girer.
Kimsesiz ve meczup Balakerim, kendisini Sarı Hamamın avlusundaki kümes gibi yerden çıkarıp üstünü başını temizleyen, karnını doyuran Şevket’e minnet, saygı ve sadakatle bağlanır.
ALİEKBER’İN HAFIZASINDA OLUMSUZ İZ BIRAKANLAR
SOSYALİST REJİMİN İŞBİRLİKÇİSİ FETULLAH HATEM: Ağakerim’in çocukluk arkadaşı Fetullah Hatem, sosyalist rejimin maşalarındandır. Özellikle rejim aleyhinde yazan ya da yazdığını düşündüğü edebiyatçıların eserlerinden anlamlar çıkararak sosyalist rejime muhalif oldukları gerekçesiyle üst makamlara şikâyet eder. Fetullah Hatem’in hükümete bildirdiği isimlerin kurtulma imkânı yoktur. Bu nedenle etrafına korku saçar.
SOSYALİST REJİMİN ADAMI MUHTAR: Mahalleye sonradan gelen Muhtar’ın ne iş yaptığını mahalleli bilmez. Hükümet onu bu mahalleye yerleştirmiştir. Mahallelinin arasına karışmaz, kaldırımda komşularıyla tavla oynamaz, dut ağacının dibinde çay içmez. Sadece kuru bir selam verir. Yaz kış sırtında uzun ve kara meşin bir ceket, belinde tabanca, başında meşin şapka, ayağında kara deri çizme vardır. Boğazına kadar düğmeli koyu kahverengi gömlek ve koyu kahverengi pantolon giyer. Mahallede kimsede telefon yokken Muhtar’ın evine telefon çekilmiştir. Kara bir araba onu işe getirip götürür. Mahalleli ne iş yaptığını bilmese de ondan çekinir: “Aslında Muhtar’dan çekinmek o telefondan, o kara “emadin”den, o kara meşin ceketten çekinmek demekti.”67 Siyasî gücünü kullanmayı sever. Mahallenin gençlerinden Abdülali’yi kamyonu ile kendi aracını geçtiği ve emadine çamur sıçrattığı gerekçesiyle hapse attırması üzerine mahalle ayaklanır. Hanım Teyze mahallelinin başını derde sokmadan tek başına Muhtar’a haddini bildirir ve hem mahallelinin önünde azarlar hem de daima amirlerinin emriyle hareket eden Muhtar’ı şikâyet eder. Şahsi öfkesi yüzünden Abdülali’yi hapse attırdığını öğrenen amirleri onun rütbesini indirirler ve onların emriyle Muhtar Abdülali’nin annesi Hanım Teyze’den özür diler.
Hasta bir kadın olan Kübra ile evlidir; ona çok iyi davranır ancak hafifmeşrep bir kadın olan Şevket ile ilişkisi vardır. Kübra ölünce dinî tören yaptırmadan gömer ama gizlice Molla Esadullah’a para verip Yasin okuttuğu söylenir. Kübra’nın ölümünden sonra son derece güzel ve hassas bir genç kız olan Adile ile evlenir. Bu evlilik gönlü, Hanım Teyze’nin oğlu Koca’da olan Adile’nin intiharına sebep olur.
