Читать книгу Aytmatov Araştırmaları ( Анонимный автор) онлайн бесплатно на Bookz (7-ая страница книги)
bannerbanner
Aytmatov Araştırmaları
Aytmatov Araştırmaları
Оценить:
Aytmatov Araştırmaları

5

Полная версия:

Aytmatov Araştırmaları

Cengiz Aytmatov, 1992 yılında İLESAM tarafından kendisine verilen Türk Dünyası Edebiyat Ödülü’nü almak için Ankara’ya geldiğinde yaptığı konuşmada özetle şunları söylüyor:

“20. Yüzyılın sonunda totalitarizmin yıkılmasıyla Türk halkları için yeni bir devir açıldı. Şu an bizim ortak bir dilimiz yok. Ne kadar Türk ili varsa o kadar edebi dilimiz var. Kimbilir belki gelecekte hepimizi kucaklayan ortak bir Türk edebi dili meydana gelebilir. Bu toplantı benim için bir onur kaynağı oldu. Bu kıvancı yaşarken, yeni bir devrin eşiğinde duran, Orta Asya’daki Türk illerini, Turan ülkesini düşünüyorum. Gözüm yetiyor… hissediyorum. Bizim medeniyetimiz güçlenerek gelişecek ve ilerleyecek.” 102

Bu tespitler, aynı zamanda Türk dünyasının kurtuluş reçetesidir. Bu reçete uygulanırsa Türk dünyasını da bir daha ayrılmamak üzere birbirine yakınlaşacaktır.

Kaynakça

Akmataliyev, Abdıldacan, Cengiz Aytmatov’un Dünyası, AKM, Yayınları, Ankara 1998

Aytmatov, Cengiz-Muhtar Şahanov, Kuz Başındaki Avcının Çığlığı, “Yüzyılların Kavşağındaki Sırdaşlık”, Tolkun Yayınları, Ankara 2000.

Aytmatov, Cengiz, Dişi Kurdun Rüyaları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1995.

Aytmatov, Cengiz, Cengiz Han’a Küsen Bulut, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1995.

Aytmatov, Cengiz, Elveda Gülsarı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1996.

Aytmatov, Cengiz, Gün Olur Asra Bedel, Neşriyat Neşriyat, İstanbul 2009.

Aytmatov, Cengiz. Toprak Ana, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003.

Aytmatov, Cengiz. Beyaz Gemi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2013.

Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, Çev. Tahsin Yücel, Kuzey Yayınları, Ankara 1985.

Ercilsun, Bilge, Yeni Türk Edebiyatı Üzerinde İncelemeler 2, Akçağ Yayınları, Ankara 1997.

Karakaş, Şuayıp. “Türkistan’da Kızıl Kırgın Kurbanları”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S.5, 1998.

Kolcu, Ali İhsan., Bozkırdaki Bilge Cengiz Aytmatov, Akçağ Yayınları, Ankara 2002.

Korkmaz, Ramazan, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Grafiker Yayınları, Ankara 2008.

Naskali, Emine Gürsoy, Stalin ve Türk Dünyası, Kaknüs Yayınları, Ankara 2007.

Tanpınar, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, (Haz. Zeynep Kerman), Dergâh Yayınları, İstanbul 1997.

Thoma, Dieter, Babalar Modern Bir Kahramanlık Hikâyesi, İstanbul: İletişim Yayınları, İstanbul 2011.

Cengiz Aytmatov ve Manas Destanı 103

NACİYE ATA YILDIZ104

Cengiz Aytmatov, bütün Türk Dünyasının kendisiyle gurur duyduğu en büyük yazarlarımızdan biridir. Onun büyüklüğü sadece eserlerindeki edebî yaratıcılıktan kaynaklanmaz; Kırgız ruhunu, gelenek ve göreneklerini, inançlarını, maddi kültür unsurlarını eserlerine işleyerek gelecek nesillere ulaştırması, onun yazarlığının sadece gününe yönelik değil, ebedi olduğunun göstergesidir.

