
Полная версия:
Çolpan
Yeni tarihî devrin talebi ile gençler, bilhassa Türk, Tatar, Azerbaycan dillerini iyi öğrenmek ve bu dillerde yayımlanan gazete ve dergileri, kitapları inceleyerek okumaya, gençlik çağının bütün güç ve gayreti ile giriştiler.
Eğer hatırlarsanız, Hamza, 1909 yılında Namangen’de bulunduğu sırada Bahçesaray, Kazan ve Оrеnburg’da neşredilen gazeteleri gizlice okuduğunu ve bu gazetelerde basılan makalelerin onun dünya görüşünü alt-üst ettiğini söylemişti. Bu durum Çolpan’ın hayatında da meydana geldi. Onun bahtına, bu zamanda Andican’da yeni fikirler ileri süren, mevcut tarihî şartlarla artık uzlaşarak yaşamayı cinayet diye değerlendiren kişiler yok değildi. Bunun için de onlar gençleri dünyevî ilimler ve zamanın ideallerinden istifade ettirmeye samimi şekilde gayret ettiler.
Süleyman bezzazın evine yakın yerde bir Tatar kadın yaşamış. Ashâbe Cemal adıyla tanınan bu kadın, 1950-1960’lı yıllarda meşhur olan rakkase Flоra Kaydanin’in anası idi. Mahalle ehli ona her nedense Nadya adını vermiş. Bu kadın mahalledeki Özbek kızlarına muallimelik etmiş. Onun elinde, şüphesiz, çağdaş ilmin değerini anlayan ve gelecek cemiyette nasıl gençlerin gerekli olduğunu hisseden kişilerin çocukları okumuş. Bunlar arasında Fâzıla ve Fâika analar da bulunmuşlar.
Yukarıda belirtildiği gibi Süleyman bezzaz, Abdülhamid’in sadece medrese eğitimi ile yetinmediği için onu Rus-Tüzеm mektebine okumaya vermiş. Tahminen bu devirde eski dünyanın çeşitli şehirlerinde Özbek, Türk, Tatar ve Fars dillerinde yayımlanan gazetelere abone olup, tek oğlunun dünya olaylarından haberdar olması, yani, basiret gözlerinin açılmasına imkân yaratmış. Ve Çolpan da bu yıllarda ceditçilik gayeleri ile tanışmaya başlamış.
Leziz Azizzade’nin anlattığına göre, 1912 yılından başlayarak Çolpan’ın gayevî-marifî dünyasında bir yükseliş meydana gelmiş, dil, edebiyat, tarih, fesefe, ilm-i bediî gibi ilimleri kendisinin içtihadı ve babasının ciddi terbiyesi neticesinde iyice öğrenmiştir. “Çolpan’ın fikrî terakkiyatında ve dünya görüşünün şekillenmesinde, – diye yazmaktadır L. Azizzade, – Çarizmin müstemleke siyaseti ve mahallî ticaret kapitalinin vücut bulması da mühim âmillerden biri olmuştur.”
Hülâsa, bu devirde Arap, Fars, Türk, Tatar, Azerbaycan ve Rus dillerini bilen Abdülhamid, bu dillerdeki gazete ve dergileri muntazam şekilde mütalâa etmekle kalmamış, hattâ onlara çeşitli haber, makale, aktüel tenkit yazıları da göndermeye başlamıştır.
Prоf. A.Sa’dî’nin “Özbek Burjuva Edebiyatı” adlı 6. sınıf için çıkarılan ders kitabında (1934) belirtildiğine göre, Çolpan 1913 -1914 yıllarında edebiyat âlemine girmiştir. Leziz Azizzade de Çolpan’ın edebî faaliyetinin 1913 yılında başladığını söylemektedir. Maalesef, biz onların bu malûmatlarını tasdik edici bir esasa şimdilik sahip değiliz…
Bendeniz bu sözleri yazarken Çolpan’ın hiçbir ilk mektup ve haber yazısı elimizde mevcut değildir. Ama zeki edebiyatçı âlim Bahadır Kerim, Humbоldt üniversitеsindeki Merkezî Asya’yı Öğrenme Enstitüsü ve şahsen Prоf. İngеborg Baldauf’un daveti ile Amanya’ya vardığında adı geçen enstitünün arşivindeki “Tercüman”“ gazetesinin mikrоfilmini görmüş. Âlim “Daha Gözel Bitikler” (“Gülistan” dergisi, 2000 yıl, 3. sayı) adlı makalesinde şu yeni malûmatı vermektedir:
“Gerçi gazete çıkışının (söz ‘Tercüman’ gazetesi kastedilmekte – N.K.) evvelki yıllarında ona Türkistan’dan iştirak edenler çok az, yok denecek derecede olsa da, onuncu yıllardan itibaren Mahmudhoca Bеhbudî (Semerkand), Ahund Molla Mevdud Ahimuf (Taşkent), Mirhüseyin Mirrahimuf (Semerkand), Hacı Mu’in (Semerkand), Kadı Ziyaüddin Mahdum ibn damle ve müderris Feyzrahmet (Buhara) gibi imzalara tesadüf edilmektedir. Müellifler, bazen makale-haber yazmaya, bazı hâllerde ‘Tercüman’dan kendilerinin en mühim suallerine cevap almak maksadıyla mektuplar yollamışlar.
Gazetenin 27 Kasım 1913 tarihli 261. sayısındaki ‘Andican’dan Olan Suale Cevap’ başlığı dikkati çekmektedir. Aceleyle mektubun sonuna bakıyorum, ‘Süleymanzade Abdülhamid Yunusоv’ imzası duruyordu. Tabiî ki, bu kendisini huzursuz eden suallerle gazeteye müracaat eden şairimiz Çolpan’dır. İzah ve cevap yazan ise, şüphesiz, İsmailbеk Gaspıralı cenapları idi. İzahta şöyle satırlar bulunmaktadır:
“Andican, sâbık Hokand hanlığının mühim şehirlerinden biridir. Hind-Moğol devlet-i âliyesinin kurucusu, kahraman ve edip Sultan Bâbür’ün vatanı ve şimdi Fergana vilâyetinin nahiye merkezidir. Osmanlıca kaymakamlık makamıdır.
Bu şehirden aldığımız acayip bir mektip derc ve dikkate lâyıktır. Sahib-i mektup bizden daha güzel söylediğinden yazdıklarını aynen naklediyoruz.”
Şüphesiz, Müslüman âleminin “Tercüman” gazetesinin ulaştığı şehirlerden gazete idaresine o yıllarda birçok mektuplar gitmiştir. Bu mektupların tamamına İ.Gaspıralı cevap yazmıştır, diye söylememiz zor. Ama o Çolpan’ın mektubunu itibarsız bırakmamış. Bunun sebebi, mektup kendisinde olduğu için aşağıdaki ondan bir levhayı Bahadır Kerim’in makalesinden alıp zikrediyoruz:
“Muhterem üstadımız İsmailbеk cenapları! Andican’ın bazı büyükleri bana şunu diyorlar: Sеn ‘Şelâle’, ‘Türk Yurdu’, ‘Şehbal’, ‘Tercüman’, ‘Vakit’ ve ‘İkbal’ okuyorsun, ne için ‘Mirza Bîdil’ ve ‘Hoca Hâfız’ları okumuyorsun? Bu suale cevap olmak üzere söyleyecek bir şey bulamadım. Eğer cevabı var ise ‘Tercüman’da derc edilmesini kat kat rica ediyorum. Eğer cevap yok ise ‘bu yeni edebiyatı’ suya, ateşe atıp, vaktim oldukça ‘Mirza Bîdil’ ile ‘Hoca Hâfız’ı mütalâadan ayrılmayacağım.
Süleymanzade Abdülhamid Yunusоv”
İ.Gaspıralı, Çolpan’ın bu mektubunu ilginç sayarak, ona aşağıdaki cevabı gazetesinde yayımlamış:
“Ay benim kara yazılı şagirdim, sana ve sizlere âcilen cevap vеreceğiz… Rica ediyorum, şimdi edebiyatı ateşe yandırmayınız, suya batırmayınız! Sakın, sakın bir daha bana ‘muhterem üstad’ dеmeyiniz! Otuz sene ders vererek ‘edebiyatın’ ateşe yandırılmak ihtimalini işiten bir ‘üstad’, muhterem olmaz; hem üstad iddia edilemez; ul ise bir bedbaht muallimdir!
‘Mirza Bîdil’, Hindistan’ın Şeyh Sa’dî’sidir. Yazdığı temsillere vеrdigi nasihatlar hakikaten güzel ve nâfi şeylerdir. Hoca Hâfız ise malûm… Bunları bir, iki, beş defa okuyunuz!..”
İ.Gaspıralı’nın cevap mektubu biraz uzun olup, onu tam olarak getirmek şart değil. Ama belirtmek gerekir ki, İ.Gaspıralı Çolpan’a üstad olarak kıymetli tavsiyelerde bulunmuş ve Çolpan, bilhassa, sanatının teşekkül devrinde sadece “Tercüman” gibi terakkiperver gazeteleri okumak ile kifayet etmeyip, mümtaz edebiyat numunelerinden de istifade etmekle onun bu tavsiyelerine tam olarak riayet etmiş.
Şimdi yine Çolpan sanatının 1914 yılı ile bağlı sayfalarına bir göz atalım.
Bize Çolpan’ın bugünkü günde malûm olan ilk “eser”i, Bеhbudî tarafından neşredilen “Ayna” dergisinin 1914 yılı 18 Ocak sayısında yayımlanmıştır. “Andican’da Yeŋi Bank” adlı bu haber, bizi bugünkü iktisadî ıslahatlar cereyanına uygun olan yenilik ile tanıştırmaktadır. Haberde, müşterilerin dikkatine havale edilen yenilik de, onda adı zikredilen bazı şahıslar da muayyen ehemmiyete mâlik olduğu için onu aşağıda tam olarak veriyoruz:
“Andican’da, Müslüman kıt’asında ‘Düyûn-ı Mütekâbile Şirket Bankı’, yani ‘Vriminniy Kridit’ açmaya karar verildi. Şimdiki üyesi 180 nefer olup, 130’dan ziyadesi Müslümanlardır. Sermayesi 24 bin somdur. Meşveret üyeleri altı nefer olup, yerli Müslümanlardan: İşanhan Mahzum, Adilhoca oğlı, Zünnunbay Kutlukbay oğlı, Mirhaydarbay Mircemal oğlıdırlar. İdare üyeleri üç nefer Rus’tur. Bu sebeple bizde zamaneye ilgisi bulunan ilimden haberdar kişi yoktur. Teftiş üyeleri üç nefer olup, biri Sa’dullahhoca Tursunhoca oğlı cenaplarıdır. Banka gelecek hut 3 açılsa gerek. Uşbunu vücuda gelmesine mezkûr muhterem Müslümanlar ve onların yardımcıları sebep oldular. Banka olmasın, diyenler de var idi ki, onları ‘Ayna’ idaresindeki ‘Moş’ havale ettik.”
Çolpan, şimdi bize malûm olan bu ilk “eseri”ne “Abdülhamid Süleymânî” diye imza koymuş.
Andican’ın mahallî ahalisinin yaşadığı kısmında 24 bin soma sahip olan muvakkat krеdi bankasının açılışı, şüphesiz büyük bir olaydı. Haber müellifinin altı nefer meşveret azasından sadece üçünün ismini zikretmesi boşuna değil. Tahmin etmek mümkün ki, kalan üç meşveret azası arasında onun babası da bulunmuş. Çolpan “gelecek hut ayı”nda açılması planlanan banka hakkındaki malûmatı da babasından almış. Haberde adı zikr edilgan Sa’dullahoca Tursunhocayev ise aslen Taşkentli olup, 1891 yılında Mеrgençe mahallesinde doğmuştur. O Оrеnburg’daki tüccar dayısının kâhyası olarak işe başlamış ve bu vazifesi sırasnda Andican’a da gelip, bir müddet kalmış. Sa’dullahoca, Abdülhamid’den altı yaş büyük olmasına rağmen, onlar arasında iyi dostluk bağları kurulmuş ve Çolpan hattâ Taşkent’te bulunduğu sırada malûm bir süre Mеrgençe’de onunla komşu olarak yaşadı.
20. asrın 1910’lu yıllarında Andican’da yaşayan zenginlerin en meşhuru Mirkâmilbay’dır. Fakat 1914 yılında Fergana vadisinin iktisadî hayatında mühim olay olan bu tedbirde onun iştirak ettiği bu haberden anlaşılmamaktadır. Asıl mesele şu ki, gerçi sonraki yıllarda Mirkâmil Mirmominbay oglı hakkında birçok güzel sözler söylenmiş ve hattâ önemli mensur eserler yazılmış olsa da, yukarıda belirtildiği gibi, Abdülhamid’in – geleceğin Çolpan’ının ilk makalelerinden birinde ona tenkit taşları atılmıştı. Abdülhamid bu tenkidî makalesini Semerkand’da yayımlanan “Ayna”ya değil, belki Ufa’da, “Vakit” gazetesine göndermiştir. “Vakit”de yayımlanan bu makale, İsmail Gaspıralı’nın dikkatini çekip, o bunu bütün Müslüman âlemine ibretli olması için “Tercüman”da tekrar yayımladı. Bundan haberdar olan Mahmudhoca Bеhbudî, “Abdülhamid Süleymânî” imzası ile Andican’dan Ufa’ya yollanan makalenin Türkistan matbuatı vasıtasıyla da dağılmasını isteyip, “Ayna”nın 14. sayısında iktibas edip bastı. Ufa’dan Bahçesaray’a kadar uzanan Türk âleminde Çolpan’ın kalemine mensup makalenin büyük aksisedaya sahip olmasını hiç kimse, bu cümleden, müellifin kendisi de beklememişti. Matbuatla ilgisi olmayan Mirkâmilbay, bu yazıdan bir şekilde ondan haberdar olup, Süleyman bezzazı, evvelki bölümde belirtildiği gibi tehdit eder. Bunun dışında da zaten araları iyi olmayan Süleyman bezzaz telâşa kapılır, kalem sahibi oğlunu ikaz eder, ondan ihtiyatlı davranmasını ister. Ama aradan çok geçmeden, “Ayna”nın 17. sayısında “Andican’dan Mektub” adlı yeni bir haber basılır.
Zengin tüccar ailesinde dünyaya gelen Mirkâmilbay’ın asrın başlarındaki nakit sermayesi 13-15 milyon somu teşkil etmektedir. Tüccar unvanına erişen bu zat, Andican’ın en zengin kişisi olduğu için herkes gözünü ona dikmiş, hattâ Çar hükûmetinin gözleri de onun kesesine dikilmişti. Bunu sеzen ve zenginliğinin küçük bir kısmını şehrin imar faaliyetlerine bağışlamak suretiyle “kem gözler”den saklanmak istemiş, bu cümleden, Çolpan gibi muhabirlerden kendisini muhafaza etmek isteyen Mirkâmilbay, 1913 yılının başlarında Andican’ın Kültеpe meydanında kırk yataklı nümuneli hastahane, 30 talebe için planlanan bir mektep, 100 talebe için planlanan bir medrese, hamam ve başka inşaatları kuracağını vaat eder. Abdülhamid, tahminen, şimdi bizim dikkatimizi çekmeyen makalesinde, zenginin işte bu vaadinin vâdesinin gelmekte olduğunu söylemiş.
“Andican’dan Mektub”da da tahminen bu ruhda söz edilmektedir. Mektup müellifi, Mirkâmilbay’ın 1913 yılı yazında Viyana, Bеrlin, Paris gibi Avrupa başkentlerine gidip, oradan bir otomobil alıp geldiğini söylüyor ve Garbdan aldığı ibreti sadece budur, mânasında zenginin vaat ettiği hastahane, cami ve medreseden hiçbir haber olmadığına dikkat çekmektedir. “İtiraf etmek gerekir ki, – diye yazıyor müellif, – Andican’da bir mektep bina ettirdiler. Muallimliğe büyük medrese mütevellisinin muavini tayin edildi. O muallim efendi, her zaman Andican’ın terakkiperver gençlerine hakaret eden bir kişidir. Okuttukları, eski usûldür. ‘Vakit’te, ‘Tercüman’ ve sonra ‘Ayna’da yazılan cami, hastahane ve mektepten hâlen hiçbir eser yoktur.”
Bu mektubun altına: “Andican”, “Kuyan”, sözleri yazılmış. Bu dönem matbuatında “Kuyan”, “Kuyanî” imzaları ile yazılan şiirlere de tesadüf edilmekte ve Andican’da ondan başka genç bir kalem sahibi olmadığını dikkate alıp, “mektub”un genç Çolpan’ın kalemine ait olduğu şüphesizdir. Düşüncemize göre, Çolpan Mirkâmilbay’ın tehdidinden güya korkan bir kişi olarak “mektub”a “Kuyan” diye imza atmış ve bu imzaya kendi gönlünde biriken kinayeleri avuç dolusu dökmüş.
Zikredildiği gibi, 1990’lı yılların başlarında müstebid sistem kurbanlarının hayatını yeniden araştırırkan Mirkâmilbay’ın adı yine karşımıza çıktı. Bu sırada onun biraz hayırlı işler yaptığı da anlaşıldı; Çar görevlilerinin Birinci Cihan Savaşı arefesinde zenginin 500 bin somluk parası ile orduyu silâhlandırdıkları ve muntazam şekilde onun kesesini boşalttıkları aşikâr oldu. Fakat bunlar Mirkâmilbay’ın meğer iyi günleriymiş. Çar görevlilerinin yerine gelen Bolşevikler, onun bütün zenginliğini çekip almakla kalmamış, inkılâbın başlarında onu kurşuna dizmişlerdir.
Çolpan, Mirkâmilbay’ın facialı kaderinden haberdardı. Fakat buna rağmen, “Keçe ve Kündüz” rоmanına ona nispeten yirmi yıl evvel bildirdiği fikrine uygun olarak aşağıdaki sözleri yazdı: (Şerafiddin Hocayev trende giderken, “Hüseyniye” medresesi ve onu bina eden Ahmedbay Hüseyinov hakkında konuşup, Miryakub’a şunu dedi:) “…Millete ettiği hizmeti hesapsız… Bizde de böyle zenginler olsa? Andican’da Mirkâmilbay var. Duydunuz mu? Millet yoluna bir kuruş vermiyor. Cahil!..”
Askerî devrim konseyinin Mirkâmil’in kurşuna dizilmesi hakkında aldığı kararına göre, Çolpan’ın bu hükmü daha dehşetlidir!
Düşünüyoruz ki, Çolpan bu sözleri Mirkâmilbay’ın kim ve nasıl olduğunu bilmeden söylememiş. Onun nazarında, milyonları milletin gelişmesi yolunda sarf etmeyen insan, insan değildi.
Yine Fâika ana hatırasından bir bölümünü dinleyelim:
“Çolpan ağabeyim tek olduğu için babamız onun kendi yanında olmasını istemiş. Andican’da, Kokankışlak’da ağabeyime dükkân açmışlardı. Lâkin ağabeyimiz ticarete rağbet etmediği için o dükkânın işleri de babamızın idaresine kaldı.”
Gerçekten de, Süleyman bezzaz Kokankışlak’da oğlu için bir dükkân açmıştı. Onu Rus-Tüzеm mektebine okumaya vermesi, banka görevlisini muallim olarak tutması, çeşitli gazetelere abone olmaktan maksadı da Mirkâmilbay’a benzer şekilde Çar memurları ile de, mahallî zenginler ile de beraber sohbet eden tüccarı, yani geleceğin Özbek kapitalistini eğitmekti. Ama “Sivrisineğin de anası-babası olur” dеdikleri gibi oğlunda ticaret ve ticaret işlerine karşı asla bir heves olmadı.
Bir gün Süleyman bezzaz Kokankışlak’daki dükkânından haber almış; buna göre, fukaraperver oğul, birçok malı dul ve muhtaçlara karşılıksız veya veresiye paylaştırıp, dükkânı tamamen boşaltıp çıkıvermiş. Bunu gören Süleyman bezzaz: “Sеnden zengin de, dükkân sahibi de olmazmış”, diye üzülüp, ondan ümidini kesmiş.
** *Özbek Ceditçilerinin yakın dostu olan Başkırd Zeki Velidî, 1914 yılının Mart ayında Taşkent’e gelmiş. Velidî, Türkistan’a yaptığı bu ilmî seyahati sırasında birçok genç dostlar edindi. Bu gençler arasında “Özbeklerden – daha sonraları şair olan Abdülhamid Süleyman”, “Kazaklardan – o sırada gimnaziya talebesi olan” Nezir Törekulov da varmış.
“Türkistan’da tanıdığım şahıslar arasında Nezir Törekulov ile Abdülhamid Süleyman (Çolpan) bana diğerlerinden farklı yakın dost oldular, – diye yazmaktadır Velidî “Hatıralar” adlı kitabında. – Nezir’in babası Törekul, Fergana valisinin tercümanı idi. O bazı kıymetli elyazması eserler toplamış. Eline geçen kitabı okur, her okuduğu müellifin tesirine kapılırdı. Bеn ise ona insanın kısa ömründe kitapları muayyen bir maksatla okuması gerektiğini, insanın ancak o zaman kazançlı çıkacağını söyledim. Benim bu fikrimi 15 yaşında bir delikanlı şair olan Çolpan zihnine yerleştirmeye gayret etmiş, kendisi ise büyük mevki sahibi ve keyfi devamlı değişip duran bir insan olduğu için bu âdete alışamadığını, bu tertibin zor olduğunu söyledi. Nezir o sırada vetanperver bir Türkçü idi. İstanbul’da çıkan ‘Türk Yurdu’nu okuyordu. Daha sonraları komünist oldu. Cidde’de Rus elçiliğinde çalıştı. Türk dili meseleleri hakkında makaleler bastırdı, millî kültüre sadık kaldı, bunun için de Sovyetler tarafından hükmedilen kişiler arasında yok edildi.”
(Nezir Törekulov hakkında Z.Velidî’nin beyan ettiği bu fikirleri okuyucuya aktarmamızın sebebi şu ki, o evvelâ Çolpan’ın yakın akrabalarından biridir, bundan başka ikinci olarak, komünistlik devrinde, Sovyet devletinin önemli adamlarından biri olarak mutlak değişmiş, hattâ gençlikteki dostu Çolpan’a da melâmet taşlarını atmıştır.)
Z.Velidî devam ederek, şöyle yazmaktadır:
“Daha sonra Özbeklerin en büyük şairlerinden biri hâline gelen Çolpan o sırada 15 yaşlarında olsa gerek. Bana tarih kitabımı (söz müellifin “Türk ve Tatar Tarihi” adlı 1912 yılında Kazan’da neşredilen kitabı hakkında – N.K.) okuyup ilham aldığını ve fikirdaşlık etmemi söyleyip, mektup yazdı. Andican’a, evlerinde misafirliğe davet etti. Bеn Nezir Törekul ile evlerine gidince, onun zengin babası Süleyman bezzaz, fikrini sormadan evine misafir davet eden oğlundan memnun kalmamış gibi bizi biraz soğuk karşıladı. Abdülhamid’in evinde bulunmaması da biraz kaba oldu. Abdülhamid babasına bizi davet ettiğini söylememiş. O zaman bеn babasına aşağıdaki mânada Farsça bir şiir okudum: ‘Bülbüligöya dеnilen bir kuş varmış, o öttüğünde başka kuşlar da gönlü eriyip, kendilerinden geçermiş.’ Bu söz, ârif bir adam olan Süleyman ekeye tesir etmiş olmalı ki, bizi önce biraz sоğuk karşılamasına rağmen, vaziyetini derhâl değiştirerek: ‘Sizler artık oğlumun değil, benim misafirimsiniz,’ deyip misafirhaneye dönüp, gitmemize müsaade etmedi. Büyük Türk şairi Çolpan’ın babası, Fars edebiyatına son derecede hürmet edermiş. Kendimi tanıttım, seyahat evrakımı gösterdim… Büyük Özbek şairinin kendisiyle de, onun misafirperver babası ile de tanıştık. Nezir Törekul Türkçeyi bilmekten başka, Fars edebiyatını da anlar ve hürmet gösterirdi. Süleyman eke ile vedalaştık, onun bana verdiği hediyelerini annem için kabul edip gittim…”
Ahmed Zeki Velidî’nin bizim için büyük kıymete sahip bu hatırası, daha çok şairin babası hakkında olsa da, ondan Abdülhamid’in sadece Tatar vakitli matbuatı değil, hattâ Türk dünyasında yayımlanan kitap ve risaleleri de muntazam şekilde takip ettiği ve 1914 yılında her bakımdan gelişmiş biri olduğu hakkında da doğru malûmatı alıyoruz. Ayrıca, Süleyman bezzazın Velidî’nin itibarını kazanan insanî faziletleri de baba mirası olarak Çolpan’a da geçmiş. Bununla birlikte bu hatıra Abdülhamid’in o yıllardan itibaren müstakil hayat tarzına geçtiğini ve Süleyman bezzaz tabiatındaki bir adama güven, başkalarının görüşüne baş eğmemek, seçtiği yolda sabit kalma duygusunun onda da tezahür ettiğini göstermektedir.
** *Çolpan edebiyat dünyasında kendisinin ilk adımlarını atarken, Andican toprağında, hattâ çevre şehir ve köylerde meydana gelen hadiselerle ilgilenmeye, cemiyet hayatında görülen yeni temayülleri haber vermeye, noksanlık ve illetleri ise Bеhbudî aynası ile halka göstermeye çalıştı.
1914 yılı Nisan ayından başlayarak Taşkent’te “Sadâ-yı Türkistan” adında yeni bir gazete çıkmaya başladı. Haftada iki defa çıkan bu “edebî, iktisadî, fennî ve maişî” gazetenin redaktörü, Rusya’da tahsil görüp dönen meşhur avukat Ubeydullah Hocayev(Asadulla Hocayev) idi. O Tataristan’da yayımlanan “Vakit” gazetesi ve “Şûrâ” dergisi yolundan gitmeye çalışıp, haricî Şark memleketlerinin hayatını aydınlatıcı makale ve haberler vermeye büyük önem vеrdi, kendi etrafına mahallî sanatkârları toplamaya ve onların yardımıyla gafletin kucağında yatan vatandaşlarını uyandırma vazifesini yerine getirmeye çalıştı. Gazetenin 18 Nisan sayısında Abdülhamid’in “Türkistanlı Kardaşlarımızga” adlı şiiri neşredildi.
“İlm-ma’rifet hem hünerdin kaldı mahrum bizni halk,Ma’rifetsizlik belâsıga yolıkgan bizni halk.Bir kişi milletperest olsa, dеyurlar ‘dehrî’ deb,Bir kişi milletni sökse, izzet eyler bizni halk.Mektebe yok bir tiyin, toyga miŋ somleb bеrür,Çaresiz müşkül keselge mübtelâdır bizni halk…”Genç şairin kalbindeki tükenmez dert ve hasret ile beslenen bu şiir, 1910’lu yıllar Özbek şiirinin en önemli ideolojik akımına mensuptur. Abdülhamid de genç bir sanatkâr olmasına rağmen, yeni Özbek edebiyatının ictimaî- ideolojik yönelişini İ.Gaspıralı, M.Bеhbudî, Fıtrat, A.Avlânî gibi Ceditçilik hareketinin önde gelen temsilcilerinin tesiriyle kısa zamanda idrak etti ve bu yönelişte manzum ve mensur eserler yaratmaya çalıştı.
On bir gün sonra, bu gazetenin 29 Nisan sayısında onun “Kurbân-ı Cehâlet” adlı ve müellifin adını bir anda meşhur eden ilk hikâyesi neşredildi.
“Kurbân-ı Cehâlet”, edebiyatımızın bugünkü seviyesi nokta-ı nazarından bakılırsa, biraz boş bir eser. Ama onu 1910’lu yıllar Özbek nesri nümûneleri ile kıyaslarsak, genç Çolpan’ın o dönemde birçok kalem sahibi çağdaşlarından hayli ileri gittiği açıkça fark edilmektedir. Hikâyenin başkahramanı Eşmurad adlı bir delikanlı olup, o tahminen muellif ile akran. Onun etrafını kuşatan bütün herkes, babası da, babasının dostu Nezir sofi de, muhtar da, hattâ akranları Mömincan ile henüz sakalı bitmemiş bala da bütün hepsi Eşmurad’a rûhen yabancı olup, kendi görünümlerinde “Türkistanlı Kardaşlarımıza” şiirinde tarif ve tavsif edilen halk karakterini canlandırıyordu. Eşmurad onların arasında yalnız kalıp, sonunda intihar etmeye mecbur olmaktadır.
Çolpan “Kurbân-ı Cehâlet”de saatle ilgili tafsilâttan güzelce faydalanmıştır.
Eşmurad’ın odasında yeni bir duvar saati peyda oldu, yeniliğe son derecede meraklı olan delikanlı babasından bu saati alıp, onu misafirhanenin duvarına asmıştı. O sırada işan hocanın kolu eğri oğlu girip, duvardaki asılı saate gözü ilişir. Eşmurad Mömincan’ın saate kötü niyetle baktığını fark edip, onu sandığa gizlemek ister. Ama o sırada Mömincan Eşmurad’ın dikkatini dağıtarak saati koynuna gizlemeyi başarır. Aradan biraz vakit geçince, misafirhaneye gelen babası saati Eşmurad’ın gizlediği yerde bulamayınca, oğluna öfke ile dayak atar. Ömründe ilk defa haksız yere dayak yiyen delikanlı şiddetli hastalanır.
Bu, hikâyenin birinci kısmı. Henüz sanat tecrübesine sahip olmayan yazar, hikâyenin bu kısmında kendi gayesini ifade etmesini bilemeyince, onu devam ettirmek istemiş. Bir ay sonra sağlığı epeyce iyileşen Eşmurad komşu muhtarın küçük bağındaki tahta kanepede gazete okurken, vatandaşlarının ilimsizliği ve hünersizliği sonucunda meydana gelen büyük-küçük facialardan haberdar olur. Eşmurad: “Bu bizim Türkistanımız gafletten uyanır mı, yoksa uyanmaz mı?” diyerek ümitsizliğe kapıldığı sırada, muhtar gelir. Delikanlının ülkede meydana gelen hadiseler hakkındaki makale ve haberleri okuduğunu görüp, seçim meselesi ilgisini çeker. Gazete bu meseleyi de atlayıp geçmemiş. Hülâsa, muhtar gazеte okuyan genci kendi misafirhanesine davet edip, seçim haberleri ile yakından ilgilenmek ister. O sırada henüz sakalı bitmemiş komşu bala misafirhanede asılı duran saati fark ettirmeden alıp gider, gazеte okumakla meşgûl olan Eşmurad ise bunu da hissetmez. Böylece Eşmurad’ın adını ikinci defa hırsıza çıkarırlar.
“Bir-iki ay sonra saati çalan sakalsız balanın evine hırsızlar girip, yakalandılar. Çalınan mallar içinde sakalsızın muhtardan çaldığı saati de vardır. Şimdi hakikat anlaşıldı ki, muhtarın saatini çalan Eşmurad olmayıp, Eşmurad’ın komşusunun balası imiş. Biçare Eşmurad ise cehalet kurbanı olmuş imiş.”
Hikâye bu sözlerle bitmektedir. Hikâyenin her iki kısmında da saat Eşmurad’a külfet getirir. Mademki saat şimdilik çarşaftan çıkmaya başlayan yeni devrin, tеknik terakkiyat devrinin timsali imiş. Yazar Eşmurad’ın bu devire cehalet batağına batan yurttaşları olmadan sadece kendisinin giremeyeceğini anlatmak ister; bunun için de, evvelâ, halkı cehaletten kurtarmak lâzım, şeklindeki fikri ileri sürer. Biz bu hikâyeyi okurken, “Türkistanlı Kardaşlarımızga” şiirindeki mısralar ara sıra hatıramıza gelmektedir:
“İbret almaydır başıga şunça külfet kеlse hem,Misli bir keltek yokatgen körge ohşar bizni halk.Kör-de fark eyler yolı toğrı ile nâtoğrını,Toğrı yolge başlasaŋ-da, eğri hahlar bizni halk…”Böyle mısraları, sadece halkının nâdanlığından samimi olarak ıztırap çeken bir kişinin yazması mümkündür. Çolpan ise, bu şiir ve hikâyede görüldüğü gibi, halkının tarihî kaderi hakkında samimi şekilde onun yeni devir ile beraber yürümesini çok çok arzu ediyordu.
A.Sa’dî zikredilen kitabında, bu hikâyenin doğrudan “Pederküş” tesiriyle yazıldığını söylemektedir. Hakikaten, “Ayna”nın 21. sayısında (10 Mart) Çolpan’ın “Kuyaniy” mahlası ile basılan haberinden anlaşıldığına göre, o “Pederküş” faciasını görmek için Andican’dan Hokand’a gelmiş. O gösteride rol alan artistlerin sanat faaliyetlerine “tahsin ve teşekkürler arz etmek”le beraber zenginin öldürülüş sahnesinin tesirli olmadığını ve zenginin oğlu karakterinin iyi telkin edilmediğini de söylemiş. Çolpan, “Pederküş” tesiriyle yazılan bu eserinde, Bеhbudî’den farklı olarak, okuyan balanın hâli ve faciasını daha geniş ölçüde göstermeye çalışmış ki, bu da genç yazarda sanatla ilgili arayış duygusunun güçlü olduğuna şehadet etmektedir.