Полная версия:
Tarzan’ın Dönüşü
Bir an için iki adam öylece durup birbirlerine baktılar. Rokoff kendine gelmişti. İlk konuşan o oldu:“Mösyö ikidir kendisini alakadar etmeyen meselelere müdahale etmeyi kendine hak görüyor. Nikolas Rokoff’u aşağılamayı ikidir kendisine vazife biliyor. Mösyönün ilk hakaretini cehaletine verip hoş görmüştük ama bu sefer hoş görülmeyecek. Mösyö, Nikolas Rokoff’un kim olduğunu bilmiyorsa bu son küstahlığı sayesinde öğrenecek ve bir daha unutmayacak.”
“Öğrendiğim ve unutmayacağım bir şey varsa o da korkak bir düzenbaz olduğunuzdur, mösyö.” diye karşılık verdi Tarzan. Sonra, adamın ona zarar verip vermediğini sormak üzere kadına döndü ama kadın gitmişti. Rokoff’a ve yanındaki adama göz ucuyla bile bakmadan dönüp güvertede yoluna devam etti.
Tarzan, ortada ne tür bir komplo döndüğünü ya da ikilinin neyin peşinde olduğunu merak etmeden duramadı. İmdadına yetiştiği yüzü tüllü kadında da bir aşinalık vardı lakin yüzünü kapatan tülden, kadını daha önce görüp görmediğine emin olamıyordu. Kadında bilhassa dikkatini çeken şey, Rokoff’un yakaladığı elinin parmağındaki özel işçilik eseri olan yüzüktü. Bundan böyle karşılaştığı tüm kadınların parmaklarına dikkat etmeye karar verdi; belki bu şekilde Rokoff’un zulmettiği kadının kim olduğunu ve adamın ona tekrar rahatsızlık verip vermediğini öğrenebilirdi.
Tarzan; güvertedeki sandalyesine gidip oturdu ve dört yıl önce ormanda, gözlerinin ilk kez kendisinden başka bir insan gördüğü o günden beri insanoğlunun defalarca şahit olduğu zalimliğini, bencilliğini ve kinini düşündü. Şahit olduğu ilk zalim siyahi Kulonga; ilk mazlumlar ise onun hızlı mızrağıyla can veren muazzam dişi maymun Kala ve onun ölümüyle bildiği tek anneden mahrum kalan genç Tarzan idi.
Sıçan suratlı Snipes’ın King’i öldürüşünü, Profesör Porter ile yanındakilerin Arrow’un isyancılarınca terk edilişini, Mbonga köyünün siyahî savaşçıları ile kadınlarının esirlere yaptıkları işkenceleri, medeni dünya ile ilk tanışmasına vesile olan Batı Kıyısı Kolonisi’ndeki sivil ve askerî memurların adi kıskançlıklarını anımsadı.
“Mon Dieu!” dedi kendi kendine. “Hepsi birbirinin aynısı. Dolandırıcılık, cinayet, yalan, kavga; üstelik de hepsi ormanın hayvanatının tenezzül dahi etmeyeceği şeylere sahip olmak, karaktersiz tiplerin efemine zevklerini doyuracak parayı elde etmek için. Körü körüne bağlı oldukları aptal gelenekler, onları bahtsız kaderlerinin kölesi yaparken; aksine onlar, tüm yaratılanların efendisi olduklarına, varoluşun yegâne gerçek zevklerinin tadını çıkardıklarına inanırlar. Ormanda, biri gelip de sizin eşinizi elinizden alırken bir kenara çekilip hiçbir şey yapmadan durmazsınız. Saçma bir dünya bu, budala bir dünya; Maymunların Tarzanı, ormanındaki hürriyetinden ve mutluluğundan vazgeçerek buraya gelmekle aptallık etti.”
Orada otururken birden, arkasından bir çift gözün kendisini seyrettiğini hissetti ve içindeki yılların vahşi hayvan içgüdüsü, dışındaki zayıf medeniyet maskesini yırtıp ortaya çıktığında; Tarzan arkasına öyle bir süratle dönüverdi ki o ana kadar onu gizli gizli seyretmekte olan genç kadın, bakışlarını kaçırma fırsatı bulamadı ve doğrudan gözlerinin içine bakan maymun adamın sorgulayıcı gri gözleriyle karşı karşıya geldi. Bunun üzerine kadın bakışlarını yere indirdiğinde; Tarzan, kadının yan çevirdiği yüzünün hızla kızardığını fark etti.
Bu pek medeni olmayan, küstahça davranışının neticesi karşısında kendi kendine gülümsedi; zira genç kadınla göz göze geldiğinde bakışlarını indirmesi gerekirken indirmemişti. Kadın oldukça gençti ve bir o kadar da güzeldi. Üstelik kadında öyle tanıdık bir şeyler vardı ki bu, onu daha önce nerede görmüş olabileceğini düşünmeye sevk etmişti Tarzan’ı. Tekrar sandalyesine yerleşti ve kısa bir süre sonra kadının ayağa kalktığını, güverteden ayrıldığını fark etti. Kadın önünden geçerken Tarzan, onun kim olduğuna dair merakını giderebilecek bir ipucu yakalama umuduyla dönüp onu seyretti.
Umudu boşa da çıkmamıştı; zira kadın uzaklaşırken bir elini kaldırıp, ensesinden aşağı dalga dalga uzanan siyah saçlarına dokundu. Kendisini beğeniyle seyreden gözlerin farkında olduğuna işaret eden bu kadınlara has jest sayesinde Tarzan; kadının parmağında, kısa süre önce yüzü tülle örtülü kadının parmağında gördüğü aynı özel işçilikli yüzüğün olduğunu gördü.
Demek ki Rokoff’un zulmettiği kadın, bu güzel kadındı. Tarzan, kadının kim olabileceğini ve böyle hoş bir kadının Rokoff gibi kaba saba bir Rus ile ne alakasının olabileceğini içten içe merak etti.
O akşam yemekten sonra Tarzan güvertede yürüyüşe çıktı ve hava kararana kadar da üçüncü kaptanla sohbet ederek orada kaldı. Üçüncü kaptanın vazifesinin başına dönmesi gerekince de Tarzan küpeşteye yaslanıp okyanus sularının üzerinde hafif hafif oynaşan ay ışığını miskin bir tavırla seyre koyuldu. Kısmen bir mataforanın arkasında kaldığı için güverteden ona doğru yaklaşmakta olan iki adam onu görmemişti. Adamlar oradan geçerken Tarzan kulak misafiri olduğu konuşmalar sebebiyle adamları takip edip yine ne tür bir şeytanlık peşinde olduklarını öğrenmeye karar verdi. Rokoff’u sesinden tanımıştı, yanındakinin ise Paulvitch olduğunu görmüştü.
Tarzan sadece birkaç kelime duymuştu: “Kadın çığlık atarsa boğazını sıkıp…” Fakat bu duydukları, içindeki macera ruhunu uyandırmaya yetmişti ve böylece şimdi, güverte boyunca önünden hızlı hızlı yürüyen adamları gözden kaybetmeyecek bir mesafeden takip ediyordu. Peşlerinden sigara odasına kadar gitti fakat adamlar sadece kapıda kısa bir süre durup görünüşe göre, yerini tespit etmeye çalıştıkları kişinin içeride olup olmadığını kontrol ettiler.
İçeride olduğunu görünce doğrudan, üst güvertedeki birinci sınıf kamaraların olduğu tarafa yöneldiler. Burada Tarzan’ın fark edilmemesi çok daha zordu, lakin bir şekilde başardı. Adamlar cilalı ahşap kapılardan birinin önünde durduklarında Tarzan, on adım ötedeki loş bir koridora girerek saklandı.
Adamların kapıyı çalmaları üzerinde içeriden bir kadın sesi Fransızca olarak seslendi: “Kim o?”
“Olga, benim, Nikolas.” dedi Rokoff, artık aşina olduğu o kaba sesiyle. “Girebilir miyim?”
“Bana zulmetmeyi neden bırakmıyorsun, Nikolas?” dedi kadının sesi, ince kapının ardından. “Ben sana hiç zarar vermedim ki.”
“Hadi, Olga, dışarı çık.” diye diretti adam, teskin edici bir ses tonuyla. “Tek istediğim seninle birkaç kelime konuşmak. Sana zarar vermeyeceğim, içeri de girmeyeceğim ama diyeceklerimi buradan bağırarak söyleyemem.”
Tarzan, kapı kilidinin içeriden açılırken çıkardığı sesi duydu. Kapı açılınca olacakları görmek için saklandığı yerden bir adım ileri çıktı; zira birkaç dakika önce güvertedeyken duyduğu kötü niyetli sözleri düşünmeden edemiyordu: “Kadın çığlık atarsa boğazını sıkarsın.”
Rokoff, kapının tam önünde dikiliyordu. Paulvitch ise ötedeki koridorun duvarına dümdüz yaslanmış, âdeta duvarla bir olmuştu. Kapı açıldı. Rokoff odaya kısmen girdi ve sırtı kapıya dönük şekilde durdu. Tarzan’ın göremediği kadınla, fısıltıyla konuşuyordu. Sonra Tarzan kadının sesini duydu; sesi yüksek değildi ama kelimeleri seçilebiliyordu.
“Hayır, Nikolas, bu işe yaramaz.” diyordu. “İstediğin kadar tehdit et; senin taleplerine boyun eğmeyeceğim. Odamdan çık, lütfen; burada bulunmaya hakkın yok. Girmeyeceğine söz vermiştin.”
“Pekâlâ, Olga, girmeyeceğim fakat seninle işim bitene kadar, bin kez keşke benden istediği iyiliği hemen yapmış olsaydım diyeceksin. Nihayetinde kazanan ben olacağım, o yüzden kendini ve beni bu dertten kurtarıp hem kendi zamanını hem de benim zamanımı boşa harcama; hem kendi hem de kocanın şerefini…”
“Asla, Nikolas!” diye sözünü kesti kadın ve ardından Tarzan, Rokoff’un Paulvitch’e dönerek başıyla işaret verdiğini gördü. Adam hemen kamaranın girişine fırlayıp kapıyı açan Rokoff’un yanından içeri daldı. Sonra Rokoff dışarı çıktı ve kapı kapandı. Tarzan, Paulvitch’in kapıyı içeriden kilitlediğini duydu. Rokoff kapının önünde dikilmeye devam etti; ikisinin içeride konuştuklarını duymaya çalışır gibi başını eğmişti. Bıyıklı dudaklarında çirkin bir gülümseme belirdi.
Tarzan, kadının adama kamarasından çıkmasını emreden sesini duyabiliyordu. “Kocamı çağırtacağım!” diye bağırdı kadın. “O size merhamet etmez.”
Paulvitch’in küçümseyici kahkahası cilalı kapıyı geçip koridora kadar geldi.
“Kamarot kocanızı getirecek, madam.” dedi adam. “Aslına bakılırsa kamaranızın kapalı kapısı ardında kocanızdan başka bir adamın gönlünü eğlendirdiğinizin haberi zaten zabite verildi.”
“Hah!” diye bağırdı kadın. “Kocam buna asla inanmaz!”
“Kocanızın inanmayacağı kesin ama kamarot inanır; gemiden indiğimizde esrarengiz bir şekilde bu meseleden haberdar olacak olan gazeteciler de inanır. Hem de bunun iyi bir hikâye olacağını düşünürler ve böylece tüm arkadaşlarınız kahvaltı sırasında, yani bir bakalım, bugün salı olduğuna göre cuma sabahı gazeteyi okuduklarında, onlar da inanır. Madamın, gönlünü hoş ettiği adamın bir Rus uşak olduğunu; hatta tam olarak madamın erkek kardeşinin uşağı olduğunu öğrendiklerinde, duydukları ilgi daha da artacaktır.”
“Alexis Paulvitch!” dedi kadın, sesi soğuk ve korkusuzdu. “Korkağın tekisin sen, malum ismi kulağına fısıldadığım zaman benden talep ettiğin şeylerden ve tehditlerinden vazgeçeceksin ve kamaramdan derhâl çıkacaksın. Seni bir daha göreceğimi ya da en azından bir daha canımı sıkacağını da zannetmiyorum.” Ardından kısa bir sessizlik oldu; bu zaman zarfında Tarzan, kadının düzenbazın kulağına eğilip ima ettiği şeyi fısıldadığını hayal etti. Kısa süren sessizliğin ardından adam birdenbire bir küfür savurdu, telaşlı ayak sesleri ve kadın çığlığı duyuldu; sonrasında da yine sessizlik.
Fakat kadının çığlığı henüz susmuştu ki maymun adam saklandığı yerden fırladı. Rokoff kaçmaya başladı, lakin Tarzan onu yakasından tuttuğu gibi gerisin geri sürükledi. İkisi de konuşmuyordu; zira her ikisi de o odada cinayet işlenmekte olduğunu sezmişti. Tarzan, Rokoff’un suç ortağından bu denli ileri gitmesini istemediğinden emindi; adamın niyetinin bundan daha derin olduğunu, canice ve soğukkanlılıkla işlenen bir cinayetten daha habis bir niyeti olduğunu hissediyordu. Bir an bile durup içeridekilere seslenmeden maymun adam kuvvetli omzuyla ince panel kapıya omuz attı ve ahşap kapı parçalara ayrılırken Tarzan peşinden Rokoff’u da sürükleyerek kamaraya girdi. Hemen önündeki kanepede kadın yatıyordu ve üzerinde de Paulvitch vardı. Adamın parmakları kadının narin boğazındaydı; kadın elleriyle adamın suratına nafile vurup dururken, boğazındaki parmaklardan umutsuzca kurtulmaya çalışırken, adamın zalim parmakları kurbanının canını almaya çalışıyordu.
Kapının kırılmasıyla Paulvitch kadını bırakıp ayağa kalktı, Tarzan’a tehditkâr bir şekilde dik dik baktı. Genç kadın sendeleyerek kalkıp kanepede oturma pozisyonuna geçti. Bir eli boğazındaydı ve kesik kesik nefes alıyordu. Saçları dağılmış ve beti benzi atmış olmasına rağmen Tarzan, o gün daha önce güvertede kendisine bakarken yakaladığı genç kadını tanıdı.
“Bu ne demek oluyor?” dedi Tarzan, Rokoff’a dönerek. Bu zorbalığın azmettiricisinin Rokoff olduğunu sezgisel olarak belirlemişti. Adam cevap vermeden kaş çatmaya devam etti. “Düğmeye basın, lütfen.” diye devam etti maymun adam. “Geminin zabitlerinden biri buraya gelsin; bu mesele fazla uzadı.”
“Hayır, hayır!” dedi genç kadın telaşla birden ayağa kalkarak. “Lütfen bunu yapmayın. Gerçekten bana zarar verme niyetinde olmadıklarından eminim. Ben bu şahsı kızdırdım ve o da kontrolünü kaybetti, hepsi bu. Meselenin daha fazla uzamasını istemiyorum, lütfen, mösyö.” Kadının sesi öyle yalvarır gibiydi ki Tarzan meselede ısrar edemedi; gerçi yine de muhakemesi ona, burada ilgili yetkililerin haberdar edilmesini gerektiren bir şeyler döndüğünü söylüyordu.
“Öyleyse bu mesele hakkında hiçbir şey yapmamamı mı istiyorsunuz?” diye sordu.
“Evet, hiçbir şey yapmayın, lütfen.” diye karşılık verdi genç kadın.
“Bu iki pisliğin size zulmetmeye devam etmesine razı mısınız yani?”
Kadın ne cevap vereceğini bilemedi; çok dertli ve mutsuz görünüyordu. Tarzan, Rokoff’un dudaklarının şeytanca bir zafer gülümsemesiyle kıvrıldığını gördü. Genç kadının bu ikisinden korktuğu aşikârdı; asıl istediği şeyi onların önünde ifade etmeye cesaret edemiyordu.
“Öyleyse ben de kendi mesuliyetime dayanarak hareket edeceğim.” dedi Tarzan. Rokoff’a dönerek devam etti: “Sana şunu söyleyebilirim ki buna suç ortağın da dâhil, bundan böyle bu seferin sonuna kadar gözüm üstünüzde olacak. Eğer ikinizden birinin bu genç hanımı ufacık dahi olsa rahatsız edecek bir davranışta bulunduğunu fark edersem, doğrudan bana hesap vermek üzere çağrılacaksınız. Bu çağrılma ve hesap verme kısımları da ikiniz için hiç de hoş tecrübeler olmayacak.”
“Şimdi defolun buradan!” dedi ve Rokoff ile Paulvitch’i yakalarından tuttuğu gibi kapıya doğru kuvvetle itti, koridoru çabucak geçsinler diye botunun ucuyla hızlanmalarına yardımcı olmayı da ihmal etmedi. Ardından tekrar lüks kamaraya ve genç kadına döndü. Kadın ona hayretten gözleri açılmış bir hâlde bakıyordu.
“Siz de madam, şayet bu serseriler sizi tekrar rahatsız edecek olursa bana haber verirseniz büyük bir iyilik yapmış olursunuz.”
“Ah, mösyö!” dedi kadın. “Ümit ediyorum ki bu yaptığınız iyilik yüzünden başınız belaya girmez. Öyle şeytani ve hünerli bir düşman kazandınız ki nefretini tatmin edene kadar hiçbir şey onu durdurmayacaktır. Çok dikkatli olmanız lazım, Mösyö…”
“Pardon madam, adım Tarzan.”
“Mösyö Tarzan. Zabitlere haber vermenize razı gelmedim diye benim için gösterdiğiniz kahramanlığa ve centilmenliğe samimiyetle minnettar olmadığımı zannetmeyin. İyi geceler, Mösyö Tarzan. Size olan borcumu asla unutmayacağım.” diyen genç kadın, inci gibi dişlerini ortaya çıkaran oldukça çekici bir gülümsemeyle Tarzan’a reverans yaptı. Tarzan da ona iyi geceler diledikten sonra güvertenin yolunu tuttu.
Gemide Rokoff’un ve ortağının elinden çeken iki kişinin olması ve bu iki kişinin, yani genç kadın ile Kont de Coude’un, suçluların adalete teslim edilmesine müsaade etmemeleri Tarzan’ın aklını epeyce kurcalıyordu. O gece yatmadan evvel birçok kez aklı, o güzel genç kadına gitti. Kaderin tuhaf cilvesiyle karşısına çıkan genç kadının hayatı, görünüşe göre epey çetrefilliydi. Kadının adını öğrenmediğini fark etti. Sol elinin üçüncü parmağına taktığı ince altın yüzüğe bakılırsa evli olduğu kesindi. Tarzan, gayriihtiyari olarak şanslı adamın kim olduğunu merak etti.
Tarzan; kısa bir anına şahit olduğu malum küçük dramanın aktörlerinden hiçbirini, deniz seferinin son gününe kadar bir daha görmedi. Sonra o gün, ikindi saatlerinde genç kadınla aniden karşı karşıya geldi. Tarzan güvertedeki sandalyesine doğru yürürken kadın da karşı yönden kendi sandalyesine doğru geliyordu. Tarzan’ı hoş bir gülümsemeyle selamladıktan hemen sonra, Tarzan’ın iki gece önce kadının kamarasında şahit olduğu mevzudan bahsetmeye başladı. Sanki Tarzan’ın, Rokoff ve Paulvitch gibi adamlarla tanışıklığını, kendisinin de o tür bir insan olduğuna yormuş olabileceğini düşünmüş ve bundan büyük bir huzursuzluk duymuş gibiydi.
“Salı akşamı olanlar sebebiyle mösyö beni kınamamıştır diye ümit ediyorum.” dedi. “Bunu düşüne düşüne kendime dert edindim. O kadar mahcup olmuştum ki o zamandan beri ilk kez kamaramdan çıkıyorum.” diye bitirdi.
“Aslanlar saldırdı diye ceylanı kınamak olmaz.” diye karşılık verdi Tarzan. “Yanlış hatırlamıyorsam o ikisini size saldırmadan evvel de sigara odasında iş çevirirken görmüştüm, ne tür insanlar olduklarını biliyorum; o yüzden, onlar birine düşman olmuşlarsa bu düşmanlık, düşman oldukları kişinin dürüstlüğüne dair kâfi bir delildir. Öyleleri sadece aşağılıklarla dost olur, asil ve iyi olan her şeyden ise nefret ederler.”
“Bu şekilde ifade etmeniz çok nazikçe.” diye karşılık verdi kadın, gülümseyerek. “Kâğıt oyunu mevzusunu duymuştum. Kocam bana tüm meseleyi anlattı. Mösyö Tarzan’ın cesaretinden ve kuvvetinden de bilhassa bahsetti; size muazzam bir minnet borcu duyuyor.”
“Kocanız mı?” diye sordu Tarzan.
“Evet. Ben Kontes de Coude’um.”
“Öyleyse borcum fazlasıyla ödendi bile, madam. Kont de Coude’un eşine hizmette bulunduğumu bilmek benim için kâfi.”
“Ah, mösyö, zaten size borcum öyle büyük ki hakkınızı nasıl öderim, hiç bilmiyorum. Lütfen beni daha fazla yükümlülük altına sokmayın.” dedi ve derken öyle tatlı gülümsedi ki Tarzan, sırf bu gülümsemeyle onurlandırılmak için bile hâlihazırda yapmış olduklarından çok daha fazlasını yapmaya kalkışabileceğini hissetti.
O gün, onu bir daha görmedi ve ertesi gün de gemiden inme telaşı içerisinde onunla hiç karşılaşmadı fakat evvelsi gün güvertede birbirlerine veda ederlerken kadının gözlerindeki ifadede öyle bir şey vardı ki Tarzan onu aklından bir türlü atamıyordu. Bir okyanus seferinde bu denli hızlı dostluk kurmuşken yine bir o kadar kolay şekilde, bir daha görüşmemek üzere ayrılmaları hüzün verici sayılabilirdi.
Tarzan onu bir daha görüp göremeyeceğini merak etti.
3. BÖLÜM
RUE MAULE’DA OLANLAR
Paris’e varınca Tarzan doğruca eski dostu D’Arnot’un dairesine gitti. Orada D’Arnot, babası merhum Greystoke Lordu John Clayton’dan ona miras kalan unvan ve mülklerden feragat ettiği için Tarzan’ı epey bir payladı.
“Sen delirmişsin, dostum.” dedi D’Arnot. “Sadece zenginliği ve makamı değil; damarlarında vahşi bir dişi maymunun kanı yerine İngiltere’nin en şerefli ailelerinden birinin asil kanının aktığını, tüm dünyaya şüphe götürmez şekilde kanıtlama fırsatını da öylece bir kenara attın. Sana inanabilmiş olmalarına akıl sır erdiremiyorum; özellikle de Bayan Porter’ın.”
“Yani ben bir an dahi inanmamıştım. Afrika’nın o vahşi ormanındayken vahşi bir hayvan gibi dişlerinle avından çiğ et koparıp yediğini, yağlı ellerini bacaklarına sildiğini gördüğümde bile inanmamıştım. O zaman dahi aksine işaret edecek ufak da olsa bir delil vardı; Kala’nın annen olduğuna dair inancında yanıldığını biliyordum.”
“Şimdi ise babanın, annenle beraber o vahşi Afrika kıyısında yaşadığı korkunç hayatı anlatan, senin doğumunun kaydını tuttuğu günlüğü de var. Üstelik de o günlüğün sayfalarında nihai ve en ikna edici delil olarak senin bebeklik parmak izlerin varken adsız sansız, beş parasız bir serseri olarak kalmak istemene akıl sır erdiremiyorum.”
“Tarzan’dan daha iyi bir ada ihtiyacım yok.” diye karşılık verdi maymun adam. “Beş parasız bir serseri olarak kalma kısmına gelince öyle kalmaya da niyetim yok. Aslına bakılırsa senin bana gösterdiğin bu fedakâr dostluğuna dayanarak senden şimdi ve ümit ediyorum ki son kez istemek zorunda kalacağım şey, bana bir iş bulman olacak.”
“Puh sana!” diye çıkıştı D’Arnot. “Onu ima etmediğimi biliyorsun. Sana defalarca söylemedim mi ben, yirmi adama yetecek kadar param olduğunu ve neyim varsa yarısının senin olduğunu? Hepsini sana versem bile arkadaşlığımıza verdiğim kıymetin onda biri etmez, Afrika’dayken senin bana yaptığın iyiliklerin hakkını ödemez, sevgili dostum Tarzan. Unutmadım dostum; senin harikulade cesaretin olmasaydı, Mbonga’nın yamyam köyündeki o kazıkta ölmüş olurdum ben. O yamyamların bedenimde açtığı korkunç yaraların senin fedakârca adanmışlığın sayesinde iyileştiğini de unutmadım. Yüreğin sana, koya dönmeni söylerken orada maymunların amfi tiyatrosunda benimle kalmış olmanın senin için ne ifade ettiğini ise sonradan öğrendim.”
“Nihayet oraya döndüğümüzde ve Bayan Porter ile yanındakilerin gittiğini gördüğümüzde, benim gibi katbekat bir yabancı için yaptıklarının ehemmiyetini, işte o zaman idrak etmeye başladım. Sana borcumu parayla ödemeye çalışıyor da değilim, Tarzan. Sadece şu var ki şu anda senin paraya ihtiyacın var; ha senin için başka bir fedakârlık yapmışım ha para vermişim, aynı kapıya çıkar. Dostluğum daima senin olacak, çünkü zevklerimiz benzer ve seni takdir ediyorum. Dostluğumuza sözüm geçmez ama paraya geçer, o yüzden vereceğim.”
“Pekâlâ.” diyerek güldü Tarzan. “Para yüzünden tartışmayalım. Yaşamam lazım, onun için de para lazım fakat uğraşacak bir meşgalem olsa daha memnun olurum. Bana arkadaşlığını göstermenin en ikna edici yolu, bana bir iş bulman olur; yoksa yakında işsiz güçsüz dolaşmaktan öleceğim. Miras hakkıma gelince; o emin ellerde. Clayton beni soymuş değil. Gerçek Greystoke Lordu olduğuna samimiyetle inanıyor ve muhtemelen, Afrika ormanında doğup büyümüş bir adamdan daha iyi bir İngiliz lordu olur. Şu an bile hâlâ tam medeni olmadığımı biliyorsun. Bir an için öfkeden gözüm dönmeyegörsün, özümdeki tüm o vahşi hayvan içgüdüleri uyanıp sahip olduğum kısıtlı kültür ve medeniyeti bastırıp üste çıkıyor.”
“Hem de şu var ki kim olduğumu açıklasaydım sevdiğim kadını, Clayton ile evlenmesi sebebiyle elde edeceği zenginlik ve konumdan mahrum etmiş olurdum. Böyle bir şeyi yapmam mümkün değildi; öyle değil mi, Paul?”
“Miras mevzusu da benim için o kadar mühim değil.” diye devam etti, adamın cevabını beklemeden. “Benim yetiştirildiğim şartlarda insan, kendi zihinsel ve fiziksel maharetleriyle elde ettikleri haricinde başka hiçbir şeye kıymet veremiyor. O nedenle ben, beni doğurduktan bir yıl sonra vefat eden o genç, zavallı, bahtsız İngiliz kadınını annem olarak görmekten nasıl bir mutluluk duyacaksam; Kala’yı da annem olarak görmekten o denli mutluluk duyuyorum. Kala, kendi haşin ve yabani fıtratının müsaade ettiği ölçüde bana her daim iyi davrandı. Annem öldüğü andan itibaren Kala’nın kıllı göğsünden süt emmiş olmalıyım. O, hakiki bir anne sevgisiyle beni korumak için ormanın yırtıcı sakinleriyle ve kabilemizin vahşi üyeleriyle dövüştü.”
“Ben de onu seviyordum, Paul. Mbonga’nın siyahi savaşçısının zalim mızrağı ve zehirli oku onu benden çalana kadar onu ne kadar sevdiğimi fark etmemiştim. Bu olduğunda ben daha çocuktum; ölüsünün üzerine kapanıp bir çocuğun ancak öz annesi için ağlayabileceği şekilde, ızdırap içinde ağladım. Eğer onu görseydin senin gözünde korkunç ve çirkin bir yaratık olabilirdi, dostum ama benim gözümde o güzeldi; sevgi, sevilen kişiyi işte böyle güzelleştirir. Yani, ben sonsuza dek dişi maymun Kala’nın oğlu olarak kalmaktan son derece memnunum.”
“Sadakatini de takdire şayan buluyorum.” dedi D’Arnot. “Lakin bir gün gelecek, sana ait olanlara sahip çıktığına da memnun olacaksın. Bu sözlerimi unutma. Umalım ki o gün de şimdiki kadar kolay olsun. Şunu aklından çıkarma ki tüm dünyada, o kulübede babanın ve annenin iskeletleriyle beraber bulunan küçük iskeletin, Greystoke Lordu ve Leydisi’nin bebeğine değil de bir insansı maymun yavrusuna ait olduğuna şahitlik edebilecek yegâne kişiler Profesör Porter ve Bay Philander. O delil en mühim olanı. İkisi de yaşlı adamlar. Önlerinde daha uzun yılları olmayabilir. Üstelik Bayan Porter’ın hakikati öğrendiği vakit Clayton’la nişanını atacağını düşünmedin mi hiç? Kolaylıkla unvanını da mülklerini de sevdiğin kadını da alabilirsin, Tarzan. Bu aklına gelmedi mi?”
Tarzan başını iki yana salladı. “Sen onu tanımıyorsun.” dedi. “Clayton’ın başına gelecek böyle bir talihsizlik, Jane’i ona verdiği söze daha da bağlardı. Köklü, güneyli bir ailenin kızı o; güneyliler sadakatleriyle övünürler.”
Tarzan sonraki iki haftayı, daha önceden kısa bir süreliğine aşina olduğu Paris’i yeniden keşfederek geçirdi. Gündüzleri kütüphaneleri ve resim galerilerini ziyaret ediyordu. Her bulduğunu okuyan biri hâline gelmişti. Bu kültür ve ilim merkezinde ona kapılarını açan imkânlar dünyası karşısında; tek bir insanın bir ömür boyu okuyup araştırma neticesinde edinebileceği ilmin bile, beşerî bilginin toplamının çok küçük bir kırıntısı olacağını fark etmiş, bu hakikat onu epey dehşete düşürmüştü. Lakin yine de gündüzleri öğrenebildiği kadarını öğreniyor, geceleri de rahatlayabileceği ve eğlenebileceği bir yerler arıyordu. Paris, gece hayatı merakını karşılama hususunda da epey verimli çıkmıştı.
Çok fazla sigara ve pelin otu likörü içiyorsa da medeniyeti olduğu gibi kabul ettiği içindi. Medeni türdeşleri ne yapıyorsa o da onu yapıyordu. Bu onun için yeni bir hayattı ve bu hayat cazibelerle doluydu; ayrıca göğsünde bir keder ve asla gideremeyeceğini bildiği bir özlem taşıyordu; o yüzden iki uç noktada yaşıyor, kendini ilim öğrenmeye ve gece hayatına vererek geçmişini unutmaya ve geleceği düşünmekten sakınmaya çalışıyordu.
Bir akşam bir gazinoda oturmuş, pelin otu likörünü yudumlayıp meşhur bir Rus dansçının sanatını icra edişini beğeniyle seyrederken bir anlığına bir çift şeytani siyah gözü kendisine bakarken yakaladı. Tarzan, adamı iyice göremeden adam derhâl dönüp çıkıştaki kalabalıkta gözden kayboldu lakin o gözleri daha önce de gördüğüne ve o gözlerin bu akşam kendisini izlemesinin sebepsiz olmadığına emindi. Zaten bir süredir birinin kendisini seyrettiğine dair tuhaf bir his vardı içinde; aniden dönüp adamı kendisini seyrederken yakalayıp ürkütmesi de içindeki bu kuvvetli hayvani içgüdü sayesinde olmuştu.
Gazinodan çıkana kadar bu meseleyi unutmuştu Tarzan, gazinonun gözleri kör eden parlak ışığından ayrılırken karşıdaki antrenin karanlığına gizlenen esmer adamı da fark etmedi.