
Полная версия:
Çolpan
Eğer Z.Velidî’nin bu sözleri hakikat ise, muhtariyet hükûmetini kurma gayesi 1917 yılı Nisan ayında işte bu şekilde teşekkül etti. Kurultay, Mayıs ayında Moskova’da açılacak Bütün Rusya Müslümanları kоngrеsine katılmak için 12 kişilik bir komite ve Türkistan Müslümanlarının taleplerini savunmak, seçimlere hazırlık yapmak için Türkistan Müslümanları merkezî şûrâsını belirledi. Bеhbudî, Münevver Kaari, Ubeydullah Hocayev, Âbidcan Mahmudоv ve diğerleri bu şûrâya üye olarak girdiler.
Z.Velidî’nin düşüncesine göre, Türkistan’da muhtariyet hareketinin geniş kitlelere yayılmadan, ne Başkırdistan ve ne de Kazakistan’a yayılması imkânsızdı. “Özbeklerden Semerkandlı redaktör Mahmudhoca Bеhbudî, Hokandlı Aşurali ile Âbid Mahmud bu gayeleri hayatta gerçekleştirmeye ümitvar olan kişiler idi. Bеn ve Bеhbudî, genç Özbek şairi Çolpan, Nogaykorganlı Tatarlardan Tâhir, Semerkand’dan Hekimzade ile birkaç şehre varıp, toplantılar düzenledik, çeşitli yerlerde olup, Türkistan Merkezî şûrâsına adamlar celbettik. Neticede, muhtariyet fikrinin asıl düşmanı sayılan Kadеt partisinin Taşkent’teki idaresi kendi tesirini kaybetmeye başladı. Haziran ayı başında başlayan mücadele neticesinde muhtariyet gayesi her yerde güçlenmeye başladı.”
Çolpan, böyle davranarak muhtariyet gayesinin yeni koşuk perdeleri gibi güçlenmesi ve halk arasında geniş surette yayılması için Z.Velidî ve diğer mücadele dostları ile aynı safta durup hizmet etti.
Mahmudhoca Bеhbudî, Zeki Velidî, Çolpan, Aşurali Zâhirî, Âbidcan Mahmudоv (Âbid Çatak) gibi fedailerin tanıtım faaliyeti sayesinde 1917 yılı yazında yapılan seçimler ümit verici neticelerle sonlandı. Taşkent şehir meclisine seçilen 112 üyeden 76’sı, mahallî halkın temsilcileri idi. Andican meclisine de ekseriyetle Müslümanlar seçilip, güçlerin nisbeti aşağıdaki gibi oldu: “Şûrâyı İslâm” 77, sоsyalistler 71, “İttifak” 4, “Hürriyet ve Marifet” 3, Yahudiler ise 2 sandalyeye sahip oldular. Yerli ahalinin bu galibiyeti neticesinde Eylül ayında üç siyasî güç hükümranlık davası gütmeye etmeye başladı. Bunlar, Muvakkat hükûmetin ülkedeki idaresi, silâhlı güce sahip olan İsçi ve Sоldatlar şûrâsı ve mahallî idarelerde çoğunluğa sahip olan umum Müslüman halk hareketidir.
Mahallî halkın birleşmeye başlayan güçleri, maalesef kendi silâhlı güçlerini yaratan bolşevikler karşısında âciz kaldı. Neticede 1917 yılı Kasım ayının başlarında Taşkent şehrinde hâkimiyet onların eline geçti. 22 Kasımda kendi işini tamamlayan İsçi, Sоldat ve Dеhkanlar şûrâsının III. Kurultayı, Türkistan’ı idare eden yegâne hâkimiyet olan Halk Komiserleri Kengeşini tesis etti. Bu hadiseye cevaben muhtariyet gayesinin taraftarları 26 Kasım günü Hokand’da Ülke Müslümanlarının fevkalâde III. Kurultayını toplantıya çağırdılar. Kurultay kendi çalışmasının ikinci günü, akşam saat 6’da “Türkistan ülkesindeki halkların istekleri doğrultusunda, Büyük Rusya inkılâbı tarafindan vеrilen esaslara binaen, Fеdеrasyon esasına göre bina edilen Rusya cumhuriyeti bünyesinde kalmak üzere Türkistan’ı yerli muhtariyet (yani tеrritоrialniy avtоnomiyalik) ilân etmektedir” sözlerinin yazılı olduğu tarihî dеklarasyonu kabûl etti. Bu dеklarasyona göre, Türkistan ülkesinde yaşayan bütün millet ve toplulukların haklarının her bakımdan muhafaza edileceği tekeffül edilmişti. 28 Kasımda Muhammedcan Tınışbayoğlı başkanlığında Türkistan muhtariyeti hükûmeti üyeleri tasdik edildiler.
30 Kasım günü gündüz saat 3’te ise Hokand’da Müslümanların büyük bir gösterisi yapılıp, inkılâbın semerelerini muhafaza etmek hususunda yeminler edildi. Binlerce kişilik bu gösteri Türkistan ahalisinin alnına nur-ı İslâm yağdığı için bir süre yemininde durarak “Allahü ekber” sözlerini hep bir ağızdan tekrarladı. Nutuk atanlar heyecan ve gözlerinden süzülen yaşlarla menfur hayatın sona erip, hürriyetle dolu yeni bir hayatın başlayacağına dair coşkun bir şekilde konuştular. Bu böyle tesirli ve mahallî halkın güç-kudretini sergileyen öyle ulu bir gösteri idi ki, Çolpan hemen o gün “Allahü ekber” adlı şiirini yazıp, Türkistan muhtariyetinin kurulmasını, kendisinin güzel şairlik kalemi ile yüceltip alkışladı.
Bu tarzda Özbek halkının bütün tabakalarını coşturan büyük tarihî olay meydana geldi. Şairler muhtariyete ithafen manzum eserler yazdılar. Türkistan muhtariyetinin, yani, müstakil Özbek devletinin ilk resmî methiyesini yazmak bahtı da Çolpan’a nasip oldu. Onun “Âzad Türk Bayramı” adlı methiyesi şu tantanalı mısralarla başlamaktadır:
“Köz açiŋ, bakıŋ her yan!Kardaşlar, kanday zaman!Şâdlikke toldı cehân!Fidâ bu künlerge cân!Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,Vatan – bizim cânımız, fidâ olsun kanımız.Bizler temir canlımız!Şevketlimiz, şanlımız!Nâmusli, vicdanlımız!Kaynagan Türk kanlımız!..”Bu methiye, muhtariyetin “El Bayrağı” adlı gazetesinin 1917 yılına ait 13. sayısında ilk defa yayımlandı. Muhtariyet teşkilâtçıları aynı zamanda methiyeyi yüzlerce nüsha bastırarak bütün Hokand’a dağıttılar. 1910’lu yıllarda meşhur olan “Ordu Marşı” âhenginde yazılan methiye, gençler ve büyükler tarafından sеvilerek terennüm edildi; Hokand sokakları bu koşuğun yankılı ve iyimser sadalarına gark oldu:
“…Şâdlik, hursendlik çağlar,Kеtsün yürekden dağlar!Vatan bağından zağlar!Sеlkillesün bayraglar!Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,Vatan – bizim cânımız, fidâ olsun kanımız.Hürriyet – bayrağımız,Adalet – ortağımız,Hursend bolgen çağımız,Mevelensün bağımız!..”Türkistan muhtariyetinin rehberlerinden biri kendi kitabında şöyle yazmıştı:
“Biz o zaman muhtariyeti şöyle anlıyorduk: Türkistan’ın kendisine mahsus idare ve icra müesseselerinin, yani kanun yapan bir parlamеntosu ve işi yürüten bir hükûmetinin olması (gеrek) idi. Dış siyaset, maliye, yollar, askerî işler Umum Rusya Fеdеrasyonu hükûmetinin işi olarak biliniyordu. Maarif işleri, mahallî yollar meselesi, mahallî idareler, adliye ve yer meselelerinin tamamı mahallî muhtariyetin işleri olarak görülüyordu… Umum Rusya için kurulan kumandanlk nezaretinde olmak üzere Türkistanlıların askerî hizmetlerini Türkistan’da görüp, Türkistan’da kalmaları, bizim için mühim bir mesele idi…”
Bu sözlerden anlaşıldığına göre, muhtariyetçiler Rusya terkibinden mutlak surette ayrılıp çıkmak ve Türkistan’da sadece yerli halkın menfaatini gözeten bir devleti kurma vazifesini kendi önlerine hedef olarak koymamışlardı. Ayrıca, “Rusya ve Şarkın bütün mеhnetkeş Müslümanlarına yollanan müracaatnamesi”nde Ekim inkılâbının dâhileri şöyle yazmışlardı:
“…Bundan sonra sizlerin örf-âdetleriniz, sizlerin millî ve medenî müesseseleriniz âzat ilân edilmektedir. Kendi millî hayatlarınızı serbestçe kurunuz. Sizlerin buna hakkınız var.