Manas Destanı bilindiği üzere dünyanın en büyük destanıdır. Bu destan da tıpkı Cengiz Aytmatov gibi Kırgız Türklerine aittir ama bütün Türk Dünyasının ortak övünç kaynağı ve Dünya Kültür mirasıdır. Bu iki isim yan yana geldiğinde, Cengiz Aytmatov’un Manas destanı ile ilgili düşünceleri, eserlerinin yaratıcılık bağlamında mutlaka değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Bu çalışmada, halkının kültürüne önem veren Cengiz Aytmatov’un, “Kırgız ruhunun zirvesi” olarak adlandırdığı Manas Destanı doğrultusundaki görüşleri ve bu muhteşem eseri kendi sanatında işleyişi üzerinde durulacaktır.

Cengiz Aytmatov, kendisiyle ilgili olarak “Benim iki ilham kaynağım var; bunlardan birisi Manas Destanı, diğeri de Muhtar Avezov’dur” der. Kendisine ”Nerelisiniz?” diye sorulduğunda “Manas caralgan cana Avezov tuulgan cerdenmin/Manas’ın yaratıldığı, Avezov’un da doğduğu yerdenim” diye cevap verir. Bilindiği üzere, Muhtar Avezov, Manas Destanının yasaklardan kurtarılıp yayınlanmasında büyük emeği geçen ve Manas ile ilgili iki önemli makale yazan Kazak aydını ve yazarıdır. Cengiz Aytmatov, Manas Destanı ile ilgili olarak Muhtar Avezov’un çabalarını “Avezov’un bu büyük yiğitlik örneği cesaretini, yazarlık şerefini bizim halkımız hiçbir zaman unutmayacaktır” diye takdirle yâd eder.

Cengiz Aytmatov’a “Manas Destanını dinlediğiniz zaman ağladığınız oldu mu?” sorusuna, Aytmatov, “Manas Destanını dinlediği zaman ağlamayan Kırgız olmaz” cevabını verir.105 Bu cevap, Manas destanının onun ve bütün Kırgızların ruhundaki derin etkisini açık bir şekilde göstermektedir. Aytmatov’un “Kırgız ruhunun zirvesi” olarak gördüğü ve halkın derin bir saygı gösterdiği Manas Destanı, maalesef her zaman hak ettiği değeri bulamamış, devlet politikasının tutumuna göre zaman zaman ön plana alınırken zaman zaman da geri planlara itelendiği görülmektedir. Dünya Kültür Mirası listesine girmesi için Kırgızistan’ın değil de Çin’in müracaat etmesi, bu politikaların neticesidir. Elbette, Doğu Türkistan’da yaşayan Kırgız Türkleri arasında da usta Manasçılar vardır ve Çin’in bu çabası takdire şayandır ancak, Cengiz Aytmatov yaşasaydı, bu durum farklı olurdu diye düşünmek de haksız bir düşünce değildir.

Yazar için bu kadar önemli olan destan ile yazar hakkında kitaplar dolusu söz söylenebilir. Bu çalışmada kısaca, Cengiz Aytmatov’un bu kadar önem verdiği Manas Destanıyla ilgisini kısaca üç başlık altında değerlendirilmeye çalışılacaktır:

1. Yazarın hayatında Manas Destanının yeri

2. Manas Destanıyla ilgili görüşleri

3. Eserlerindeki Manas Destanı etkisi.

Yazarın Hayatında Manas Destanının Yeri

Cengiz Aytmatov’un hayatında Manas Destanı daha çocuk yaşlardan itibaren yer etmeye başlar. Babaannesi Ayımkan ve annesi Nagima hanımlardan Manas’ı öğrenir; ilk defa Talas’ta, bir Manasçı’dan destanı dinler.106 Kırgız Türklerinin erkinlik ruhunu diri tutan destan, onun çocukluk ruhunda da derin etkiler uyandırır. Yazarın, en şiddetli baskı dönemlerinde söylemek istediklerini açıktan olamasa bile birtakım sembollerle ifade edip Kırgız’ı uyandırmaya çalışması, destanın uyandırdığı bu erkinlik ruhundan olsa gerektir.

Manas Destanı, gerek içerdiği olaylar gerekse taşıdığı kültürel değerler açısından Kırgızlar için bir ansiklopedi ve kültürel bellek niteliğindedir. Yazar bu bellekle beslenir ve destan, yazarın kimliğinin millî yönünün oluşmasını sağlar. Aytmatov da eserlerinde inceden inceye Kırgız kültürünü işler, halkın bu kültürle bir varlığa sahip olacağının bilinciyle kahramanlarını yaratır ve bu kahramanlar vasıtasıyla da gelecek nesiller için adeta değerler eğitimi verir.

Yazarın eserlerinde kökbörü gibi oyunları detaylarıyla işlemesi, efsaneleri hatırlatması, geçmiş dönemlerin cenaze merasimlerini hatırlatması, eserinin değil, gelecek nesillerin milli şuurla kurgulanması demektir. Bütün bunlar, yazarın Manas Destanı vasıtasıyla edindiği ve aktardığı değerlerdir.

Manas Destanıyla İlgili Görüşleri

Cengiz Aytmatov’un Manas Destanıyla ilgili görüşlerini ağırlıklı olarak 1950 yılında yayımlanan çalışmasında, 1974 yılında Kırgızstan Madaniyeti Gazetesinde yayımlanan makalesinde, 1995 yılında yayımlanan Manas Ansiklopedisi’nde ve Sagımbay Orazbakoğlu varyantının önsözünde bulmak mümkündür.

Bilindiği üzere Aytmatov, Manas Destanının Sagımbay Orazbakov varyantına Önsöz yazarak destana verdiği önemi göstermiştir. Bu varyantın önsözü “Bayırkı Kırgız Ruhunun Tuu Çokusu” başlığını taşır. Aytmatov bu önsözde “destanın misyonunun hürriyet, tabi olmama fikri olduğunu, destanın ölümsüzlüğünün ve dünyanın paha biçilemez mirasları arasında yer almasının da bu misyondan kaynaklandığını” söyler. Yazarın, “Önsöz”deki107 fikirlerini şu şekilde özetlemek mümkündür;

–Manas eposunda gerçek hayatın, tarihî olayların işlendiği tartışmasızdır. Hatta destanın ortaya çıkması da önemli bir tarihî olayla ilgili olabilir fakat Manas tarihî sancıra değildir. Kırgız halkının dehasından çıkmış, edebî tarih içinde süzülerek, arınarak gelmiş zirve eserdir.

–Manas destanını günümüz edebî ve fikirsel çerçevesinden değil, yaratıldığı dönemin şartları çerçevesinden değerlendirmek gerekir.

–Destanın en önemli fikri bağımsızlık fikridir. Bu fikir insanoğlunun ortaya çıkmasından beri hiç eskimeyen fikirdir ve Manas Destanını zirve eser yapan da bu fikirdir.

–Manas Destanı, baştan sona Manas’ın savaşla geçen ömrünü anlatmasına rağmen hümanizmle doludur. Bunun sebebi de insana değer vermesi ve onu yüceltmesidir.

–Destanın sonundaki trajedi, ölümsüz esere lâyık bir sondur; Shakespeare’nin ustalığından aşağı kalmaz. Bunun anlamı, kahraman, halkın düşüncesinin zıttına hareket ettiğinde halk da ona acımaz; eser ölümle biter.

–Manas Destanı esas olarak kahramanlık destanı olmakla birlikte, Kırgızların günlük hayatıyla ve onların felsefesiyle ilgili her şey destanda yer almaktadır.

–Destanda kadına değer verilmesi, onun epik özelliklerin yanı sıra romantik yönünü de yansıtmaktadır.

–Eserdeki tasvirler ve bu tasvirlerin ayrıntıları, günümüz çağdaş yazarlarını dahi hayrette bırakacak seviyededir.

–Destanı birçok Manasçı söylemiştir ancak Sagımbay Orazbakov’un hüneri önünde baş eğmemek mümkün değildir.

–Nice zaman geçse de yeryüzünde Kırgız dili durduğu müddetçe, Manas bizim millî zirvemiz olarak kalacaktır.

Bu görüşler genel olarak değerlendirildiğinde yazarın Manas Destanının önemini ve anlamını kavramış bir aydın ve yazar olduğunu söylemek mümkündür. Destanların tarihle bağlantılı olmakla birlikte doğrudan tarih sayılamayacağı açıktır. Destanı değerlendirirken bazı olayların veya kültür unsurlarının günümüz için anlam taşımaması veya tenkit edilebilir nitelikte olması mümkündür. Çünkü eser, bin yıl öncesinden itibaren her dönemden izler taşır. Manas’ın destanın sonunda ölmesi, halk takvimi inancına göre sefere çıkmak için uygun olmayan bir yılı seçtiği konusunda Kanıkey’in uyarılarına rağmen onu dinlememesi, aslında bir kadının sözünün dinlenmemesi değil, binlerce yıllık kültür birikiminin göz ardı edilmesidir. Öte yandan Manas’tan sonra destanın onun oğlu ve torunlarıyla daireleşerek devam etmesi de şahısların ölümlü ama nesillerin ve milletlerin ölümsüz olduğunu vurgular mahiyettedir. Yazarın da eserlerinde kahramanlar ölür ama Kırgız Türkleri ebediyen yaşayacaktır.

Eserlerindeki Manas Destanı Etkisi

“Manas Destanını bilmeyen insan, öz milletini, dilini, yurdunu bilmez” diyen Aytmatov, destanı gelecek nesillere öğretmek ve onun ruhunu aşılamak üzere Manas Destanından unsurları da eserlerinde yansıtır. Ata mirasını, edebiyatın modern formları içinde kullanarak gelecek nesillere ulaştıran Cengiz Aytmatov’un birçok eserinde doğrudan doğruya olmasa da Manas ruhu çeşitli epizotlarla, eserin ana fikriyle yaşatılmaktadır.108

Bunların içinde Yıldırım Sesli Manasçı isimli eseri, bu konuda en önemlisidir. Hikâyede Manasçı olmak isteyen başkahraman Elaman’ın annesi Isık-Köl’ün kıyısında, “Kırgızlar Kırgız olalı beri var olan Manas’ı iyi öğrenmesi, unutmaması için ona güç ve cesaret ver. Bu yetenek onda köklü bir ağaç gibi gelişsin ve sonra o bu yeteneği, bu geleneği çocuklarına, torunlarına aktarsın”109 şeklinde dua eder. Bu dua, kahramanın annesinin ağzından Cengiz Aytmatov’un duasıdır. Bu sözler aynı zamanda yazarın Manas’ın kutsallığını dile getiren sözleridir. Yazarın birçok eserinde mekân olarak zikredilen Isık-Köl, onun için kutsal vatanın sembolüdür. Eleman’ın annesinin Isık-Köl kenarında dua etmesi bu bakımdan da ayrıca anlamlıdır, bu yazarın seçimidir.

Bu eserde, Eleman yıllar sonra Yıldırım sesli Manasçı olarak ün kazanır; annesinin bu duasını da hiçbir zaman unutmaz ve gözyaşlarıyla hatırlar. Çünkü annesi, yasaklanan destanı anlatan oğlu Eleman’ın yerini söylemediği için işgalciler tarafından öldürülmüştür. Kırgızlar yıldırım sesli Manasçı’dan destanı dinlemek için gizlice dağların uzak geçitlerine gitmişlerdir. Hikâyede geçen bu olay, Aytmatov’un, destanın gerçekte de maruz kaldığı baskıları, yasakları dile getirmesidir. Yazar, milletinin kültüründen sorumlu bir sanatçı titizliğiyle, Manas Destanının yasaklı olduğu yılları, Manasçıların adlarının bile ağza alınamadığı yılları eserleri vasıtasıyla nesillere yansıtmıştır. Elbette, yazarı bu kadar sorumlu davranan bir milletin Manas Destanı’nı unutması mümkün değildir. Aradan uzun yıllar geçse de uzaklara giden kervanların izlerini arar gibi Kırgızlar da atalarının izlerini Manas Destanında arayıp buldular ve kimliklerini unutmadılar, birlik ve beraberliklerini muhafaza ettiler; mankurtlaşmadılar.

Yıldırım Sesli Manasçı gibi, Cengiz Aytmatov için de Kırgız analar dua etmiş; onun eserleri de sonsuza kadar sadece Kırgızların değil, bütün Türklük ve insanlık âleminin sesi olmuştur.

Kaynakça

Akmataliyev, Abdıldacan. Cengiz Aytmatov’un Dünyası, AKM Yayını, Ankara, 1998.

Aytmatov, Cengiz. Yıldırım Sesli Manasçı (Çev. Refik Özdek), Ötüken, İstanbul, 1993.

Aytmatov, Cengiz. “Bayırkı Kırgız Ruhunun Tuu Çokusu”, Manas Kırgız Elinin Baatırdık Eposu Sagımbay Orazbakov’dun Varyanto Boyunça, Han-teniri Yayınları, Bişkek, 2010, s.5-10.

Manas Entsiklopediya, Muras Yayınları, Bişkek, 1995.

Yıldız, Naciye. “Cengiz Aytmatov ve Manas Destanı”, Doğumunun 70. Yıl Dönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, AKM Yayını, Ankara, 1998, s.214-225.

Aytmatov Anlatılarında Kadın Olgusu 110

ÜLKÜ ELİUZ111

“Adsız bir çocuk olarak kendini salıverdi, Kırgızistan’ın akarsularına ve tüm dünyanın gönlüne taht kurdu, beyaz gemisine ulaştığında.”

Ramazan KorkmazDolaylı Yeniden Doğuşun Kutsanmış Adı: Aytmatov Anlatıları

Cengiz Aytmatov, bitişi değil başlangıcı, tükenişi değil hazineyi imleyen eserleri ile sözün ihanetine uğramadan varoluş serüvenini tamamlamış bir sanatkârdır. O, bireye ve topluma ait düşselliği yorumlarken yatay ve dikey boyutlu olarak kendi duyumsamaları ve deneyimleri ile derin boyutta geçmişin düşselliğini buluşturur ve toplumsal tinin aktarıcısı kimliğiyle varlık bulur. Aydınlık bilincin kişisi olan sanatkârın eserleri, Çağdaş Türk edebiyatının olmazsa olmaz yaratılarıdır. İmge ve düş ürünü olan yapıtlarında, örtük anlamları somut dünyada yeni’leme ve çok boyutlu olarak geçmiş ile şimdiyi akılda tutma ve karşılaştırma aracılığıyla geleceği görme hedeflenir.

Sanatı besleyen ana kaynak, insan ve insan yaşamıdır. İnsan ise “ateş, su ve toprağın bireşimidir.”112 Kurmaca metin yaratıcısı olan tüm yazarlar bu ana kaynağı nesnel ve objektif bir değerlendirmeye tabii tutar ve kadın ile erkeğin toplumsal hayatta birlikte bir değer oluşturduğunun altını çizmeye gayret ederler. Cengiz Aytmatov, cinsiyetlendirilmiş bakış açısının ve geleneksel normların kuşatılmışlığını aşarak eserlerindeki kişi kadrosunu oluşturur. Anlatılarında kadın kendilik değerlerinin farkına varan, verili olanları aşan kimliği ile bireyleşme yolunda varoluşsal adımlar atarak yeni’den doğar; şey’ler dünyasından sıyrılıp kendilik bilincine kavuşabilmek için, tinsel varoluş kaynaklarından ödünçlediği derin anlam dizgesinde varolur. Dünyada doğmanın simgesel kişileri olan bu kadınlar, toprağın yaratıcı gücünün çağrısı/anne, su gibi yeniden dirilten ruh/ eş, ateşle varoluşu aşan kaynak/sevgili görünümleri ile yaşatıcı ve anlam aktarıcı özlerini evrene taşırlar. Dolaylı yeniden doğuşun kutsanmış adı olarak Aytmatov anlatılarındaki kadınlar, kendilik bilincini oluşturan yaratıcı ve diriltici göndergeleri ile kuran, tamamlayan, yansıtan bir norm karakter işlevi kazanırlar.

Cengiz Aytmatov anlatılarında yer alan kadınların büyük çoğunluğu norm karakterler sınıfındadır. Kadınların nitelikleri, yetiştirilme şekilleri ve hikâye içinde üstlendikleri işlevler, Türk kadın tipinin ve Türk insanının kadına bakışının bütün yönlerini ve ayrıntılarını yansıtan bir özelliğe sahiptir. Türk kültüründe kadınlar; uğurlu, tekin, asil, yiğit ve ulvi insanlardır; can vericiliğin ve bitmeyen sevginin simgesidirler; İyi kardeş, iyi ve sadık eş ve sevgilidirler; evin direğidirler; ailenin kurtulmasında etkin ve fedakârdırlar; anne olarak ocağın, ailenin, kökenin, varolanın koruyucusudurlar; “yuvanın sahibesi” ve “merhamet ilahesi”dirler. Aytmatov anlatılarında kadınlar, kadınlıklarını yadsımazlar; bu yüzden de başarılı anne, eş ve kardeş olurlar. Onlar, erkek dünyasının yaraşığı, evrene layık kişilerdir.

Aytmatov anlatılarında kadının bireysel ve toplumsal varoluş serüveni geçmiş, şimdi ve gelecek düzleminde evrenin düzeni ile örtüşür. Ötekileşme tehditi ile kuşatılan ve kendi oluş olanakları elinden alınmaya çalışılan insanlık için kadın imgesi, toprağın, suyun ve ateşin tinsel göndergeleri ile yeniden doğuşu imler nitelikte sunulur. Anne ve eş olarak bireyi kuran, düzenleyen; sevgili olarak ise yeni’lenmeye yönelik yaratıcı güçleri imleyen kadın, anne olarak toprağın, eş olarak suyun, sevgili olarak ateşin derin anlamlarının kişileşmiş görünümleri olarak edebi metne dahil olurken, yazarın tüm eserlerinin sorunsal arkaplanı netleştirici bir fonksiyon üstlenirler. “Bütün insanların yüreğine nasıl ulaşabilirim?”113 kaygısını taşıyan Aytmatov’un anlatılarında kadınlar kurmaca metnin sadece kişi düzleminde yer almazlar; hem karakter yapıları, hem işlevleri, hem tipleri, hem de açımladığı değer dizgesi bakımından sosyolojik, psikolojik ve arketipsel bakımdan dramatik aksiyonu şekillendirirler.

Toprağın Yaratıcı Gücünün Çağrısı: Anne

Toprak ve anne, kendilik bilincini kazandıran yaratıcı ve diriltici göndergeleri ile bireyi kuran, tamamlayan, yansıtan içtenlik imgeleri olarak algılanır. Bu yönüyle birey için olması gerek sesi yani norm karakter işlevindedirler. Birey şey’ler dünyasından sıyrılıp kendilik bilincine kavuşabilmek için bu tinsel varoluş imgelerine yönelmesi kaçınılmazdır. Anne toprak gibi hem yaratır, hem de sığınak, korunak, barınak olarak yaşamın sürerliliğinde etken rol alır.

“Odaklanma bilincimize seslenen” 114 anne, mananın toplamı olarak hayallerin, düşlerin, ruhun barınağıdır. Anne, doğa kadar tanıdık, sevgi ve şefkat dolu, şevkle ve bıkmadan yaşam verendir; “doğuştan içimizde olan mater natura ve mater spiritualis (doğa ana ve tinsel ana) imgesinin, çocukken de emanet ve de teslim edildiğimiz yaşamın taşıyıcısı(dır)”.115 Bütün kutsal değerleri sınırlar ve bünyesinde bulundurur. Kadının doğurganlık özelliğinin rahmiyle sınırlanamayacağının göstergesi olan anne, her türlü oluşumun ve değişimin gizemli kaynağı, eve dönüşün, her tür başlangıç ve sonun sessiz temelidir.

Cengiz Aytmatov anlatılarında “Tanrı armağanını içinde taşımakla onurlandırılmış kişi”116 yani anne, hem biyolojik hem de toplumsal kurgu nitelikleri ile yer alır. İnsan ya da hayvan, annenin doğuran/anaç/ çoğaltan/ üreyen varlığı yaşam içindeki trajedilerde belirleyicidir. Doğal annelik içgüdüsünü soylu kimliğe dönüştürerek kutsanan kadın kendisine sunulan yaşam alanında belirlenen temel vazifelerini yerine getirir. Anne olarak doğan ve toplumsal olarak da annelik öğretilen kadın, anlam aktarıcıdır. “Kutsallaştırılan ve mutlaklaştırılan bir rozet kimliğine dönüşüveren”117 annelik, onun için bir içtenlik imgesi işlevi ile içsel dönüşüm dinamiklerinin göstergesidir.

Milli kültür bir ulusu ayakta tutan, yaşatan o milletin kimliğini ruhunu oluşturan unsurlardır. Bunları kaybeden bir nevi insan olma özelliğini de yitirmiş olur. Bir bireyi insan yapan onun fizyolojik yapısı değil o bedene sinen ruhtur. Bundan dolayı Cengiz Aytmatov annelerin önemini yadsımaz. Yaşamın, düzenin, “düşü barındıran”118 evin simgesi anneyi topraktaki yaratıcı gücün dünyadaki taşıyıcısı olarak görür. Ve anlatılarda bireyin milli kimliğini oluşturan, ona dinini, dilini, masallarını, efsanelerini, destanlarını, türkülerini öğreten ve bunları benliğinde içselleştiren anne üzerinden mesajlar iletir:

“-Söyle bana ey toprak. Hangi çağda analar bu kadar acı çekti? Oğlunu bir saniye olsun görebilmek için bunca sıkıntılara katlandı?

-Bilmiyorum Tolgunay. Ama senin yaşadığın savaş dünyanın gördüğü savaşların en acısıdır.

-Öyleyse, dünyada oğlunu böylesine bekleyen son ana ben olayım. Bundan böyle hiçbir ana, oğlu yerine soğuk raylara sarılmasın.” 119

Kadın kahramanları hayatın her safhasında eşlerine destek olurlar; hem geleneksel kadını simgeler, hem de hayatta kendi tercihlerini belirleyerek dünyada doğar; hayat karşısında bireysel değil toplumsal olarak var olurlar; bireysel çıkarı hiçbir şekilde gözetmezler. Onlar için önemli olan huzurun, birlikteliğin, mutluluğun sağlanmasıdır. Aytmatov’da çalışmak, tüm kişiler gibi kadının da kendini gerçekleştirmesini sağlayan işleviyle yer alır. Çünkü onlar saban sürerek, hasat zamanını bekleyerek, savaştaki askerlere cephane yollayarak kendilerini var ederler. Bir buğday tanesinden kendi elleriyle yoğurdukları ekmekten daha büyük mutlulukları yoktur onların. Çalışmak, dertlerini alır, tasalarını dağıtır, zihnini meşgul eden üzüntüye fırsat vermez; mutsuzluğunu, kaygısını, endişelerini çalışmaya, emeğe, toprağa devreder. Hem anne, hem asker, hem çoban, hem demiryolu işçisi, hem öğretmen, hem kolhoz yöneticisi, hem de iyi ev hanımıdırlar; birden fazla sorumluluk üstlenirler.

“Ah, ah! Sallanan orakların ışılamasını görmek, biçilen ve devrilen sapların hışırtısını çalışanların konuşmalarını ve şen kahkahalarını duymak ne büyük huzur ve mutluluk veriyordu insana.

Aa, ekmek daha sıcacık, anne, buyur, yeni ürünün ilk ekmeğini önce sen tat. Ekmeği aldım, duamı okudum ve ilk lokmamı ısırdım bambaşka bilinmeyen bir tadı ve kokusu vardı, bu ekmeğin bu emekçi oğlumun nasırlı ellerinden çıkan ekmekti. Tarlayı süren buğdayı yetiştiren hasadı kaldıran tarlada çalışan insanlarımızın halkımızın ekmeğiydi. Kutsal ekmek.” 120

Çalışmak, insanın dertlerini alır, tasalarını dağıtır, zihnini meşgul eden üzüntüye fırsat vermez. Kadınlar mutsuzluğunu, kaygısını, endişelerini çalışmaya, emeğe, toprağa devreder. Kadınlar, arada endişelere kaygılara umutsuzluklara kapılsalar da güçlüdürler. Onlara bu gücü veren annelik duygusu ile daha da kökleşen yuvalarına ve vatanlarına bağlılıklarıdır. Hem anne hem asker hem çoban hem demiryolu işçisi hem öğretmen hem kolhoz yöneticisi hem de iyi ev hanımıdırlar; birden fazla sorumluluk üstlenirler; saban sürerek, hasat zamanını bekleyerek, savaştaki askerlere cephane yollayarak kendilerini var ederler:

“Evet, Tolgonay, ama yalnız sen değildin o acıyı çeken, ben de çok acı çektim. Yaz boyunca o çıplak tarla beni deşilmiş bir yara gibi yaktı. Uzun zaman acılarım dinmedi. Tarlaları ekinsiz bırakmak benim kanımı boşaltmak demektir. Tolgonay savaş süresince nice nice tarlalar ekinsiz kaldı!.. Benim en büyük düşmanım savaş başlatandır.”121

Toprak sadece bir kara parçası değildir; yaşam mücadelesini, manevi unsurları bünyesinde bulunduran bir açar değerdir. Yaşanılan mekânla bütünleşen insan için varoluşsal kaynaklara, yaratıcı öze ait imgeleri işaret eder. Toprak gibi hem yaratır, hem de sığınak, korunak, barınak olarak yaşamın sürerliliğinde etken rol alır:

“Ey benim toprak anam! Sen hepimizi sıcak bağrında taşıyorsun, bizlere mutluluk bağışlamazsan topraklığın nerde kalır senin? Biz senin çocuklarınız ey toprak, bizlere mutluluk bağışla”

O gece bunları diledim işte.” 122

Dolu dolu yağan yağmur, çıplak ayaz, yakıcı güneş ve keskin soğuklardan oluşan Orta Asya toprağında hem iklim ile mücadele veren, hem de savaşın kahramanlarının cephede verdiği mücadelenin benzerini Tolgonay her hasat başında yaşar. Tolgonay ile toprak, savaş trajiğinde birleşir:

“O güne kadar bizi kıt kanaat besleyecek buğday ve erzak sandığında bir avuç yiyecek bile kalmamıştı ne yapacaktık? Gece gündüz kafamda planlar geliştiriyordum. Sonunda bir karara vardım. Anıza bırakılan küçük bir tarlayı da sürüp ekmek ve ürünü aileler arasında paylaştırmak. Bu konuda başkarmanın fikrini aldım, sonra ilçe merkezine kadar giderek, kolhoz planını uyguladığımızı, şimdi de kendi imkânlarımızla, kendimiz için karnımızı doyuracak ürünü almak açlıktan kırılan, açlıktan kırılan ailelere yiyecek bulmak için bir anızı ekmek istediğimi anlattım.

Dinleyenlerden biri masadan başını kaldırıp bağırdı:

-Stalin’in kolhozlar için koyduğu kurala ihanet ediyorsun!

Ben de patladım canı cehenneme o kuralın! Biz açlıktan kırılırsak sizi kim besleyecek Peki, söylediğini yaparsan seni nereye sürerler biliyor musun?

-Biliyorum, düşündüğün bu ise buğdayı kim ekecek?” 123

Kadınların acılarını karamsarlıklarını umutsuzluklarını tren istasyonlarında umutsuz bekleyişlerini toprak alıp bağrına atar. Tolgonay, bu acılarını toprakla paylaşır. Savaş toprağa da en acı yüzünü gösterir. Ve analık duygusu emek ve mücadele ile birleşir.

“İyi ki, yöneticiydim o zamanlar. Kendi dertlerimle birlikte halkımın da acılarına, karşılaştığı güçlüklere göğüs germem gerekiyordu. Savaş beni bu yüzden yıkamadı. Anladım ki, savaşta bir tek yol var: Savaşmak ve yenmek! Gerisi ölüm.” 124

bannerbanner