Читать книгу Devlet ( Платон) онлайн бесплатно на Bookz (8-ая страница книги)
bannerbanner
Devlet
Devlet
Оценить:
Devlet

3

Полная версия:

Devlet

Soyut kavramların varlıklarını kabul edersin; adalet, güzellik, iyi, kötü gibi tekken ayrı, sayısız kombinasyonlarında çok görünen kavramlar. Bu gerçekleri fark edenler filozoflardır. Öte yandan diğer kısım sesleri duyar, renkleri görür ve onların sanattaki kullanımlarını anlar ama mutlak adalet, güzellik ya da doğrunun gerçek veya uyanık görüntüsüne varamaz. Onlarda bilginin ışığı değil fikri vardır ve gördükleri şey hayalden başka bir şey değildir. Peki bize son kızacağını düşündüğümüz kişiyi zihnindeki bozukluğu ortaya çıkarmadan sakinleştirebilir miyiz? Bunu söylediğimizi düşün; bilgisi varsa bunu duymaya seviniriz ama bilginin bir şey olması gerekir, cahilliğin bir şey olmadığı gibi. Ve hem olan hem olmayan üçüncü bir şey daha vardır ve sadece bir fikir meselesidir. Fikir ve bilgi, öyleyse farklı amaçları olduğuna göre farklı becerilere sahip olmalıdır. Becerilerden kastettiğim şey yalnızca amaçlar yoluyla ayırt edilebilen, görülmeyen ve ayırt edilemeyen güçlerdir. Çünkü biri hataya eğilimli ama diğeri şaşmaz ve bütün becerilerimiz içinde en büyüğüdür. Eğer olmak, bilginin ve olmamak da cahilliğin amacı ise bunlar iki uçtur ve fikir de bunların arasında bir yerdedir; birinden daha koyu, diğerinden daha açık olduğu söylenebilir. Bu nötr ya da tesadüfi mesele aynı zamanda hem öyledir hem değildir ve hem var olmakta hem olmamakta payı vardır. Şimdi, soyut güzelliği ve adaleti reddedip birçok güzel ve adili kabul eden iyi dostuma, gördüğü her şeyin bir açıdan farklı olup olmadığını sormak isterim; güzel çirkin, dindar kâfir, insaflı adaletsiz? Çift olan aynı zamanda yarım da değil midir ve ağır ile hafif, birbirine geçen göreceli kelimeler değil midir? Bir şey hem öyledir hem değildir, eski bilmecedeki gibi. “Bir adam ve bir adam olmayan, bir kuşu ve kuş olmayanı bir taşla ve taş olmayanla vurdu ve vurmadı.” Zihin iki seçeneğin birine sabitlenemez ve bu iki anlamlı, orta derece, hatalı, yarı aydınlık ve olmak ile olmamak arasındaki bölgede nizamsız bir hareketi olan şeyler, asıl fikir meselesidir çünkü değişmez şeyler asıl bilgi meselesidir. Ve yalnızca hisler dünyasında kendini alçaltan ve yalnızca bu belirsiz algıya sahip olan kimse bir filozof değil yalnızca düşünceyi seven biridir.

Beşinci kitap, Devlet’in yeni bir başlangıcıdır çünkü mal mülk ve aile ortaklığı ilk olarak sürdürülüyordu ve filozofların krallığına geçiş yapılıyordu. Bunların ikisinden dolayı Platon, tavrından sonra, dördüncü kitaptan önce Glaukon ve Adeimantos’un kulağına düşmesi beklendiği için okuyucunun zihninde anlaşılmamış kalan bazı şans kelimeleri hazırlıyordu. Devlet’in bu kitabının, Morgenstern’in tanımladığı kelimeyle “paradoks”ları başka bir yer için saklanacak. Biçim üzerine bazı görüşler ve güçlüklerin açıklamaları kısaca eklenebilir.

