Читать книгу Devlet ( Платон) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Devlet
Devlet
Оценить:
Devlet

3

Полная версия:

Devlet

Konuşmanın geçtiği hayalî tarihe -diğerleri gibi kendisi tarafından da ileri sürülen MÖ 411 yılına- dayalı olarak bir kurgu yazarı ve Platon gibi kronolojik sırayı önemsememesi (Devlet. I. 336, Semp. vb.) ile ünlü, sadece genel ihtimalleri hedefleyen Boeckh tarafından yöneltilen küçük bir soruyu uzun uzadıya tartışmaya lüzum yok. Devlet’te adı geçen kişilerle bir gün bir yerde karşılaşması, kırk yıl sonra bu eseri okuyan bir Atinalı ya da kitabı yazdığı sırada Platon için (Oyunlarından birini düşündüğümüzde Shakespeare’in yaşadığından daha büyük değildir.) bir zorluk sayılmaz. Ve bizim de canımızı sıkmaz. Yine de bu cevabı olmayan bir soru olduğu için “hâlâ sorulmaya değer” bir soru olabilir çünkü görünen o ki tarihsel açıdan, Platon zamanlarıyla tartışamayız. Kronolojik sorunları önlemek için onları zoraki bir uzlaşmaya vardırmak zaman kaybı olur. Mesela şunlar da kronolojik sorunlardan sayılabilir, C. F. Hermann’ın varsayımına göre, Glaukon ve Adeimantos, Platon’un kardeşleri değil amcalarıdır, (Apol.) ayrıca Stallbaum’un düşüncesine göre Platon, bazı Diyaloglar’ın yazıldığı tarihlerdeki kronolojik hataları bilerek bırakmıştır.

Devlet’teki başlıca karakterler Kephalos, Polemarkhos, Thrasymachus, Sokrates, Glaukon ve Adeimantos’tur. Kephalos sadece giriş kısmında görünür, Polemarkhos ilk tartışmanın sonunda çıkagelir ve Thrasymachus ilk kitabın sonunda sessizliğe gömülür. Ana tartışma Sokrates, Glaukon ve Adeimantos arasında geçmektedir. Topluluğun içinde Lysias (hatip) ve Euthydemus, Kephalos’un oğulları, Polemarkhos’un kardeşleri, yabancı bir Charmantides de vardır ama bunlar sessiz izleyicilerdir. Ayrıca bir de sadece bir kere Diyalog’da adı geçince söze giren ve Thrasymachus’un arkadaşı gibi duran Kleitophon vardır.

Evin reisi Kephalos, uygun bir şekilde fedakârlık teklif etmekle meşguldür. Neredeyse ölmek üzere olan ve kendi de dâhil bütün insanlıkla barışık yaşlı bir adam gibidir. Artık bir ayağı çukurdadır ve geçmiş hayatıyla ilgili düşünüyordur. Sokrates’in onu ziyarete gelmesine hevesli, önceki neslin şiirlerine meraklı, hayatını iyi geçirdiği için mutlu ve gençliğin verdiği arzuların iktidarından kurtulduğu için hoşnuttur. Lakırdı sevgisi, zenginlere karşı kayıtsızlığı ve ilgisi, hatta gevezeliği çok ilginç özellikleridir. Bütün zihni para kazanmayla meşgul olduğu için söyleyecek hiçbir şeyi olmayanlardan biridir. Ama zenginlerin, insanları para sayesinde sahtekârlık ve yalancılığa cezbetme avantajı olduğunu da kabul eder. Sohbete olan sevgisi, ona verilen ilahi görevden daha az olmayan ve de bütün insanlıkla, gençlerle ve yaşlılarla ilgili soruları soran Sokrates’in ona gösterdiği ilgi de gözden kaçırılmamalıdır. Hayatı bunun capcanlı bir örneği iken adaletle sorusunu gündeme getirmek Kephalos’tan başka kime yakışabilirdi ki zaten? Yalnız Kephalos’un değil, genel olarak Yunanların kafasında yaşlılıkla özdeşleştirdiği ölçülülük, varoluşun kabul edilebilir bir özelliğidir ve Çiçero’nun De Senectute’taki abartısıyla çelişir. Ömrün sonbaharı Platon tarafından olabilecek en manalı ama mümkün olduğunca da duyarlı şekilde açıklanmıştır. Çiçero’nun belirttiği gibi (Ep. ad Attic. iv. 16) yaşlı Kephalos, ne anlayabildiği ne de dramatik edebi bozmadan katılabildiği sonraki tartışmaların dışında kalmış olurdu. (Laches’teki Lysimachus, 89)

“Oğlu ve varisi” Polemarkhos, gençliğin getirdiği dobralık ve aceleciliğe sahiptir; giriş sahnesinde Sokrates’i, kadın ve çocuk konularında alıkoyması ve bırakmaması ile tanınır. Tıpkı Kephalos gibi sınırlı bir bakış açısı vardır ve hayatta prensiplerinden ziyade kuralları olan, herkesçe bilinen bir ahlaki dönemi temsil eder, babasının Pindar’dan yaptığı gibi Dimonides’den (Aristotales, Bulutlar, 1355 ff.) alıntı yapar. Ama bundan sonra da söyleyecek bir şeyi kalmaz, verdiği cevaplar da Sokrates’in diyalektiği ile ortaya çıkardıklarından başkası değildi. Glaukon ve Adeimantos gibi Sofistlerin etkisiyle henüz karşılaşmamıştı. Dolayısıyla onları reddetme ihtiyacı da hissetmiyordu. Sokrates öncesi ya da diyalektik öncesi de denebilecek döneme aittir diyebiliriz. Zaten tartışmayı beceremez durumdadır ve Sokrates de onu ne dediğini bilmez duruma getirip sersemletir. Adaletin bir hırsızlık ve erdemlerin sanatın benzeşimi olduğuna inandırılmıştır. Kardeşi Lysias’tan (Eratosth’un zıttı. s. 121), Otuz Tiran’a kurban gittiğini öğreniyoruz ama burada ne kaderiyle ilgili bir ima ne de Kephalos ile ailesinin Sirakuzalı olduğu ve Thurii’den Atina’ya göçtüğüne dair bir durum var. Phaidros’ta daha önce duyduğumuz “Kadıköylü dev” Thrasymachus, Platon’a göre Sofistlerin en kötü özelliklerinin canlı örneğidir. Kibirlidir ve rüzgâr gibi gürler. Para vermedikçe konu açmaktan kaçan, konuşmayı seven ve böylece de kaçınılmaz Sokrates’ten de kaçabilen biridir. Fakat tartışmada ancak bir çocuk gibi kalır ve onun çenesini kapatacak -Platon gibi konuşmak gerekirse- bir sonraki “hamle”yi öngöremez. Genel fikirleri ifade edebilme evresine ulaşmıştır ve bu hususta Kephalos ve Polemarkhos’tan öndedir. Fakat bir tartışma içinde bunları savunmada yetersizdir ve yaşadığı kafa karışıklığını alayla ve küstahlıkla saklamaya çalışır ama başarılı olamaz. Bunun gibi öğretilerin ona Platon ya da diğer Sofistler tarafından atfedildiği kesin olmasa da felsefenin ilk zamanlarında ahlak konusundaki ciddi yanlışlıklar kolayca büyüyebilir. Bu bilgi kesinlikle insanlara Thucydides tarafından verilmiştir ama günümüzde biz, tarihsel gerçeklerle değil Platon’un Thucydides tanımıyla alakadarız. Münazaranın eşitsizliği, bu sahnenin komikliğine komiklik ekliyor. Şatafatlı ve içi boş Sofist; içindeki bütün gösteriş kaynaklarına ve zayıflıklara dokunmayı bilen bu diyalektik ustasının ellerinde tamamen çaresiz durumdadır. Sokrates’in alayları karşısında bayağı sinirlenmiş ama gösterişli ve ahmakça öfkesi kendisini saldırganının hamlelerine daha açık hâle getirmekten ileri gitmemektedir. Laflarını onlara yedirmeye kararlıdır ya da kendi deyişiyle “ruhlarına yedirmeye” ve Sokrates’ten bir korku işareti beklemektedir. Öfkesinin durumu neredeyse tartışmanın gidişatı kadar dikkate değerdir. Hiçbir şey onun yenildikten sonraki uysallığı kadar güldürücü değildir. İlk başta tartışmayı isteksizce devam ettiriyor gibi görünür ama sonrasında rızası olduğu görülür ve hatta sonraki aşamalar için ilgisi olduğunu birkaç yerde itiraf eder. Glaukon tarafından saldırıya uğradığında (vi. 489 C, D) Sokrates onu, “hiç düşmanı olmamış, hep dostu olmuş biri” gibi esprili bir şekilde korur. Çiçero, Quintilianus ve Aristo’nun Retorik’inden; Platon’un bu kadar gülünç duruma düşürdüğü bu sofistin, sonraki çağlarda yazılarının hâlâ korunduğunu öğreniyoruz. Onunla aynı zamanlarda yaşamış olan Herodicus’un (Aris. Reto. ii. 23, 29) onun adına yaptığı oyun, “savaşta hiç cesur olmamasına rağmen” onun hakkındaki bu tanımın gerçeklikten uzak olduğunu gösteriyor.

Thrasymachus susturulduğunda, iki ana sanık Glaukon ve Adeimantos sahneye girer. Burada, Yunan trajedisindeki gibi (Phaidon’nun girişi), üç oyuncu tanıtılır. İlk bakışta Aristo’nun iki oğlunda, Phaidon’daki Simmias ve Cebes’te olduğu gibi ailesel bir benzerlik görülebilir. Ama daha yakından bakıldığında bu benzerlik yok olur ve ne kadar farklı karakterler oldukları görülür. Glaukon “istediği şeyin peşinde koşmaktan asla vazgeçmeyen” fevri bir gençtir (Ksenofon. Memorabilia. iii. 6); aynı zamanda aşkın sırlarını iyi bilen haz düşkünü bir adam ve bir ‘‘jubenis qui gaudet canibus”, hayvanların soylarını iyileştiren biri ve de gençlik zamanının bütün tecrübelerini edinmiş bir sanat ve müziksever. Thrasymachus’un tatsız sözlerinin kolayca arasına girebilen tez canlı ve tesirli biridir, insan doğasının çirkin tarafını aydınlığa çıkarabilir, adalet ve doğruya olan inancını kaybetmez. Filozofla dünya arasındaki gülünç ilişkiyi benimseyen Glaukon’dur. Ona göre, basit bir devlet anca “domuzlara” ait olabilir. Her zaman kenarda bir esprisi hazırdır. Eline fırsat geçtiğinde Sokrates’in mizahını desteklemeye hazırlıklıdır. Müzik alanında ya da sergilenen tiyatro oyunlarında veya demokrasi vatandaşlarının şahane davranışlarındaki gülünçlükleri takdir eder. Kardeşi Adeimentus’un ona saldırmasına izin vermeyen Sokrates kimi zaman onun zayıflıklarına taş atmaktadır. Adeimentus gibi o da bir askerdir ve Megara Savaşı’nda seçilmiştir. (yıl: 456?) Adeimentus’un kişiliği daha derin ve ağırbaşlıdır, ayrıca daha bilgece itirazlar genelde ondadır. Glaukon hislerini daha çok açığa vurandır ve genelde oyunu o başlatır. Adeimantos tartışmayı ileri götürür. Glaukon daha hayat doludur ve gençlere karşı daha sevecendir; Adeimantos yetişkinlere daha olgun bir gözle bakar. İkinci kitapta Glaukon adalet ve haksızlığın sonuçlarına göre ayırt edilmesi gerektiğini savunduğunda Adeimantos insanoğlunu sadece sonuçların ilgilendirdiğini belirtir. Dördüncü kitabın başında da buna benzer şekilde, Sokrates vatandaşları mutlu etmede başarısız olduğunu ve mutluluğun birinci değil ikinci önemli şey ve asıl amaç değil devletin iyi yönetiminin dolaylı bir sonucu olduğunda ısrar eder. Din ve mitoloji hakkındaki tartışmada Adeimantos savunma yapmaktadır ama Glaukon ufak bir şakayla araya girer ve konuşmanın konusunu o kitabın sonuna kadar müzik ve jimnastiğe çevirir. Sokratik tartışmanın sağduyusu hakkında eleştiri yapmaya gönüllü olan, Sokrates’in kadınlar ve çocuklar meselesine geçmesine karşı çıkan yine Adeimantos’tur. Delille konuşulan bölümlerde Adeimantos’u daha çok görürken Diyalog’un daha hafif ve imgesel bölümlerinde Glaukon karşımıza çıkar. Örneğin; altıncı kitabın büyük bir kısmı boyunca felsefenin ve “iyi” fikrinin yozlaşması konusu Adeimantos ile konuşulur. 506. sayfada, Glaukon tekrar ana muhatap olarak karşımızdadır fakat Sokrates’in almış olduğu yüksek eğitimi idrak edemez ve tartışmada gereksiz yere laf çarpmaya çalışır. Bir sonraki kitapta Adeimantos bir kere daha, tartışma yaratan Devlet’le kıyasladığı kardeşi Glaukon’u taşlamak için geri gelir; yine onun yerine Glaukon geçer ve sonuna kadar konuşmaya devam eder.

Burada Platon’un betimlediği karakterlerin sıralaması, aslında ahlakın birbirini izleyen aşamalarını temsil eder. Eski zamandaki Atinalı beyefendilerden başlayıp hayatını atasözü ve deyişlerle devam ettiren gerçekçi insana, daha sonra da Sofistlerin dağınık genellemesine geçer ve son olarak da sofistike argümanları bilen ama onlarla ikna olmayan, varlıkların doğasında daha derinlere inmeyi arzulayan büyük hocanın öğrencileri gelir. Bunlar da tıpkı Kephalos, Polemarkhos ve Thrasymachus gibi; birbirinden net şekilde ayrılmıştır. Ne Devlet’te ne de Platon’un diğer Diyaloglar’ında bir karakter yinelenmiştir.

Devlet’te çizilen Sokrates karakteri de tamamen tutarlı değildir. Ksenofon’un Memorabilia’sı, Platon’un ilk Diyaloglar’ı ve Sokrates’in Savunması kitabında gördüğümüz gibi ilk kitapta daha gerçek bir Sokrates görüyoruz. Bahsettiğimiz Sokrates alaycı, kışkırtıcı, soran, Sofistlerin eski düşmanı ve gerektiğinde Silenus maskesini takabilmeye veya ciddi bir şekilde tartışmaya hazırdır. Ama altıncı kitapta Sofistlere olan düşmanlığı hafifler ve onların dünyayı mahvetmekten ziyade onu temsil ettiklerini kabullenir. Aynı zamanda, gerçek Sokrates’in siyasi ve spekülatif fikirlerini de aşarak daha dogmacı ve yapıcı birisi olur. Paragrafların birinde Platon’un kendisi, bütün hayatını felsefeyle geçirmiş olan Sokrates için artık diğer insanların fikirlerini tekrarlama zamanının bitip kendi fikirlerini açıklama vaktinin geldiğini çıtlatıverir. Kesinlikle evrensel ve nihai sebeplerin doğası üzerinde durmasına rağmen “iyi” düşüncesinin ya da kusursuz devlet görüşünün, Sokratik öğretilerde anlaşıldığının kesin bir kanıtı yoktur (Ksen. Mem.; Phaedo) ve onun gibi ömrünün otuz-kırk yılını halkı eğitmeye adamış bir düşünürün, bu süre zarfında aile ilişkilerinin doğasına değinmemiş olması neredeyse imkânsızdır ki bunun hakkında Memorabilia’da kesin delil bulunmaktadır. (Mem.) Sokratik yöntem sözde korunmuştur ve her çıkarım ya bir konuşmacının ağzından çıkmış ya da kendisi ve Sokrates’in ortak bir keşfi olarak sunulmuştur. Fakat herkes bunun, çalışma ilerledikçe usandırıcı şekilde yapmacıklığı büyüyen sadece bir görünüş olduğunu görebilir. Sorgulama yöntemi yerini, muhataplarının yardımıyla konuya farklı açılardan bakıldığı bir öğretme yöntemine bırakır. Sürecin doğası, Glaukon kendini araştırmada pek de iyi olmayan bir arkadaş olarak tanımladığında, tamamen tasvir edilmiş olur ama aslında Glaukon sadece kendisine gösterilen kadarını görüyordur ve belki de bir soruya başka herhangi birinden daha hazırcevap karşılık verebilir.

Ne Devlet’te Glaukon’un öğrencileri için bilinmez olarak nitelendirilen ruhun ölümsüzlüğünü öğretenin Sokrates’in ta kendisi olduğundan emin olabiliriz ne de efsaneleri ve diğer taraftan gelen esinleri birer öğretme aracı olarak kullandığını var saymamız için ortada bir sebep vardır. Çünkü eğer öyle olsaydı ya şiiri yasaklardı ya da Yunan mitolojisini alenen suçlardı. Sevdiği yemine el konulmuş ve Sokrates’in kendisine özgü bir olay olarak söylediği daemoniumun1 -ya da iç işaret- hiç bahsi geçmezdi. Sokratik öğretimin, Devlet’te diğer Platon Diyaloglar’ından daha belirgin temel unsuru örnek ve misallerin kullanımıdır (τὰ φορτικὰ αὐτῷ προσφέροντες): “Haydi müşterek örnekleri bir sınayalım.” Alaycı bir şekilde “Sen.” der Adeimantos altıncı kitapta “İmgelerle konuşmaya hiç alışmamışsın.” ve örneklerin -veya imgelerin- kullanımı, özünde tamamen Sokratik olsa da bir dâhi olan Platon onun kapsamını, zaten kuramsal olarak tasvir edilmiş -ya da tasvir edilecek- olanın içinde biçimlenen bir alegori ya da kıssa şeklinde genişletmiştir. Böylece VII. kitaptaki mağara tasviri, VI. kitaptaki bilginin parçalarının bir tekrarıdır. IX. kitaptaki karışık hayvan da ruhun farklı parçalarının bir benzetmesidir. VI. kitaptaki asil kaptan, gemi ve esas pilot ise kitapta betimlenen devletteki filozoflarla halk arasındaki ilişkiyi simgeler. Diğer figürler -köpek, yeteneksiz kızın evliliği ya da sekizinci ve dokuzuncu kitaplardaki erkek arılar ya da yaban arıları- de uzun paragraflarda ilişkili konuların arasında bağlantı kurmuştur ya da önceki tartışmaları hatırlatmak için kullanılmıştır.

Platon, onu “bu dünyadan olmayan” olarak tanımladığında ustasının karakterine karşı en dürüst tanımı yapmıştır. Sokrates’in kurguları olarak gösterilemeseler de onun bu tasviriyle ideal devlet ve Devlet’in diğer paradoksları bir uyum içerisindedir. Ona ve diğer büyük felsefe ve din öğreticilerine göre yukarıya bakıldığında bu dünya hataların ve kötülüğün somut hâli olarak görünür. İnsan ırkının sağduyusu bu görüşe karşı başkaldırmıştır ya da bir dereceye kadar kabul etmiştir. Hatta Sokrates’in kendisinde de eğriliğin katı yargısı bazı zamanlar yerini alaycı bir tür acımaya ya da sevgiye bıraktığı görülür. İnsanlar genel olarak felsefe yapma becerisinden yoksundurlar ve bu yüzden filozofla bir düşmanlık içerisindelerdir: Onu kendi olarak hiç görmedikleri ve doğrunun hiçbir parçasını içermeyen tamamen yapay sistemleri bildikleri için -ki bunlar pek çok farklı yerde görülebilmekte- onunla yaşadıkları bu yanlış anlaşılma gayet doğaldır. Liderlerinin ölçülebileceği hiçbir şey yoktur ve bu yüzden kendi kişiliklerinden bile habersizdirler. Ama bu onlarla tartışılmasını değil onlara acınmasını ve gülünmesini gerektirir. Problemle karşılaştıklarında kocakarı ilaçları misali yöntemlerle çözüm bulurlar. Devlet’teki Sokrates’in en belirgin özelliklerinden biri hata yapanlara karşı bu ılımlılıktır. Platon ya da Ksenofon’un Sokrates betimlemelerinde, başlardaki ve sonlardaki Diyaloglar’daki bütün farklı Sokrates betimlemelerinde, Sokrates’i Sokrates yapan özelliği olan usanmadan ve yılmadan hakikatin peşinde koşması hep korunur.

Bu kısımda artık karakterleri bir kenara bırakıp Devlet’in içeriğini analiz ediyoruz, daha sonra da (1) Helen dönemindeki İdeal Devlet’e genel açılardan bakacak ve (2) Platon’un okunabileceği çağdaş yöntemleri inceleyeceğiz.

BİRİNCİ KİTAP

Devlet, tam olarak bir Yunan sahnesiyle başlar; Pire’de Tanrıça Bendis onuruna atlı meşale yarışı yapılan bir festivalle. Bütün eserin, festivalin ertesi günü yapılan ve Timaeus’un ilk sözlerinden anladığımıza göre, Kritias, Timaeus, Hermokrates ve birinin daha bulunduğu küçük bir partide, Sokrates tarafından anlatıldığı farz edilmektedir.

Diyaloğu anlatmanın sözde avantajı elde edildiğinde, dikkat hiç topluluktan birine doğru kaymaz ve okuyucu da anlatının harikulade uzunluğunu da fark etmez. Sayısız katılımcılar arasında yalnızca üç kişi tartışmaya cidden katılır. Gece meşale yarışına gidip gitmedikleri ya da Sempozyum’daki gibi konuşup konuşmadıkları hakkında bilgimiz yoktur. Tartışmanın başladığı şekil şöyle betimlenmiştir -Sokrates ve arkadaşı Glaukon, Glaukon’un oğlu Adeimantos’un da eşlik ettiği Polemarkhos’un çabucak getirdiği bir mesaj onları tuttuğunda ve neşeyle dolu bir sertlikle onları kalmaya zorladığında festivalden çıkmak üzeredirler. Meşale yarışından sonra onlara, Sokrates’e hep cazip gelen, gençlerle yapılacak bir sohbetin memnuniyetini sunarlar. Polemarkhos’un şimdilerde pek yaşlı olan babası Kephalos’un evine dönerler. Kephalos’u köşede rahat bir koltukta, bir fedakârlık için taçlandırılmış şekilde otururken bulurlar. “Ben artık çok yaşlandığım için sen bana daha sık gelmelisin Sokrates. Ve hayatın bu aşamasında, diğer zevkleri kaybetmişken muhabbete daha çok önem veriyorum.” der. Sokrates ona bu çağ hakkında ne düşündüğünü sorar ve yaşlı adam; yaşlılığın acıları ve dargınlıklarının insanın mizacından kaynaklandığını, yaşlılıkta gençliğe has olan tutkuların tahakkümünün artık hissedilmediğini söyler. “Evet.” der Sokrates ve ekler “Fakat Kephalos, dünya diyecek ki sen yaşlılığında mutlusun çünkü zenginsin. Söylediklerinde hakları var ama hayal ettikleri kadar değil. Themistoklis’in Seriphosluya söylediği gibi “Ne sen bir Atinalı olsaydın ne de ben bir Seriphoslu olsaydım bu kadar ünlü olurduk. Şimdi ben bu sözü sana uyarlıyorum; ne iyi ama fakir bir adam yaşlılığında mutlu olabilir ne de kötü ve zengin bir adam.” Sokrates, Kephalos’un zenginleri umursamadığını görür. Servetini sonradan edindiğini değil, ona miras kaldığını söylediğinde bunların temel avantajının ne olduğunu bilmek ister. Kephalos; yaşlandığında dünyanın üstünde olduğu inancının büyüdüğünü, adalet dağıtmış olduğunu, sefalet yoluyla adaletsizlik dağıtmaya mecbur kaldığını, birini aldatmak zorunda kalmamış olmasının tarifsiz nimetler olduğunu söyler. Açıkça bir tartışma başlatmaya çalışan Sokrates sonra şöyle sorar; “Adalet kelimesinin anlamı nedir? Doğru konuşup borçlarını ödemek mi? Bundan fazlası yok mu? Ya da bazı istisnalar olabilir mi? Ben, mesela, şu anda aklını kaçırmış bir arkadaşımın eline, ondan aklı yerindeyken ödünç aldığım kılıcı verebilir miyim, sırf ona borcum olduğu için?”

“Hayır, bazı istisnalar olmalı. Ayrıca verdiğiniz tanım Simonides’e aittir.” diye yanıtlar Polemarkhos. Burada, Kephalos yaptığı fedakârlıkları düşünmek için geri çekilir. Sokrates şakayla, tartışmanın sahibinin Kephalos’un varisi Polemarkhos olduğunu söyler.

Yaşlılığın tasviri biter ve Platon, her zaman yaptığı gibi bütün kitabın esas noktasına, adaletin tanımını sorarak dokunur; ilk önce, Glaukon dış doğruluğa yorduğu soruyu sorar ve Kephalos’un imasındaki aşağıdaki dünyanın son efsanesine hazırlanır. Adil adamın portresi doğal bir kapak resmidir ya da devamındaki uzun söyleve bir giriştir ve belki de adaletin doğası hakkındaki bütün kafa karışıklığımıza rağmen “adil bir adamın kim olduğu”nu anlamakta bir güçlük olmadığını söylemeye çalışır. İlk yorum Simonides’in bir sözüyle desteklenmiştir ve şimdi Sokrates, adaletin çözümünün birbiriyle bağlantısı olmayan iki öğretiye dayandırılmasının, diyalektiğe yetmediğini gösterme niyetine girer.

… Şöyle devam eder: Simonides’in bu sözünde anlatmaya çalıştığı nedir? Aklı yerinde olmayan adama o silahı geri vermem gerektiği mi? “Hayır. Bu durumda değil, taraflar arkadaşsa değil. Yoksa kötü şeyler yaşanır. Simonides’in anlatmak istediği şu, senin yapmayı düşündüğün şey aslında gayet doğru: “Dostlarına iyi, düşmanlarına kötü davranmak.” Her davranışın birine bir etkisi olur ve bu benzetmeye dayanarak Sokrates, “Adaletin yaptığı uygun, doğru şey nedir ve kime yapar?” diye sorar. Adaletin dosta iyilik, düşmana kötülük yaptığını söylerler. Ama neye göre iyilik, neye göre kötülük? “İyi olanla birlik olup diğeriyle de savaşmak.” O zaman barış zamanında adaletin gereği nedir? Cevap, adaletin bütün anlaşmalarda işe yaradığıdır ve anlaşmalar da para ortaklıklarıdır. Evet ama bu ortaklıklarda nasıl oluyor da adil adam diğerinden daha yararlı oluyor? “Paranın güvenilir ellerde korunması ve kullanılmamasını istiyorsan” paranın işe yaramadığı yerde adalet işe yarar. Aslında başka bir zorluk daha var; adalet, savaş sanatı ve diğer sanatlar gibi, zıtlıklardan oluşmalıdır; savunmada ve saldırıda uzmanlık, çalmada ve korumada uzmanlık. Ama o zaman da aslında bir kahraman olmasına karşın adalet, tıpkı Homeros’un “hırsızlık ve yalancı şahitliğin üstü” kahramanı Autolycus gibi bir hırsız oluyor. Hırsızlığın arkadaşların yararına, düşmanların zararına yapıldığını unutmamama rağmen böyle bir konuya bizi sen, Homeros ve Simonides getirdiniz ve şimdi başka bir soru ortaya çıkıyor: Arkadaş dediklerimiz gerçekten mi yoksa sadece görünüşte mi öyledir? Düşmanlarımız gerçekte mi yoksa görünüşte mi öyledir? Ve arkadaşlarımız salt iyi, düşmanlarımız da salt kötü müdür? Cevap, görünüşte ve gerçekte iyi arkadaşlarımıza iyi, görünüşte ve gerçekte gerçekten kötü olan düşmanlarımıza da kötü davranmamız gerektiğidir; iyiye iyi, kötüye kötü. Ama kötüye kötülük için mi zarar veririz? O zaman insanları daha kötü yapmış olmaz mıyız? Adalet, atçılığın kötü atçılar yapması ya da ısının soğutması gibi haksızlık yaratabilir mi? Varılan sonuç şudur: Hiçbir bilge ya da ozan kötülüğe kötülükle karşılık vermenin adalet olduğunu söylememiştir. Bu sadece, Periander, Perdiccas ve Thebaili2 İsmenis gibi birkaç zengin ve güçlü adamın koyduğu kuraldır… (MÖ 398-381 gibi)

Böylece aforistik ya da kasıtsız ahlakın ilk evresinin, çağın isteklerine yetersiz kaldığı görülür. Ozanların otoritesini bir kenara bırakır ve diyalektiğin dönemeçli labirentlerinde Hristiyanlıkta zararların affedilmesi kaidesine yakından bakmaya başlarız. Benzer kelimeler gizemli Acem şair tarafından, içinde sorgulayan bir ruh dolaşmaya başladığında ilahi varlıklar için de kullanılmıştır: “Eğer ben kötülük yaptığım için beni kötülükle cezalandırırsan senin benden ne farkın kalır?” Bu durum, hem Platon’u hem Hayyam’ı çoğu Hristiyan (?) ilahiyatçının seviyesine yükseltir. Adaletin ilk tanımı kolayca ikincisiyle birleşir. Çünkü “doğruyu konuşmak ve borçlarını ödemek” gibi basit kelimeler, daha soyut olan “arkadaşına iyilik, düşmanına kötülük yapmak” kelimelerinin yerine konur. Bu açıklamaların ikisi de insan hayatı için yeterli kuralları koyar ama ikisi de felsefenin duyarlılığı konusunda yetersiz kalır. Vicdan muhasebesinin çöküşünü fark edebiliriz ki bu çöküş, sadece bazı konularda konulmuş olan ilkelerin uyuşmazlığından değil, onlara erişme çabasından da meydana gelir. Buna ek olarak ahlakla ilgili fikirlerimizin hem öncüsü hem devamıdır. Ahlaki fikirlerin “soruşturması”, Homeros’un yetkisinin albenisi, “arkadaşlarına iyilik, düşmanlarına kötülük yapmak” ilkesinin hatalı olması büyük bir adamın lafı olamamasının sonucu, tam olarak Platon’un Sokrates’inin özellikleridir.

… Burada, birkaç kez araya girmeye çalışmış ama şimdiye dek yanındakiler tarafından tutulmuş olan Thrasymakhos, duraksamadan faydalanır ve arenaya vahşi bir hayvan gibi kükreyerek atlar. “Sokrates…” der, “Bu nasıl bir ahmaklıktır? Böyle yapmacık bir tartışmada birinin seni bozguna uğratmasına nasıl izin verirsin?” Sonra, sıradan adalet tanımlarını yasaklar. Sokrates de 2x6, 3x4, 6x2 veya 4x3 demek yasakken on ikinin kaç olduğunu söyleyemeyeceği karşılığını verir. Thrasymakhos başlarda tartışmaya girmeye niyetli olmasa da sonrasında Sokrates’in gruba yapacağı ödemeyi ve övgüyü duymasıyla oyunu açmaya karar vermiştir. “Dinle.” der, “Cevabım, doğruluğun bir güç, adaletin de güçlü birinin menfaati olduğudur: Şimdi bana övgüler yağdır.” Önce bir seni anlamama müsaade et. Yani sen şimdi, bir güreşçi olan Polydamas’ın kendi istediği eti yiyebildiği için o kadar güçlü olmayan bizlerin istediği etleri yiyebildiğini mi söylemek istiyorsun? Thrasymakhos, örneğe içerlenmiştir ve görünen o ki gösterişli laflarıyla tartışmanın haysiyetini geri getirmeyi amaçlamaktadır. Söylemek istediğini şöyle açıklar, yöneticiler yasaları kendi istekleri doğrultusunda yaparlar. Fakat Sokrates “Varsayalım ki yönetici ya da güçlü olan kişi bir hata yaptı. O zaman güçlü olanın isteği aslında istediği şey değildir.” Thrasymakhos’un öğrencisi Kleitophon, konuşmaya “düşünmek” kelimesini sokarak onu bu çöküşten kurtarır. Yöneticinin asıl isteği değil yani. İstediğini düşündüğü ya da istiyor gibi göründüğü şey adalettir. Bu çelişki boş bir kaçışla son bulur: Gerçek ve dışarıdan görünen çıkarları değişse de yöneticinin faydası olduğunu düşündüğü şeyler hep düşüncesinde kalır.

bannerbanner