HAYIRSIZ EVLAT İBADULLAH: Gözleri görmeyen Emine Teyze’nin tek oğludur. Uzun süre çocukları olmayınca baba Hamdullah adak adamış ve İbadullah doğunca yolun dibine kara dut ağacı dikmiştir. İbadullah için adak olarak dikilen ağaca İbadullah ağacı denmiştir. Ama baba öldükten sonra İbadullah kendisinden on beş yaş büyük bir Ermeni ile evlenmiş; domuz eti yemeye, içki içmeye, küfretmeye başlamıştır. Yaşlı annesine bakmak şöyle dursun sürekli para ister, olumsuz cevap alınca annesini tartaklar. Etrafa korku saçar. Mahalleli bu davranışları nedeniyle İbadullah’tan nefret eder. Karadut ağacı İbadullah’ın adıyla anılmaz olur. Kendisi için dikilmiş olan bu ağacı kesen yine İbadullah olur. Yaptığı çirkinliklerin farkındadır ve zaman zaman gözlerinden yaş akarak hayatının mahallelinin bilmediği tarafından söz eder:
“Beni alçak bir adam sanıyorsunuz değil mi? Biliyorum otuz yıl sonra büyük adam olacaksınız. O zaman da hatırınıza gelecek benim bu ağacı kestiğim. Mezarıma söveceksiniz benim. Bir rezil adam vardı diyeceksiniz, İbadullah’tı o rezilin adı. Kemiklerim çürümüş olacak o zaman benim!… Ancak bilmeyeceksiniz ki İbadullah bu ağacı kesecek, odun yapıp satacak, anaları ölmüş evlâtlarını geçindirecek… Bilmeyeceksiniz ki, rezil olan İbadullah değil, dünyadır…”68
Sol elinin başparmağı olmadığı için orduya çağrılmayan İbadullah bir erkek olarak savaşa katılamamanın ezikliğini yaşar. Cepheden gelen haberleri düzenli olarak takip eder. Alman işgali altında olan Voronezh’in Rusların eline geçmesi üzerine “Hurra-aa-aa!… Hurra-aa-aa!… Faşistleri kovduk Voronej’den! Hurra-aa-aa!…”69 naralarıyla, sanki tek başına Voronezh’i kurtarmış gibi gurur ve heyecanla mahallede koşar. Kendi payından vererek mahalledeki sarı kediyi doyurması, onunla dertleşmesi, kedinin ölümü üzerine ağlaya ağlaya “Niye dünyada insanlar insan olmuş? Niye kediler insan olmamış?”70 diye söylenmesi bu mahallede yetişen İbadullah’ın mayasının aslında temiz olduğunu gösterir. Ama bu maya işlenmemiştir. Sonunda annesinin beyaz bir bez parçasının içinde sakladığı bir avuç altın sikkeyi gasp ederek mahalleden kaçar; mahalleli onun karısını da terk ettiğini öğrenir.
AİLESİNE İHANET EDEN SOSYALİST REJİMİN İŞBİRLİKÇİSİ MEHMETBAKIR:
Evde döşemenin altında gizli bir bölme olduğunu fark edince babasının para sakladığını düşünerek rejimin yetkililerine babasını ihbar eder. Bu ihbar üzerine bir gece yarısı evleri meşin montlu askerler tarafından basılır. Her yer, odalar, mutfak, hol, döşekler didik didik aranır. Döşemenin altındaki gizli bölmeden para yerine Kur’an-ı Kerim çıkar. Asılsız ve hain ihbarından sonra bir daha babasının ve annesinin gözüne görünmeyen Mehmetbakır esrarkeşlere, sarhoşlara, kumarbazlara dadanır. Babasına ve annesine yaşattığı trajediden sonra kendi akıbeti de son derece trajik olur. Kumarda kaybettiği parayı ödememek için kaçınca 1923 yılının kışında yoldaşları tarafından bıçaklanır ve cesedi mahalledeki dut ağacının dibine atılır. Babası onun ölüsünü görmeyi reddeder ve cezasını bulduğunu söyleyerek Allah’a şükreder.
MEYRANKULU EMMİ: Dövmecilikle hayatını kazanırken Hanım Teyze’nin vücuda yazı yazıp şekil çizmesine şiddetle karşı çıkması üzerine sakız, çiledi, horoz şekeri, bülbül kafesi, oklava, tahta kaşık ve kendi yaptığı tahta oyuncakları satarak geçinmeye başlar. Yüzü hep asıktır ve yaptığı işten hoşnut olmadığını hissettirir. Daima söylenir. Kendisine uzatılan paraya daima dikkatle bakar. Tek derdi altı kızdan sonra dünyaya gelen biricik oğlu İbrahim’in en iyi şekilde yaşaması, rahat etmesidir. Şair zannettiği oğlunun yazdıklarıyla övünür. İbrahim’in ölüm haberi onu yıkar.
MEYRANKULU EMMİ’NİN OĞLU İBRAHİM: Şair olduğunu iddia eder. Eski tanınmış şairlerin mısralarını kendisi yazmış gibi gösterir, onların şiirlerini sahiplenir. Mahallede tek başına yaşayan Şevket’te gönlü vardır. Kendisine aitmiş gibi gösterdiği çalıntı şiirleri Şevket’e ithaf eder. Savaşa giden gençler içinde ilk olarak İbrahim’in ölüm haberi gelir.
KOCA: Mahallenin yüksek tahsil gören ilk gencidir, Tıp fakültesi öğrencisidir. Bütün anneler çocuklarına onu örnek gösterirler. Mahallenin en güzel kızı Adile ile mektuplaşır. Ancak annesi Hanım Teyze’nin sert müdahalesinin önüne geçemez. Annesinin Adile’ye hakaret etmesini durduramaz ve Adile’nin yanında yer alamaz. Şahsiyetsiz davrandığı için Aliekber daha önce hayran olduğu Koca’dan soğur:
“Ben, Koca’nın bana bakmak istemediğini hissediyordum. Ama artık bunun bir manası yoktu. Koca bana isterse baksın, isterse bakmasın; ben artık Koca’yı sevmiyordum. (…) Koca’nın yanından uzaklaşıp Ağarahim’in yanında yürümeye başladım, sadece bunu yapabildim. Koca da kendini tutamayıp bana baktı, ben ise ona doğru bakmadım. Ben aslında Hanım teyzeden çok Koca’ya kırılmıştım.”71
FARKLI HAYATLAR ORTAK KADER: SAVAŞ-YOKLUK-ÖLÜM
Geleneksel yaşam çizgisini sürdüren insanların yaşadığı bir mahallenin sakinleri arasında sosyo ekonomik bir denge vardır ve bu anlamda mahalle homojen bir yapı arz eder. Bu homojen yapının içinde farklı hayat hikâyeleri yer alır. Bu romandaki hikâyelerin de her birinde farklı hayatlar, farklı dramlar vardır. Bu farklı hayatların ortak noktası II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş esnasındaki Bakü’den insan manzaralarının parçaları olmasıdır. Bu insan manzaraları, siyasal ve sosyal çizgide sosyalist rejimin halkı ezmeye başladığı süreç ile savaşın hayatları ezip alt üst ettiği sürecin izlerini taşır. Özellikle mahallenin değişim ve dönüşümü II. Dünya Savaşı ekseninde yansıtılır.
Bu mahalle cephe gerisini temsil eder. Bu temsiliyet Bakü özelinde olmakla birlikte genel anlamda Azerbaycan, Sovyetler Birliği ve II. Dünya Savaşı sırasında ateş hattına sevdiklerini gönderen ve savaşın sebep olduğu yokluk, yoksulluk, sefalet ve ölümden payına düşeni alan her mahalleyi kapsar.
Aliekber’in birinci sınıfa başladığı sene savaş çıkar. Aliekber, aradan geçen uzun yıllar nedeniyle savaşın başladığını ilk kez kimden işittiğini ve işitince ne tepki verdiğini hatırlamaz. Belki ilk kez annesinden, belki Balakerim’den, belki Caferkulu’dan işitmiştir. Bu farklı isimlerden işitme ihtimali bir gerçeğe işaret etmektedir. O da bütün mahallelinin savaş başlar başlamaz felaketi öğrendiğidir. Savaşın daha başında mahalle boşalmaya başlar:
“Bazen de savaşın başladığını ilk defa mahalleden işitmişim gibi geliyor, sanki bu haberi bana bomboş sokağımız fısıldamıştı, bomboş ara yolumuz fısıldamıştı, göze çarpacak kadar yetimleşmiş Sarı Hamam fısıldamıştı… Ama sokağımız savaş başladıktan sonra boşalmıştı, kimsesizleşmişti.”72
Mahalleden ilk giden Aksakal Aliabbas Kişi olur. Kızı Nisa hayatında ilk defa babasına karşı çıkar, onu alıp kendi yaşadığı Maştağa’ya götürür. Mahalleden ikinci ayrılan çekirdekçi Yahudi Ziba Teyze’dir. Amerika’da yaşayan oğlu Gavril, Bakü’ye gelir ve annesini alıp Amerika’ya döner. Aliabbas ve Ziba’nın evlerinin kapısına asılan ve zamanla paslanan kilitler savaşın sembolü olur. Bu arada önce mahallenin gençleri, bir süre sonra da orta yaş grubundaki erkekleri orduya alınır. Cafer, Adil, Abdülali, Cebrail, Ağarahim, Koca, İbrahim, Gülağa, Aliekber’in babası, Hasanağa emmi, Ağahüseyin emmi, Azizağa emmi, Safure teyzenin-Firuze teyzenin-Sakine teyzenin-Meşhedihanım teyzenin oğulları, kocaları, kardeşleri ve mahalleden pek çok erkek savaşa gider. Geride kalanlar gözleri yaşlı, cephedekilerin yaşadığını haber veren üç köşeli asker mektubunun gelmesini dört gözle beklerler. Herkes endişelidir. Kadınlar birkaç ay içinde çökerler. Savaşla mahallelinin evine et girmez olur. Bir süre sonra yiyecek ekmek dahi bulamaz olurlar. Açlık, kıtlık kol gezer. Kuyruklar başlar. Kadınlar gece boyunca fırının önünde kuyruğa girerler. Sabah erkenden açılan dükkânın önündeki uzun kuyruk kısa sürede biter. Az sayıda ekmek çıktığı için fırın hemen boşalır. Çocuklar da ellerine kap alıp gaz kuyruğuna girerler. Ancak bir süre sonra cephe gerisinde gaz da bulunmaz olur. Evler karanlığa bürünür. Kışın soğuktan titrerler. 1943-1944 yıllarında açlık ve kıtlığın boyutu öyle artmıştır ki minicik ve cılız olmalarına aldırmadan avlanan serçeler ile doymaya çalışırlar. Bir başka beslenme yolu da Amerika’dan gelen kaplumbağa yumurtasının sarımsı mavimsi tozudur. Bu tozu suyla pişirip bu ağır kokulu bulamaçla çocuklar beslenir. Kümesteki hasta güvercinler, kesilip satılmak amacıyla çalınır. Sıçanlar azalır, kediler zayıflar. İbrahim’in, Gülağa’nın, Aliekber’in babasının ölüm haberleri gelir. Safure teyzenin oğlu Aynullah yaralı gelir, iyileşip tekrar cepheye gider ama bir daha geri gelmez. Ulaşan her acı haberin ardından gözyaşları dökülür, evlerin önüne taziye çadırları kurulur, Kur’an okunur, Hitler’e beddua edilir, ölümün Hitler’in kapısını da çalması niyaz edilir, Stalin yüceltilir.
Roman, iki zaman dilimini bünyesinde barındırır. Bunlardan biri Aliekber’in 7-11 yaş arasındaki çocukluğu, diğeri mahalleden ayrılmalarının üstünden 40 yıl geçtikten sonraki zamandır. 50’li yaşlardaki Aliekber çocukluğundan kalan simalarla (Hanım Teyze’nin artık yaşlanmış oğulları) mezarlıkta karşılaşınca ve çocukluğunun geçtiği mahalleye giderek kapı önlerinden geçtikçe bu mahalleye ruh veren ve kendi ruhunda derin izler bırakıp karakterinin şekillenmesinde etkili olmuş mahalleliyi birer birer hatırlar. Ancak bu hatırlayış Aliekber’i sadece maneviyatta geçmişe götürür; realitede böyle bir dönüş mümkün değildir. Üstelik mahalleliyi sadece hatırasında kaldığı şekliyle yaşatsa maziyi canlandırabilecekken değişimin soğuk yüzüyle karşılaşır ve artık hafızasındaki mekân güvenli bir sığınak, huzurlu bir yuva olma özelliğini kaybeder; evler ona hem tanıdık hem de yabancıdır: