Читать книгу Devlet ( Платон) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Devlet
Devlet
Оценить:
Devlet

3

Полная версия:

Devlet

Tabii ki asıl iddia bu değildi. Bu yeni yorumu Thrasymakhos da kabul etmedi. Ama Sokrates, eğer, üstü kapalı şekilde söylediği gibi, karşı taraf fikrini değiştirdiyse laf dalaşına girme taraftarı değildir. Devamında Thrasymakhos yöneticinin hata yapabileceği itirafını geri çeker çünkü bir yönetici, yöneticilik işinde asla şaşmaz. Sokrates bu yeni durumu kabul etmeye hazırdır. Sanatların benzemesinin yardımıyla Thrasymakhos’a onun kadar karşı çıkar. Her sanat ya da bilimin bir faydası vardır. Fakat bu fayda, sanatçının tesadüfi faydasından ayrılmalıdır ve sadece, sanatın yetki alanına giren bir şeylerin veya insanların yararı ile ilgilenmelidir. Adaletin de yöneticiye ya da yargıca değil onun hükmünün altındakilere ait olan bir faydası vardır.

Thrasymakhos, cüretkâr bir yanıltmaca yaptığında kaçınılmaz bir sonucun eşiğindedir. “Söyle bana Sokrates.” der. “Bir bakıcın var mı?” “Bu nasıl bir soru! Neden soruyorsun?” “Çünkü eğer varsa seni ihmal eder ve senin burnunun akmasına izin verir. Sana koyunla çobanı ayırt etmeyi de öğretmez. Sana göre çobanlar ve yöneticiler kendi çıkarlarını değil koyunlarının ya da vatandaşlarının çıkarını gözetir. Oysaki doğrusu şudur, onları kendileri kullanmak için şişmanlatırlar, koyunlar ve vatandaşlar benzerdir. Ve deneyimlere göre söylüyorum ki hayattaki bütün ilişkilerde adil adam kaybeder, adil olmayan kazanır. Özellikle adaletsizliğin büyük ölçüde sürdüğü yerlerde, ki oralarda öyle üçkâğıtçıların ve tapınak hırsızlarının küçük dolandırıcılıklarından fazlası vardır. İnsanların dili bize, ‘merhametli’ ve ‘mübarek’ zalim hükümdarımız ve onun gibilerin hepsi, (1) adaletin güçlü olanın çıkarı olduğunu ve (2) adaletsizliğin adaletten hem daha kârlı hem de daha güçlü olduğunu gösterir.”

Fazla detaylı tartışmada değil söylevde daha iyi olan Thrasymakhos, yanındakileri söz yağmuruna tuttuktan sonra kaçmaya niyetlenir. Ama diğerleri bırakmazlar ve Sokrates, ondan mütevazı ama içten bir istekte bulunur: Kaderlerini böylesine bir krizin içinde bırakmamasını ister. “Senin için daha ne yapabilirim?” diye sorar Thrasymakhos. “Bu sözlerin hepsini ruhlarınızın içine mi yerleştireyim?” “Tanrı korusun!” der. Sokrates; “Senden kullandığın kelimelerde tutarlı olmanı ve ‘tabibi’ öyle kesin, ‘çobanı’ ve ‘yöneticiyi’ de hatalı şekilde kullanmamanı istiyoruz. Kelimeleri tam anlamlarıyla alırsak yönetici ve çoban yalnızca halklarının veya sürülerinin iyiliğini düşünür, kendilerini değil. Oysaki sen yöneticilerin sadece makam sevgisi yüzünden o işi yaptıklarında ısrar ediyorsun.” Thrasymakhos, “Bundan şüphem yok.” diye cevaplar. “Öyleyse neden maaş alıyorlar? Çıkarları kendi sanatlarında değil başka bir sanatta, genelde bütün sanatlarda ortak olan ve hiçbirinde birebir aynı olmayan, para kazanma sanatında olduğu için mi? Ya da bir adam, bir ödül beklentisi ya da ceza korkusu olmazsa hiç yönetici olmayı kabul eder miydi? Burada bahsettiğimiz ödül tabii ki para ya da saygınlık, ceza da kendinden daha kötü biri tarafından yönetilmek. Ayrıca, bir devlet (ya da Kilise) sadece iyi adamlardan oluşsaydı yalnızca nihai amacın etkisiyle çalışırlardı ve günümüzdeki zıttındaki kadar ‘nolo episcopari’3 olurdu…”

Var olan hükûmetlere yapılan eleştiri, basit ve görünüşe göre alenen meydana gelen tutumun son yorumu sunmasıyla yükseltilir. İnsan ırkının amirlerinin makamda olmayı sevmeyip ödeme talep etmeleri de benzer bir ironiye sahiptir.

…“Bu kadarı yeter.” diyen Thrasymakhos’un diğer iddiası çok daha önemlidir: “Adaletsiz yaşam adaletli olandan daha kazançlıdır. Şimdi, Glaukon, sen ve ben ikna olmadığımıza göre ona bir cevap vermeliyiz. Ama eğer her birinin kazançlarını tek tek kıyaslamaya kalkarsak bir hakemin bizim yerimize karar vermesi gerekir. Bu yüzden her bir doğruyu karşılıklı kabul ederek ilerlesek daha iyi olur.”

Thrasymakhos kusursuz adaletsizliğin kusursuz adaletten daha kazançlı olduğunu öne sürer ve kısa bir duraklamadan sonra Sokrates onu, adaletsizliğin erdem, adaletin ise bir kusur olduğu paradoksunu kabul etmeye ikna eder. Onun dürüstlüğünü över ve bunun, tek amacı karşıtlarını anlamak olan birinin davranışı olduğunu farz eder. Aynı zamanda Thrasymakhos’un düşeceği bir ağ atıyordur. Adaletsiz adamın amacı ikisinden birinden daha fazla çıkar sağlamak iken adil adamın tek amacının hem adilden hem adaletsizden daha çok çıkar sağlamak olduğu itirafını ondan alır. Bu sözü sınamak için Sokrates bir kere daha sanatları karşılaştırmaktan yararlanır. Müzisyen, doktor gibi herhangi bir türün yetenekli sanatçısı, diğer yeteneklilerden daha çok kazanmaya bakmaz. Yeteneksizlerden daha çok kazanmaya bakar. (Bu demek oluyor ki bir kurala, standarda, usule uyarak çalışıyor ve onu aşmıyor.) Öte yandan yeteneksiz olan, abartılı şekilde rastgele bir çaba sarf eder. Bu yüzden yetenekli olan iyinin tarafındadır, yeteneksiz de kötünün ve adaletsiz kişi de yeteneksizdir.

Thrasymakhos’u konuya getirmek zor olmuştu. O gün hararetliydi ve terler boşanıyordu. Hayatında ilk kez bu kadar kızardığı görülmüştü. Ama adaletsizliğin adaletten güçlü olduğu tezi hâlâ reddedilmemişti ve Sokrates şimdi onu, Thrasymakhos’un yardımıyla çözeceğini umuyordu. İkinci tez ilk bakışta biraz terbiyesizcedir ama Sokrates’in makul ellerinde yeniden hoş bir mizaca döner: Hırsızlarda onur yok mudur? Adaletsizliğin gücü sadece adaletten geriye kalanlar mıdır? Salt adaletsizlik aynı zamanda salt güçsüzlük müdür? Kendi arasında anlaşmazlık olan ev halkı ayakta kalamaz. Münakaşa eden iki adam birbirinin gücünü azaltır ve kendiyle savaşta olan biri, hem kendisiyle hem tanrılarla düşmandır. Bu durumda devletlerde büyüyen şey tam olarak kötülük değil yarı kötülüktür. Birliğin devamı için biraz iyilik kalıntısı gereklidir. Dünya üzerinde salt kötülükten oluşan bir krallık yoktur.

Bir başka soru yanıtsız kalmıştır: Adil olan mı adaletsiz olan mı daha mutludur? Buna şöyle cevap verebiliriz; her sanatın bir gayesi ve o gayeye ulaşmayı sağlayan bir seçkinlik veya bir meziyet vardır. Ruhun gayesi mutluluk ve ruhun mutluluğa erişmesini sağlayan seçkinlik de adalet değil midir? Burada, adalet ve mutluluğun ayrılmaz olduğu görülür. Adaletlinin mi adaletsizin mi daha mutlu olduğu sorusu ortadan kaybolur.

Thrasymakhos şöyle karşılık verir: “Bendis festivalinde eğlen bakalım, Sokrates.” Evet ve senin nezaketinle dolu bir eğlence. Artık azarlamayı bıraktın. Ama güzel bir eğlence değil. Tabii bu benim suçum çünkü çok sayıda şeyin tadına baktım. İlk olarak, adaletin doğası bizim incelememizin konusuydu. Daha sonra ise adaletin bir erdem ve bilgelik mi, yoksa kötü ve ahmakça bir şey mi olduğuydu. Ve en son, adalet ve adaletsizliğin faydalarını kıyasladık. Bütün bunların özeti ise şudur; adaletin ne olduğunu bilmeden adaletlinin mutlu olup olmadığını nereden bilebilirim?..

Böylece sofistike yapı, en çok maharetlerin ortak yönleri dolayısıyla yıkılmış oldu. “Adalet de maharetler gibidir: (1) Görünen bir çıkarı yoktur, (2) aşırılığa yönelmez ve (3) çalışanlar, mutluluğa ulaşmak için işlerine adalet eklerler.” Modern okuyucunun, Platon’un bunları yazdığı dönemde becerilerin ve erdemlerin (tıpkı ahlaki ve düşünsel beceriler gibi) birbirinden ayrılmamış olduğunu unutması, onu tökezlemeye meyilli kılar. İnsan eylemlerinin ilk araştırmalarında, yorumların boşluğunu doldurmaya bilimler yardımcı olmuştur ve beceriler ile erdemler arasındaki farklar onlara mantıksız gelmemiştir. Sadece aralarında uyuşan noktaları görmüşlerdir, farklılıkları değil. Erdem, tıpkı beceri gibi, bir sonuca varmalıdır. Edep hem bir beceri hem bir erdemdir. Huy genelde bir heykelin tasviriyle tanımlanır ve daha birçok bilimden ahlaka kolayca aktarılabilen mecazlar vardır. Bir sonraki nesil bu bulanıklıkları açıklığa kavuşturdu ya da en azından yıllar yıllar sonra daha ileri analizlerinin yapılmasını sağladı. Platon ile aynı dönemlerdeki kişiler bir geçiş sürecindeydi ve henüz Aristo’nun, “Erdem davranışlara bağlıdır, beceri ise üretmeye.” ya da “Beceri sadece bilgi gerektirirken erdem hem niyet hem de amaca sebata işaret eder.” ayrımının tamamen farkına varamamışlardı. Ve karşılaştırmanın bazı kullanımlarını takip eden bazı abesliklerde, erdemin beceriden fazlası olduğunu gösteren bir ima olduğu görülür. Bu, “Adalet bir hırsızdır.” (reductio ad absurdum)4 ve en son sonuçta Sokrates’in ifade ettiği hoşnutsuzlukta anlaşıldığı gibidir.

Bütün bilimlerde “ortak” olduğu ifade edilen “para kazandıran bir bilim” ifadesi, dilin normal kullanımına uygun değildir. Platon ya da bir başka Yunan yazar tarafından da hiçbir yerde kullanılmamıştır. Tartışma sırasında ortaya atılmıştır ve bilimin kapsamını sadece bir eylemi gerçekleştiriyor olmaktan, ortaya bir ürün çıkarmaya kadar genişletir. Kullanılan dilin bir başka kusuru ya da hatası da şu sözcüklerden anlaşılabilir; “Zarar görmüş insanlar daha da vicdansızlaşırlar.” Zarar görmüş kişiler illaki daha kötü birisi olmazlar, sadece birinden kötülük görmüş veya suistimale uğramışlardır.

Bahsi geçen üç görüşten ikincisi, “adaletin aşırılıkta gözünün olmaması”, anlaşılmaz bir şekilde sunulsa da gerçekten bir anlam taşımaktadır. İyiliğin sonlu bir doğası olması alışılmışın dışında Eski Yunan’a ait bir düşüncedir. Erdemden afiyette olmak, özgürlükten de yasalara itaat olarak bahseden bazı çağdaş yazarların dilleriyle karşılaştırılabilir. Sınırın matematiksel ya da mantıksal bir kavram olduğu fikri, kolayca ahlaki bir kavrama dönüşür ve kıskanma fikrinde mitolojik bir ifade bulur. Ölçü, eşitlik, düzen, birlik, orantı fikirleri hâlâ ahlakçıların yazılarında oyalanmaktadır ve güzel sanatların gerçek ruhu, üstünlük kelimelerinden ziyade bu terimlerle ifade edilmelidir.

“Zanaatkârlar iyinin de iyisini yapmaya çalıştıklarında Sanatlarını mahvederler açgözlülükle.” (Kral John’un Yaşamı ve Ölümü)

Ruhun ve bedenin uyumu ve de ruhun parçalarının birbirleriyle uyumu, “Müzik notalarından daha hoştur.” İnsan doğasının kusursuzluğu işte bu satırlarda gerçek Yunan üslubuyla ifade edilmiştir.

Thrasymakhos ile olan konuşmanın kapanışı olarak değerlendirilebilecek olan kısmında Platon, sadece modern zamanda teolojistler ve filozofların ele aldığı, kötülüğün olumsuz tarafı bahsine değinerek kötülüğün, gücün değil uyumsuzluğun ve dağılmanın bir esası olduğunu savunur. Son tartışmada, sonlara doğru, Aristo’nun amaç ve erdem ilkesinin izini görebiliriz ki o da yine bilimlerle belirtilmiştir. Adalet, mutluluk, bireyin ve devletin benzerliği konularındaki son uzlaşım da açıklanmıştır. Sokrates, “hiçbir şey bilmeyen” rolünü tekrar üstüne alır. Aynı zamanda tartışmanın kapanma şeklinden tam olarak memnun değildir. Hiçbir sonuca varılmamıştır ama diyalektik sürecin tercih edilmesi, her zamanki gibi burada da fikirleri kavrayışımızı ve insan hayatında uygulama alanlarını genişletmek içindir.

İKNCİ KİTAP

Thrasymakhos yatışmıştır ama gözü pek Glaukon tartışmaya devam etmek için ısrar eder. Önceki kitabın sonunda Sokrates’in “adaletlinin mi adaletsizin mi daha mutlu olduğu” sorusundan kurtulma biçimiyle tatmin olmamıştır. Doğruluğu üç sınıfa ayırmakla başlar: Birinci, kendiliğinden istenilen doğruluk; ikincisi, hem kendiliğinden hem de sonuçlardan dolayı istenilen doğruluk; üçüncüsü, yalnızca getirdiği sonuçlar sebebiyle istenilen doğruluk. Daha sonra Sokrates’e adaleti bu gruplardan hangisine sokabileceğini sorar. Sokrates ikinciye olabileceğini söyler; hem kendi özlerinden hem faydalarından dolayı olan doğruluklara. “Öyleyse genel olarak dünyadaki herkes seninle aynı fikirde değil. Çünkü adaletin, sadece sonuçları için istenen doğruluk sınıfına ait olduğunu söylerler.” Sokrates bunun Thrasymakhos’un bir prensibi olduğunu ve kendisinin bunu reddettiğini söyler. Glaukon Thrasymakhos’un, sihirbazın sesini dinlemeye çok hazır olduğunu düşünür ve adaleti ile haksızlığın doğalarını, bütün dünyanın kulağına tekrarlayıp durduğu sonuçları ve getirilerinden ayrı olarak incelemeyi teklif eder. İlk olarak adaletin doğası ve aslından, ikinci olarak insanların onu bir doğruluktan ziyade bir ihtiyaç olarak görmesi durumundan bahsedecektir ve üçüncü olarak görüşünün makullüğünü kanıtlayacaktır.

Haksızlık yapmanın doğru olduğu söylendi, haksızlıktan dolayı acı çekmenin de kötü. Kötülük; daha iyi olma arzusundan dolayı ortaya çıktığı için aynı zamanda fail olamayan mağdurlar5, her ikisine de sahip olamayacaklarının taahhüdünü verirler ve bu taahhüde veya orta yola adalet denir ama aslında tam olarak haksızlık yapmanın imkânsızlığıdır. Hiç kimse zorunda olmasa böyle bir taahhüt vermez. Diyelim ki adaletli kişi ve adaletsizin, herkesin bildiği hikâyedeki Gyges gibi, onları görünmez yapabilen yüzükleri var. O zaman bu ikisinin arasında bir fark kalmaz çünkü ikisinin de koşullar uygun olduğu zaman kötülük yapma ihtimali vardır. Ayrıca bundan kaçınan kişi, dünyadaki herkes tarafından bu çabası yüzünden bir ahmak olarak değerlendirilir. İnsanlar onu, kendileri için korktuklarından dolayı herkesin içinde övebilir ama içlerinden hep ona güleceklerdir. (Gorgias.)

Ve şimdi de adaletli ve adaletsizin örneklerini tasarlayalım. Adaletsiz adam zanaatının ustası olsun, çok nadiren hatası çıkan ve bunları kolayca düzeltebilen biri. Para, hitabet ve güç gibi Tanrı vergilerine sahip; en büyük kötü adamdan en üst huylar fışkırıyor yani. Yanına da bütün asaleti ve sadeliğiyle adil kişiyi koyalım. Sadece görünüşle kalmayıp özünde de -yani bir şöhret ve ödül olmadan- saf adaletiyle giyinmiş, en kötüsü olduğu düşünülse de aslında bütün insanların en iyisi. Ve yaşadığı gibi de ölsün. Gerisini haksızlığı övenlerin ağzına bırakmayı tercih etsem de adil adamın kamçılanacağını, acılar içinde kıvranacağını, esir tutulacağını, gözlerinin oyulacağını ve sonunda işkence edileceğini (hatta tam olarak kazığa oturtulacağını) ekleyebilirim. Hem de bütün bunların hepsi, özünde iyi olmayı, dıştan iyi görünmeye tercih ettiği için oluyor. Görünüşte asıl gerçek oymuş gibi sadık kalan adaletsiz adamın durumu ne kadar da farklı! Yüce şahsiyeti onu bir efendi yapıyor, istediği yerde evlenebiliyor, ticaret yapabiliyor, arkadaşlarına yardımcı olup düşmanlara zarar veriyor. Sahtekârlıkla elde ettiği servetinin sayesinde tanrılara daha çok dua edebiliyor ve böylece adil adamdan daha çok seviliyor.

Adeimantos, haksız dövüşe dâhil olduğunda ben ne cevap vereceğimi düşünüyordum. Bütün bunların en önemli noktasının çıkarıldığını düşündü: İnsanlara sadece mükâfat için adaletli olmak öğretiliyor. Anne-babalar ve vasiler erdemlere teşvik eden kişiler olarak itibar kazanıyorlar. Ayrıca, varlıklı bir evlilik ve yüksek sınıflar gibi daha esaslı başka faydaların da sözleri veriliyor. Homeros ve Hesiodos’ta bu hayatta adil bir adam için besili bir koyun ve ağır postun, bereketli mısır tarlalarının ve meyvelerinden dolayı devrilecek gibi duran ağaçlar tasvir edilir. Orfeus tarzındaki ozanlar buna benzer bir tasvir daha eklerler. Musaeus ve Eumolpos’un, başlarında çelenklerle erdemlerin ödüllerinin tadını çıkararak bir festivalde, ölümsüz bir sarhoşluğun cennetinde koltuklarda uzanırlar. Bazıları daha ileri gider ve üçüncü, hatta dördüncü nesillerde de dürüst bir soydan bahseder. Fakat kötü huylu olanı bir bataklığa gömerler ve ona bir elekle su taşıtırlar. Bu hayatta onlar, Glaukon’un adaletsiz görünüp adil olanların yaşayacağını öngördüğü rezilliği, onlara atfederler.

Hem şiirde hem düzyazıda geçen bir başka görüşü ele alalım: Hesiodos’un dediği gibi “Erdem, yücedir ama zorludur. Ahlaksızlık kolaydır ve kazançlıdır.” Çoğu zaman kötü huylu olanı büyük bir refah içinde, düzgün olanın da Tanrı’nın isteği doğrultusunda dert çektiğini görürüz. Dilenen kâhinler, kendilerinin ya da babalarının günahlarını kolay bir şekilde kurbanlarla, şenlik oyunlarıyla, tılsım ve muskalarla telafi etme vaadiyle zengin kimselerin kapısını çalar ve ilahi bir yardımla iyi veya kötü bütün düşmanlardan kurtaracaklarını vadederler, hem de küçük bir masrafla. Musaeus ve Orfeus’un yazdığını iddia ettikleri kitaplara başvururlar. Bütün şehirleri peşlerinden sürüklerler ve “ruhlarını araftan kurtaracaklarını” garanti ederler. Onları dinlemeyi reddedersek başımıza kim bilir ne gelir.

Keskin zekâlı temiz kalpli bir genç bütün bunları duyduğunda varacağı sonuç ne olabilir? Pindar’ın deyimiyle “Adaleti yükseltecek mi yoksa kendini eğri düzenbazlığı ile güçlendirecek mi?” Adalet, dışarıdan adalet şeklinde gözükmüyorsa sefalet ve mahvoluştur, diye dile getiriyor. Adaletsizlik, harikulade bir yaşam vadeder. Görünüş, gerçeğin efendisi ve mutluluğun sahibidir. Görünüşe döneceğim: Erdem oyununu sahneleyeceğim ve arkamdan da Arhilohos’un tilkisini sürükleyeceğim. Bazılarının şöyle dediğini duyabiliyorum, “Kötülük kolay kolay gizlenemez.” Onlara şöyle cevap veriyorum: Büyük şeyler kolay değildir. Birlik, kuvvet ve hitabetin çok faydası olacak. İnsanlar tanrıları yenemediklerini söylerlerse tanrıların varlığını nereden bilebiliriz? Yalnızca ozanlardan öğrenebiliriz çünkü onlar kurban kesilmesiyle tanrıların bastırılabildiklerini kabul ederler. Öyleyse neden önce günah işleyip sonra affedilmek için ödeme yapmayalım ki? Yani, doğrucular sadece cezasız kalıyorlar, bundan öte bir ödül olmuyor ama kötülük yapanlar hem cezasız kalabiliyor hem de günah işlemenin zevkine varabiliyorlar. Peki ya aşağıdaki dünya? Hayır, der bu argüman. Tanrıların evlatları olan ozanların söylediği gibi bu olayı düzeltip telafi edecek güçler vardır ve bu da devlet yönetimi tarafından onaylanmıştır.

Adaletsizliği savunan bu görüşlere karşı nasıl direnebiliriz? Adabı elden bırakmayız ve bilgenin söylediği gibi iki dünya için de elimizden geleni yapmaya çalışmalıyız. Acınası bir alçak olmayan kim adalet hakkında söylenen iyi şeylere gülmeyi bırakacak! Bir kişi, ileride kazanacağı şeyleri bilse de diğerlerine kızmaz. Çünkü insani erdemlerin, bir insanı kurtarmaya yetmeyeceğini bilir ve sadece adaletsizliği hiç yapmamış olan adaleti metheder.

Kötülüğün kökeni; zamanın başlangıcından beri bütün insanların, kahramanların, ozanların, gençliği eğiten kişilerin hep “geçici muafiyeti”, saygınlığı ve adaletin getirdiği kazançları öne sürmesidir. Eğer bize adalet ve adaletsizliğin insanın ruhunda bulunduğu ve ne bir insan gözünün ne de ilahi bir gözün göremeyeceğini küçük yaşlarda öğretselerdi başka insanların bize bekçilik yapmasına gerek kalmazdı ve herkes kendi hareketlerini gözetirdi. Sana göstermek istediğim bu, Sokrates: Diğer insanlar, Thrasymakhos’un savunduğu “güçlü olan haklıdır”ı desteklemeye meyillidir. Fakat ben senden, daha iyi bir şeyler bekliyorum. Ve lütfen, Glaukon’un söylediği gibi itibarı bunun dışında tutmak için adaletli insanın adaletsiz, adaletsizin de adaletli olduğunu düşün, o zaman bize hâlâ adaletin üstünlüğünü mü savunursun?..

Glaukon’un, tartışmanın yararına sürdürdüğü bu iddia, Thrasymakhos’un iddiası olan üçlü olanın çıkarı değil zayıf olanın ihtiyacı olmasının aksidir. Aynı önermeden başlayarak toplumun çözümlemesini yapar bir adım geriden: Güçlü olan hâlâ doğrudur ama güç, azınlığın gücüne karşı toplanan çoğunluğun güçsüzlüğüdür.

Glaukon’un yorumlarına aile benzerliği olan bazı teoriler hem modern zamanda hem de eski zamanlarda ortaya çıkmıştır. Örneğin; doğrunun dayanağı güçtür, bir hükümdarın iyi ya da kötü yönetmek için kutsal bir hakkı vardır, erdem kendini ya da gücü sevmektir, insan sürekli bir savaş hâlindedir, kişinin kusurları halkın faydalarıdır. Bunun gibi teoriler deneyimle kısmi de olsa uyuştuğu için bir inandırıcılığa sahiptir. Çünkü insan doğası iyi ve kötü arasında sarkaç gibi gidip gelir ve davranışların sebepleri ile geleneklerin kökenleri belirli bir dereceye kadar, belirli bir kişinin bakış açısına ya da kişiliğine göre açıklanabilir. Bütün koşullar altında ve bazen de sorgulanabilir araçlarla hâkimiyet sağlanması ihtiyacı fazlasıyla hissedilmektedir ve medenileşmiş insanda neredeyse bir tür içgüdü hâline gelmiştir. Kralların ilahi doğruları ya da daha genel olarak hükûmetlerin doğruları, bu doğal hissin ifade edilme biçimlerinden biridir. İçinde bir miktar iyilik ya da keyif olmayan bir kötülük yoktur, biraz kötülük alaşımı olmayan bir iyilik de. Asil ve cömert düşüncelerin karanlık taraflarında kişisel çıkar ya da kendini beğenme yer alır. Bütün insan davranışlarının kusurlu olduğunu biliyoruz fakat onlara daha kötü dürtüleri veya ilkeleri değil iyi olanları atfediyoruz. Böyle bir felsefe, akıllı bir dolandırıcının herkesi kendi gibi sanmasına benzer şekilde hem ahmakça hem de yanlıştır. Bu tür teoriler, kanunlar tarafından (her ne kadar çarpıklığa da meyilli olsa) sürekli düzeltilen ve genişletilen “doğru” tanımına bağlı Devletin, gerçek doğasını temsil etmez. İnsanların kötülük teorisiyle basitçe açıklanamayan ortalama karakterini de yansıtmaz çünkü yanında onu önlemeye çalışan iyilik parçaları vardır. İnsanın iyiliği ilerledikçe bu tür teoriler ona daha da uydurma gelir çünkü kendisinin aldırışsız olduğunun farkına varır. Az tecrübe insanın herkesi çıkarcı sanmasına, fazla olunca kendisi ve diğer insanlara daha gerçekçi bakmasına yol açabilir.

İki kardeş Sokrates’ten, adil kişiden mutluluğun normalde bağlı olduğu şeyler alındığında mutlu olduğunu kanıtlamasını istediler. (1) Bir fikri koşullardan ayrı şekilde şekillendirmenin saçma olduğunu değil. Çünkü sıradan insan hayatıyla kıyaslandığında ideal olan her zaman bir çelişki içerisinde olacaktır. Stoisizmin ve Hristiyanlığın idealleri tam olarak bir gerçek sayılamaz ama eğitim için bir temel oluşturabilir ve onu yükseltmede etkili olabilir. Hiçbir idealin gerçekleşmeyeceği “keşfi”, idealleri kötüleştirmez. Diğerlerinden daha yüksek seviyede yetiştirilmiş birkaç istisnai kişi için mutluluk ideali ölüm ve sefaletle gerçekleşebilir. Bu, aklın bilinçli bir şekilde onayladığı ve faydacılarla birlikte diğer ahlak kuramcılarının belirli hâllerde tercih etmek zorunda kaldıkları durumdur. Ve yine, (2) kardeşlerin kastettiği bakış açısına genel olarak katılsa da Platon’un kendi nihai sonucunu ifade etmek yerine ahlaki doğrunun bir kısmını dramatize etmenin yolunu aradığını unutmamalıyız. Fikrini bir dizi görüş veya durum hâlinde aşama aşama geliştirmekte. İlk kez Sokrates’in Sokratik bir sorgulamaya maruz kaldığını gösterir. Son olarak, (3) “mutluluk” kelimesi bir miktar kafa karışıklığı içermektedir çünkü çağdaş felsefe dilinde, ikisi de insan zihninde eşit şekilde var olmayan bilinçli haz ve tatmin ile ilişkilendirilmiştir.

Glaukon, IX. kitapta geçen zalimin çektiği sefalete paralel ve bir cevap niteliğinde olduğu bir resim çizer: Bu resimde adil adamın sefaleti ve adaletsizin mutluluğu görülür. Adaletsizin hâlâ adil görünmesi gerekir ki bu, “ahlaksızlığın erdeme göstermesi gereken saygı”dır. Fakat şimdi Adeimantos, Glaukon’un zaten ortaya atmış olduğu fikri alarak insanlara göre adaletin sadece ödül için takdir edildiğini göstermeye çalışır, Thrasymakhos ve Glaukon’un fikirlerine, insanlığın geleneksel ahlakı tarafından sunulan avantaja dikkat çeker. “Tanrı’nın yöntemlerini insanlara savunma”nın zorluğunu hissediyor gibidir. İki kardeş de davranışların ahlaklılığının sonuçlara bağlı olup olmadığı sorusuna değinir ve ikisi de adaletin yalnızca kendiliğinden değil hem kendi hem sonuçlarından dolayı istendiği görüşünde Sokrates’ten daha ileri giderler. Adaletin içsel bir ilke olduğunu gösterme çabalarında ve ozanları kınamalarında ondan önce davranırlar. Yunanistan’ın ortak yaşamı onlar için yeterli değildir; her şeyin doğasını daha derinden kavramalıdırlar.

Glaukon ve Adeimantos tarafından adaletin dürüstlük olduğuna itiraz edildi fakat Sokrates tarafından ise tamamen bir erdem olduğu çıkarımı yapıldı. Öyleyse eskiden kalma adalet fikrinin Sokrates tarafından genişletildiğini, ilk olarak Devlet için ve daha sonra birey için, evrensel düzene ya da refaha eşdeğer olduğunu hakikaten söyleyebilir miyiz? Eski sorusuna (Proag.) yeni bir cevap bulmuştur; “Erdemler tek midir birden çok mudur?” Yani bu soru diğer üçünü düzenleyen kaynaktır. Adaletin salt içsel doğasını kanıtlama çabasında insanın sosyal bir varlık olduğu gerçeğiyle karşılaşır ve mümkün olduğu kadar diğer karşıt tezleri bağdaştırmaya çalışır. Şu an bu konudaki tutarsızlık, onun çağında ve ülkesinde kaçınılmaz olduğundan daha fazla değildir. Bu yüzden modern felsefenin bir başka bakış açısıyla eşit şekilde tutarsız görünen spot ışıklarını ona çevirmenin bir yararı yoktur.

Devlet’in kalan kısmı, Aristo’nun oğullarının sorusundan ortaya çıkmaktadır. Şu üç konuya dikkat çekmek gerekiyor: İlk olarak, Sokrates’in verdiği yanıtın baştan sona dolaylı oluşu. Mutluluğun adalet fikrinin düşünülmesiyle oluştuğunu söylemiyor ve dahası, adil kimsenin sıkıntı içindeyken mutlu olabileceği paradoksunu onaylamaya yanaşacak gibi. Fakat ilk olarak problemin zorluğunun üstünde durur ve soruyu cevaplamadan önce, insanı doğal hâline geri getirmekte ısrar eder. O da bir ideal tasarlar fakat onun ideali sadece soyut adaleti değil insanla bütün ilişkisini de kapsar. Büyük harflerin hayalî resminin altında, adaleti sadece toplumda arayabileceğini ve devletten bireye geçeceğini ima eder. Özet olarak cevabı şu anlama gelir; uygun koşullar altında, mesela mükemmel devlette, adalet ve mutluluk birbirine denk düşer, adalet bir kez bulunduğunda mutluluk kendi başının çaresine bakabilir. Mükemmel devlette var olanları bıraktığı için, onuncu kitapta adaletin saygınlığından ve ödüllerinden kurtulduğunu iddia ettiğinde birazcık tutarsızlığa düşer. Ve ona göre, “bir duvara sığınarak emekli olan” bir filozofa hemen hemen hiç saygı duyulmaz, en azından bu dünyada. Ahlaki eylemlerin gerçek hâllerini hâlâ sürdürür. Eğer bir kişi, sonunda mutlu olup olmayacağına bakmadan ilk olarak ona verilen görevi yaparsa sonucunda mutluluk mutlaka onu bulacaktır. “Siz öncelikle onun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin, o zaman size bütün bunlar da verilecektir.”6

bannerbanner