Читать книгу Aytmatov Araştırmaları ( Анонимный автор) онлайн бесплатно на Bookz (5-ая страница книги)
bannerbanner
Aytmatov Araştırmaları
Aytmatov Araştırmaları
Оценить:
Aytmatov Araştırmaları

5

Полная версия:

Aytmatov Araştırmaları

Şimdi yukarıda Hristiyanlık için sorduğumuz soruyu bu defa İslamiyet için sorabiliriz: Romanın kahramanı Abdias İslamiyet’in savunuculuğunu mu yapıyor? Onun, rüyasında Hz. İsa’yı gördüğü sırada düşündüğü ve içinde Ra’d suresinin 11. ayetinin anlamına çok benzeyen bir cümlenin bulunduğu aşağıdaki bölüm, bu soruya verilebilecek olumlu bir cevabı mümkün kılabilir:

İnsanın üzerine çöken, onun belini büken yük çok ağır. Onda bu derece kökleşmiş kötülüğe karşı bir aşı bulunabilecek mi? Bulunabilirse onu bütün yaratıklardan ayıran akıl kanatlarıyla, ruhu, şimdiye kadar ulaşılamamış yüksekliklere çıkaracaktır. Heyhat! Böyle bir şey mümkün olsaydı! Senin fedakârlığın boşuna. Kendilerini asla doğru yola sokmayanları sen daha iyi duruma getiremezsin.”56

Yine bu rüya sırasında gittiği Kudüs’te Abdias’ın, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği iddia edilen ağaçta onu bulamaması57 da çok kapalı olarak belki onun ölmüş olması konusunda bir şüphenin işareti olabilir. Ancak bu tür yorumları ileri götürmenin çok doğru olacağını sanmıyorum. Yoruma gerek bırakmayacak kadar açık olan husus, Aytmatov’un bu romanda insanlığın ancak ilahi bir dinin kanatları altında aradığı huzuru bulacağı fikrini işlediğidir. Bu tema yazarın ilk eserlerinden itibaren gittikçe ağırlığı arttırılarak işlenmiş ve bu son romanında en yüksek noktasına ulaşmıştır. Aytmatov’un romanın zeminine Hristiyanlığı koyması, daha önce de kısaca temas ettiğimiz gibi mesajını iletmek istediği Batı dünyası ile ilgili olmalıdır. Abdias’ın, arkadaşı İnga’ya yazdığı mektuptaki şu cümleler de bu düşüncemizi teyit etmektedir:

Modern dünyamızın karşılaştığı bu acıklı uyuşturucu meselesini çeşitli yönleriyle ele alan yazılarımın yakın bir gelecekte yayınlanacağından da emin değilim. ‘Modern dünya’ diyorum, çünkü yaban keneviri bilinmeyecek kadar eski zamanlardan beri bozkırda yetişiyor, ama on beş yıl öncesine kadar, yerli halkın dediğine göre bu pis bitkiyi, uyuşturucu kullananların deyimi ile bu ‘ot’u ne içmek için ne de başka bir amaçla toplayan hiç yoktu. (…) Evet, bu hastalık çok yenidir ve bunda Batı’nın etkisi çok büyük olmuştur.”58

Aşağıdaki bölümde de hem teknolojiyi insanlığın zararına kullanan ve maddeci bilimi adeta bir din haline getiren Batı dünyası hem de mevcut sistemin oyuncağı olan Kilise çok sert bir dille tenkit edilmektedir. Bir yerde yazarın bu romandaki amacını ortaya koyan ve günümüz insanı için son derece ibret verici olan bu satırlarla biz de yazımızı noktalıyoruz:

Maddeci bilim, bütün öteki dinler gibi Hristiyanlığı da gömmeye, yok etmeye çalışmadı mı? Bunları olanca gücüyle söküp atmaya, kuvvetli bir elle ilerlemelerin ve tek takip etmemiz gereken kültürün dışında bırakmaya çalışmadı mı? Çağdaş insan ilk bakışta hiç bir dinî inanca ihtiyacı yokmuş gibi görünüyor: Bu inanışları, uzun zaman öncesine ait basit işaretler gibi tarih bilgileri arasındaki yerine koymak yetiyor çağımız insanına. Din eski bir etaptır ve modası çoktan geçmiştir onun için. Konuya daha yakından bakalım: En gerçekçi teorilerle gülünç duruma düşerek kaldırıp attığımız o eski fedakârlık, sadakat ve merhamet kavramlarının yerini alacak ne var elimizde? İmanın yerini alacak ne bulduk? Hiç şüphesiz son derece üstün bir şey olmalı, çünkü yeni daima eskiye tercih edilir. İşte, öyleyse, yeni din, yeni ve eşsiz kudretteki din, yakında bütün dünyaya hükmedecek yeni din: En müthiş silahlarla donatılmış askerî güç! İnsan bu kadar bağımlı, böylesine buyruk altında bulunmuş muydu hiç? İnsan hayatı her an, büyük devletlerin savaşı başlatmaları veya bundan sakınmaları şıklarına sıkı sıkıya bağımlıdır. Böyle bir durumda atom silahlarına sahip devletler dışında hangi ilahlara bel bağlayacağız? Sunaklarda insanların tapması için bomba maketlerinin sergilendiği ve duaların general portreleri önünde yapıldığı bir tapınağın kurulması düşünülmedi henüz… Ama çağımıza uygun kiliseler işte bunlar olacak.”59

Kaynakça

Aytmatov, Cengiz. Gün Uzar Yüzyıl Olur, (Çev. Mehmet Özgül), Cem Yayınları, İstanbul, 1985.

Aytmatov, Cengiz. Beyaz Gemi, (Çev. Mehmet Özgül), Cem Yayınları, İstanbul, 1985.

Aytmatov, Cengiz. Dişi Kurdun Rüyaları, (Çev. Refik Özdek), Ötüken, İstanbul, 1990.

Bice, Hayati. “Biz Cengiz’i Çok Sevmiştik!.. Severiz de..” Türk Yurtları, S. 3, 1990.

Karakoç, Abdürrahim. “Dişi Kurdun Rüyaları” Yeni Düşünce gz., 25 Mayıs 1990.

Beyaz Gemi Romanında Suyun Sembolik Anlam ve Açılımları

MEHMET GÜNEŞ60

Su, doğası gereği farklı sembolik anlam ve açılımlara sahiptir. Örneğin su canlılar için hayat kaynağı ve arınma/huzurun sembolü olduğu gibi, şiddet ve korku işlevleriyle de öne çıkmaktadır. Suya yüklenen sembolik anlamlar dinî inançlar, folklorik unsurlar ve yaşanılan coğrafyayla doğrudan ilintilidir. Sadece Türk toplumunda değil, birçok toplum/uygarlıkta, tabiattaki dört ana unsurdan biri olan suya kutsal anlamlar yüklendiği görülür. Nesne/unsurların kutsanmasında dinî inançlar kadar coğrafya/iklimsel özellikler de doğrudan tesirlidir. İnsanlık tarihinin başlarından modern çağa az bulunan nesneler çoğunlukla daha kıymetli ve özel olmuştur. Bu bağlamda Erich Fromm’un tespit ve yorumları çarpıcıdır. Ona göre kutuplarda su bol olup güneş ışığı az olduğundan orada güneş kutsal anlam ve açılımlara sahiptir. Yakındoğu’da ise güneş bol olup su kıttır. Bu nedenle “su hayatın kaynağı ve büyümenin temel taşı olarak görülmektedir.”61 Geçmişten bugüne suyun Türk kültüründe kutsanması, başka etmenlerle birlikte Türklerin uzun yıllar bozkır coğrafyasında yaşamış olmalarıyla da ilişkilidir.

Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi romanının kurgusunda suyun hayati önemiyle birlikte farklı sembolik anlam ve açılımlarının da işlevsel olduğu görülür. San-Taş vadisinde Mümin dedesi, Bekey teyzesi ve diğer akrabalarıyla birlikte yaşayan çocuk özne, tüm olumsuzluklara rağmen mutlu olmaya, hayata umutla bakmaya çalışır. İkamet ettikleri yerleşim biriminde akranı/arkadaşı olmayan, sürekli aile içindeki şiddet ve huzursuzluklara tanık olan çocuk özne zaman içinde hayal dünyasında/ masal âleminde yaşamaya başlar; hayalleri/rüyalarının gerçekleşmesinin olanaksız olduğunun kısmen farkında olsa da mutsuz ortamdan uzaklaşmak için başka seçeneği de yoktur. Acılarını bastırmaya, çevresindeki olumsuzlukları görmezden gelmeye çalışan çocuk özne, Beyaz Gemi’ye ulaşıp yitik cenneti olan babasına/aile saadetine kavuşacağına inanarak mutlu olmaya çalışır.

Dedesinin anlattığı Maral Ana Efsanesi, çocuk öznenin hayal dünyasının biçimlenmesinde etkili olmuştur. Kırgız Türklerinin Buğulu soyunu yok olmaktan kurtardığına inanılan Boynuzlu Maral Ana’nın kendisini ve sevdiklerini yaşadıkları sıkıntılardan kurtaracağına inanan çocuk özne, daha sonra kendisinin yarattığı masal dünyasına sığınır. Bedensel olarak balığa dönüşüp Beyaz Gemi’ye ulaşarak babasına/yitik cennetine kavuşacağını umar. “Çocuk, su sembolü ile bilinçaltına, ana rahmine döner, dölleyici balık imgesi ile de yeniden ana rahminde can bulup farklı bir zaman, mekân ve yaşamda yeniden doğmayı arzular.”62 Romanda Isık-Göl ve içinde seferler yapan Beyaz Gemi etrafında oluşan sembollerle masalsı/ ütopik (alt) anlatı(lar) oluşturulmuştur.

Hayat Kaynağı Olarak Su

Romanda Maral Efsanesiyle ilintili olarak eski adıyla Enesay yeni adıyla Yenisey Irmağı özelinde akarsuların hayati önemi ve yüklendikleri işlevler ifade edilir:

“Senden geniş nehir var mı Enesay? Senden aziz bir yurt var mı Enesay? Senden derin bir dert var mı Enesay? Senden özgür olan var mı Enesay? Senden geniş bir nehir yok Enesay, Senden aziz bir vatan yok Enesay, Senden derin bir dert de yok Enesay, Senden özgür özgürlük yok Enesay…”63

Şiirin ilk dörtlüğünde soru, sonraki dörtlükte ise cevap nitelikli cümlelerle Yenisey Nehri yüceltilir; geçmişten bugüne suyun işlevleri ve ona yüklenen sembolik anlamlara dikkat çekilir. Yenisey Irmağı etrafında yaşayan, ondan daha büyük nehirleri görmemiş ya da onlardan haberdar olmayan çoğu kişinin bu nehre bakışı benzerdir. Son derece geniş alana yayılan ve su taşıyan Yenisey Irmağı, bu yönüyle o coğrafya insanı için hayat kaynağı olmuş, etrafına yerleşen halklar bu havzaya huzur yurdu/mekânı olarak bakmışlardır. Yenisey Irmağı coşup taştığı zaman canlar aldığı gibi, suyun etrafındaki havza sürekli işgallere de sahne olmuştur. Dünyanın beşinci uzun nehri olan Yenisey Irmağı etrafında birçok kavim yaşamıştır; bunlardan birinin de Kırgız Türklerinin olduğuna inanılır. Beyaz Gemi romanının kurgusunda oldukça işlevsel olan Maral Ana Efsanesinde anlatılan olayların da bu nehir kenarında gerçekleştiğine inanılır. Efsaneye göre Kırgız Türklerinin Buğu soyu yok olmak üzere iken Maral Ana’nın kılavuzluğuyla Yenisey vadisinden Isık-Göl civarına gelerek burayı yurt edinmişlerdir. O vakitten sonra Yenisey Irmağı gibi, Isık-Göl de onlar için kutsal anlam kazanmaya başlar.

Romanda özellikle sonbahar mevsiminde maralların kolayca su içebildikleri çay kenarında dolaştıkları sıklıkla vurgulanır. Maralların su kenarında dolaştığını gören çocuk özne, hayal âleminde su kenarındaki marallarla, özellikle boynuzlu maral ananın hayaletiyle söyleşir. Romanda suyun insan hayatındaki, birincil derecedeki işlevi sıklıkla vurgulanır.

Suyun Şiddeti

Huzur ve arınma için sığınak olan su, şiddetin de sembolü olabilmektedir. Su, durgun ve berrak haliyle arınmanın ve huzurun sembolü olurken “fırtına ve sellerde korkunç ve yıkıcı bir olgu haline gelebilir”;64 yine sıradan/yeni bir yüzücü ve çevre için sakin deniz, huzur ve rahatlama alanı iken bol akıntılı ve dalgalı deniz ise öldürücü/yıkıcı olabilmektedir. Beyaz Gemi romanında çocuk özne kendi kendisinden kaçmak ya da çevresindeki olumsuzlukları bastırmak istediği zaman San-Taş’ın yükseklerine çıkıp dedesinin kendisine armağan ettiği dürbünle Isık-Göl’ü seyreder. Isık-Göl’de yüzmesi ya da onun etrafında dolaşması mümkün olmayan çocuğa, dedesi çayın sığ bir yerini taşlarla çevirerek korkmadan yüzebileceği gölcük yapar. Taşlarla çevrili bu gölcük sayesinde çocuk, akıntıya kapılıp boğulmaktan da suyun şiddetinden de korunmuş olur. Sığ olan yerlerde suyun derinliği diz boyu olsa da akıntı hızlı olduğu için çocuk özne gibi zayıf birini hemen alıp götürebilmektedir. Anlatıcı, Mümin Dedenin gölcüğü inşa ediş süreci şu şekilde aktarır:

İhtiyar Mümin, akıntının deviremeyeceği iri taşları seçmiş, onları karnına dayayarak iki eliyle oraya güçlükle taşımıştı. Sonra da suyun içinde ayakta durarak taşları örmüştü. Suyun kolayca girebileceği, sonra öbür taraftan yine kolayca çıkabileceği delikleri de çok iyi hesaplamıştı.”65

Böylece çocuk suyun şiddetinden, ölümcül yönünden korunur. Tabiatla iç içe yaşayan insanoğlu, yaşama biçimini ona uydurmak zorunda kaldığı gibi tabiatı da kendi istediği yönde biçimlendirir. Tabiatın sunduğu imkânlardan yararlanırken, tabii afetlerin kendisine vereceği olası zararları önlemeye çalışır. Çocuk özne suyun arındırıcı, rahatlatıcı özelliğinden yararlandırılırken şiddetinden de korunmaya çalışılır. Çayın düz ve sığ yerinde bu gölcük inşa edildikten sonra çocuk, korkmadan yüzebilir. Tıpkı balıklar gibi gözlerini hiç kapatmadan yüzer. Balıklara imrenen/özenen çocuk özne “bir balık olup akıntı boyunca ta uzaklara kadar yüzmeyi hayal ed[er]”.66 Sadece balık gibi yüzerek Beyaz Gemi’ye ve babasına ulaşabileceğine hükmeden çocuk öznenin o vakitten sonra en büyük arzusu balık gibi yüzmek ya da balığa dönüşmektir.67

Çocuk özne için su hep gücü temsil eder; o, zorda kaldığı bazı durumlarda sudan medet umar. Örneğin dedesine ve kendisine oldukça kötü davranan, eşi Bekey’e sürekli şiddet uygulayan Oruzkul’a karşı koyabilecek gücü olmayan çocuk özne, tüm mağdurlarla birlik olup Oruzkul’u çaya kadar sürükleyip suyun ortasına atarak ona hak ettiği cezayı vermeyi hayal eder. Böylece masumlara zarar veren Oruzkul, su gücüyle cezalandırılacaktır. Zihin dünyası masallar, kurgularla şekillenen çocuk özneye göre ancak iyiler balığa dönüşebilir; kötücül niteliklerle donatılan Oruzkul’un balığa dönüşerek kurtulması mümkün olmayacaktır.