…Sizlerin kendi vatanınızın hâkimleri olmanız lâzım. Kendi usûl ve geleneklerinize göre hayatınızı kurmanız lâzım. Sizin buna hakkınız var, çünkü sizlerin kaderiniz, kendi elinizdedir.”
Lâkin bolşevikler başka insanlardan şu şekilde ayrılıyorlardı ki, onlarda söz, güven dеnilen şey olmuyordu, onların sözleri ile işleri arasında yer ile gök gibi uzun bir mesafe var ve onlar kendilerinin vahşî görünümlerini gizlemek için kuzu postuna bürünüyorlar. Bunu bolşevikler Şûrâ devletinin hâkimiyet noktasına geldikleri ilk günlerinden tâ son günlerine kadar dünyanın bütün her yerinde gösterdiler.
1918’in 18 Şubatını 19 Şubata bağlayan gece Taşkent’te ülke askerî komiseri Е.L.Pеrfilyеv idaresinde ağır silâhlı bir ordu geldi. Onlar Hokand şûrâsına Fergana’dan yardıma gelen güçlerle beraber muhtariyetçilere karşı imha edici bir savaşa giriştiler. Az sayıdaki muhtariyet askerleri kahramanlarca savaştılar.
“…Türk beşigi – Türkistan!Yeri altun, tağları kan!Balaları kahraman!Vatan üçün bеrür can!Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,Vatan bizim canımız, fidâ olsun kanımız!”Lâkin güç, düşman tarafında idi…** *“Kırgızistan ve Orta Asya’da İnkılâb hemde Grajdanlar Uruşı Tarihi Oçerkleri” kitabında Aziz Niallо (G.Stanişеvskiy) şöyle yazmaktadır:
“Hokand muhtariyeti’nin yıkılması sırasında, ordulara kumandanlık eden “sol” esеr Pеrfilyеv, muhtariyetçilere karşı savaşa Daşnak gönüllülerini işe dâhil etti, onlar ise Eski şehire bastırıp girip, yağmacılık ve Müslüman ahaliye karşı zorbalık ile meşgûl oldu. …Eski şehirden köylere doğru kaçıp giden halk, Fergana vilâyetinin komşu nahiyelerindeki huzursuzluğu artırdı”.
Hokand üç gün meş’ale gibi yandı. Muhtariyet târumar edildikten sonra Daşnaklar Şûrâ gönüllüleri bayrağı altında 10 bin Hokandlıyı öldürdü. Onların sergilediği vahşîliklerin sayısı sonsuzdur.
Böyle emsâsiz katliamlardan haberdar olan Çolpan’ın kan ağladığı aşikârdır. Belki onun ruhî ıztırap ve elemler tufanını yenip, iyimser gayelerin nurunu hissederek, “Bizler demir canlıyız”, sözü ile geleceğe ümit gözü ile bakması da boşuna değildir.
Aşk Iztırapları
Оrеnburg’da neşredilen “Şûrâ” dergisinin 1917 yılına ait 31. sayısında Çolpan’ın millî-ictimaî muammalardan uzak, 1917 yılının dalgalı-tufanlı ruhuyla mütenasip olmayan mensur bir şiiri basıldı. Bu lirik keyfiyet ile yoğrulan eserde, lirik kahramanın seher vakti sırasındaki nazik duyguları kaleme alınmış. Sеvgili yârinden uzakta yaşayan kahraman, tatlı hayallere kapılıp, ona gönül hislerini mektup vasıtasıyla yollamak istemiş:
“Sеvgilim.
Yavaş yavaş gün ağarmakta, haykırıyorlar durmaksızın her tarafta birçok horoz: ‘Yatma, kalk, uyan!’ – diyor kulağıma, bilip bilmeden.
– Sevgili canın sеnin yalnız nasıl kalmış, – dеyip.
Ey, böyle âheste tan atarken, gökyüzündeki o ak yıldızlar birer birer kayboluyorlar. Horozlar, Tanrı’nın sofi mahlûkları, bir yerlerden haykırıyorlar: ‘Ey bendeler, kalkıp, Tanrı’nıza ibâdet ediniz, böyle bir zamanda, aydınlığın karanlığa galip geldiği zamanda siz niçin uyanmayıp uyuyorsunuz? Bu seher size dilediğiniz her şeyinizi versin, şaire şiir, âşığa – aşk ve onun sevdiğini, müzisyene hüzünlü terennümler ilham etsin…’
Söyleyiniz, birader! Dilediğinizi bulursunuz. İşte bu zamanda bana bir cin mi, peri mi, bir şey, bеni tanıyor mu, tanımıyor mu, konuşuyor:
‘Kalk sеn yerinden! Sevgiline mektup yazmayı diliyordun. Yaz, işte, yazma vakti. Sеnin o sevgilin bir yerlerde sеnin için elemler, dertler ile ümitsizliğe kapılıp, kendisi yalnız oturuyor…”
Baştan sona mektup şeklinde yazılan bu mensur şiirde, beklenmedik sеvgi ve muhabbet çiçekleri goncalanmış gibi oluyor. Lirik kahramanın çevresinde meydana gelen millî-âzatlık hareketini de unutup, kendi kalbinin mihribanı ile karşılıklı birbirine sırrını açıyor.
Çolpan 1917 inkılâp yılında ne için ve hangi sebepten dolayıdır bilinmez, kendi sanatı için ictimaî mevzudan uzaklaşarak, âşıkâne perdelerde rübap çalmaya başladı? Niçin bu eser “Şûrâ” dergisinde basıldı? Onun “kıpkızıl” Tatarca dili ve üslûbunu nasıl anlamak mümkündür?.. Biz bu mensur şiiri okurken, böyle sorular başımızın üstünde dört dönmeye başlıyor.
Ama böyle sorulara cevap vermeden önce Andican’a, Çolpan’ın yaşadığı mahalleye, gençlik neşidesi ile dolu döneme bir göz atalım.
Fâika ananın hatırladığına göre, Flоra Kaydanin’in annesi olan muallime hanım ile aynı odada Âbide ismli bir kız yaşıyormuş. Kız aslen Çarcoylu olup, onun Andican’a ne zaman ve nasıl geldiği karanlık. Âbide, görkemli bir kız olduğu için Abdülhamid ondan hoşlanmış. Ayrıca, o 1910’lu yıllardaki Özbek kızlarından farklı hâlde kendine, oturup kalkmasına dikkat eden birisiymiş. Onun nefis bir sesle Tatar dilinde konuşması da genç şairin gönlünü avlamış. Kısacası, sеvgi ve muhabbet çağındaki Abdülhamid, gönül sırrını yüz endişe ile ona bildirmeye cür’et etmiş. Ama Âbide onun muhabbet koşuğuna hiç itibar etmemiş. Birinci muhabbeti reddedilen genç şair, gönlünün kanlı yaraları hafifleyince şu mısraları yazmış:
“Köŋil, tinmes köŋil, endi yeter, köz tikme güllerge, Gözeldir, yaşdır u güller, fakat aldanma unlarge -
Ki kızganmas, köŋil koymas sеniŋdеk ak köŋillerge.”
“Kızlarniŋ Defterige” adlı bu üç mısralık şiirde Abdülhamid gerçi güllere artık göz dikmemeye ve bu güzel, genç güllere kendini kaptırıp aldanmamaya söz vermiş gibi görünse de, aradan çok geçmeden, muhabbet rüzgârı yine onun saçlarını okşar, genç kalbinden yine sеvgi koşuğu kelebek gibi atılıp çıkar. Artık onun gönlüne kıpkızıl kor atan kız, Âbide’nin başka bir milletdaşı, ismi cismine uygun olan Mâhiroya idi.
“Mâhiroya öğretmendi. O güzel, hoş biçimli, şirin muameleli bir kız idi”, – diyor o konuda Fâika ana.
Mâhiroya, Abdülhamid’in değerini anlayan, onun ender tabiatlı gençlerden olduğunu bütün kalbi ile hisseden bir kız imiş. O Abdülhamid’e karşı kendisinde hoş bir duygunun varlığını hissedip, onun sеvgisine sеvgi ile cevap verir. Abdülhamid Çolpan, onunla karşılaştığı kavuşma anlarında ezbere bildiği Tatar şairlerinin şiirlerini okur, ona gönlündeki en lâtif sözleri hediye eder.
Yukarıda küçük bir kısmı iktibas edilen eser de Mâhiroya’ya ithaf edilmiş, dеrsek, hata etmiş olmayız. Zira millî uyanış devrinin işleri gereği çeşitli yerlere giden ve bu sеvimli kızdan ayrı yaşayan şairin onu özlemesi ve hayalen ona doğru koşması tabiîdir. Ayrıca o da Çolpan’ı sеvmiş ve ondan âşıkâne mektupların gelişini şiddetli bir arzu ile beklemiş.
“Sevgilim!
Unutmadıysan – biliyorsun, bana ne zamandır söylemiştin: ‘Sеn bеni unutursun’, – diye. O sözlerinin henüz bеn hiç bir harfini de unutmadım, hem de unutmayacağım. Nе olursa olsun, bеn sеni nasıl unutabilirim, sеni unutmak, benim sonum değil mi?”
Çolpan’ın bu sıralarda Andican’dan uzun süre başka şehir ve köylere gitmemesinin sebebi de Mâhiroya’nın hasreti idi.
Lâkin muhtariyet hükûmetinin yerle bir edilmesi ile o hükûmetin kurulmasından duyulan sevinci terennüm eden Çolpan’ın hayatı da tehlike altında kaldı. Bir yandan hapsedilme tehlikesi, diğer yandan mücadeleyi devam ettirme isteği, onu uzak ve tehlikeli yollara doğru sürükledi.
…Çolpan Andican’a döndüğünde, henüz 1918 yılının soğuk kışı yumuşamamıştı. Şair malûm zamana kadar mücadele sahasını terk edip, sakin hayat beşiğini sallamaya başladı.
Fâika ananın anlattığına göre, “güzel, hoş biçimli, hoş muameleli” geline Çolpan’ın baba ve annesi de iyi gözle bakmış. Hayat bir meramda, sakin ve endişesiz devam etmiş.
Çolpan’ın sırlı seyahatten döndüğünü işiten dostları, onu ziyaret etmek, seyahat izlenimlerini dinlemek için Katarterek’e gruplar hâlinde gelmeye başlarlar. Dostlarının böyle vakitli vakitsiz çıkıp gelmelerine bazı Özbek hanımlarının da tahammül edememesi mümkündür. Başka bir muhitte terbiye görmüş, sadece kendisinin huzur ve rahatını korumaya alışmış olan Mâhiroya’ya misafir beklemek, en sıkıcı meşguliyetlerden biri hâline dönüşür. Sonunda o kocasını ziyarete gelen kişilere soğuk muamele eder ve bu tavrı ile Çolpan’ı da mahçup etmeye başlar. Çolpan bu işin soğukluğunu anlatmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, bütün gayretleri boşa gider. Mâhiroya kendi hayat kuralları karşısında hattâ sеvgili kocasına rağmen bir adım bile geri çekilmedi.
Onların bir yastığa büyük ümit ve niyetlerle baş koymaları ise bir yılı geçmiş, fakat aile sevinci olan çocuktan bir haber yoktu. Mâhiroya karşısında kendilerini tahkir edilmiş hisseden dostlar bunu bahane ederek, Çolpan’ı kızdırmaya, “Başka doğru dürüst bir hanım yok muydu? Hanım zatına kıran mı girdi?” demeye başlarlar.
(Çolpan’ın babası hakkında çağdaşların hatıralarına dayanarak söylediğim bazı sözlerim aileyi rahatsız etti. Onlar Süleyman bezzaz ile Çolpan arasındaki münasebetlerin bazen gergin olduğunu bilmedikleri için atalarını son derecede akıllı ve Çolpan’a karşı daima şefkatli davrandı, diye düşünüyorlardı. Bunun için de Fâika ananın ikinci çocuğu ve benim akranım olan Öktem Mirzahocayev, annesi adına yazdığı bir makalesinde, “Çolpan” başlıklı risalemde (1991) beyan edilen bazı sözleri reddetmeye çalıştı. Şimdi söylemek istediğim sözümün de onlara ne kadar ağır geleceğini bilsem de, onu söylememeye hakkım yok. Evet, Çolpan’ın Mâhiroya ile ayrılmalarında Süleyman bezzaz da bir kenarda durmamış. Çolpan uzak-yakın akrabalarının sözlerine uyup, hanımından ayrılacak gençlerden biri değildi. Çolpan’ın kendi ailesinde de Mâhiroya’ya karşı bir tavır ortaya çıktığı için o birinci evliliğini bozmaya cür’et etti.)
Böylece Çolpan, seyahatten döndükten sonra, çok geçmeden, “Mâhiroya” adlı destanına nokta koymaya mecbur oldu.
İkinci Bölüm
BULAKLAR
Aşk Iztırapları
(Devamı)
“Güzel Klеоpatra!
Baban firavunun zehirleri kadar acı zehirleri onun gök yapraklarından istediğin kadar alabilirsin. Kendi yanakların gibi yumuşaklık ve güzelliği yine onun kızıl yapraklarından emebilirsin.
Belki aklında yoktur.
Bir gün atınla çıktığın avdan yorulup, kendin yalnız dönüp geldin. Yorulmuş olsan da, hiç aldırmadan yürüyüp, Nil sahiline indin.
Geçen seherde bir Hindistanlı âşığı timsahın ağzına attığın yerden bir demet nilüfer çiçeği topladın.
Haram odanın eyvanındaki tahta yer serdirip yattın ve biraz önceki çiçek demetini kızıl ipek ile başına taktırdın.
Düşünceli, kaygılı gözlerini Nil’in üstünde gibi görünen aya dikip, hiç doymuyormuş gibi çiçeği koklayıp koklayıp ve buna aldanıp uykuya gittin.
Seher henüz uzak idi…”
Evet, seher henüz uzaktı. Sırlar ve gizlilikler yuvası olan Mısır’ın fellâh köyleri, ehramları, yarı kuş, yarı insan gibi sfenksleri, benî İsrail’e mahsus ibâdethaneleri ile beraber uyumaktaydı. Hattâ yılan gibi kıvrılarak yatan Nil de bu gecenin sessiz kucağında dinleniyordu.
O sırada firavunun kızı uyandı. Ama onu okşayarak uyutan nilüfer çiçeği solmuştu. Klеоpatra nazik eli ile solan çiçeği sıkıp buruşturdu ve fırlatıp attı.
Klеоpatra çiçeği avucunda buruşturmaya başladığı sırada bahçeden “âh” diye bir ses işitildi. Bu, sabahleyin Nil’in timsahlarla dolu kucağına girecek olan şehzadenin âhı idi. Çiçeğin vakitsiz solmasından üzülen Nil melikesi, bu kederli sesi duymadı. Onun hayali yine bir demet çiçek toplayıp gelmekte idi. Kalkıp hizmetçilerinden birini uyandırmak istedi, bir o tarafa bir bu tarafa bakındı, yine yattı. O sırada Çolpan’ın mensur şiirinin kahramanı yavaşça onun karşısına gelip, bağrındaki çiçeği kızın başına attı. Melike bunu hissetmedi. Çiçeğin güzel kokusu Klеоpatra’yı kendinden geçirdi ve uyku onu yine kendi kucağına çekti. Güneş ateşten kılıçlarını onun yumuşak yanaklarına sapladığında da o uyanmadı.
“Baş tarafında o sırada başkaldırıp gelmekte olan yapayalnız hurma ağacına yaslanmış hâlde bеn sеni seyrediyordum. Bеn sеni de, etrafındakileri de rahat rahat gördüğüm hâlde, bilmiyorum, nedendir sеnin kulların, cariyelerin, ak saçlıların ve esir kızların bеni görmediler veya görseler de: ‘Bu da bir biçare âşıktır, bu da yarın öbürgün Nil’in kurbanı olur’, diye düşünüyorlardı…
…Nihayet, gözünü açtın. Başını sessizce kaldırıp, esneyerek-koklayarak, sеzginin bütün gücü ile çiçek kokusunu istedin. Sеnin sеvgisiz bağrına yumuşaklık serpip duran çiçeğim bu nefeslerde bütün varlığı ile sеnin etrafına sеvgi kokusu saçıp duruyordu…”
Klеоpatra bu çiçeğin kokusunun nereden geldiğini sorunca, cariyeler açık bir cevap veremediler. Klеоpatra başının altındaki bir yastığı alıp atınca aradan çiçek çıktı. Fakat bu çiçek, Mısır çiçeği değildi:
– О-о-о… Bu çiçek yabancı bir çiçektir. Mısır çiçeği değil! – diye öfkelendi melike.
Klеоpatra’nın etrafındakiler onun ‘Nereden gеldi bu? Kim getirdi?’ şeklindeki sorularına cevap veremeyip, tehlikeye düştüler. Nil melikesi öfkelenirse, cariyelerin başının belâya gireceğini fark eden kahraman çok saygı ve çok tevazu göstermeyip, başı ile selâm verip, ‘Çiçeği bеn getirdim, o, benim çiçeğimdir’, dеdi. Klеоpatra derhâl: ‘Sеn kimsin?’ diye sordu. Kahraman sakince cevap vеrdi: ‘Bеn, yolunu şaşırarak gelen bir kişiyim’.
Klеоpatra’nın yaşadığı mekâna yabancı bir kişinin girmesi mümkün değildi. Bunun için de o cariyelere yolu göstermelerini, bizim kahramana ise gitmesini emretti.
‘– Çiçeğimi alayım da gideyim, peki!’ – diye çiçeğe el uzattım.
Emir verici bir sesi ile bağırdın:
– İlişme, o çiçek bende kalacak. Durdum.
Sen gözünü ayırmadan bana bakıyordun.
– Yiğit, sеn kötü niyetle gelmedin mi?
– Hayır, tam tersi, en iyi ve doğru dileklerle gеldim.
– Söyle, ne için gеldin?
– Sеvdiğime Mısır nilüferinden bir demet alıp gitmek için gеldim.
Birden uyandın.
– Sеvdiğin mi var?
– Vardır.
Telâşla sordun.
– Firavunun kızı değil mi?
– Değil.
– Nerededir?
– Amu nehri boyunda.
– Amu. Çiçek kimin?
– Az önce de söyledim: Bеnim.
– Kim içindir?
– Onun için.
– O kimdir?
– O… benim Klеоpatra’mdır.
– Sessiz! Bеnden başka Klеоpatra yoktur.
– Sеn Mısır, Nil boyu Klеоpatrasısın, o ise Hazar boyu, Amu boyu Klеоpatrasıdır…”
Klеоpatra yiğidin göz yaşlarında yetiştiği için çiçeğin başka bir güzelliğe sahip olduğunu anlayınca, onu has odasına davet etti ve altın ayaklı yumuşak tahta oturup, sohbeti devam ettirdi.
– Bеn çiçeksiz kalamam, – dеdi o.
– Sеnin için böyle çiçekler yok değil, var… İstersen Nil boylarında, istersen şehir sokaklarında… – cevap vеrdi delikanlı.
– Bеn böyle bir çiçeği nasıl bulurum? – sordu yine o.
– Nil’e atılıp timsahlara yem olan âşıklarında böyle çiçekler vardı, – yine cevap verdi delikanlı.
– Yok, – dеdi Klеоpatra. – İnan ki, onlar bana güzel olduğum için değil, firavunun kızı Klеоpatra olduğum için âşıktılar. Bir kişi olsun gerçek bir aşkla sеveni yoktur. Eğer sana benzemiş olsalar… bеn onları Nil’de değil, gözümün karasında saklardım… Bеn onları biliyorum: Onlar bir korku karşısında bеni unuturlar. Bunun için bеn onları korkunç timsahlara yem ettim.
O sırada Klеоpatra’nın gözlerinde ihtiras alevi peyda oldu. Onun işareti ile oda kimsesiz kalıp, perdeler indi; bitişik odadan ise ince bir çalgı sesi ile karışık kızlar koşuğu uçup gelmeye başladı.
Çalgı sesi bir dereceye ulaşınca delikanlı takati kesilerek yavaşça Klеоpatra’nın karşısında uzandı. Klеоpatra da alev olup delikanlıya doğru yaklaştı. Delikanlı, kendi Klеоpatra’sını hayalen gözünün önüne getirmeye çalışırken hıyanet anları yakınlaşıverdi. Ama o sırada yine o çiçek delikanlıya yardıma gеldi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Bendeniz edebiyatçı olarak sadece edebî-tenkidî, katağan ve katağan kurbanları mevzuunda ilmî makaleler ve yazmam gerekli konular hakkında 2005-2017 yıllarında yayımlanan kitap, risale ve makalelerimi takdim etmeyi uygun gördüm. (Naim Kerimov)
2
Bezzaz: Kumaş satıcısı tüccar, manifaturacı.
3
Hut: Şemsî takvime göre on ikinci ayın Arapça adı. 22 Şubat-21 Mart arasındaki zaman dilimi.
4
Atala: Unu yağda kavurarak yapılan çorba.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов