Читать книгу Tarzan’ın Dönüşü (Эдгар Райс Берроуз) онлайн бесплатно на Bookz (5-ая страница книги)
bannerbanner
Tarzan’ın Dönüşü
Tarzan’ın Dönüşü
Оценить:
Tarzan’ın Dönüşü

3

Полная версия:

Tarzan’ın Dönüşü

“Yerinde olsam Fransa’yı terk ederdim.” dedi. “Çünkü er ya da geç, kız kardeşini tehlikeye atmadan seni öldürmenin bir bahanesini bulacağım.”

6. BÖLÜM

DÜELLO

Tarzan, Rokoff’un yanından ayrıldıktan sonra eve döndüğünde D’Arnot uyuyordu. Onu rahatsız etmek istemediğinden uyandırmadı fakat ertesi sabah, geçen akşam olanları ona ufak bir teferruatı atlayarak anlattı.

“Nasıl bir ahmaklık yaptım ben.” diye bitirdi anlatmasını. “De Coude da karısı da benim arkadaşımdı. Ben ise arkadaşlıklarına karşılık ne yaptım? Kont’u öldürmekten kıl payı kurtuldum. Namuslu bir kadının adını lekeledim. Muhtemeldir ki mutlu bir yuvayı da yıkmış oldum.”

“Olga de Coude’u seviyor musun?” diye sordu D’Arnot.

“Onun beni sevmediğinden emin olmasaydım bu sorunu cevaplayamazdım, Paul ama hâl böyleyken sana onu sevmediğimi, onun da beni sevmediğini söyleyebilirim. İkimiz de bir anlık çılgınlığın kurbanı olduk. Aşk değildi bu ve şayet De Coude o sırada eve gelmiş olmasaydı, bu çılgınlık aniden geldiği gibi yine aniden gidecek; hiçbir zarar vermeden terk edecekti bizi. Bildiğin gibi kadınlar hususunda pek tecrübem yok. Olga de Coude çok güzel; buna bir de loş ışığın altındaki o baştan çıkarıcı ortamda korunmaya muhtaç, savunmasız bir kadının yakarışları eklenince… Belki medeni bir erkek olsa buna karşı koyabilirdi ama benim medeniyetim pek köklü değil; giysilerimden ibaret.”

“Paris bana göre değil. Gitgide daha vahim tuzaklara düşüp duracağım. İnsan yapımı kurallar beni usandırıyor. Kendimi sürekli bir esir gibi hissediyorum. Artık dayanamıyorum, dostum; bu yüzden sanırım, ormanıma geri dönecek ve Tanrı’nın beni oraya koymakla bana münasip gördüğü hayatı yaşayacağım.”

“Kendini bu kadar üzme, Jean.” diye karşılık verdi D’Arnot. “Daha evvel de benzer durumlar oldu ve sen çoğu ‘medeni’ erkekten çok daha iyi idare edip bu durumlardan alnının akıyla çıktın. Bu kez Paris’i terk etmeye gelince Raoul de Coude çok geçmeden bu hususta bir şeyler söyleyecektir diye düşünüyorum.”

D’Arnot yanılmamıştı. Bir hafta sonra, sabah on bir civarında D’Arnot ve Tarzan kahvaltı ederken Mösyö Flaubert çıkageldi. Mösyö Flaubert, şaşırtıcı derecede kibar bir beyefendiydi. Mösyö Kont de Coude’un meydan okuma mesajını Tarzan’a defalarca eğilerek iletti. Acaba Mösyö Tarzan, mümkün olduğunca erken bir saatte mevzunun teferruatını görüşüp her iki tarafı da memnun edecek şekilde ayarlamak üzere bir arkadaşını Mösyö Flaubert’le buluşmaya gönderme nezaketinde bulunabilir miydi?

Kesinlikle. Mösyö Tarzan, kendi menfaatini arkadaşı Teğmen D’Arnot’a gözünü dahi kırpmadan seve seve emanet edebilirdi. İşte böylece, o gün öğleden sonra saat ikide D’Arnot’un Mösyö Flaubert’i araması kararlaştırıldı ve kibar Mösyö Flaubert yine defalarca eğildikten sonra yanlarından ayrıldı.

Tekrar baş başa kaldıklarında D’Arnot, Tarzan’a merak içerisinde baktı.

“Şimdi ne olacak?” dedi.

“Şimdi günahlarıma bir de cinayet eklemem gerekecek, yoksa kendim öleceğim.” dedi Tarzan. “Medeni kardeşlerimin yolunda hızla ilerliyorum.”

“Hangi silahları seçeceksin?” diye sordu D’Arnot. “De Coude kılıç kullanmaktaki maharetiyle ve muhteşem bir nişancı olmasıyla bilinir.”

“Öyleyse ben de yirmi adım mesafeden zehirli oklar seçebilirim ya da yine aynı mesafeden mızrak.” diyerek güldü Tarzan. “Tabanca olsun, Paul.”

“Seni öldürür, Jean.”

“Bundan şüphem yok.” diye karşılık verdi Tarzan. “Nihayetinde bir gün öleceğim.”

“Kılıç olsa daha iyi olur.” dedi D’Arnot. “Seni yaralayınca tatmin olup bırakır, hem ölümcül yara tehlikesi de daha düşük.”

“Tabanca.” dedi Tarzan, kesin bir kararlılıkla.

D’Arnot onu vazgeçirmeye çalışsa da nafileydi, böylece tabancada karar kılındı.

Saat dördü biraz geçerken D’Arnot, Mösyö Flaubert ile olan görüşmesinden döndü.

“Hepsi ayarlandı.” dedi. “Her şey istediğimiz gibi. Yarın sabah gün aydınlandığında. Etamps’ın yakınlarındaki bir yolda ıssız bir nokta var. Şahsi bir sebepten dolayı Mösyö Flaubert orayı tercih etti. Ben de itiraz etmedim.”

Tarzan’ın tek yorumu “Güzel!” oldu. O gün, bu meseleden bir daha dolaylı yoldan dahi söz etmedi. O gece yatmadan önce birkaç mektup yazdı. Mektupları mühürleyip adresleri yazdıktan sonra hepsini, üzerinde D’Arnot’un adı yazan bir zarfın içine koydu. D’Arnot soyunurken Tarzan’ın bir gazino şarkısı mırıldandığını duydu.

Homurdanarak küfretti Fransız. Çok mutsuzdu; zira ertesi sabah güneşin, Tarzan’ın ölüsü üzerine doğacağından emindi. Böyle bir durumda Tarzan’ı bu kadar tasasız görmek ise sinirini bozuyordu.

“İnsanların birbirini öldürmek için böyle erken bir saati seçmesi hiç medenice değil.” dedi maymun adam, sabahın kör karanlığında rahat yatağından çıkmak zorunda kalınca. Deliksiz uyumuştu, o yüzden sanki kafasını yastığa daha yeni koymuş da arkadaşı gelip onu hemen uyandırmış gibi hissediyordu. Sözlerinin muhatabı, Tarzan’ın yatak odasının kapısında giyinip hazırlanmış şekilde duran D’Arnot’tu.

D’Arnot ise tüm gece neredeyse hiç uyumamıştı. Gergindi ve bu yüzden de çabuk parlamaya meyilliydi.

“Sen tüm gece bebek gibi uyudun herhalde!” dedi.

Tarzan güldü. “Ses tonuna bakılırsa uyuduğum için bana gocunmuşsun, Paul. Ama elimde değildi, gerçekten.”

“Hayır, Jean; mesele o değil.” diye karşılık verdi D’Arnot, gülümseyerek. “Ama meseleye öyle bir vurdumduymazlıkla yaklaşıyorsun ki bu beni çileden çıkarıyor. Seni gören, Fransa’nın en iyi nişancılarından birini değil de tahta bir hedefi vurmaya gidiyorsun zanneder.”

Tarzan omuz silkti. “Büyük bir yanlışın kefaretini ödeyeceğim, Paul. Kefaretin çok elzem bir özelliği de rakibinin nişancılığıdır. Öyleyse memnuniyetsiz olmamı gerektiren nedir? Bana Kont de Coude’un fevkalade bir nişancı olduğunu söyleyen sen değil miydin?”

“Yani öldürülmeyi ümit ettiğini mi söylüyorsun?” dedi D’Arnot, dehşet içerisinde.

“Öldürülmeyi ümit ettiğimi söyleyemem fakat sen de biliyorsun ki ölmeyeceğimi düşünmem için pek bir sebep yok.”

Eğer D’Arnot, De Coude’un Tarzan’ı şeref meydanında hesaplaşmaya çağıracağına dair gönderdiği haberi aldığı ilk andan beri maymun adamın aklında olan şeyi bilseydi, şimdikinden çok daha fazla dehşet içerisinde olurdu.

Sessizlik içerisinde D’Arnot’un büyük arabasına bindiler ve yine sessizlik içerisinde Etamps’a giden yarı karanlık yolda süratle ilerlediler. İki adam da kendi düşüncelerine dalmıştı. D’Arnot’unkiler yas doluydu, zira Tarzan’ı gerçekten de seviyordu. Hayatları ve yetişme tarzları tamamen farklı olan bu iki adamın arasında yeşeren büyük dostluk, birbirlerini tanıdıkça daha da güçlenmişti; zira erkeklik, şahsi cesaret ve şeref gibi yüksek idealler her ikisi için de aynı derecede mühimdi. Birbirlerini anlayabiliyorlar ve birbirleriyle arkadaş olmaktan gurur duyuyorlardı.

Maymunların Tarzanı’nın düşüncelerinde ise geçmiş vardı; her şeyden bihaber orman hayatının mutlu anlarının güzel hatıralarını düşünüyordu. Merhum babasının kulübesindeki masanın üzerine bağdaş kurup güneşten kavrulmuş küçük bedeniyle büyüleyici resimli kitapların üzerine eğilerek geçirdiği sayısız saatlerde o kitaplardan, kulakları henüz tek bir insan sesi dahi işitmemişken yazı dilinin sırrını hiçbir yardım almadan çözdüğü çocukluk zamanlarını anımsamıştı. İlkel ormanın kalbinde Jane Porter ile baş başa kaldığı o günü düşündüğünde ise güçlü yüz hatları, bir mutluluk gülümsemesiyle yumuşadı.

Kısa bir süre sonra arabanın durmasıyla daldığı hatıralardan uyandı; gidecekleri yere varmışlardı. Tarzan’ın aklı günün meselesine döndü. Ölmek üzere olduğunu biliyordu lakin içinde ölüm korkusu yoktu. Vahşi ormanın sakinleri için ölüm sıradan bir şeydi. Tabiatın ilk kanunu onları hayata sıkı sıkıya sarılmaya, hayatta kalmak için dövüşmeye zorluyordu ama, onlara ölümden korkmayı öğretmiyordu.

Şeref meydanına ilk varanlar D’Arnot ve Tarzan olmuştu. Kısa bir süre sonra da De Coude, Mösyö Flaubert ve üçüncü bir beyefendi daha geldi. Üçüncü kişiyi D’Arnot ve Tarzan’la tanıştırdılar; adam bir hekimdi.

D’Arnot ve Mösyö Flaubert kısa bir süre aralarında fısıldaştılar. Kont de Coude ve Tarzan meydanın iki zıt tarafında duruyorlardı. Çok geçmeden düello şahitleri onları çağırdı. D’Arnot ve Mösyö Flaubert iki tabancayı da kontrol ettiler. Mösyö Flaubert uyulması gereken şartları sıralarken biraz sonra karşılaşacak olan iki adam sessizce duruyorlardı.

Sırt sırta durmaları gerekiyordu. Mösyö Flaubert’in işaretiyle tabancaları yanlarında asılı şekilde, zıt yönde yürüyerek birbirlerinden uzaklaşacaklardı. Her ikisi de on adım uzaklaştıktan sonra da D’Arnot son işareti verecekti. Bu işaretten sonra arkalarına dönecek ve biri yere düşene kadar ya da ikisinin de üç atış hakkı bitene kadar ateş edeceklerdi.