Yalnız Çocuk İçin Sığınak Olarak Su

“Deniz bütün insanlar için en büyük, en değişmez anne simgelerden biridir”68 diyen Mme Bonaparte’a göre denize yüklenen simgesel anlamlardan biri de “anne”liktir. Bozkır toplumlarında göllerden, deniz şeklinde söz edildiği de görülür. Bu bağlamda Issık-Göl, hatta romandaki diğer çay vb. su unsurları anne simgesiyle birlikte okunabilir. Çocuk öznenin en mutlu olduğu anlardan biri Beyaz Gemi’nin Issık-Göl içindeki seferi iken, bir diğeri de kendisinin suyun içinde yüzdüğü vakitlerdir; o, o anlarda tıpkı anne rahmindeymiş, yitik cennetindeymiş gibi mutludur. Çocuk özne ister hakikatte isterse masal/hayal âleminde su içinde yüzerken çok mutlu olup çevresindeki kötülük ve kötücül kişilerden uzaklaşır, kısa süreli de olsa olumsuzluklardan arınır. Dedesinin inşa ettiği gölcük çocuk özneyi yalnızlıklardan uzaklaştırdığı gibi, hayallerine açılan kapı da olur. Örneğin çayın kıyısındaki büyük kayaya “Tank” adını verir, kayayı bu şekilde adlandırması, sinema filmlerinde gördüğü tanklarla kayalar arasında benzerlik kurmasıyla ilintilidir. Suların yıkayıp aşındırdığı kaya da tıpkı filmlerdeki tanklar gibi “suya dalacakmış gibi” durmaktadır. Günlük vaktinin bir kısmını gölcük ve kıyısında geçiren çocuk özne, kayaların şekil özellikleri ya da zihninde uyandırdığı imajlardan hareketle onlara “kötü kayalar”, “iyi kayalar”, “kurnaz kayalar” vb. adlar verir.69

Umudun Simgesi, Yitik Cennete Ulaştıracak Aracı Olarak Isık-Göl ve Beyaz Gemi

Anlatıcının “Yeryüzünün ta öbür ucunda, görülebilen yerin en uzağında, kumlu sahilin ötesinde, ortası kabarık gibi duran bir göl” şeklinde tasvir ettiği Isık-Göl ve onun içinde sefer yapan Beyaz Gemi, çocuk öznenin hayal dünyasının şekillenmesinde oldukça işlevseldir. Zihin dünyası Maral Ana efsanesi/masalıyla şekillenen çocuk özne kendisi de Isık-Göl ve Beyaz Gemi etrafında yeni bir masal dünyası yaratır; bu büyülü dünyada yaşayarak hakikatin boğucu ve nefret ettiriciliğinden uzaklaşmaya çalışır. Hayatının şafağında olan çocuk öznenin duyguları tıpkı Isık-Göl’ün suları gibi çoğu zaman berrak, bazen de dalgalıdır. Beyaz Gemi gölde sefer yaparken o da saf duygularıyla yarattığı masal âleminde dolaşır.

Balıklar gibi yüzme hayali ve dürbünle Beyaz Gemi’yi izlemeye başlaması çocuğun hayatındaki önemli kırılma noktalarından biridir. Çocuk özne o vakitten sonra gerçek dünyadan çok masal âleminde, hakikatlerden çok hayalleriyle yaşamaya yoğunlaşır. Böylece gerçek dünyada mutsuz olan çocuk, masal âlemine sığınarak mutlu olmaya çalışır. Sonsuzluğun simgesi mavi rengiyle sanat harikasını andıran, uçsuz bucaksız olmasıyla dikkati çeken Isık-Göl’ün ortasında Beyaz Gemi’nin süzülerek sefer etmesi çocuk özneyi büyüler, Isık-Göl onun için umut mekânı olur. O vakitten sonra çocuk öznenin hayalleri de tıpkı Isık-Göl gibi uçsuz bucaksız hâle gelir, çocuk özne de gölün suları gibi özgürleşmeyi hayal eder. Çocuk özne, Bachelard’ın ifadesiyle “Düşlerle acı çek[er]”, “düşlerle iyileşi[r].”70 Her ne zaman Isık-Göl’ün ortasında Beyaz Gemi’yi sefer yaparken görse bir balığa dönüşüp çaya atlayarak yüze yüze Beyaz Gemi’ye ne zaman ulaşacağını düşünür. “[B]eyaz gemi ve üzerinde yüzdüğü Issık-Göl, küçük çocuk için hürriyet ve özgürlük gibi sonsuz açılımları içinde barındıran simgesel değerler bütünüdür”.71

Çocuk özne dürbünüyle Issık-Göl’ün masmavi suları ortasında yüzen Beyaz Gemi’yi ilk kez görünce çok heyecanlanmıştır. Oldukça mutsuz ve umutsuz olan çocuk, Issık-Göl’de gemicilik yaptığını duyduğu babasının bu Beyaz Gemi’de çalışıyor olması ihtimali üzerinde durur, kendisini buna inandırmaya çalışır; “babasının beyaz gemide olabileceği düşüncesi onun hayata tutunmasını sağlar”.72 Onu mutsuz, huzursuz ortamdan kurtarabilecek tek varlık babasıdır, ona kavuşmasının yolu da önce Beyaz Gemi’ye ulaşmaktır. Dedesinden babasının iş dönüşü yeni eşi ve çocukları tarafından iskelede karşılandığını duyan çocuk özne, babasının Beyaz Gemi’de çalışmasının olası, hatta kesin olduğuna inanmak ister. Babasına ya da Beyaz Gemi’ye ulaşmasının tek yolu da onun balık olup yüzmesidir. Anlatıcı, onun tasarladığı planları/hayalleri şu şekilde ifade eder:

Tam bir balığa dönüşmek, balık olmak istiyordu çocuk. Vücudu da, kuyruğu da, yüzgeçleri de, pulları da olsundu. Yalnız ince boynunun üzerindeki kafası, sarkık kulakları, sıyrıklarla dolu burnu değişmesindi. Gözleri de değişmesindi ama pek de oldukları gibi kalmasındı, biraz balık gözünü andırsındı.”73

Dedesinin yaptığı gölcükte hemen balığa dönüşmeyi hedefleyen çocuk, dedesine ve komşularına veda edip balık şeklinde yüzerek Issık-Göl’e ulaşmayı hayal eder. Isık-Göl çocuğun yitik cenneti olan babasına, mahrum kaldığı aile saadeti ya da yuvaya kavuşturacak araç olduğu kadar, ilk ve en güvenilir yuvası ana rahmiyle de özdeşleşir. Beyaz Gemi de kurtuluş gemisi ya da huzura açılacak yelkendir. Beyaz Gemi’ye vardığında ona “Merhaba beyaz gemi, ben geldim, ben!”, “Her zaman yolunu gözleyen, sana dürbünle bakan ben idim!” şeklinde hitap etmeyi umut/hayal eden çocuk özne, babasıyla karşılaşma anında aralarında geçmesi olası diyaloglara ilişkin de tahminler yürütür, hayaller kurar:

Selam baba! Ben senin oğlunum, seni görmeye geldim!” -“Sen nasıl benim oğlum olursun, yarı insan, yarı balıksın!” -“Sen beni gemiye çıkar, senin oğlun oluveririm!” “Çok tuhaf! Pekala, gel de görelim!”.74

Babası ağ atarak kendisini sudan çıkartıp güverteye aldıktan sonra, kendisinin tekrar insana dönüşüp yeniden doğacağına inanır. Böylece yitik cennetine kavuşup ıstıraplarının sonlanmasını umut eder. Çocuk özne her ne kadar hayal âleminde güzel umutlarla yaşasa da hayal ile hakikatin çatışması olasılıkları üzerinde de durur. Örneğin babasıyla birlikte gemiden inip iskeleye yürüdüğünde babasının yeni eşi ve çocuklarının kendisini kabul etmemesi durumunda bütün umutlarının yıkılması ihtimalini düşünür. Çocuk özne tam bu endişesini gözünde canlandırırken Beyaz Gemi de görünmez olur, o gün için Beyaz Gemi masalı da son bulur. O günden sonra çocuk özne, Beyaz Gemi’yi ne yazık ki hiç göremeyecektir.

Kendisine Boynuzlu Maral Ana’nın kutsallığını anlatan dedesinin -baskı sonucu da olsa- Boynuzlu Maral Ana’yı elleriyle vurması sonrasında çocuk öznenin gözünde Maral Ana efsanesinin büyüsü bozulur. “Mümin Dede, kendisinin inandığı ve çocuğu da inandırdığı simgesel bir olguyu öldürmüştür;”75 Maral Ana’nın öldürülmesi “kutsal olanın katledilmesidir”.76 Çocuk özne için tek umut, balığa dönüşüp Beyaz Gemi’ye ulaşmaktır. Tüm değerleri ve umutları alt üst olan çocuk özne, yaşadığı dağların tamamen huzursuzluk mekânına dönüşmesi üzerine “Balık olarak kalsam daha iyi! Gideceğim buradan… Balık olmak istiyorum!”77 diyerek dedesinin evinden uzaklaşır. İnandığı değer, kendisinin en büyük kılavuzu tarafından yok edilen çocuk öznenin hayal/masal dünyasının büyüsü bozulur. Çocuk özne, olumlu niteliklerle donatılan, insancıl bir kişiliğe sahip, değerlerine bağlı Kulubeg’in gelmesine umut bağlasa da -tekrar hayal kırıklığı yaşamak istemediğinden olsa gerek- balık olup oradan uzaklaşmayı tercih eder. Olabildiğince hızla çaya yürüyen çocuk özne, çaya varır varmaz suya girer, akıntı onu alıp götürür. Romanın sondeyişi andıran kısmında anlatıcının şu ifadeleri oldukça çarpıcıdır:

(…) Hiçbir zaman balık olamayacağını biliyor muydun? Isık-Göl’e kadar yüzemeyeceğini, beyaz gemini göremeyeceğini ve ona ‘Selam Beyaz Gemi, ben geldim, ben!’ diyemeyeceğini biliyor muydun?

Çay boyunca yüzüp gittin çocuğum.”78

Anlatıcının da dikkat çektiği üzere, balığa dönüşemeyeceğinin, yitik cenneti babasına kavuşamayacağının çocuk özne de farkındadır. Dedesinin inşa ettiği gölcüğe girerek tanık olduğu olumsuzluklardan/kötücül eylemlerden kısa süreli uzaklaşma yaşayan çocuk özne, kendisini suya bırakıp ölerek dünyanın kirinden tamamen arınmış olur. O daha önce çevresinde olup biten olumsuzluklardan ve huzursuzluklardan kaçmak için hayal âlemine sığındığı gibi, Boynuzlu Maral Ana’nın vahşice katledilmesini kabullenemeyince, çocuk vicdanıyla tepkisini göstermiştir. Bu durumu anlatıcı şu şekilde ifade eder:

Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. (…) İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez.”79

Mümin Dede torununa Maral Ana efsanesini anlatarak ve onu etraftaki kötülüklerden koruyarak gelenekle gelecek arasında bağ kurmaya çalışır. Ama romanın sonunda çocuğun suda boğulması da gösterecektir ki çocuğun temsil ettiği neslin gelenekle (koparılan) bağları (yeniden) kurulmak istense de bu çok zordur. Çocuk öznenin hayal ettiği gibi önce bedensel olarak balığa dönüşüp sonra yine tüm uzuvlarıyla insan olma şeklinde bir yeniden doğuş yaşaması mümkün olmaz. Süreç “doğanın isteği” yönünde “ölüm ve yeniden doğuş”80 şeklinde olur.

Mitolojik anlatılarda ve psikanalitik yorumlarda her ne kadar su, anneyle ya da ana rahmiyle özdeşleştirilse de bu eserde çay ve Issık-Göl babaya götürmesi hedeflenen araç olarak dikkati çeker. Çocuğun suyun içinde boğularak ölmesi yitik cenneti olan ana rahmine kavuşma şeklinde de yorumlanmaya müsait olmakla birlikte, çocuk özne hep babayı arzulamakta, onunla birlikte yaşama isteği öne çıkmaktadır. Bu romanda su daha çok, yitik cennet ya da aile saadetinin sembolü olma yönüyle öne çıkmaktadır. Çocuk özne tüm inançları alt üst olduktan sonra her ne kadar yitik cennetine/babasına kavuşamayacağının farkında olsa da onun körpe zihninde yine de bir umut taşıması yüksek ihtimaldir. Başının insan olarak kalıp bedeninin balık şekline dönüşmesini arzulaması, zekâ/akıl olarak insani özellikleri korumak istemesiyle ilintilidir. İnsani nitelik/özelliklerle Issık-Göl’ü aşmasının, Beyaz Gemi’ye ulaşmasının mümkün olmadığının bilincinde olduğu için hayallerine kavuşmak için tek bir seçeneği vardır: balıklar gibi yüzme yeteneğine sahip olmak. O nedenle önce bedensel olarak balığa dönüşüp sonra yeniden her bakımdan insan olup yeniden doğuşu arzular. Ne yazık ki eserin sonunda hayal ile hakikatin çatışması sonucu hakikat hayale baskın gelir, çocuk özne trajik biçimde ölür.

Kaynakça

Aytmatov, Cengiz, Beyaz Gemi, Çev. Refik Özdek, Ötüken Yayınları, İstanbul 1999.

Bachelard, Gaston, Su ve Düşler maddenin imgelemi üzerine deneme, Çev. Olcay Kunal, YKY, İstanbul 2006.

Emeksiz, Abdulkadir, “İstanbul Folkloru”, Karaların ve Denizlerin Sultanı İstanbul, C. II, haz. Filiz Özdem, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 255-283.

Fromm, Erich, Rüyalar Masallar Mitler Sembol Dilinin Çözümlenmesi, Çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Say Yayınları, İstanbul 2014.

Jung, Carl Gustav, Dört Arketip, Çev. Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayınları, İstanbul 2003.

Hançerlioğlu, Orhan, İnanç Sözlüğü (Dinler-Mezhepler-Tarikatler-Efsaneler), Remzi Kitabevi, İstanbul 1975.

Kaşkaoğlu, Özlem, “Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi Romanında Halk Edebiyatı Motifleri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, S. 6/2, 2019, s. 1008-1016.

Ögel, Bahattin, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar), C. 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1993.

Özher, Sema, “Beyaz Gemi Adlı Romanda Yüce Birey Arketipi”, Bilig, S. 37, Bahar 2006, s. 81-90. Öztürk, Özhan, Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yayınevi, Ankara 2009.

Şahin, İbrahim, “Beyaz Gemi: Simgenin Ölümü”, Uluslararası Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri 4./Cengiz Aytmatov, s. 200.;

https://www.academia.edu/37008262/Beyaz_Gemi_Simgenin_%C3%96l%C3%BCm%C3%-BC.05.10.2020.

Şahin, Veysel, “Aytmatov’un Beyaz Gemi Romanında Ötelerin Çağrısı ve Kaçış”, Cengiz Aymatov, Ed. Ramazan Korkmaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009, s. 283-291.

Ebedî Olanın Sözcüsü Olan Yazar: Cengiz Aytmatov

SALİM ÇONOĞLU81

Giriş

Peyami Safa, edebiyat eserinin asıl öneminin tarihîlikten mi yoksa ebedîlikten mi kaynaklandığını tartıştığı bir köşe yazısında, gerçek sanatçının ebedînin sözcüsü olduğunu vurguladıktan sonra şu tespiti yapar:

“Eski eserlerin, devirlerini ifade etmek bakımından, tarihî bir değerleri olduğuna şüphe yoktur. Fakat onlar sadece kültür tarihinin bir vesikasından ibaret değildirler. Öyle olsaydı onları edebiyat tarihçilerinden başka kimse okumazdı. Yüzlerce yıl evvele dair şiirleri bugün edebiyat tarihçisi olmayanların da ezberlemiş olmaları, bu eserlerin tarihî değerlerini sonsuz bir geleceğe doğru aşan, “her dem taze” güzellikler taşımalarındandır.” 82

1...34567...11
bannerbanner