Önce, kitap için bir tür şema veya plan işlevi gören dalgaların görüntüsü vardır. İlk dalga, ikinci dalga, üçüncü ve büyük bir şiddetle gelen dalga, onların kükremelerini duyuyoruz. Platon’un tekliflerinin aşırılıkları hakkında söylenebilecek her şey zaten kendisi tarafından önceden tahmin edilmiştir. Hiçbir şey şu muhteşem metni sunarkenki duraklamasından daha hayranlık uyandırıcı değildir: “Krallar filozof olana kadar” vb. ya da Glaukon yeni doğrunun insan ırkı tarafından ne biçimde anlaşılacağını tarif ederken haşmetliden gülünç olana tepki.

Komünist planda bazı kusurlar ve güçlükler fark edilebilir. Komünizmin alt sınıflara uygulanması hakkında hiçbir şey söylenmediği gibi yasaklanmış dereceler tablosu da yapılmadı. Evlilik festivalinde doğmuş çocuklardan birinin bir başka festivalde kendi kardeşlerinden biriyle, hatta kendi anne babasıyla bile evlenmesi muhtemeldir. Platon ensest birleşmelerden korkar ama aynı zamanda da şehrin her evlilik festivalinden sekiz dokuz ay sonra doğanların ailelerine bölünmesini de istemez. Eğer böyle hayaller cidden tartışmaya değer olsaydı, eski akrabalıklar bitirilirken yorumumuzu yapardık. Yeni kurulan akrabalık hiçbir doğal ya da mantıklı prensibe değil, yalnızca çocukların aynı yıl ve ayda doğması rastlantısına dayanıyor. Ayrıca grupların en adil ile en iyiyi bir araya getirmek için meclis tarafından nasıl çalıştırıldığını açıklamıyor. Beş ve yirmi yaşı betimlemek için kullanılan tek ifade de belki başka bir şairden alınmıştır.

Filozofun tarifinde, felsefenin doğasının betimleri aşktan türetilmiş ve Glaukon’un endişelerine, yani Yunan zevk adamı, modern damak tadı ve hislerinden daha uygundur. Kısmen alaycıdırlar ama aynı zamanda bir parça doğru da vardır. Bu bilim bir bütündür, ilkesi hem tümevarımcı hem de metafizik felsefesinin ana prensibi olarak kalır ve bilgiye duyulan sevgi, eski zamanlarda olduğu gibi günümüzde de filozofun özelliğidir.

Beşinci kitabın sonunda Platon, günümüz dünyasında ahlak ve teolojide büyük etkisi olmuş ve felsefe tarihinde ilk kez burada vuku bulan, rastlantısal meselenin hayal mahsulünü tanıtır. Bir konuda bilginin derecelerinin amaçla hiçbir şekilde örtüşen bir parçası olmadığını belirtmedi. Ona göre bir kelime bir ideaya karşılık gelmeliydi ve hiçbir şey hakkında olmayan fikri düşünemezdi. Karşılaştırmanın etkisi onu “paraleller” ve “eşlenikler” üretmeye, olaylara tepeden bakmaya itmiştir. İlk düşünürlerin zihinlerine göre “olmama” fikri karanlık ve gizemliydi. Bütün bilgiyi yıkmakla tehdit eden bu hayaletin aslında sadece mantıksal bir karar olduğunu görmüyorlardı. Dilin rastlantısal kullanımında iki tamamen farklı fikrin bir araya geldiği yaygın kelime de bir başka karışıklık kaynağıydı. Böylece Platon’un (Yunan) anlam belirsizliği ile ilk insan düşüncesine düzen getirme denemesi, algı ile fikri birbirine karıştırmış ve grup olmayı akraba olmaktan ayırmada başarısız olmuş görünmektedir. Thaetetus’ta bu güçlüklerin ilki çözülmeye başlar; Sofist’te ikincisi ve başka sebeplere ek olarak bu yüzden, o iki diyaloğun da Devlet’ten sonra geldiği kabul edilmektedir.

ALTINCI KİTAP

Birçoğunun gerçek olanla ilgili bilgisi olmadığına, zihinlerinde net bir adalet, güzellik ve doğru modeli olmadığına ve bu modellerin filozoflarda olduğuna karar verdikten sonra artık devletimizi onların mı yoksa birçoğunun mu yönetmesi gerektiğini sormalıyız. İyi de bir yöneticide olması gereken diğer özellikler de bulunuyorsa filozofların seçilmesi gerektiğinden kim şüphe duyabilir ki? Çünkü onlar ebedî olan ve bütün gerçeklerin bilgisine âşıklardır. Yalancılıktan nefret ederler. En adi arzuları bile bilginin çıkarlarına odaklanmıştır. Onlar bütün zaman ve varoluşun seyircileridir, onların izlemeye dalmalarının ihtişamında insan yaşamı hiçbir şey ifade etmez, ölüm de korku vermez. Ayrıca sosyal ve zarif bir yaradılıştandırlar, korkaklık ve kibirden eşit miktarda uzaktırlar. Kolayca öğrenir ve hatırlarlar. Uyum içinde ve iyi ayarlanmış bir zihinleri vardır. Hakikat, onlara doğal olarak akar. Tanrı’nın kendi kıskançlığı bu kadar iyi özelliğin birleşiminde bir kusur bulabilir mi?

Burada Adeimantos araya girer: “Hiç kimse sana cevap veremez, Sokrates. Ama herkes bilir ki bu, onların tartışmada noksanlıkları olmasından kaynaklanır. Söyleyecek bir şeyi kalmayana dek bir taraftan diğerine sürüklenir, tıpkı güçlü bir rakibin karşısında son hamleye kadar dara düşen yeteneksiz bir oyuncu gibi. Yine de her zaman haklı olabilir. Bu örnekte, felsefeyi hayat uğraşı yapan birinin kötü biriyse bir hilekâr, iyi biriyse bir budala olacağını bilebilir. Sen ne diyorsun?” Oldukça haklı olduğunu söylemeliyim. “Öyleyse filozofların krallar olması gerektiği ilkesiyle böyle bir kabul nasıl uzlaşabilir?”

Sana alegori uydurmada ne kadar hünersiz olduğumu da gösterecek kısa bir hikâyeyle cevap vereceğim. İyi insanla hükûmeti arasındaki bağ o kadar hususidir ki onları savunmak için kurgu dünyasından bir görüntü almalıyım. Bir gemi kaptanı hayal et; mürettebatın kalanından başı ve omuzları ile daha uzun fakat biraz sağır, kör ve denizcilik sanatından da biraz habersiz. Denizcilik hakkında bir şey bilmeseler ve bunun öğrenilemeyeceğini düşünseler de denizciler dümen tutmak istiyor. Eğer yönetim bunu reddederse kaptanın sıcak sütüne ilaç atar, elini ve ayağını bağlayıp geminin malını mülkünü alırlar. Başkaldırıya katılana iyi öncü denir. İyi öncünün rüzgârları ve yıldızları gözlemlemesi, hoşuna gitse de gitmese de onlarda ustalaşması gerektiğini bilmezler. Böyle birine onlar, ahmak, geveze veya amatör gök bilimci diyebilirler. Bu, niçin filozofun böyle kötü adlandırıldığını soran beyefendilere anlatmanı ve onun değil, onu kullanmayacak kimselerin bu faydasızlık için suçlu olduklarını açıklamanı isteyeceğim kısa hikâyem. Filozof, insanlardan onların yöneticisi olmayı istememelidir. Atasözünün dediği gibi bilge adam zenginin peşinden gitmemelidir ama zengin veya fakir herhangi biri ihtiyaç duyduğunda doktorun kapısını çalmalıdır. Burada öncü, filozoftur. Hikâyede amatör gök bilimci diyorlardı. İsyankâr denizciler de siyasetçilerin filozofu işe yaramaz gösteren ayaktakımıdır. Bunlar elbette felsefenin en büyük düşmanları değildir. Kendi açıklama yapan oğulları dünyada bozulduğu zaman daha çok kepaze olmuştur. Filozofun asıl görüntüsünü hatırlatmama gerek var mı? Gerçeği sevdiğini, yalandan nefret ettiğini, fenomen çokluğunda rahat edemeyeceğini ama kendi doğasında mutlak olanı tasarlamaya sempati ile sürüklendiğini biraz önce söylemedik mi? Liderleri olan gerçek gibi bütün erdemler onun ruhunda ikamet yeri edinmişlerdir. Fakat gözlemlediğiniz üzere, rotamızı gerçekliğe döndürdüğümüzde bu şekilde tanımlanmış kimselerin, küçük ve işe yaramaz kısmı hariç, tam anlamıyla hilekâr olduğunu görürüz.

Göz önünde tutulması gereken nokta, doğadaki bu bozulmanın kökenidir. Herkes filozofun, bizim tanımımızda, nadir bir varlık olduğunu kabul edecektir. Fakat bu nadir varlıkları mahvetmek için ne kadar sayısız neden vardır! Kötü bir şeye sebep olmayacak iyi bir şey yoktur; sağlık, servet, güç, rütbe ve erdemlerin kendileri, olumsuz durumlara sokulduğunda aynı sonu yaşayabilir. Çünkü hayvanlar ve bitkiler dünyasında en güçlü tohumlar iyi hava ve toprağın eşliğine ihtiyaç duyar. Bu yüzden insanların en iyi özellikleri, uygunsuz bir toprakta en kötüye dönüşür. Oysaki zayıf özellikler kayda değer bir zarar ya da iyilik yapmazlar. Onlar büyük kahramanlar ya da suçluların ana maddesi değillerdir. Filozof da aynı kıyasa uyar; insanlığın ya en iyisidir ya en kötüsüdür. Bazı kimseler Sofistlerin gençleri yoldan çıkardıklarını söylerler fakat bu, her yerdeki yani bu insanların arasındaki, meclisteki, mahkemelerdeki, ordugâhtaki, etraftaki dağlardan yankılanan tiyatro alkışlarındaki Sofistler için genel görüş müdür? Genç bir adamın kalbi bu uyumsuz seslerin arasına atlamaz mı? Hiçbir eğitim onu, sağanağın sürükleyip götürmesinden kurtarmaz mı? Bunların hiçbiri olmaz. Çünkü fikre uymazsa tatlı bir sürgün ya da ölüm baskısı gelir. Bu eşitsiz çekişmeden rakip Sofistlerin ya da diğerlerinin hangi prensibi galip çıkabilir? İnsandan daha fazla karakter çıkabilir ki bunlar da istisnalardır. Tanrı bir insanı kurtarabilir ama kendi gücünü kurtaramaz. Dahası, bu parayla tutulmuş Sofistin yalnızca dünyaya onun kendi görüşlerini geri verdiğini göz önüne almanızı isterim. O, ona nasıl yalakalık yapacağını veya öfkelendireceğini bildiği canavarın bekçisidir ve onun anlaşılmaz hırıltılarının anlamlarını gözlemler. İyi olan onu mutlu edendir, kötü de sevmediği şeylerdir. Gerçek ve güzellik yalnızca canavarın tadına bakmasıyla belirlenir. Sanatta da ahlakta da Sofistin bilgeliği ve gerçeği sınayan görüşleriyle halkın koşulları işte böyledir. Onaylanan şeyleri yaparken ve olurken onların üstüne bir lanet çöker ve ilk prensiplere giriştiklerinde başarısızlık gülünç olur. Bütün bunları düşünün ve kendinize dünyanın tek bir fikrin birliğine mi fenomenlerin çokluğuna mı inanacağını sorun. Bir fikre inanmayan bir dünyada filozof olamaz ve bu yüzden filozoflara eziyet çektiren birileri olur. Başka bir kötülük de vardır: Dünya, ona doğuştan verilen özellikleri kaybetmek istemez ve bu yüzden gençleri (Alkibiadis) kapasiteleriyle ilgili muhteşem fikirlerle göklere çıkarırlar. Uzun boylu, terbiyeli gençler kabarmaya başlar ve krallıklar ile imparatorlukların hayalini kurarlar. Eğer bu durumda birisi ona “Tanrı yardımcın olsun! Çok büyük bir ahmaksın.”12 cümlesini ve eğitilmesi gerektiğini fısıldarsa sence dinler mi? Ya da felsefeye bağlı daha iyi türden bir adamı ele alalım, onu mahvetmek için üstün çaba göstermez mi? Zenginlere olan sevgiden az olmayan bilgi sevgisinin onu başka yöne çekebileceğini söylemekte haklı değil miyiz? Bu sınıfın insanları (Critias) genelde siyasetçi olurlar. Devletlerdeki büyük hasarın sahibidirler ve bazen büyük faydanın. Bu yüzden felsefe doğal koruyucuları tarafından yalnız bırakılmıştır ve diğerleri içeri girip onu kepaze eder. Küçük adi zihinler o yerin açık olduğunu görürler ve sanatların hapishanesinden felsefenin tapınağına akın ederler. Vücudu gibi kaba bir ruha sahip olan akıllı bir tamirci, felsefenin talibi olursa kademe atlayacağını sanar. Çünkü felsefe, yenik durumdayken bile, kendine has bir itibara sahiptir ve o adam, küçük kel bir demirci çırağı gibi, biraz para kazandığında ve mahpusluktan çıktığında yıkanır, damat gibi giyinir ve efendisinin kızıyla evlenir. Bu evliliklerdeki sorun nedir? Onlar değersiz, alçak, hakikat ve nitelikten yoksun olmazlar mı? “Olurlar.” Öyleyse küçük bir kısım gerçek filozofların kalıntısıdır. Küçük devletlerin vatandaşları olup siyasetçilerin düşünmeye değer bulmadığı veya Theages’in hastalıklı dizginiyle alıkonan; benim harikulade durumumda, belirti neredeyse bahsetmeye değmeyecek kadar eşsiz ve nadirdir. Ve bu birkaçı, felsefenin zevklerinin tadını alınca ve aslında insan hayatı olan vahşi hayvanların yerleri ile hırsızların mağaralarına bakınca bir duvarın altına sığınıp fırtınadan saklanacak ve kendi masumiyetlerini korumaya çalışıp barış içinde öleceklerdir. “Büyük bir iş de başarmış olacaklardır.” Büyük, evet ama en büyüğü değil çünkü insan sosyal bir varlıktır ve yalnızca ona en iyi uyan toplulukta, en yüksek derecede gelişebilir.

Felsefenin bu kadar kötü adlandırılmasının nedenlerinden yeterince bahsettik. Diğer bir soru, var olan devletlerin hangisinin ona uygun olduğudur. Hiçbiri. Günümüzde değişik bir toprakta yetişen egzotik bir tohum gibi yalnızca ona uygun olan devlette eşsiz büyümesi görülebilir. “Peki bu uygun devlet bizimki midir yoksa başka mıdır?” Bizimkisi biri hariç tüm noktalardan biridir ama bu belirsizdir. Devlette, yaşayan bir zihin veya parlamentere tanık olacak birine gerek olduğunu söylediğimizi hatırlayabilirsin. O kadar zor bir konuya girmeye korkmuştuk ve şimdi o soru yinelendi ve basitleşmedi: Felsefe nasıl güvenli şekilde çalışılabilir? Bu soruyu gün ışığına çıkaralım ve bu soruşturmayı bitirelim.

İlk olarak, hiçbir şeyin günümüz çalışma yönteminden daha kötü olamayacağını cesaretle söyleyebilirim. Kişiler genelde gençliklerinin başında ve işteki molalarda bir miktar felsefeyi ele alırlar ama asla gerçek güçlükte, diyalektikte, uzman olamazlar. Sonrasında nadiren de olsa felsefe derslerine giderler. Yıllar geçer, felsefenin Heraklitos’unki gibi olmayan güneşi, bir daha asla doğup yükselmez. Eğitimdeki bu sıra ters çevrilmelidir. Gençlikte jimnastikle başlamalı ve insan güçlendikçe jimnastiği ruhuna taşımalıdır. Faal yaşam bittiğinde felsefeye geri dönmelidir. “Sen ağırbaşlısın, Sokrates. Ama dünya sana karşı koyarken Thrasymakhos’un yaptığından fazla, seninle aynı şekilde ağırbaşlı olmayacak.” Thrasymakhos ile benim aramda tartışma çıkarma çünkü biz hiç düşman olmadık ve şimdi de yeterince iyi birer arkadaşız. Ona ve insanlığa sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak veya hiç olmazsa öbür yaşamda benzer tartışmalar yapabileceğimiz bir geleceğe hazırlanmak için elimden geleni yapmalıyım. “Öyleyse uzun bir zaman olacak.” Sonsuzlukla kıyaslandığında uzun sayılmaz. Birçoğu muhtemelen kuşkucu kalacak çünkü hep fikirlerin doğal birliğini değil sadece yapay yan yana duruşlarını, özgür ve cömert düşünceleri değil anlaşmazlık numaraları ile yasaların nüktelerini gördüler. Kusursuz bir devleti yöneten kusursuz bir adam, hatta tanımadıkları biri. Ve şunu görüyoruz ki filozofa gereken önem verilmedikçe ne devlette ne bireyde kusursuzluk ihtimali oluyor. Tabii burada kastettiğimiz filozoflar, hilekârlar değil bir görev yapmaya yaramayan kesimdir. Ya da kralların oğullarına gerçek felsefe sevgisi aşılanana kadar filozoflara iyi bakılmalıdır. Ne geçmişteki sonsuz zamanın içinde ne uzak bir diyarda tanımlanan gibi bir ideal var olmuştur ne de sonrasında olacaktır. Biz azimle, böyle bir devletin var olmuş olduğunu, şu an var olduğunu ve ileride de olacağını, felsefenin ilham perisi hüküm sürdükçe savunacağız. Dünyanın farklı bir fikri olduğunu mu söyleyeceksin? Ah, arkadaşım, dünyaya hakaret etme! Nazikçe rica edildiğinde ve filozofun gerçek özellikleri öğretildiğinde yakında fikirlerini değiştirirler. Kendisini seven birinden kim nefret edebilir? Ya da içinde kıskançlık olmayan birini kim kıskanabilir? Yine düşün ki birçoğu gerçekten değil sahte filozoftan nefret ediyor, yani davet edilmeden içeri girmek isteyen ve zorlayan kimselerden. Ve yine bu çoğunluk, sürekli prensiplerden değil kişilerden bahsediyorlar ki bu da felsefenin ruhuna uygun değildir. Çünkü gerçek filozof dünyevi mücadeleleri küçük görür. Gözleri kendini (ve diğer insanları) ilahi görüntü biçimine soktuğu ebedî düzene sabitlenmiştir ve hem özel hem ortak erdemlerin yaratıcısıdır. İnsan ırkı devletin mutluluğunun yalnızca bu resimde bulunabileceğini gördüğünde onu çizdiğimiz için bize kızar mı? “Kesinlikle hayır. Ama çizme süreci nasıl olacak?” Ressam bir tabula rasa bulana kadar hiçbir şey yapmayacak. Sonra, doğanın ilahi gerçeğine ve bundan türeyen insanlar arasındaki Tanrı benzerlerine sık sık bakış atarak onun üzerine devletin anayasasını kazıyacak. Bu iki unsuru birbirine katıp karıştırarak silip boyayacak ve sonunda insan ve ilahi olanın kusursuz bir uyumu ya da birleşimi ortaya çıkacak. Ama belki de dünya böyle bir sanatçının varlığından şüphe duyacaktır. Neyden şüphe edecekler? Filozofun bilgi sevgisi olup en iyiye benzer özellikleri olmasından mı? Ve eğer bunu kabul ederlerse bizimle hâlâ filozofları krallarımız yapma konusunda tartışacaklar mı? “Tartışmaya niyetleri azalacaktır.” Öyleyse yakıştıklarını varsayalım. Yine de bir insan kralın oğlunun filozof olması ihtimaline tereddütle bakabilir. Ve onların bozulmaya eğilimli olduklarını reddetmiyoruz ama yine de bu çağlar süren süreçte bir istisna olabilir ve bir tanesi yeterlidir. Eğer bir kralın oğullarından biri filozof olsaydı ve itaatkâr vatandaşları olsaydı, ideal politikayı hayata geçirebilirdi. Böylece yasalarımızın en iyi olmadığını ama zor olsa da mümkün olabileceği sonucunu çıkarıyoruz.

Kadınlar ve çocuklarla ilgili sıkıntılı soruları yanıtlamaktan kaçarak hiçbir şey elde etmedim. Şimdi daha bilge davranacağım ve bir başka sorunun köküne inmemiz gerektiğini kabul edeceğim: Yöneticilerimizin eğitimi nasıl olacak? Ülkelerini sevdiklerine ve zevk ile acı ateşinde sınanmaları gerektiğine zaten karar vermiştik. Lekesiz şekilde çıkanlar ve ilkelerinde sağlam duranlar hem bu hayatta hem ölümden sonra onur ve ödülleri alacaklardı. Fakat şu noktada, tartışma bir peçe taktı ve başka bir yola saptı. Şu an riske girdiğim, yöneticilerimizin filozoflar olması gerektiği iddiasını yapmaya tereddüt etmiştim. Filozofta bir araya gelen bütün çelişkili unsurları hatırlıyorsunuz, bunların hepsini tek insanda bulmak ne zor! Zekâ ve azim genelde metanetle bir arada olmuyor, duygusuz ve korkusuz tabiat zihinsel çabanın karşıtıdır. Yine de bu karşıt unsurların hepsi gereklidir ve bu yüzden, önceden söylediğimiz gibi aday tehlikeler ve hazlarda sınanmalıdır, aynı zamanda bilginin en yüksek dallarında da sınanmalıdır. Hatırlayacaksınız, erdemlerden bahsederken gün yüzüne çıkarılmaması tercih edilen uzun bir yoldan bahsedilmişti. “Yeterli miktarda söz söylenmişti.” Yeterliydi arkadaşım ama bir şey eksik kalıyorsa yeten nedir? Bütün insanlar arasında yönetici, doğruyu arayışında bitkin düşmemelidir. Uzun yolu seçmeye hazır olmalıdır yoksa dört erdemin de yukarısında olan yüksek bölgeye asla ulaşamaz ve erdemlerin sadece ana hatlarını değil net ve belirgin bir görüşünü de almalıdır. (Ne gariptir ki ıvır zıvır hakkında bu kadar kesin konuşurken en yüksek gerçekler hakkında bu kadar umursamazız!) “En yukarıdakiler nelerdir?” Hakkında çok az bilgimiz olan ve bir insan elde edince hiç kârının olmadığı iyi düşüncesi hakkında benim konuştuğumu sık sık duymuşken bilinçsizlik rolü yapıyorsun! Bazıları iyinin bilgelik olduğunu düşünüyor ama bir daire içeriyor; iyi olan, derler, bilgeliktir. Bilgeliğin de iyiyle bir ilgisi vardır. Diğerlerine göre iyi olan hazdır ama sonra iyinin kötü olduğu saçmalığı ortaya çıkıyor çünkü iyi hazlar olduğu gibi kötüleri de vardır. Yine, iyinin gerçekliği olmalı: Bir insan erdemli görünmeyi arzulayabilir ama iyi görünmeyi arzulamaz. Öyleyse yöneticilerimiz bu, her insanın içine doğan ve onsuz hiç kimsenin hiçbir şey hakkında gerçek bilgiye ulaşamayacağı ulu prensibimizden bihaber mi olmalılar? “Ama Sokrates, bu ulu prensip nedir; bilgi mi, haz mı, ne? Can sıkıcı olduğumu düşünebilirsin ama diyorum ki kendi ilkelerini söylemek yerine hep başkalarınınkini tekrarlamaya hakkın yok.” Neyi bilmediğimi söyleyebilir miyim? “Bir fikir sunabilirsin.” O zaman fikirdeki düşüncesizlik ve çarpıklık, bilimin ışığı ve kesinliğini almak varken seni memnun edecek mi? “Ölçülülük ve adaletin tanımını zaten verdiğin için sadece iyinin bir tanımını vermeni isteyeceğim.” Keşke yapabilseydim ama şu anki ruh hâlimle iyinin bilgisinin olduğu yere erişemiyorum. Anne babaya ya da yöneticiye seni tanıtamam ama ana para faizi ile kıyaslayabileceğim, onların suretinde doğmuş bir çocuğa tanıtabilirim. (Hesabı kontrol et ve sana yanlış bir borç beyanı vermeme izin verme.) Birçok güzel ile bir güzel arasındaki, özel ve evrensel arasındaki, görüş nesnesi ile düşünce nesnesi arasındaki eski ayrımımızı hatırlıyor musun? Hiç görüş nesnelerinin bir görüş becerisi ima ettiğini, ki duyularımız arasında en karışık ve en değerli olandır -ve yalnızca duyusal nesneleri değil bir de bir araca ihtiyaç duyduğunu- ki o araç da ışıktır ve onsuz görüş renkleri ayırt edemez ve her şey bir boşluk olur. Çünkü ışık, algılama becerisi ile algılanan şey arasındaki asil bağdır ve bize gün gözü veren güneş ışığını veren Tanrı, insan gözüyle karıştırılmamalıdır. Bu gün gözü ya da güneş, iyinin çocuğu dediğim şeylerdir ve görünen dünya için, fikir adamına göre iyi neyse o anlama gelmektedir. Güneş parladığında göz görür ve gerçeğin olduğu düşün dünyasında görüş ve ışık vardır. Akıllı yaradılışların güneşi, iyi ideasıdır, bilgi ve doğrunun sebebidir fakat onlardan farklı ve makuldür, aynı zamanda ışık için güneş ne ise onlarla aynı bağı vardır. Ey güzelliğin, bilginin ve doğrunun üstündeki akılalmaz zirvesi! (“Kesinlikle zevki kastedemezsin.” dedi. “Huzur.” diye yanıtladım.) Bu iyi düşüncesi, güneş gibi, büyüme sebebidir ve yazar sadece bilginin değil varlığın da itibar ve gücünden daha uzaktır. Bu insandan çok düşüncenin ulaşabileceği yerdir ama dua et ve görüntüye devam et çünkü bunun arkasında daha fazlasının olduğundan şüpheleniyorum. Evet var, dedim ve iki güneşimizi veya prensibimizi aklında tutarak onların yerini tutan dünyalarını düşün; biri görülebilir, diğeri anlaşılır. Bir çizgi resminin altında iki eşit parçaya bölünmüş ayrılığı tasvir ederek merakınıza yardım edebilirsiniz ve her parçayı, her bölümdeki bilgiyi temsil eden iki küçük parçaya daha bölebilirsiniz. Alttakinin alt ya da görünen kısmı gölgeler ve yansımalardan oluşur, üst ve daha küçük kısmı doğa veya sanat dünyasındaki gerçek nesnelerden oluşur. Anlaşılır olanın katmanında da iki bölünme söz konusudur: Biri matematiğin, içinde hiç yükselen olmayıp sadece alçalan olan, öncüllere sorma değil yalnızca çıkarımda bulunmanın olduğu bölünme. Bu bölünmede, zihin, onların gerçeğinin yalnızca zihinle görülmesi ve analiz edilmeden hipotez olarak kullanılmalarına rağmen gölgelerden değil nesnelerden alınmış görüntüler olan şekiller ve sayılarla çalışır. Oysaki diğer bölünmede mantık, hipotezleri bağladığı iyi düşüncesine yükselmedeki basamaklar ya da adımlar olarak kullanır. Ve sonra yine alçalır, yükselmesinde de alçalmasında da düşünceler bölgesinde emin adımlarla yürür ve sonunda onlarda dinlenir. “Kısmen anladım.” diye yanıtladı. “Demek istediğin, bilimsel fikirlerin varsayımsal olanlara, geometrinin ve adı her ne ise diğer sanatlar ve bilimlerin mecazi anlayışlarına üstün olduğunu demek istiyorsun. İkinci anlayışları saf zekânın konusu yapmayı reddediyorsun çünkü onların ilk prensipleri yok. İlk prensipte dururken bir üst katmana gerçerler.” Beni çok iyi anlıyorsun, dedim. Ve şimdi bilginin dört parçasına denk gelen dört beceri belirleyebilirsin: Saf zekâ ilkine, etkin zekâ ikinciye, üçüncüye inanç, dördüncüye de gölge algısı ve bazı becerilerin netlikleri, alakalı oldukları nesnelerin gerçeklikleriyle aynı ölçüde olacaktır.

bannerbanner