Mösyö Flaubert konuşurken Tarzan tabakasından bir sigara aldı ve yaktı. De Coude ise serinkanlılığın vücut bulmuş hâliydi âdeta; nihayetinde Fransa’nın en iyi nişancısı değil miydi?

Biraz sonra Mösyö Flaubert başıyla D’Arnot’a işaret etti ve şahitler, kendi düellocularına pozisyon aldırdılar.

“Hazır mısınız, beyler?” diye sordu Mösyö Flaubert.

“Epeyce.” diye karşılık verdi De Coude.

Tarzan başını evet manasında salladı. Mösyö Flaubert işareti verdi. Düellocular yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaşırken Mösyö Flaubert ile D’Arnot birkaç adım geri çekilerek onların ateş hattından çıktılar. Altı! Yedi! Sekiz! D’Arnot’un gözleri yaşlıydı. Tarzan’ı çok seviyordu. Dokuz! Bir adım daha atıldı ve zavallı Teğmen, vermekten imtina ettiği o işareti verdi. Onun için bu işaret, en iyi arkadaşının sonu demekti.

De Coude süratle döndü ve ateş etti. Tarzan biraz irkildi. Tabancası hâlâ belinde asılıydı. De Coude tereddüt etti; rakibinin yere düşmesini bekler gibi bir hâli vardı. Fransız, çok tecrübeli bir nişancıydı; hedefe isabet ettirdiğini biliyordu. Yine de Tarzan tabancasına davranmıyordu. De Coude bir el daha ateş etti ama maymun adamın tavrı, dev adamın tasasız rahatlığındaki o aşikâr, mutlak vurdumduymazlık ve hatta telaşsız bir şekilde sigarasını tüttürmeye devam edişi, Fransa’nın en iyi nişancısının serinkanlılığını bozmuştu. Tarzan bu defa irkilmedi ama De Coude onu yine vurduğunu biliyordu.

Birdenbire durumun izahatı Fransız’a malum oldu; rakibi soğukkanlı bir şekilde durup hiçbir şey yapmayarak De Coude’un üç atış hakkını, ölümcül bir yara almadan doldurtmaya çalışıyordu. Sonrasında sıra kendisine gelecek; De Coude’u bile isteye, telaş etmeden ve soğukkanlı bir şekilde öldürecekti. Fransız, sırtının ürperdiğini hissetti. Zekice ve şeytanca bir plandı bu. Ne tür bir mahluk iki kurşun yediği hâlde böyle sakince durup üçüncüsünü bekleyebilirdi?

Böylece De Coude, bu kez çok dikkatli nişan aldı ama sinirleri boşalmıştı bir kere; ıskaladı. Tarzan, bacağının yanından sarkan tabancasını almak için hiçbir teşebbüste bulunmadı.

İkisi kısa bir süre durup birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Tarzan’ın yüzünde acınası bir hayal kırıklığı ifadesi vardı. De Coude’unkinde ise hızla büyüyen bir korku. Evet, korku.

Daha fazla dayanamadı.

“Tanrı aşkına, Mösyö! Ateş etsenize!” diye bağırdı.

Fakat Tarzan tabancasına davranmadı. Onun yerine De Coude’a doğru yürümeye başladı ve onun niyetini yanlış anlayan D’Arnot ve Mösyö Flaubert ikisinin arasına girmek üzere davranacakken sol elini kaldırıp onları durdurdu.

“Korkmayın.” dedi onlara. “Ona zarar vermeyeceğim.”

Görülmüş bir şey değildi ama durdular. Tarzan, De Coude’a epey yaklaşana kadar yürümeye devam etti.

“Mösyönün tabancasında bir sorun var, herhâlde.” dedi. “Ya da mösyönün sinirleri bozuk. Benimkini alıp tekrar deneyin, mösyö.” Tarzan tabancasını namlusundan tutarak kabzasını şaşkınlık içerisindeki De Coude’a uzattı.

Mon Dieu, mösyö!” diye bağırdı. “Siz aklınızı mı kaçırdınız?”

“Hayır, dostum.” diye karşılık verdi maymun adam. “Ama ölmeyi hak ediyorum. Sadece bu şekilde namuslu bir kadına yaptığım yanlışı telafi edebilirim. Tabancamı alın ve dediğimi yapın.”

“O zaman bu cinayet olur!” diye karşılık verdi De Coude. “Ama karıma ne yanlış yaptınız? Aranızda bir şey olmadığına yemin etti o.”

“Onu kastetmedim.” dedi Tarzan hemen. “Aramızda olanların hepsini zaten gördünüz. Lakin bu onun adını lekelemeye ve düşmanlık duymadığım bir adamın mutluluğunu bozmaya kâfiydi. Hata tamamen bendeydi; o yüzden bu sabah ölmeyi ümit ediyordum. Mösyönün bana söylenildiği gibi harika bir nişancı olmaması karşısında hayal kırıklığına uğradım.”

“Hata tamamen sendeydi mi diyorsun?” diye sordu De Coude hevesle.

“Tamamen bendeydi, mösyö. Karınız tertemiz bir kadın. Gözü sizden başkasını görmüyor. Gördüğünüz hata tamamen bana aitti. O gün oraya gitmeme sebep olan şey ise ne Kontes de Coude’un hatasıydı ne de benim. Elimde bu durumu kesin bir şekilde kanıtlayacak bir evrak var.” dedi Tarzan ve cebinden, Rokoff’un yazıp imzaladığı ifadeyi çıkardı.

De Coude kâğıdı aldı ve okudu. D’Arnot ve Mösyö Flaubert yakına gelmişlerdi. Bu tuhaf düellonun tuhaf sonunu ilgiyle seyrediyorlardı. De Coude okumayı bitirene kadar kimseden çıt çıkmadı; ardından De Coude başını kâğıttan kaldırıp Tarzan’a baktı.

“Siz çok cesur ve centilmen birisiniz.” dedi. “Tanrı’ya şükür ki seni öldürmemişim.”

De Coude bir Fransız’dı. Fransızlar tez canlı insanlardır. Kollarını açıp Tarzan’a sarıldı. Mösyö Flaubert de D’Arnot’a sarıldı. Doktora ise sarılacak kimse yoktu. Muhtemelen bu yüzdendir ki araya girdi, Tarzan’ın yaralarını sarmak için müsaade istedi.

“Bu beyefendi en az bir kurşun yedi.” dedi. “Üç de olabilir.”

“İki.” dedi Tarzan. “Biri sol omzuma, diğeri de yine sol yanıma. Zannediyorum ki ikisi de sıyırıp geçti.” Fakat doktor, onu çimenlerin üzerine yatırıp yaralar temizlenene ve akan kan kontrol altına alınana kadar orasını burasını kurcalamakta ısrar etti.

Düellonun neticesi, hepsinin dost olarak D’Arnot’un arabasına atlayıp hep beraber Paris’e dönmeleri oldu. De Coude, karısının sadakatine dair aldığı çifte teminat karşısında o kadar rahatlamıştı ki Tarzan’a karşı hiçbir kin beslemedi. Tarzan’ın, hatanın kendi payına düşen kısmından çok daha fazlasını üstlendiği doğruydu lakin birazcık yalan, mazur görülebilirdi; zira amacı bir kadının menfaatiydi ve yalanı da centilmenceydi.

Maymun adam birkaç gün yatağında istirahat etmek zorunda kaldı. O, her ne kadar bunun aptalca ve gereksiz olduğunu düşünse de doktor ve D’Arnot meseleyi o kadar ciddiye almışlardı ki onları memnun etmek için razı oldu ama bunu düşününce bile gülesi geliyordu.

“Aptallık bu.” dedi D’Arnot’a. “Bir iğne batması yüzünden yatakta yatılır mı hiç! Ben daha küçük bir çocukken Gorillerin kralı Bolgani beni neredeyse paramparça ettiğinde yatacak güzel, yumuşak bir yatağım mı vardı? Yoktu; sadece ormanın nemli, çürümeye yüz tutmuş otları vardı. Çalıların altında saklanıp günlerce, haftalarca yattım. Kala’dan başka bana bakacak kimse de yoktu. Zavallı, sadık Kala; böcekleri yaralarımdan uzak tuttu ve yırtıcı hayvanları kovdu.”

“Su istediğimde bana suyu ağzında getirdi; su taşımak için bildiği tek yok buydu. Steril gazlı bezler, antiseptik sargılar yoktu; öyle ki olanları sevgili doktorumuz görse aklını kaybederdi. Ama yine de iyileştim; iyileştim iyileşmesine de gel gör ki şimdi, orman halkının burunlarının ucunda olmadığı sürece farkına dahi varmayacakları ufacık bir sıyrık yüzünden yatakta yatıyorum.”

Ama zaman çabucak geçti ve Tarzan farkına bile varmadan kendini tekrar etrafta dolaşırken buldu. De Coude birkaç kez aramıştı ve Tarzan’ın yana yakıla iş aradığını öğrenince ona bir iş bulmak için elinden geleni yapacağına söz vermişti.

Tarzan, dışarı çıkmasına müsaade edildiği ilk gün De Coude’dan bir mesaj aldı; Kont, öğleden sonra bürosuna uğramasını rica ediyordu.

Büroya gittiğinde De Coude onu epey nezaketle karşıladı ve tekrar ayağa kalktığı için içtenlikle tebrik etti. Şeref meydanındaki o sabahtan beri ikisi de ne düellodan ne de ona sebebiyet veren durumdan söz açmışlardı.

“Tam size göre bir şey bulduğum fikrindeyim, Mösyö Tarzan.” dedi Kont. “Güvenilirlik, mesuliyet ve aynı zamanda da epey fiziki cesaret ve yiğitlik gerektiren bir pozisyon. Bu pozisyon için sizden daha münasip birini düşünemiyorum, sevgili Mösyö Tarzan. Seyahat etmeniz de gerekecek ve ileride daha iyi bir vazifeye, muhtemelen diplomatik hizmetteki bir vazifeye de kapı açabilecek bir iş bu.”

“İlk başta sadece kısa bir süreliğine harp nazırlığının hizmetinde özel ajan olacaksınız. Hadi gelin, sizi şefiniz olacak beyefendinin yanına götüreyim. O, vazifelerinizi benden daha iyi izah eder; ondan sonra işi kabul edip etmeme kararı size kalmış.”

De Coude Tarzan’ı General Rochere’in bürosuna bizzat götürdü. Tarzan pozisyonu kabul ederse generalin şefi olduğu bu büroya bağlı çalışacaktı. Kont, generale maymun adamın onu bu hizmete uygun kılan vasıflarını methettikten sonra Tarzan’ı orada bırakarak gitti.

Yarım saat sonra Tarzan, o bürodan hayatının ilk işini kapmış olarak çıktı. Yarın tekrar gelip talimatların devamını alacaktı. Gerçi General Rochere, Tarzan’ın muhtemelen yarın belirsiz bir süreliğine Paris’ten ayrılmak üzere hazırlık yapması gerekebileceğini net bir şekilde ifade etmişti.

D’Arnot’a müjdeyi vermek için eve doğru acele ederken büyük bir coşku içerisindeydi. Nihayet onun da dünyada bir değeri olacaktı. Para kazanacaktı ve hepsinden önemlisi, seyahat edip dünyayı görecekti.

O kadar sabırsızlanıyordu ki D’Arnot’un oturma odasına girmeyi bekleyemeden müjdeyi kapıda verdi. Fakat D’Arnot bu habere onun kadar memnun olmamıştı.

“Görünüşe göre Paris’ten ayrılacak olman ve belki de aylarca birbirimizi göremeyecek olmamız seni sevindirmiş. Tarzan, ne nankör bir canavarsın sen!” dedi D’Arnot gülerek.

“Hayır, Paul; ben küçük bir çocuğum sadece. Şimdi yeni bir oyuncak buldum ve sevinçten uçuyorum.”

Böylece ertesi gün Tarzan, Marseilles ve Oran’a gitmek üzere Paris’ten ayrıldı.

7. BÖLÜM

SİDİ AİSSALI DANSÖZ KIZ

Tarzan’ın ilk görevi ne heyecan vericiydi ne de pek bir önem arz ediyordu. Devletin, belli bir sipahi2 teğmeninin büyük bir Avrupa gücüyle münasebetsiz bir ilişki içerisinde olduğundan şüphelenmek için sebepleri vardı. Hâlihazırda Sidi-bel-Abbes’te vazifeli olan Teğmen Gernois adındaki bu asker, yakın zamanda Genelkurmaylık’a atanmıştı ve buradaki vazifesinin alışılmış akışı içerisinde eline askerî açıdan büyük kıymeti olan birtakım malumatlar geçiyordu. İşte devlet, malum büyük gücün bu malumatlar için malum askerî memurla pazarlık yaptığından şüpheleniyordu.

Teğmen’den şüphe duyulmasına neden olan şey, belki de adı çıkmış malum bir Parislinin kıskançlık krizi içerisinde ortaya attığı müphem bir imadan ibaretti. Fakat Genelkurmaylık, sırlarını gözü gibi sakınır ve onlar için vatana ihanet o kadar ciddi bir şeydir ki en ufak bir ima dahi ihmal edilmeye gelmez. İşte böylelikle Tarzan, bir Amerikalı avcı ve seyyah kılığına girerek Teğmen Gernois’yı gözetlemek üzere Cezayir’e gelmiş oldu.

Sevgili Afrika’sını yeniden göreceği için hevesle bu anı beklemişti fakat kıtanın kuzey kısmı, onun evi bildiği tropik ormandan öyle farklıydı ki yaşadığı eve dönüş heyecanı ancak Paris’e dönüşündeki kadar olabilirdi. Oran’da Arap mahallesinin dar, dolambaçlı sokaklarında dolaşarak ve gördüğü ilginç, yeni şeylerin tadını çıkararak bir gün geçirdi. Ertesi gün Sidi-bel-Abbes’e giderek hem sivil hem de askerî mercilere takdim mektuplarını ibraz etti. Bu mektuplar, görevinin gerçek ehemmiyetine dair hiçbir ipucu vermiyordu.

Tarzan, Fransızlar ve Araplar arasında kendisini Amerikalı olarak tanıtacak kadar İngilizceye hâkimdi ve gereken tek şey de buydu. İngiliz biriyle karşılaştığı zaman ise kendini ele vermemek için Fransızca konuşuyordu lakin, İngilizce anlayan fakat aksanındaki ve telaffuzundaki küçük hataları fark edecek kadar dile hâkim olmayan yabancılarla karşılaştığında da ara sıra İngilizce konuşuyordu.

Burada birçok Fransız subayıyla tanıştı ve kısa sürede onların gözdesi oldu. Gernois ile de tanıştı; kırk yaşlarında, ketum, hazımsız görünüşlü, vazife arkadaşlarıyla pek içli dışlı olmayan bir adamdı.

Bir ay boyunca önemli hiçbir şey olmadı. Görünüşe göre Gernois’yı ziyaret eden kimse yoktu. Ara sıra şehre yaptığı ziyaretlerde de en uçuk hayal gücüyle dahi yabancı devlet casusu olduğundan şüphelenilebilecek biriyle görüşmemişti. Tam, Tarzan söylentinin yanlış olabileceğini ümit etmeye başlamıştı ki Gernois aniden güneydeki Petit Sahara’daki Bou Saada’ya gitmek üzere emir aldı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Fransızca şaşırma ünlemi; Yüce İsa. (ç.n.)

2

Sipahi (Fransızca yazılışı Spahi): Osmanlıcadan Fransızcaya geçen sipahi kelimesi, Fransa’nın Cezayir, Tunus ve Fas’tan topladığı askerlerle oluşturduğu birliklere verilen addır. (ç.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...345
bannerbanner