Полная версия:
Devlet
Öyleyse şimdi şu soru geliyor: Yöneticilerimizi nasıl yaratmalıyız? Karanlıktan aydınlığa çıkan yol nedir? Bu değişim felsefe ile gerçekleşir. Bir istiridye kabuğunun ters dönmesi değil bir ruhun geceden gündüze, dönüşmekten olmaya olan dönüşümüdür. Nasıl bir eğitim ruhu yukarıya taşır? Önceki eğitimimizde iki branş vardı; vücutla ilgilenen jimnastik ve zihin ile edebiyata doğal bir ahenk aşılayan kardeş sanat, müzik. Fakat bu bilimlerin ikisi de bize istediğimiz şeyi vadetmez. Bize bu, sanatların ve bilimlerin katıldıkları evrensel ve ilkel bilimden başka bir şey kalmaz, sayılar ve hesaplamalardan bahsediyorum. “Çok doğru.” Savaş sanatı da dâhil midir? “Evet, kesinlikle.” Öyleyse tragedyada gelip sayıyı icat ettiğini söyleyen, sıraları sayan ve onları sıraya koyan Palamedes ile ilgili gülünç bir şey vardır. Çünkü eğer Agamemnon adımlarını sayamasaydı (Sayılar olmadan zaten nasıl yapardı?) oldukça bayağı bir komutan olurdu. Sayı sayamayan hiç kimse asker olmamalı ve ona güç bela adam denir. Son ifademde ne demek istediğimi açıklayayım: Mantığa uygun şeyler iki türdür; biri aklı davet eder ve uyarırken diğerinde zihin zorlanmadan kendi kabul etmektedir. Şimdi, uyaran türde karşıtlık ve ilişki ortaya atan şeyler vardır. Örneğin, üç parmağımı yukarı kaldırdığımı düşünün; işaret parmağı, orta parmak ve serçe parmak. Görüş otomatik olarak bu üç parmağı fark eder ama sayılar olmadan onları daha fazla ayırt edemez. Ya da yine, biri büyük biri küçük olan iki şey olduğunu varsayın. Bunların büyüklük ve küçüklükleri duyu ile değil akıl yoluyla sağlanır. Ve bunların zıtlıklarının veya ilişkilerinin algısı, duyunun karmaşık imasıyla kafası karışan zihni harekete geçirir ve gösterilen şeylerin birden fazla olup olmadığını bulmak için bir numara kaynağı mevcuttur. Sayı, onların bir değil iki tane olduğu ve birbirinden ayırt edilmesi gerektiği yanıtını verir. Yine, görüş büyük ve küçüğü seyreder fakat yalnızca karışık bir kaos ile ve onlar ayırt edilene kadar onların ayrı ayrı özellikleri sorusu doğar. Bu durumda, görünen ile anlaşılabilenin ayrımını yapmaya itiliriz. Uyarıcıların akıllı kimseler için olduğunu söylediğimde bunu kastetmiştim. Algıda çıkan çelişkileri düşünüyordum. Birlik düşüncesi, örneğin, parmaklarda olduğu gibi, bir çokluk içermediği sürece düşünceyi uyandırmaz ama biri aynı zamanda diğerinin zıddı olduğunda, bu zıtlık derin düşünceye neden olur. Bunun bir örneği görüşün herhangi bir nesnesinden kaynaklanabilir. Sayının tüm sahip olduğunun aynı zamanda bir yükseltme etkisi de vardır. Zihni köpükten ve akıştan alıp daha küçük ordusu ve ticari kullanımı olan varlığın derin düşüncesine doğru kaldırır. Ticaret bizim için şart değildir ama yöneticimizin bir filozof olduğu kadar bir asker de olması gerektiği için askerî olan sürdürülebilir. Ve en üst amacımıza hiçbir bilim uyum sağlayamaz fakat bir esnafın değil bir filozofun ruhunda sürdürülmelidir. Görünen nesnelerle değil soyut gerçek ile ilgilidir çünkü sayılar, saf soyut düşüncelerdir. Gerçek aritmetikçi, biriminin bölme yapamamasını öfkeyle reddeder. Siz bölme yaptığınızda, o çarpma yaptığınızı iddia eder. “Onunki” kesirlerin malzemesi değildir ve onlarla değil ama değişmeyen ve kesin bir eşitlikle çözülebilir. Bu, onun çalışmasına tamamen düşünsel bir özellik katar… Şunu da unutmayalım ki aritmetiğin büyük, ince zekâyı sivriltme gücüne sahip hiçbir disiplin, ona denk ya da aptal bir insanı aynı derecede geliştiren bir genel beceri testine erişemez.
İkinci eğitim branşımız olan geometriye geçelim. Glaukon “Geometri bilgisi ile genel becerinin ikiye katlanabileceğini görüyorum.” dedi. Bu küçük bir meseledir, geometrinin kullanımı. Onu, zihni sadece bir nesle değil bütün varlığa bakmasına mecbur eder ve iyi ideasının derin düşüncesinde verilen yardım olarak görüyorum. Yine de bu çalışmaları devam ettirmenin güncel yöntemi, en kötü bir matematikçinin bile farkında olduğu gibi aşağılık ve gülünçtür. Yukarı doğru, genel varlığa değil aşağı doğru, sanatlara bakmak için yaratılmışlardır. Geometrici her zaman, sanki görüş eylemi varmış gibi karelere ayırmak, iki ucu birleştirmek ve yan yana koymaktan bahseder. Oysaki çalışmanın asıl amacı bilgidir. Ruhu yükseltmeli ve felsefe zihni yaratmalıdır. Düşmüş olanı kaldırmalı, savaş ve ordu taktiklerinin küçük kullanımlarından ve becerilerin geliştirilmesinden bahsetmemelidir.
Eğitime üçüncü bir branş daha ekleyelim mi; astronomi? Glaukon “Çok iyi. Cennetin bilgisi çiftçilik, denizcilik ve askeriye için bir kere de olsa gereklidir.” diye yanıtladı. Dünya ile arkadaşlık kurması için her şeye yararlı sebepler bulmanı beğendim. İnsan ırkına eğitimin yalnızca bilgi için değil, bedensel gözden daha iyi olan ruh gözünü arındırmak için de faydalı olduğunu ispatlamak zordur. Çünkü onunla yalnızca hakikat görünür. Şimdi, insan ırkına genel olarak mı yoksa sadece filozofa mı başvuracaksın? Yoksa yalnızca kendine mi güvenmeyi tercih edersin? “Her insan kendisinin en iyi arkadaşıdır.” Öyleyse bir adım geri git çünkü biz arızalıyız. Ve ikinci olan düzlemden sonra katı maddeler olan üçüncü bir boyut ekle ve sonra hareket hâlinde katı hâle geçebilirsin. Fakat katı cisim geometrisi yaygın değildir ve devlette himayesi yoktur, onun kullanımı da tamamen tanınmaz. Güçlüğü büyüktür ve kendini çalışmaya adamış kişiler burnu havada ve sabırsızdırlar. Yine de kovalamanın albenisi insanları kazanır. Eğer hükûmet biraz yardım ederse büyük bir ilerleme kaydedilebilir. Glaukon “Çok doğru. Ama şimdi düzlem geometrisiyle başlayıp sonra katı cisim geometrisine geçtiğini, sonra da astronomiye, yani katı cisimlerin hareketine geçtiğini mi anlamalıyım?” Evet, dedim, telaşım bizi yalnızca aksattı.
“Çok iyi. Ve şimdi, senin kibirli gerginliğinde konuşmaya gönüllü olduğum astronomiye geçelim. Cennetin düşüncesinin ruhu yukarı taşıyacağını görmede kimse başarısız olamaz.” Öyleyse ben bir istisnayım. Günümüzde çalışıldığı şekliyle astronomi ruhu yukarı değil aşağı taşıyor gibi görünüyor. Yıldız gözlemi yalnızca tavana bakmaktan öte değil. Bir insan sırtüstü yere veya suya uzanıp yukarı ya da aşağı bakabilir. Bunda bir bilim yoktur. Benim bahsettiğim bilginin görüntüsü gözle değil zihinle görülür. Cennetin bütün ihtişamı değil ilahi gerçeğin bir kopyası yeterli olmaz ve varlıkların mutlak uyumları, hareketleri hakkında hiçbir şey öğretmez. Onların güzelliği Deadalus’un veya başka bir büyük sanatçının eliyle çizilmiş gibidir ve çizim için kullanılabilir ama hiçbir matematikçi onlardan gerçek eşitlik ve sayısal bağıntı elde etmeyi bekleyemez. Öyleyse maddenin kusurluluğunun her yerde rahatsız eden bir unsur olarak karşımıza çıktığı, gece ve gündüzün, aylar ve yılların, yörüngesindeki güneş ve yıldızların simetrisini bozan bu cennet haritalarına bakmak ne kadar gülünçtür. Astronomiyi yalnızca problemlerle bir bilimsel temele dayandırabiliriz. Cenneti yalnız bırakalım ve akıllı kimseyi ortaya koyalım.
Yine de Pitagorasçıların dediği gibi matematik diğer uygulamaları kabul eder ve biz de aynı fikirdeyiz. Ahenkli hareketin kardeşi olan bir bilim daha vardır. Astronomi göze, o da kulağa uyumludur ve başka uygulamaları da olabilir. Bilimlerin iyi ideasıyla olan ilişkileri gibi onlardan daha büyük bir amacımız olduğunu unutmadan Pitagorasçıları soruşturalım. Astronomiyi saran hata aynı zamanda harmonikleri de kaplar. Müzisyenler zihinlerinin yerine kulaklarını koyarlar. “Evet, onların kulaklarını komşularının yüzünün yanına koyduklarını görmek isterim. Bazıları ‘Bu yeni bir nota.’ derken diğerleri iki notanın aynı olduğunu bildiriyor.” “Evet.” dedim ama sen lir dizelerini büken ve onlara eziyet eden, dizelerin düzenleri hakkında tartışan şarlatanları kastediyorsun; ben ise neredeyse aynı miktarda hatalı olan Pitagorasçı harmonistleri kastediyorum. Çünkü onlar yalnızca duyulan sayıların uyumunu inceler ve duyulmayan, yalnızca problemlerde bulunan ve fikirlerinin bile olmadığı gerçek sayısal uyuma doğru yukarı çıkmazlar. “Bu sonuncusu, harikulade bir şey olmalı.” dedi. “Yalnızca iyi bir bakış açısıyla izlendiğinde faydalı olan bir şey.” diye yanıtladım.
Bütün bu bilimler zorlamanın başlangıcıdır ve birbirleriyle olan doğal ilişkileri ölçüsünde hesaba katıldıklarında kârlıdırlar. “Sanırım, Sokrates ama böyle bir çalışma sonsuz bir iş olur.” dedi Glaukon. Ne çalışmasından bahsediyorsun, başlangıç mı, ne? Çünkü bütün bu şeyler yalnızca başlangıçtır ve sen kesinlikle safi matematikçinin aynı zamanda bir diyalektikçi olduğunu zannetmiyor musun? “Kesinlikle hayır. Mantığı çalışan bir matematikçiyi bile zor gördüm.” Ve yine de Glaukon, gerçek mantık, düşünsel dünyanın müziği olan diyalektiğin ve bizim, duvardaki gölgeleri seyretmekten gölgeleri oluşturan resimlere vardığımızda görüş çabasıyla kıyasladığımız millî marşı değil midir? Öyle olsa bile duyudan uzaklaşan diyalektik beceri, iyi ideasının derin düşüncesindeki saf zekâya varır ve düşünsel dünyanın sonuna kadar asla dinlenmez. Mağaradan ışığa çıkan soylu yol ve güneşte gözlerin kırpışması, sadece bir resmin değil, gerçekliğin gölgelerini düşünmeye dönmesi süreci ve yeni görme becerisini matematiksel bilimler yardımıyla aşamalı olarak edinme, ruhun ideal varlık düşüncesine yükselmesidir.
“Buraya kadar seninle aynı fikirdeyim. Ama şimdi, girişi bırakıp millî marşa geçelim. Öyleyse diyalektiğin doğası ve oraya ulaştıran yollar nelerdir?” Sevgili Glaukon, beni burada takip edemezsin. Önceki bilimlerde disipline sokulmamış birine mutlak doğrunun sunulması mümkün değildir. Ama mutlak doğrunun bir bilimi olduğu ve uygulananlardan çok farklı olduğuna inanıyorum. Çünkü diğer bütün sanatlar ve bilimler insan ihtiyaçları, fikirleri ile ilgilidir. Matematiksel bilimler gerçek varlığın bir hayal veya hipotezidir ve asla kendi ilkelerini analiz etmezler. Yalnızca diyalektik, ruhun gözünü cehaletin barbar bataklığından yukarıdaki dünyanın ışığına, betimlediğimiz bilimlerin yardımıyla dönüştürerek ve ona yönlendirerek hipotezlerin üstündeki ilkelere yükselir. Bilimler, bir fikirden daha büyük ama bilimden daha az bir netlik gösteren ve bir önceki betimimizde anlayış dediğimiz başka bir ada gerek olsa da genelde böyle söyleniyor. Böylece dört tane adımız oluyor; iki tanesi akıllı insana, iki tanesi fikre: Mantık veya zihin, anlayış, inanç, gölgelerin uyum yaratan algısı -olmak; dönüşmek, akıllı kimse; fikir- ve bilim; inanç, anlayış; gölgelerin algısı. Diyalektik belki her yaradılışın varlığını veya özünü açıklayan, tanımlayan, iyiyi ayıran ve soyutlayan, iyi uğruna bütün rakipleriyle savaşmaya hazır bir bilim olarak tanımlanabilir. Diyalektikçi olmayan birine göre hayat uyuşuk bir rüyadır ve o uyanmadan önce bir sürü insan onun mezarındadır. İdeal devletinin gelecek yöneticilerinin zeki varlıklar olmasını mı yoksa direkler kadar salak olmasını mı tercih edersin? “Kesinlikle ikincisi değil.” Öyleyse onlara soru sormayı, cevaplamayı öğretecek ve bilimlerin saçak taşı olan diyalektikle eğitmelisin.
Diyebilirim ki yöneticilerimizin nasıl seçildiğini ve seçim aşamasının bir adım ileriye götürülmesi gerektiğini unutmuşsun. Önceki gibi daimi ve yürekli, hoş görünümlü ve asil davranışlı olmalılar ama şimdi eğitimin iyileştireceği doğal bir yetenekleri de olmalı. Bu demek oluyor ki çabuk öğrenen, zihinsel zahmete dayanıklı, kuvvetli hafızalı, sağlam, çalışkan, zihinsel becerilerle ahlaki becerileri birleştirebilen, kusurlu ve taraflı olmayan, bedensel egzersizlerde sapasağlam, zihinsel olanlarda uyuşuk ya da tam tersi olmayan; sahtelikten nefret eden ama bilinçsizce sürekli cahilliğin bataklığında debelenen yaralı bir ruh değil; alçak ya da çürük biri değil ama kolları bacakları güçlü ve zihnin büyük jimnastik denemelerine hazır durumda olmalı. Adalet bu tür kişilerde kolayca bulunabilir ve bu kişiler devletimizin kurtarıcısı olur. Başka türden öğrenciler felsefeyi yalnızca şu an olduğundan daha gülünç duruma sokarlar. Coşkum için bağışlayın, heyecanlanıyorum fakat onu ayaklar altına alınıp ezilmiş hâlde görünce onu bu rezil duruma sokanlara öfkeleniyorum. “Olman gerekenden daha heyecanlı olduğunu fark etmemiştim.” Ama öyle hissettim. Şimdi, öğrencilerimizin seçiminde başka bir hususu unutmayalım: Genç olmalılar, yaşlı değil. Çünkü Solon’un, yaşlı bir adamın sürekli öğrenebileceği sözü yanlış anlaşılmıştır. Gençlik öğrenme ve çalışma zamanıdır, zihnin, özgür ve narin olduğunu ve vücudun öyle olmadığını, ayrıca, kabul edilmeyecek kadar zor şartlarda çalışmaması gerektiğini unutmayalım. Öğrenme, ilk etapta doğal eğilimin keşfedildiği bir tür oyun olmalıdır. Savaşa hazırlanırken genç köpekler önce yalnızca kan tadı almalıdırlar fakat iki üç yıl boyunca yaşamı yalnızca uyku ve bedensel egzersize bölen gerekli beden eğitimi bittiğinde ruhun eğitimi ciddi bir mesele olur. Yirmili yaşlara gelindiğinde eğitimlerinde yeni bir dönem başlayacak olan, gelecek vadeden öğrenciler seçilmelidir. Şimdiye dek parçalar hâlinde öğrendikleri bilimler birbirleriyle ve gerçek varlık ile ilişkilendirilecektir çünkü bunları birleştirme kuvveti, kuramsal ve diyalektik becerinin sınavıdır. Ve sonrasında otuzlara gelinince duyular dünyasından çıkıp ideaların soyut dünyasına geçebileceklerini belirlemek için bir seçim daha yapılır. Fakat bu noktada, mevcut tecrübeyle değerlendirildiğinde, diyalektiğin birçok kötülüğün kaynağı olma tehlikesi vardır. Tehlike, benzer bir durumda gösterilebilir: Servet ve lüks içindeki bir toplulukta yetişmiş bir insan düşünün. Bir anda öz çocuk olmadığı bilgisini alıyor. O güne kadar tanınmış anne babasını hep onurlandırdı, diğerlerini, yağcıları umursamadı. Şimdi ise tersini yapıyor. İşte bir insanın prensiplerine bu olur. Evde öğrendiği ve üstünde anne baba hâkimiyeti kuran belirli öğretiler vardır. Şimdi onlara suç atıldığını öğrenir. Sıkıntılı bir kişi ona gelir ve “Adil ve iyi nedir?” diye sorar ya da erdemlerin kötü, kötülerin erdem olduğunu ispatlar ve zihni tedirgin olur. Bugüne kadar yaptığı gibi sevmeyi, onurlandırmayı ve onlara itaat etmeyi bırakır. Hazlarla dolu bir hayata ayartılır, kuralsız bir insan ve bir serseri olur. Böyle aferistlerin durumu çok acınasıdır ve otuz yaşındaki öğrencilerimizin bu acımaya ihtiyacı olmaması için genç insanların henüz çok erken felsefe ile uğraşmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü genç bir adam yalnızca bir görüşle oynayan bir tür köpektir ve her gün fikirlerini çözümleyip durur. Yakında hiçbir şeye inanmamaya başlar, kendinin ve felsefenin itibarını sarsar. Otuz yaşında bir adam bu yolda ilerlemez. Tartışır ve yalnızca karşı çıkmaz. Tutumunun ciddiyeti ile felsefeyi onurlandırır. Ruhun bu ikinci jimnastik eğitimine ne zaman izin vermeliyiz? Diyelim ki beden eğitimi için iki katı süre gereklidir. Otuzda, beş altı yıl ile başlanır ve on beş yıl boyunca öğrencinin mağaraya inmesine ve hayat tecrübesi kazanmasına izin verin. Ellide, nesnelerin sonuna dönsünler ve gözlerini iyi ideasına diksinler, bu düzenden sonra hayatlarını düzenlesinler. Gerekirse devletin dümenine geçsinler ve diğerlerini peşinden gelmeleri için eğitsinler. Zamanı geldiğinde kutsanmış adalara huzur içinde gidecektir. Kurbanlarla onurlandırılacaktır ve Pythia kâhininin onayladığı şekilde bir ibadeti kabul edecektir.
“Sen bir heykeltıraşsın Sokrates ve yöneticilerimiz için kusursuz bir resim çizdin.” Evet ve dadılarımız için çünkü kadınlar erkeklerle her şeyi paylaşacaklar. Ve sen de devletimizin sadece bir heves değil, dünyevi beyhudelikleri küçümseyip yalnızca adalete hizmet eden filozof-krallar yetiştiğinde gerçekleşebileceğini anlayacaksın. “Peki çalışmalarına nasıl başlayacaklar?” İlk adımları on yaşından büyükleri köylere gönderip kalanlarla devam etmek olacak…
Altıncı kitabın başında, Platon filozof ile dünyanın ilişkisine yaptığı açıklamayı önceden yaptı ve bunda, diğer bölümlerde olduğu gibi eğitimde öngördüğü düzeni izledi ve somuttan soyuta doğru ilerledi. Yedinci kitabın sonunda, mağaranın gerçek ışığa ve ateşe açılması ile bilginin bölünmesi görüşüne geri döner. Aynı anda karanlıktan aydınlığa çıkaran bir yol olarak gösterilen diyalektik sürece şöyle bir bakarak önceki konuşmada büyük bir düşünce çabasıyla ancak kazanılmış sonucu samimiyetle bir resimde sergiler. Gölgeler, görüntüler, güneş ve yıldızların sudaki yansımaları, yıldızlar ve güneşin kendisi ayrı ayrı önce, hayal gücü ve şiire; ikinci olarak duyular dünyasına; üçüncü olarak matematiksel bilimlerin donattığı duyuların soyut düşünceleri veya genel olgularına; dördüncü ve son olarak da yeni bir anlam ve güç türeyen birlik ideasında görüldüğündeki aynı soyut düşüncelere karşılık gelir. Gerçek diyalektik süreç, gerçek yıldızların derin düşünceleriyle başlar, önemsiz yansımalarıyla değil ve güneşin ya da iyi ideasının yalnızca ışığın değil sıcaklık ve büyümenin de kaynağı olarak fark edilmesiyle biter. Bilginin bölümlerine eğitimin aşamaları kısmen cevap verir: İlk olarak, şairlerin düşüncesinde ve devletin yasaları ile geleneklerinde çocukluk ve gençlik çağında başlayan bir ilk eğitim vardır. Daha sonra, savaşçı bir sporcu ve zihne hizmet eden biri olmak için verilen beden eğitimi; üçüncü olarak da bir müddetten sonra hayatın sonraki döneminde, matematikle başlayıp genellikle felsefe ile devam eden bir eğitim bunu takip eder.
Platon için felsefenin iki büyük amacı olduğu görünür: Öncelikle, soyut düşünceleri gerçekleştirmek; ikinci olarak onları birleştirmek. Ona göre, gerçek eğitim insanı “dönüşmek”ten “olma”ya ve bütün varlığın kapsamlı bir araştırması olmaya götüren şeydir. Duyular azalana ve yalnızca genel olgu kalana kadar insan, zihninde her şeyin içinde evrensel olanı görme becerisini geliştirmeyi arzular. Daha sonra ise, duyudan bağlantısı kesilen ve onların aralarındaki ilişkilerin dilin ortak kullanımından başka temeli olmadığını algılayamayan evrensel olguları birleştirmeye çalışır. Soyut düşüncelerin, Hegel’in dediğine göre, “sadece soyut düşünceler” olduğunu asla anlamaz. Bilgilerin düzenlenmesinde kullanıldığında faydalı olduklarını ama ondan ayrı veya herhangi bir hayalî iyi ideası ile ilgili olarak sürdürüldüğünde bilginin özetine hiçbir şey eklemediğini anlamaz. Yine de soyut düşünceler becerisinin uygulanması, gerçeklerden ayrı olarak zihni genişletmiş ve insan ırkının eğitiminde önemli bir rol oynamıştır. Platon, bu becerinin önemini takdir etmiş, sayı ve bağıntı çalışmalarıyla ona ivme kazandırılabileceğini görmüştür. İçinde karşıtlık veya oran olan her şey yansıma ile akıl çeler. Sadece duyuların etkisi hiçbir düşünce ya da zihin gücüne yol açmaz fakat fark edilir nesneler kıyaslanmayı ve ayırt edilmeyi hak ettiğinde felsefe başlar. Aritmetik bilimi ilk olarak bu ayrımları ortaya atar. Sıralamada sonra gelenler düz geometri ve katı cisimler geometrisinin bilimleridir, daha sonra ise bir branşı da astronomi ya da katmanların uyumu olan hareket eden katı cisimler gelir ki buna, seslerin uyumu olan kardeş bilim de eklenir. Platon aynı zamanda, kimyada ve doğa felsefesinde de kullandığımız, Pisagorcular, hatta Aristo’nun da ahlak ve siyasette kullandığı, aritmetik ve geometrik oranın ahlaktaki ayrımı, (V. Kitap) sayısal ve oransal eşitliğin siyasetteki ayrımı gibi aritmetik ve matematiksel oranların farklı uygulamalarını da üstü kapalı söyler.
Günümüz matematikçisi Platon’un saf matematiğin niteliklerine duyduğu sevinci kolaylıkla anlayabilir. Şunları onunla birlikte söylemeye gönülsüz değildir: Cenneti rahat bırakın ve sayılar ile şekillerin içindeki güzellikleri çalışın. Onların uygulamalarını sanata da düşürmeye meyilli olacaktır. Platon’un, içinde şekillerden vazgeçildiği bir geometri algısı olduğunu; böylece uzak ve karanlık bir şekilde genel bir analiz tarzıyla çalışan geometrik problemlerin ihtimalini öngörüyor gibi göründüğünü gözlemleyecektir. Hay Allah! Platon döneminde devletin yardımıyla teşvik edilmeyen katı cisimler geometrisinin tersten durumunu ilgiyle belirtecektir ve Platon’un zihninin kavrayışını, onun dünya ve gök kubbe de dâhil bir katı cisimlerin hareket bilimini anlama becerisinden fark edecektir, kinayenin zaten yapıldığı üstü kapalı anlamı, astronomiye ve harmoniğe ek olarak katı cisimlerin hareketi biliminin başka uygulamaları da olabileceğini de unutmadan. Yine de Platon’u, bilimlerin zar zor var olduğu o zamanlarda birbirleriyle, iyi ideasıyla veya gerçek ve var oluşun yaygın prensibi ile ilişki içinde incelenmeleri gerektiğini söylemeye iten kapsamlılıkta takılı kalacaktır. Fakat aynı zamanda, (belki de şaşkınlık duymadan) fiziksel ve matematiksel bilginin o aşamasında Platon’un gök kubbeyi matematiksel problemlerle önsel olarak inşa edebileceğini ve seslerin insan kulağına uyumuna bakmaksızın ahenk prensiplerini belirleyebileceğini düşünme hatasına düştüğünü görecektir. Aldanma, o dönemde ve ülkede doğal bir şeydi. Astronomi ve harmoniğin basitliği, kesinliği, duyular dünyasının çeşitliliği ve karışıklığına karşıt gibi göründü. Böylece Platon, orta seviye gerçek temeli olduğu durumu, bazı sonunda test edilmesi gereken uzaklık, zaman veya titreşim ölçülerini gözünden kaçırmıştı. Newton’ın çağdaş eskileri de aynı büyüklükte hatalara düşmüşlerdir ve günümüz astronomisinin büyük bir kısmının yardımıyla astronomik keşiflerin yapıldığı soyut dinamikten oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Platon’un çok fazla yanıldığı ve konuya kâhince bir tür bakış açısı getirdiği neredeyse hiç söylenemez.
Metafizik filozofu bu açıdan bakıldığında matematiği; dikkat gücünü arttıran, düzen hissi ve yapım becerisi geliştiren, zihnin basit bir formül altında fiziksel fenomenlerin nitel farklarını kavramasını sağlayan bir eğitim aracı olarak görür. Fakat onların eğitimdeki değerini kabullenirken aynı zamanda onların bizim yüksek ahlaki ve düşünsel fikirlerimizle bir yakınlığı olmadığını görür. Platon’un onları bağlamak için yaptığı girişimde, eski Pisagorsal fikirlerin etkilerini kolayca görebiliyoruz. İdeal sayılardan bahsettiğini varsaymanın bir nedeni yoktur. Gerçek ve ayrı bir varlığı bağladığı, “bu sanatın hocaları”nın (büyük ihtimalle Pisagorculardan bahsediyor) da onaylayacağı gibi daha alt bölünme girişimlerinin hepsini geri püskürten ve birlik ile tüm diğer sayıların mutlak olarak algılandığı, salt soyut düşünce olan sayıları tarif etmektedir. Sayıların gerçeği ve kesinliği, fenomenlerden bağlantısız tutulduğunda, onlara eski bir filozofun gözlerinde bir tür kutsallık vermiştir. Düzen ve sabitlik idealarının, Timaeus’a göre “hatalı yaşamlarını onlara göre düzenlemeyi öğrenebilecek” insanların zihinlerinde ne kadar fazla ahlaki ve yücelten bir etkisi olduğunu söylemek de kolay değildir. Eski Pisagorcu ahlak sembollerinin bugün bizde mecazlar olarak hâlâ var olduğu gerçeği dikkate değer. Ve modern zamanlarda dünyanın evrensel yasalarla kaplı olduğunu görenler aynı zamanda çağdaş felsefenin Platon’un, her şeyin kaynağı ve ölçüsü, aynı zamanda sadece soyut bir fikir (Philebus) olan iyi ideasındaki bu son sözünün öngörüsünü de görebilirler.
İki paragrafın daha özel açıklamalar gerektirdiği görülür. İlk olarak, görüş analizi ile ilgisi olan. Bu kısımdaki güçlük diğer birçoğu gibi eski ve modern düşünürlerin arasında yaygın olan düşünce biçimleri arasındaki farklarla açıklanabilir. Bize göre duyu algıları, onlara eşlik eden zihin eylemlerinden ayrılamaz. Şekil, renk, mesafe bilinci, onlara aracı olan basit algılamadan ayırt edilemez. Oysaki Platon’a göre algı, Heraklitosçu algı akışıdır; nesnelerin görüntüsü kendilerini deneyimlenen görüşe sundukları düzende değil, bir yenidoğanın yarı uyanık gözüne karışık ve bulanık görünmeleridir. Zihnin ilk hareketi bu kaosu düzene sokma denemesinden çıkar ve algının etkilerinin düzenlenebileceği farklı fikirleri şekillendirmek için mantık gereklidir. Böylece şu soru ortaya çıkar: “Büyük olan nedir? Küçük olan nedir?” ve görünen ile anlaşılır olanın ayrımı başlar.
İkinci zorluk Platon’un harmonik ile ilgili düşüncesiyle alakalıdır. Harmonistlerin üç sınıfı onun tarafından şöyle ayrılır: İlk önce, bir önceki müzik tartışmasında Damon’a yaptığı gibi danışmayı teklif ettiği Pisagorcular. Sanatın uzmanları olarak kabul edilirler fakat hep birlikte onun daha ileri öneminin ve iyiyle ilişkisinin bilgisinde eksiktirler. İkinci olarak, Glaukon’un kafası karışmış görünen ve hem onun hem Sokrates’in sesler arasındaki boşluklarla sadece oskültasyonla deney yaptıklarını söylediği salt empirikler. Bu iki grup da Platon’un, tamamen soyut bir şekilde çalışılması gereken ahenk ideasını açıklamakta, önce problemler yöntemiyle, ikinci olarak da evrensel bilginin iyi ideasıyla ilişkisinin bir parçası olarak açıklayarak çeşitli derecelerde yetersiz kalırlar.
Alegorinin felsefi olduğu kadar siyasi bir anlamı da vardır. Mağara, siyaset veya hukukun dar bir kısmını temsil eder (Theaitetos’taki filozof ve avukat tanımıyla kıyaslayın.) ve sonsuz fikirlerin ışığının, alt dünyaya dönenlerin zihinlerinde rahatsız edici bir etki bırakması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, onların prensipleri pratikte uygulamak için çok geniştir. İşleri bugünleyken geçmişte ve gelecekte çok uzağa bakmaktalardır. İdeal olan, gerçek hayatın koşullarına indirgenemez ve genellikle onlarla uyumsuzdur. Ve ilk olarak geri dönenler, gölgelerin ölçüsünde mağaradakilerle rekabet edemezler ve onlar tarafından alaya alınıp eziyet edilirler. Fakat bir süre sonra mağaradaki şeyleri hiç yukarı çıkmamış olanlardan daha gerçek oranlarda görürler. Filozof olmuş siyasetçi ile siyasetçi olmuş filozof arasındaki fark, iki tür bozuk görüşle sembolize edilir; biri karanlıktan aydınlığa geçmiş bir tutsak iken diğeri mağaraya inen ahbaplarının iyiliği için kendi isteğiyle ilahi elçidir. Parlak ışığın aşağıdaki dünyanın sakinlerine ne şekilde doğduğu veya iyi ideasının siyasetin nasıl yol gösterici ilkesi olduğunu Platon açıklamamıştır. Glaukon’un ısrarla bilgilenmek istediği diyalektiğin özellikleri ve bölümleri gibi, belki açıklamanın önceki bilimlerden bir öğrenci hariç kimseye verilemeyeceğidir. (Sempozyum)