Полная версия:
Tarzan’ın Dönüşü
Tarzan farkında olmasa da bu ve daha birçok eğlence mekânından çıktığında birçok kez takip edilmişti fakat çoğu zaman tek başına değildi. Bu gece ise D’Arnot’un başka bir işi vardı ve o yüzden Tarzan tek başına çıkmıştı.
Paris’in bu yakasından evine giderken izlemeye alışkın olduğu yöne dönünce caddenin karşı tarafından onu seyreden adam, saklandığı yerden çıkıp hızlı adımlarla ilerledi.
Tarzan geceleri eve giderken Rue Maule’dan geçmeyi âdet edinmişti. Civarındaki gürültülü ve ışıklı caddelere nazaran bu cadde çok sessiz ve karanlık olduğundan ona sevgili Afrika ormanını hatırlatıyordu. Paris’i iyi bilenlerdenseniz, Rue Maule’un nasıl dar ve ürkütücü bir yol olduğunu hatırlarsınız. Yok, eğer değilseniz, polise sorarsanız size Paris’te hava karardıktan sonra uzak durmanız gereken tek caddenin bu olduğunu söyleyecektir.
Bu gece Tarzan, bu kasvetli yol boyunca dizilmiş bakımsız eski apartmanların koyu gölgeleri arasında birkaç metre kadar ilerlemişti ki karşı binanın üçüncü katından gelen bağırtılar ve yardım çığlıkları dikkatini çekti. Ses bir kadına aitti. Kadının çığlıklarının yankıları daha silinmeden Tarzan, kadını kurtarmak üzere merdivenlerden çıkıp karanlık koridorları geçmeye başlamıştı bile.
Üçüncü kattaki koridorun sonunda, bir kapı hafif aralık duruyordu ve Tarzan içeriden, sokaktayken duyduğu aynı yakarışı tekrar duydu. Hemen içeri daldı ve kendisini loş ışıklı bir odanın ortasında buldu. Yüksek, eski moda bir şömine rafının üzerinde yanan gaz lambasının loş ışığı, bir düzine kadar ürkütücü çehreyi aydınlatıyordu. Biri hariç hepsi erkekti. Diğeri ise otuz yaşlarında bir kadındı. Adi tutkuların ve ayyaşlığın izlerini taşıyan yüzü, belki de bir zamanlar güzeldi. Bir elini boğazına koymuş, duvarın dibinde çömelmiş hâlde duruyordu.
“Yardım edin, mösyö!” diye bağırdı tiz bir sesle, odaya giren Tarzan’a. “Beni öldüreceklerdi.”
Tarzan etrafındaki adamlara doğru döndüğünde müzmin suçluların kurnaz, şeytani yüzlerini gördü. Adamların kaçmak için hiçbir çaba göstermemelerine şaşırdı. Arkasında bir hareketlenme hissedince o tarafa döndü. İki şey gördü, lakin bir tanesi onda büyük bir şaşkınlık yarattı. Bir adam odadan gizlice çıkıyordu ve Tarzan, adamı gördüğü kısacık anda onun Rokoff olduğunu fark etti. Ama gördüğü diğer şey daha acildi. İri yarı bir adam, elinde kocaman bir sopayla parmak uçlarında yürüyerek arkasından yaklaşıyordu. Adam ve suç ortakları, Tarzan’ın sopalı adamı fark ettiğini görünce dört bir yandan Tarzan’a hücum ettiler. Bazıları bıçak çekti, bazılarıysa sandalyeleri kaptılar; sopalı adam ise sopasını kafasının üstüne kadar kaldırdı ve öyle bir kuvvetle indirdi ki eğer denk gelseydi, Tarzan’ın kafasını parçalardı.
Fakat vahşi ormanın ücralığında Terkoz ve Numa’nın acımasız kurnazlıklarıyla baş etmiş olan adamın beyni, çevikliği ve kasları, Paris’in serserilerinin zannettiği kadar kolay alt edilecek değildi.
Aralarından en çetin olanını tespit eden Tarzan, sopalı adamın üzerine atıldı; adamın salladığı sopadan yana kaçarak kurtuldu ve çenesine öyle müthiş bir yumruk attı ki adam yere devrildi.
Ardından diğerlerine döndü. Bu onun için oyundu. Dövüşten ve kan dökmekten âdeta zevk alıyordu. En hafif darbede kırılmaya hazır hassas bir kabuk gibi üzerine geçirdiği ince medeniyet kisvesi yırtılıverdi ve on iri yarı serseri, kendilerini ufak bir odada vahşi ve yırtıcı bir hayvanla birlikte kapana kısılmış olarak buldular. Onun çelikten kasları karşısında, çelimsiz adamların pek bir şansı yoktu.
Rokoff dışarıda, koridorun sonunda durmuş; neticeyi bekliyordu. Binadan ayrılmadan önce Tarzan’ın öldüğünden emin olmak istiyordu ama cinayet işlenirken odanın içindekilerin arasında olmak planının bir parçası değildi.
Kadın hâlâ, Tarzan içeri girdiğinde durduğu yerde duruyordu ama aradan geçen birkaç dakika içerisinde yüzü şekilden şekile girmişti. Tarzan’ın kadını ilk gördüğünde yüzünde bulunan korkuya benzer ifade, Tarzan arkasından gelen saldırıya karşılık vermek üzere döndüğünde, değişip kurnazca bir ifadeye dönüşmüştü lakin Tarzan bu değişikliği fark etmemişti.
Şaşkınlık ve sonrasında da korku ifadesi, diğerlerinin yerini aldı. Ona hak vermemek mümkün değil tabii ki. Zira çığlıklarıyla ölüm tuzağına çektiği püripak beyefendi, birdenbire bir intikam şeytanına dönüşmüştü. Şahit olduğu şey kassız, çelimsiz bir adamın zayıf direnişi değil; çılgına dönmüş hakiki bir Herkül’dü.
“Mon Dieu!” diye bağırdı kadın. “Canavar çıktı bu!” Zira maymun adamın beyaz, güçlü dişleri saldırganlardan birinin boğazındaydı. Tarzan, Kerchak’ın kabilesindeki büyük erkek maymunlarla dövüşürken öğrendiği gibi dövüşüyordu.
Odanın içinde oradan oraya atlıyor, dört dönüyordu. Aynı anda birçok yerdeydi âdeta. Bu hâli kadına hayvanat bahçesinde gördüğü panteri anımsatmıştı. Demir gibi sağlam bileğiyle adamlardan birinin bileğini büküp kırdı, ardından başka birinin kolunu arkaya çevirip yukarı doğru zorlayarak omzundan çıkardı.
Adamlar acıyla bağırarak tüm süratleriyle koridora kaçtılar fakat henüz ilk adam kanlar içinde, kemikleri kırılmış olarak yalpalaya yalpalaya odadan çıkmadan Rokoff göreceğini görmüş ve bu gece bu evde ölecek olanın Tarzan olmayacağına ikna olmuştu. Bunun üzerine Rus, yakındaki bir batakhaneye gidip polisi aramış; Rue Maule Caddesi 27 numaralı binanın üçüncü katında cinayet işlendiğini söylemişti. Polis memurları binaya vardığında Tarzan, merdivenlerden yukarı koşan memurların ayak seslerini işitmiş ve serserilerin takviye güç çağırdığı zannetmişti. Memurlar daireye girdiklerinde, yerde inleyen üç adam ile pis bir yatağın üzerinde oturan, yüzünü ellerine gömmüş, korkmuş bir kadın ve bir de odanın ortasında dikilen, görünüşe göre iyi giyimli bir beyefendi olan adamı gördüler. Fakat sonuncusu hakkında yanılıyorlardı; kısık göz kapaklarının ardından onlara bakan çelik grisi gözlü adam bir beyefendi değil; vahşi bir hayvandı. Kan kokusu alır almaz medeniyetin son zerresi de Tarzan’ı terk edip gitmişti ve şimdi, etrafı avcılarla sarılmış bir aslan gibi köşeye sıkışmış hâlde duruyor; anında hücum edip karşılık vermek üzere bir sonraki saldırıyı bekliyordu.
“Burada ne oldu?” diye sordu polis memurlarından biri.
Tarzan kısaca anlattı, lakin ifadesini teyit etmesi için kadına döndüğünde kadının cevabı karşısında hayrete kapıldı.
“Yalan!” diye cıyakladı kadın, polis memuruna hitaben. “Ben yalnızken odama geldi, niyeti de iyi değildi. Ben onu ittiğimde çığlıklarıma koşup gelen bu beyefendiler olmasaydı beni öldürecekti; neyse ki o sırada evin önünden geçiyorlarmış da imdadıma yetiştiler. Bu adam bir şeytan; tek başına çıplak elleri ve dişleriyle on adamı öldürdü.”
Tarzan kadının nankörlüğü karşısında öyle şaşırmıştı ki bir an için donup kalmış, hiçbir şey düşünememişti. Polisler durumdan biraz şüphelenmişlerdi; zira bu kadının ve onun seçkin beyefendi arkadaşlarının başka vukuatlarını da biliyorlardı. Lakin onlar hâkim değil, polis memurlarıydı; o yüzden odadaki herkesi tutuklayıp masum ile suçluyu ayırt etme işini, işin ehline bırakmaya karar verdiler.
Fakat gördüler ki bu iyi giyimli genç adama tutuklu olduğunu söylemek başka, tutuklamak bambaşka bir meseleydi.
“Ben suç işlemedim.” dedi sakince. “Ben sadece kendimi savundum. Kadının size neden böyle söylediğini bilmiyorum. Bana karşı bir düşmanlığı olamaz, zira çığlıklarını duyup imdadına yetişmek için bu daireye gelene kadar bu kadını hiç görmemiştim.”
“Gel hadi, gel.” dedi memurlardan biri. “Bunları dinlemek hâkimlerin işi.” diye ekledi ve elini Tarzan’ın omzuna koymak üzere teşebbüste bulundu. Lakin anında kendisini, odanın bir köşesinde yerde yatar hâlde buldu. Bunun üzerine diğer memurlar maymun adamın üzerine atıldıklarında, onlar da az önceki serserilerle kısmen aynı kaderi paylaştılar. Memurlara o kadar hızlı ve sert bir şekilde saldırmıştı ki adamlar tabancalarını çekecek fırsatı bulamamışlardı.
Kısa süren dövüş sırasında Tarzan açık pencereyi ve pencerenin önündeki bir ağaç gövdesi mi yoksa bir telgraf direği mi olduğunu seçemediği şeyi fark etti. Son memuru da alaşağı ettiğinde bir tanesi tabancasını çekmeyi başardı ve yattığı yerden Tarzan’a ateş etti fakat ıskaladı. Adam tekrar ateş etmeye vakit bulamadan Tarzan şömine rafının üzerindeki lambayı yere atıp odayı karanlığa boğdu.
Sonrasında gördükleri şey, çevik bir silüetin açık pencerenin pervazına sıçradığı ve oradan da bir panter gibi kaldırımın önündeki direğe atladığıydı. Polis memurları kendilerine gelip caddeye indiklerinde, tutuklu çoktan gözden kaybolmuştu.
Kadını ve kaçamayan adamları karakola götürürlerken onlara pek nazik davranmadılar; çok gücenmiş ve aşağılanmış bir durumdaydılar. Silahsız tek bir adamın hepsini alt ettiğini, sonra da sanki orada değillermiş gibi ellerinden kolayca kaçtığını rapor etmeleri gerektiğini düşününce epey içerlediler.
Yukarı çıkmayıp caddede kalan memur, diğerleri içeri girdiği andan itibaren çıkana kadar kimsenin pencereden atlamadığına ya da binayı terk etmediğine yemin etti. Arkadaşları onun yalan söylediğini düşündüler ama kanıtlamaları mümkün değildi.
Tarzan kendisini pencerenin önündeki direğe yapışmış hâlde bulduğunda orman içgüdüsünü dinledi ve aşağı inmeden önce, düşman var mı diye kontrol etti. İyi ki de baktı, zira hemen aşağısında bir polis memuru duruyordu. Yukarıda ise kimseyi görmedi Tarzan, bu yüzden aşağı inmek yerine yukarı çıktı.
Direğin tepesi binanın çatısının tam karşısındaydı; bu yüzden, onca yılını ilkel ormanın ağaç tepelerinden atlayıp zıplayarak geçirmiş bu kaslar için, direk ile bina çatısının arasındaki kısa mesafeyi aşmak iki saniyelik işti. Bir binadan diğerine atlayarak, bolca tırmanarak ilerledikten sonra nihayetinde bir kavşakta bir direğe daha denk geldi ve direkten kayarak sokağa indi.
Birkaç sokak boyunca durmadan süratle koştu; sonra tüm gece açık olan ufak bir kafeye girdi, tuvalete gidip çatı gezintisinin delillerini ellerinden ve kıyafetlerinden temizledi. Birkaç dakika sonra çıktığında yavaşça evinin yolunu tuttu.
Evinin yakınlarına vardığında yolunun üstündeki iyi ışıklandırılmış bulvara ulaştı. Karşıya geçmeden evvel, yaklaşmakta olan bir limuzinin geçmesini beklerken parlak bir sokak lambasının hemen altında durduğunda tatlı bir kadın sesinin ona ismiyle seslendiğini duydu. Başını kaldırıp baktığında Olga de Coude’un gülümseyen gözleriyle karşılaştı. Kadın, arabanın arka koltuğundan cama doğru uzanmış; ona bakıyordu. Arkadaşça selamına karşılık Tarzan da eğilerek selam verdi. Doğrulduğunda araba çoktan uzaklaşmıştı.
“Aynı akşam hem Rokoff hem de Kontes de Coude…” diye söylendi kendi kendine. “Paris pek de büyük değilmiş.”
4. BÖLÜM
KONTES HER ŞEYİ ANLATIYOR
“Senin Paris’in benim vahşi ormanımdan daha tehlikeli, Paul.” diye bitirdi Tarzan, Rue Maule’da serserilerle ve polisle yaşadıklarının evvelsi sabahında maceralarını arkadaşına anlattıktan sonra. “Beni neden tuzağa çektiler? Karınları mı açtı?”
D’Arnot korkudan titremiş gibi yaptı ama tuhaf soru karşısında güldü.
“Ormanın standartlarını aşıp medeniyetin kurallarına göre mantık yürütmek kolay değil, değil mi dostum?” diye sordu şakacı bir şekilde.
“Aman ne medeniyet!” dedi Tarzan, küçümseyerek. “Orman standartları, amaçsız vahşeti tasvip etmez. Biz ormanda karnımızı doyurmak, kendimizi savunmak ya da eş kazanmak ve yavruları korumak için öldürürüz. Yani, büyük tabiat kanununun buyruklarına göre yaşarız her zaman. Peki ya burada? Offf! Sizin medeni insanlarınız, canavarlardan daha canavar. Sebepsiz yere öldürür; hatta daha da kötüsü, her şeyden bihaber kurbanını kendi sonuna götürmek için kardeşlik gibi asil bir duyguyu kullanarak tuzak kurar. Saldırganların beni pusuda bekledikleri o daireye gitmemin sebebi, bir insan kardeşimin yardım çığlıklarıydı.”
“İlk başta fark etmedim, sonrasında da uzun bir süre idrak edemedim. Bir kadın nasıl olur da müstakbel kurtarıcısını ölüme sürükleyecek kadar ahlaksızlığa batabilir? Ama vaziyet bunu gösteriyor; orada Rokoff’u görmüş olmam ve daha sonra kadının, benim polise anlattıklarımı inkâr etmesi, kadının bu davranışını başka bir şekilde açıklamaya mahal bırakmıyor. Rokoff, sık sık Rue Maule’dan geçtiğimi biliyor olmalı. Pusu kurup beni beklemiş, planı en ince ayrıntısına kadar tıkır tıkır işledi. Hatta planda bir aksilik çıkmasına karşı kadının ne anlatacağını bile planlamışlar ve işe de yaradı. Benim için her şey gayet ortada.”
“Pekâlâ, haklısın ama bu sana, benim uğraşıp da öğretemediğim bir şeyi öğretmiş oldu.” dedi D’Arnot. “Hava karardıktan sonra Rue Maule’dan uzak durulması gerektiğini.”
“Aksine!” diye karşılık verdi Tarzan, gülümseyerek; “Bu beni tüm Paris’teki yürünmeye değer yegâne caddenin orası olduğuna ikna etti. Artık bulduğum her fırsatta oradan geçeceğim; çünkü Afrika’dan ayrıldığımdan beri tecrübe ettiğim ilk hakiki eğlenceyi yaşattı bana bu cadde.”
“Tekrar gitmene gerek kalmadan da arzu edeceğinden çok daha fazlasını yaşatma ihtimali var.” dedi D’Arnot. “Polisle işin bitmedi henüz, unutma. Paris polisini gayet iyi bilirim; seni temin ederim ki onlara yaptıklarını uzun bir süre unutmayacaklardır. Er ya da geç seni bulacaklar, sevgili dostum Tarzan, bulduklarında da vahşi orman adamını demir parmaklıkların ardına hapsedecekler. Ne dersin buna?”
“Maymunların Tarzanı’nı asla demir parmaklıklar ardına koyamazlar.” diye karşılık verdi ciddi bir şekilde.
Bunu söylerken adamın sesindeki bir şey, D’Arnot’un arkadaşına dikkatle bakmasına sebep oldu. Adamın düz dudakları ile soğuk, gri gözlerinde gördükleri, genç Fransız’ın kendi muhteşem fiziksel kuvvetinden daha büyük bir kanun tanımayan bu büyük çocuk için endişe duymasına neden oldu. Polisle tekrar karşı karşıya gelmeden bu meseleyi çözmek için bir şeyler yapması gerektiğini anladı.
“Daha öğrenecek çok şeyin var, Tarzan.” dedi ciddi bir şekilde. “Sevsen de sevmesen de insanların kanununa uymak zorundasın. Polise karşı gelmekte ısrar edersen, senin de dostlarının da başı beladan kurtulmaz. Bir defalığına durumu senin için onlara izah edebilirim, hatta hemen bugün yapacağım bunu ama bundan sonra kanunlara itaat etmek zorundasın. Kanunun temsilcileri ‘gel’ derlerse geleceksin; ‘git’ derlerse gideceksin. Şimdi emniyetteki arkadaşıma gidelim de bu Rue Maule meselesini halledelim. Hadi gel!”
Yarım saat sonra ikisi birlikte polis amirinin ofisinden içeri girdiler. Amir, onları çok candan karşıladı. Tarzan’ı, ikilinin birkaç ay önce parmak izleri hususunda yaptığı ziyaretten hatırlamıştı.
D’Arnot, evvelki akşam meydana gelenleri anlatmayı bitirdiğinde polisin dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi. Elinin yanındaki bir düğmeye dokundu ve kâtibin çağrıya yanıt vermesini beklerken masasındaki kâğıtları karıştırdı ve sonunda aradığını buldu.
“İşte, Joubon.” dedi içeri giren kâtibe. “Şu memurları çağır; hemen odama gelsinler.” Arayıp bulduğu kâğıdı adama verdi ve ardından Tarzan’a döndü.
“Çok ciddi bir suç işlediniz, mösyö.” dedi, kibarlığı elden bırakmadan. “Bu iyi dostumun yaptığı izah olmasaydı, sizi sert bir şekilde yargılardım muhtemelen. Fakat şimdi, pek duyulmamış bir şey yapmak üzereyim. Dün gece kötü muamelede bulunduğun memurları çağırttım. Teğmen D’Arnot’un hikâyesini bir de onlar dinlesinler. Sonrasında size karşı işlem yapıp yapmama kararını onların takdirine bırakacağım.”
“Medeniyetin kanunları hususunda daha öğrenecek çok şeyiniz var. Bazı şeyler size tuhaf ya da gereksiz gelebilir, lakin bu şeylerin ardındaki amaçları idrak edene kadar bunları kabul etmeyi öğrenmek zorundasınız. Saldırdığınız memurlar sadece vazifelerini yerine getiriyorlardı. Mesele onların yetkisinde değildi. Her gün başkalarının canlarını ve mallarını korumak için kendi canlarını tehlikeye atıyorlar. Senin için de aynı şeyi yaparlardı. Çok cesur adamlar bunlar ve silahsız tek bir adamın hepsinin hakkından gelmiş olması onları derinden üzdü.”
“Biraz alttan al da yaptıklarını görmezden gelsinler. Şayet ciddi bir yanılgı içerisinde değilsem siz de çok cesur bir adamsınız; cesur adamlar yüce gönüllü olur.”
Dört polis memuru içeri girince sohbet devam edemedi. Tarzan’ı gördüklerinde, her birinin yüzündeki şaşkınlık büyüktü.
“Çocuklar, geçen akşam Rue Maule’da tanıştığınız beyefendi işte burada.” dedi amir. “Gönüllü olarak teslim olmaya gelmiş. Teğmen D’Arnot size mösyönün hayat hikâyesinin bir kısmını anlatacak, dikkatle dinlemenizi istiyorum. Anlatacakları, mösyönün dün gece size karşı tavrını izah edebilir. Buyurun, sevgili Teğmen’im.”
D’Arnot polislerle yarım saat konuştu. Onlara Tarzan’ın vahşi ormandaki hayatı hakkında bir şeyler anlattı. Ona kendisini korumak için vahşi bir canavar gibi savaşması gerektiğini öğreten vahşi yetişme tarzından bahsetti. Adamın onlara saldırırken akıldan çok içgüdü ile hareket ettiğini anladılar. Adam, memurların niyetini anlamamıştı. O an için bu memurlar onun gözünde, kendi ormanından alışkın olduğu, hemen hemen hepsi de düşmanı olan muhtelif canlılardan pek farklı değildi.
“Gururunuz incindi.” dedi D’Arnot, bitirirken. “Canınızı en çok yakan şey, bu adamın hepinizi alt etmiş olması. Ama utanmanıza gerek yok. Küçük bir odada bir Afrika aslanıyla ya da büyük bir gorille baş başa kalsanız, mağlup olduğunuz için özür dilemezdiniz.”
“Nihayetinde dövüştüğünüz kas yığını, kara kıtanın dehşetleriyle defalarca karşı karşıya gelmiş ve her seferinde de galip çıkmış biri. Maymunların Tarzanı’nın insanüstü kuvvetine mağlup olmakta utanılacak hiçbir şey yok.”
Sonra adamlar durup önce Tarzan’a, sonra da amirlerine bakarken maymun adam, kendisine karşı hissedebilecekleri düşmanlığın son kalıntısının da silinmesi için gereken tek şeyi yaptı. Elini uzatıp onlara doğru ilerledi.
“Yaptığım hata için özür dilerim.” dedi basitçe. “Dost olalım.” Böylece mesele kapandı lakin bundan sonra Tarzan, polis mevziilerindeki muhabbetin baş konusu hâline geldi ve bu dört cesur adamla birlikte, Tarzan’ın arkadaş sayısı da artmış oldu.
D’Arnot’un dairesine döndüklerinde Teğmen, İngiliz arkadaşı Greystoke Lordu William Cecil Clayton’dan bir mektup gelmiş olduğunu gördü. İkisi, erkek maymun Terkoz tarafından kaçırılan Jane Porter’ı aramak için çıktıkları talihsiz seferde arkadaş olduklarından beri yazışıyorlardı.
“İki ay sonra Londra’da evleniyorlarmış.” dedi D’Arnot, mektubu dikkatle okuduktan sonra. Tarzan’ın, arkadaşının kimlerden bahsettiğini anlamak için bir izaha ihtiyacı yoktu. Cevap vermedi ama günün geri kalanı boyunca çok sessiz ve düşünceliydi.
O akşam operaya gittiler. Tarzan’ın zihni hâlâ kasvetli düşüncelerle meşguldü. Sahnede olup bitenlere ya çok az dikkat ediyor ya da hiç etmiyordu. Gördüğü tek şey, güzel bir Amerikalı kızın hayali ve duyduğu tek şey ise ona olan aşkının karşılıklı olduğunu itiraf eden hüzünlü, tatlı bir sesti. Ama gelin görün ki başka biriyle evlenecekti!
Davetsiz düşünceleri kafasından atmak için başını salladı ve aynı anda da birinin kendisini seyrettiğini hissetti. Orman terbiyesiyle edindiği içgüdüyle başını kaldırıp kendisini seyreden gözleri anında buldu ve o gözlerin içine dik dik baktı. Lakin bunlar, Kontes Olga de Coude’un gülümseyen yüzüne ait ışıl ışıl gözlerdi. Tarzan kadının eğilerek verdiği selamına karşılık verdiğinde bakışlarında bir davet, âdeta bir yalvarış olduğuna emindi. Bir sonraki arada Tarzan; kadının locasına, yanına gitti.
“Sizi görmeyi çok istiyordum.” dedi kadın. “Hem kocama hem de bana yaptığınız iyilikten sonra, size yeterli bir izah yapamamış olma düşüncesi beni ziyadesiyle rahatsız etti; o iki adamın bize tekrar musallat olmasına mâni olmak adına gerekli adımları atmamamızın, sizin açınızdan ne kadar nankörce görünmüş olabileceğinin farkındayım.”
“Günahımı almışsınız.” diye karşılık verdi Tarzan. “Sizin hakkınızdaki düşüncelerim tamamen olumlu. Bana bir izahat borçlu olduğunuzu düşünmeyin. Tekrar canınızı sıktılar mı?”
“Hiç durmuyorlar ki.” dedi kadın üzgünce. “Birine anlatmam gerektiğini hissediyorum ve sizden başka bir izahatı hak eden kimse tanımıyorum. Müsaade edin, anlatayım. Belki işinize yarayabilir; zira o günün, Nikolas Rokoff’u son görüşünüz olmayacağını bilecek kadar iyi tanıyorum onu. Sizden intikam almanın bir yolunu bulacaktır. Size anlatmayı arzu ettiğim şeyler, belki de onun size karşı kurabileceği bir intikam planından kurtulmanıza vesile olabilir. Burada anlatamam ama yarın saat beşte Mösyö Tarzan’ı evime bekliyorum.”
“Yarın saat beşi sabırsızlıkla bekleyeceğim.” dedi Tarzan, kadına iyi geceler dilerken. Tiyatronun bir kuytu köşesinden onları gözetleyen Rokoff ve Paulvitch, Mösyö Tarzan’ı Kontes de Coude’un locasında görünce gülümsediler.
Ertesi gün öğleden sonra dört buçukta esmer, sakallı bir adam Kont de Coude’un sarayının hizmetli girişindeki zili çaldı. Kapıyı açan uşak, kapıda duranı görünce tanıyıp kaşlarını kaldırdı. İkisi fısır fısır konuştular.
İlk başta uşak, sakallı adamın yaptığı teklife itiraz etti lakin çok geçmeden adam elindeki bir şeyi uşağın eline verdi. Ardından uşak, ziyaretçiyi dolambaçlı bir yoldan geçirerek Kontes’in âdeti olduğu üzere ikindi çayı ikram ettiği dairenin önündeki küçük, cibinlikli bir kameriyeye götürdü.
Yarım saat sonra Tarzan’ı odaya aldılar; kısa bir süre sonra da güler yüzlü ev sahibesi ellerini öne doğru uzatarak içeri girdi.
“Gelmene çok sevindim.” dedi.
“İki elim kanda olsa bile gelirdim.” diye karşılık verdi Tarzan.
Kısa bir süre operadan, Paris’in gündemini meşgul eden hususlardan, tuhaf şartlar altında başlayan kısa tanışıklıklarını tazeleme fırsatı bulmuş olmaktan duydukları zevkten konuştular ve böylece konu, ikisinin de aklında en çok yer tutan meseleye geldi.
“Rokoff’un yaptığı zulmün sebebini merak etmişsindir.” dedi Kontes nihayet. “Çok basit. Kont, harp nazırlığının hayati öneme sahip sırlarının birçoğuna vâkıf. Sık sık elinde yabancı güçlerin elde etmek için bir servet ödeyeceği evraklar oluyor; devlet ajanlarının, uğruna cinayet işleyeceği ve hatta cinayetten daha kötü şeyler yapacağı devlet sırları bunlar.”
“Şimdilerde elinde öyle bir evrak var ki onu Rus hükûmetine sızdırmayı başaran hangi Rus olursa büyük bir şöhret ve servete nail olur. Rokoff ve Paulvitch Rus casusları. Bu malumatı ele geçirmek için hiçbir şeyden geri durmazlar. Gemideki mesele, yani şu kâğıt oyunu meselesi, kocamdan istedikleri malumatı almak için şantaj yapmak amacıyla yapılmış bir şeydi.”
“Eğer oyunda hile yapmakla itham edilseydi, tüm kariyeri suya düşerdi. Harp nazırlığından ayrılmak mecburiyetinde kalırdı. Cemiyetten dışlanırdı. Bunu ona karşı bir koz olarak kullanma niyetindeydiler. Kont’un aslında hile yapmadığını, adını lekelemek isteyen düşmanlarının entrikasının kurbanı olduğunu itiraf etmeleri karşılığında peşinde oldukları o evrakları isteyeceklerdi.”
“Sen planlarını bozdun. Onlar da bu kez Kont’unki yerine benim şöhretimi hedef alan bir plan uydurdular. Paulvitch kamarama girdiğinde bana anlattı. Malumatı alıp onlara verirsem daha ileri gitmeyeceklerdi; yoksa dışarıda bekleyen Rokoff gidip kamarota, benim kamaramın kilitli kapılarının ardında kocamdan başka bir adamın gönlünü eğlendirdiğimi söyleyecekti. Herkese gemide tanıştığımızı söyleyecek ve gemiden indiğimiz zaman da tüm hikâyeyi gazetecilere anlatacaktı.”
“Korkunç değil mi? Ama ben de Mösyö Paulvitch hakkında öyle bir şey biliyordum ki St. Petersburg polisinin haberi olsa onu Rusya’da darağacında sallandırırlardı. Hadi uygula planını bakalım dedim ve kulağına eğilip bir isim fısıldadım. İşte o zaman delirmiş gibi boğazıma saldırdı. Siz müdahale etmeseydiniz beni öldürecekti.”
“Canavarlar!” diye homurdandı Tarzan.
“Daha da kötüsü bunlar, dostum.” dedi kadın. “Şeytan bunlar. Senin için korkuyorum, zira düşmanlıklarını kazandın. Sürekli tetikte olmanı istirham ediyorum. Olacaksın, değil mi? Benim hatırıma, yoksa bana yaptığın iyilik yüzünden zarar görürsen kendimi asla affetmem.”
“Onlardan korkmuyorum.” diye karşılık verdi Tarzan. “Rokoff ve Paulvitch’ten daha zalim düşmanlarım oldu ve hayatta kalan ben oldum.” Kadının Rue Maule’da olanlardan haberdar olmadığını anlamıştı; o yüzden, onu sıkıntıya sokmamak için kendisi de o konuyu açmadı.
“Kendi emniyetiniz için o düzenbazları neden yetkililere teslim etmiyorsunuz?” diye devam etti. “Çabucak icaplarına bakarlar.”
Kadın kısa bir tereddütten sonra cevap verdi:“Bunun iki sebebi var.” dedi sonunda. “Bir tanesi, Kont’u bunu yapmaktan alıkoyan şey. Diğeri ise benim onları ifşa etmeme mâni olan asıl sebep, ki bunu kimseye anlatmadım; sadece Rokoff ve ben biliyoruz. Merak ediyorum…” cümlesini bitirmeden duraksadı ve uzunca bir süre Tarzan’a dikkatle baktı.
“Neyi merak ediyorsunuz?” diye sordu Tarzan, gülümseyerek.
“Kimseye, hatta kocama dahi anlatmaya cesaret edemediğim yegâne şeyi, niçin size anlatmak istediğimi merak ediyorum. Sanki siz beni anlarsınız ve bana doğru yolu gösterirsiniz gibi hissediyorum. Beni pek sert bir şekilde de yargılamazsınız diye düşünüyorum.”