
Полная версия:
Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat
Oğuz Tansel’in “Savrulmayı Bekleyen Harman” şiiri okurun göz önünde altın güz, sonbaharın güzel manzarasını canlandırır.
Orak mevsiminin tadı ellerde.Aldı kış örtüsünü yüzüne kırlar.Harman, bekliyor savrulmayı,Yönet esmeli bu deli rüzgâr.Sevgiler taze buğday kokar,Yaba ellerde, gözler hülyalı,Kara gözlü, kara saçlı gönüldeBekliyor harman savrulmayı, bağ bozulmayı.Kumlara saplanmış başsız sürülerÖküzler habersiz saptan samandan.Er geç bu rüzgâr uslu eserÇökmeden dağlara kör duman.Hakikaten güzel manzara. Harman dedikçe okurun göz önüne öncelikle rızk, halkın bolluk içinde yaşayışı, vatanın refahı gelir. Şairin tasvirinde lirik kahramanın sevgisi de taze buğday kokmaktadır, her kes rüzgar, yani bereket beklemektedir. Şair bu küçücük şiirinde bol buğday yetiştiren ve bereket timsalı olan ruzgarı beklemekte olan lirik kahramanın kalbindaki değişiklikleri, onun ruhi halini güzel betimlemiştir. Şiir halkın mutlu geleceğe inanç duygularıyla doludur.
“Mayıs Yağmuru” şiirinde ilkbahar yagmurundan bahis edilerek, hayat için önemli sonuç çıkarılmıştır:
Gümüş tekerlekli altın arabaArzular yaprak yaprak belirirYıkanıp arınır kötülüklerdenBir mayıs sabahı yağmurdan sonraDünyamız yepyeni oluverir.Bu şiirler Oğuz Tansel sade, basit hayat olaylarından millet için önemli hulasalar verebilen şair olduğunun delilidir. Zatan hayat olayları şair için bitmez tükenmez kaynak, melzemedir. Hayat şiirin esasını teşkil eder.
Oğuz Tansel sadece Türk milletinin değil, tüm insaniyet derdlerini, arzularını kaleme almiş bir şairdir. Hariç ülkelerindeki vaka hadiseler münasebetiyle fikir bildirmek, vatanseverliği telkin etmek Oğuz Tansel yaratıcılığında esas meyillerden biridir. Onun “Savaşa Hayır”, “Selam”, “Viyetnam”, “Harp Çocuğu”, “Bir Yanardağ Ortadoğu” şiirlerinde şair insandaki insaniliği mahv eden çeşit illetlerden, ihanet ve riyakarlıklardan, alçaklık ve rezilliklerden nefret eder, insanın hür, özgür, sevgi ve bariş içinde yaşamasını arzu eder. Örneğin, “Savaşa Hayır” şiirinde şair şöyle yazıyor:
Halk, dört duvar cenderede,Düşünür mü özgürlüğü, karın zilGözlerinde güvercin kanadı,Uzatır düşsü duyargalarını;Kendi kendilerini görürler.Işıklanıverir yollar bir gün:Birden, yıkılır kara duvarlar.Her varlık yerini alır,Çalışan bilekler isteyince:Hele de sevi dolu yürekler,Barış yazılır gökyüzüne;Barış içinde olmalı evren.Doğmak da, ölmek de, dostlukla.Var olmanın soylu yasası:Barış, Sevi. Barış, Sevi. Barış…“Viyetnam” şiirinde orijinal teşbihler kullanmıştır. Şair köyleri, ormanları örene döndüren, evleri yakıp yıkan, altı ayda yollara dokuz milyon aç döken, anasütünü kurutan, güneşi kana bulayan canavarlar, yağmacılar gibi teşbihlar vasıtasıyla okurda savaşa nefret, vatana sevgi hislerini uyandırır. Ama şiir kötümser değil asla, bilakis o nikbinlikle sona erir:
Kesin konuşur halkla Hoşimin:“Yıkılıp gider reziller sonuçta.”Savaştı kadınlar, yaşlılar, çocuklar…Her ilkyaz badem ağacı gibi çiçeklenirOnurlu şehitlerin kızıl toprakları.“Harp Çocuğu” şiirinde babası savaşta ölen, kardeşleri esir kampında oturan, anasını zaten bilmeyen, “iki gözü iki çeşme” çocuğun hali tasvirinden okurun kalbi titrer, ürperir.
Oğuz Tansel insan kamilliğine engel olan kusurları bedii tetkik etmiştir. Onun için vatanseverlik kamilliğin bir merhalesidir. Bu anlamda sevgi konusundaki şiirler de karakterlidir. Zaten sevgi, yani yar, vatan, millet sevgisi insanı yücelten fazilettir. Şair “Haber” şiirinde sevgilisinden ayrılmağı “ağulu bıçaklar sokuldu yüreğime” diya tavsif eder. Ayrılık haberini duyunca lirik kahraman “olduğu yere yığılıverir”, “ayagı eli kesileverir”, “dudakları acıdan çatlar”. Bahtıyar olmak için tek şart – lirik kahramanın sevgilisiyle beraber olmasıdır.
Oğuz Tansel çeşit çeşit konularda şiirler yazmıştır. Ama konunun genişliği de, janrların çeşitliği de, şiirin başka unsurları da şiirde esas maksat değil, belki vasıtadır. Esas maksat hayat hakikatini aks ettirmek, onun önemli, insana ve toplumun gelişmesine hizmet edebilecek taraflarını aks ettirmektir. Oğuz Tansel kendi eserleriyle sadece Türk edebiyatının değil, belki Türk milletinin gelişmesine hizmet eden şairdır. Onun şiirlerinde orijinal şiiri vasıtalarla yurdun büyüklüğü kaleme alınmıştır. Şair kullandığı edebi araçlar poetik nutuk, bedii usullar, teşbihler vasıtasıyla vatanseverliği en güzel, insani yücelten faziletlerden biri olarak tasvir etmeği başarmıştır. Zamanında bu şiirleri okuyarak nice nice vatansever gençler yetişti ve hala yetişmektedir. Oğuz Tansel eserleri bu tarafıyla günümüzde de toplumsal önem taşımaktadır.
İYİLİK VE KÖTÜLÜK ARASINDAKİ İNSAN KALBİNİN DEĞİŞİMLERİ
Anar sadece Türk dünyasının ünlü ve önemli yazarı değildir, o aynı zamanda Dünya edebiyatının bilindik yazarlarından biridir. O ünlü yazar olmanın yanı sıra kabiliyetli yönetmen, senaryo yazarı, dramaturg, araştırmacı ve Azerbaycan toplumunun önemli şahsiyetlerindendir. Anar 14 Mart 1938 yılında Azerbaycan’da doğmuştur. Onun babası Resul Rza ve annesi Nigar Rafibeyli memleketin meşhur şairlerindendi. Sırası gelmişken belirtmemiz gerekir ki, iyi bir aile ortamı insanın büyüyüp, kemal bulmasında sadece bir araçtır. Bunun hakkında Anar’ın kendisi de çok yerli bir söz söylemiştir: “Eğer insan yetenekli ise, onun nereden gelmiş olması fark etmeksizin kendisini gösterebilir; eğer bir yeteneği yoksa hiçbir aile ortamı ona yardım edemez.” Aile ortamı Anar’da daha çocukluğundan edebiyat ve sanata karşı ilgi uyandırır, yeteneğinin şekillenmesinde yardımcı olur. O 1955 yılında Bülbül adındaki musiki mektebini, sonra 1960 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Filoloji Fakültesini, 1964 yılında Moskova Büyük Senaryocular (1964) ve Büyük Yönetmenlik kurslarını bitirir. Edebiyat müzesinde araştırmacı görevli (1960-61), Radyo ve televizyon komitesinde editör (1961-1967) olarak çalışır. 1968-1987 yıllarında “Kobustan” sanat dergisinin baş editörü olmuştur. 1991 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliğinin Başkanı görevine seçilir ve günümüze kadar bu görevde devam etmektedir. Onun “Bayram Hasretinde” (1963), “Yağış durdu” (1968), “Molla Nasreddin-66” (1970), “Mecal” (1973), “Adamın Adamı” (1977), “İçerişehir” (1978), “Siz diye geldim” (1984), “Dünya Bir Penceredir” (1986), “Sizsiz” (1992), “Şehrin Yaz Günleri” (1992), “Şehitler Lekesi” (1995), “Bin Beş Yüz Yıllık Oğuz Şiiri” (1999), “Ak Koç, Kara Koç” (2003) gibi kitapları neşredilmiş ve dünyanın bir çok diline çevrilmiştir. Anar’ın senaryolarıyla ondan fazla film çekilmiştir ve onlardan üç tanesine yazarın kendisi yönetmenlik yapmıştır. Bu kısacık listenin kendisi Anar’ın ne kadar farklı yönlerini bize kanıtlamasının yanı sıra onun ne kadar yetenekli ve verimli bir yazar olduğunu da göstermektedir. Eserlerinin edebiliği, onlarda dönemin ve Azerbaycan toplumunun gündemindeki meseleleri ele alması ve edebi bir tarzda anlatmayı başarması onun dünya çapında tanınmasına sebep olmuştur. Anar hakkında yazan birçok araştırmacılar onun eserlerinin önemi, tiplerin sistemi ve buna benzer konuları ele alırlar ama onun emeği, yöneticilik faaliyeti üzerinde pek durmazlar. Halbuki, yazarın hayatı ve sanatını tam olarak tasavvur edebilmek için bunları bilmek lazım. Bundan dolayı da bu muhtasar makalemde Anar’ın çalışma hayatı ve yazarlık mahareti üzerinde durmaya da karar verdim.
Kuşun kanadı çift olmazsa uçamadığı gibi, istidat ve mihnet yeteneğinden biri olmadı mı, sanatçının yükseklere uçamadığı da basit bir hakikattir. Gerçekten de ne ne yetenek sahibi insanlar doğru çalışmayı bilmediği, tembelliği yüzünden yükselemediği gibi, gece ve gündüz çabalayıp emek veren, ama kabiliyet sahibi olmayan yazarlar da orta derecede eser vermekten başka bir işe yaramıyorlar. Anar’ın şansı şunda ki, o istidatlı ve aynı zamanda Allah’ın verdiği yeteneği hor görmeyen, çalışkan bir ediptir. İşte, neredeyse elli yıldır ki, o başkan görevinde çalışmaktadır. Yöneticilik – bir sanat olmasının yanı sıra, gerçek bir fedailik isteyen meşakkatli bir meslektir. Çünkü onun yetkisi altındaki çalışanlar sekiz saatlik iş gününden sonra dinlenirler, tatil ve bayramlarda istirahat ederler. Ancak, yöneticinin sabah işe gelme saati belli, ama eve dönme saati belirsizdir. Onun için hafta sonu, tatil gibi şeyler yok denebilir, hatta çoğunlukla bayram günlerinde bile çalışmak zorunda kalabiliyor. Yöneticilik öncelikle mesuliyet, ona layik olmak lazım. Aynı zamanda görev yazarın zamanını şefkat göstermeden yiyen bir ejderhadır. Münasip bir insan için yöneticilik halka, vatana fedakarlıkla hizmet etmektir, na-münasip birisi içinse kendi nefsini doyurmak için kullandığı bir araçtır sadece. Na-münasip insanın kürsü sahibi olmasından dolayı teşkilat, saha geriler, gelişme olmaz, halk da, toplum da zarar görür ancak. Kabiliyetsiz bir müdürün yanlışlarını düzeltmek, sahayı yeniden kalkındırmak, önemlisi de insanların umudunu inanca dönüştürmek için ne kadar çok zaman, güç ve meblağ sarf edilir.
Kendisini, kendi ihtiyaçları, icadı, rahatı, hatta aile, çoluk çocuğunu unutup, fedakarlıkla çalışan bir çok büyüklerimizi halkımız halen saygı ile anmaktadır. Bunun gibi fedakarlık herkesin de elinden gelmez. Sabahtan akşama kadar teşkili işlerle uğraşmak, kiminin işini halletmek, sonu gelmeyen çeşitli toplantılara katılmak, ülkenin dört tarafından ve yurtdışından gelen misafirleri karşılamak vb. Bunun gibi sıkı bir grafiğin arasında Anar’ın bedii icatla uğraşmaya vakit bulabildiğine, bedii yönden berkemal eserler yaratabildiğine şaşmamak mümkün değil.
Azerbaycan Yazarlar Birliğine Anar gibi yetenekli, girişimci ve çalışkan bir insanın yönetici olması Azerbaycan edipleri için bir şans desem mübalağa etmemiş olurum. Anar cumhuriyetin başından zor zamanları geçirdiği dönemlerde birliğe reis olarak seçildi ve o dönemin fırtınalarından birliği sağ salim geçirdi, daha sonra ise kalkınması için tüm gücüyle emek verdi. Onun döneminde yeni yayınlar, yeni gazete ve dergiler tesis edildi, genç kabiliyetlere olan dikkat arttırıldı, imkanlar yaratıldı. Tercüme ve edebi ilişkiler merkezi tesis edildi, “Dede Korkut Ansiklopedisi” yaratıldı, “Edebiyat ve İncesanat” gazetesi tamamen Yazarlar birliği tasarrufuna geçirildi, “Edebiyat gazetesi” adı altında yayınlanmaya başladı, “Kobustan” mecmuası da birliğin bir organı haline getirildi, birlik bir çok yurtdışı yazarlar birlikleriyle ilişkiler kurdu ve bu kitle genişletildi vb.
Tecrübe memleket ve toplumun gelişimi, yaşı fark etmeksizin yetenekli, helal, teşkilatçı yöneticilere bağlı olduğunu göstermektedir. Helal ve tecrübeli, fedai ihtiyar ve orta yaşlı nesil vekilleriyle beraber umutlu, sorumluluk sahibi gençleri yöneticilik işlerine yönlendirmek, şüphe yok ki, iyi bir sonuç verir. Anar sorumluluk sahibi olmayı gerektiren işleri hiç korkmadan genç yazarlara teslim ediyor. Bunların hepsi gerektiren neticeyi, edebiyatın yükselmesi ve daha çok ilerleme kaydetmesini sağladı. Bunlar hakkında Anar’ın kendisi yurt dışındaki basın mansuplarıyla yaptığı mülakatta şöyle demişti: “Ben genç yazarlarımızı sorumluluk gerektiren işlere daha çok yönlendirmeye çalışıyorum, ama şu an onların arasından birini seçemem. Tabii ki, birkaç yetenekli yazarımız var, ben gelecek konusunda onlardan umutluyum. Ne yazık ki, Azerbaycan edebiyatı epey gelişti diyemiyorum, aksine o geride kaldı. Zamanında, örneğin Yusuf Sametoğlu, İsa Hüseyinov, İsa Malikzade, Elçin İbrahimbekov gibi yazarların kaleminden çıkan eserler gibi kaliteli eserler yok şimdi. Ama bizde yetenekli yazarlar var, onlar daha olgunlaşma, tecrübe kazanma aşamasındalar. Yakın zamanda edebiyatımızın yükseldiğini görürüz diye umut ediyorum.” Hakiki bir itiraf! Halbuki, şura zamanından miras kalan pofpoflayıcılar, edebiyat alanında da “abartarak yazmalar” henüz devam etmekte. Birilerine yaranmak için yalan söylemenin gerektiği dönemi kapatmanın zamanı çoktan gelmiştir. Yalanın ömrü kısa, ama sonucu ağır. Bunu büyük nesil vekilleri yaşayıp öğrendi, günümüzün genç nesli de bunlardan kendine ders çıkartması gerekiyor. Yalancılık toplumun da, yöneticilerin de dikkatini dağıtır, sonucunda da doğru yolu bulma fırsatından mahrum bırakır. Böyle bir zamanda Yazarlar Birliğinin başkanı olarak Anar’ın mevcut eksiklikleri görebilmesi, onları örtbas etmeye çalışmaması, gerçekleri söylemesi ve onlara çözüm bulmaya çalışması ibretlidir, alkışa layıktır.
Edibin içtimai faaliyeti iyilik için hizmet ettiği gibi, bedii eserlerinde de iyilik yüceltilir. Anar’ın yarattığı eserler yüksek kalitesi ile ayrı yere sahiptir. Yazar, neredeyse tüm eserlerinde, öncelikle okura önemli mesajlar vermeye çalıştı ve bunu başardı da. Edip konu, şekil bakış açısından her seferinde yeni bir yoldan ilerledi, kendi içinde tekrara düşmedi, yeni karakterler yarattı. Onun her eseri edebi kesim arasında tartışmalara sebep olmuş, farklı değerlendirmeler yapılmıştır.
Belirtmemiz gerekirse, farklı düşüncelere sebep olan “İyi padişah hakkında masal” hikayesine bir bakalım. Bu hikaye durgunluk yılları diye adlandırdığımız dönemin en tehlikeli zamanında, 1970 yılında yazılmıştır. Eser güçlü eleştiri, kinayeyle yazılmıştır. Çilistan ülkesinin padişahı adaletli olmasıyla ün kazanmış, o “vatandaşlarına çiçekten daha ağır bir söz demiyormuş. Ne onları rencide eder, ne kafasını alır, ne de darağacına yolluyormuş.” Çok güzel karısı onu bırakıp veziriyle birlikte başka bir ülkeye kaçmış. Bu kadın erkinliğin temsilcisi olduğu için başkaları hatırlamasın diye padişah önce radyo dinlemeyi, sonra haini, hatta uykuda bile görmemeleri için rüya görmeyi yasaklamış ve herkesin gördüğü rüyası hakkında yazılı bir açıklama vermesini gerektiren bir ferman çıkartmış. Rüyaları özel bir araştırma ekibi kontrol etmeye, düzenlemeye, izin vermeye ve nezaret altına almaya başlamış. “Rüyalar düzgün, açık ve net olması gerekir”. İnsanlar “mutluluk ve ferah” içinde yaşıyorlarmış. Herkes rahat rahat uyurken padişah uykusuzluk hastalığını kapmış ve onun aklına şöyle bir fikir gelmiş: “Madem kendin mutsuzsun, herkesin kaygısını çekmen, herkesi mutlu etmenin ne anlamı var? Neden herkes mutlu, sen ise kötü olman lazım?..” Padişah şimdi geceleri kimsenin uyumaması gerektiği hakkında ferman çıkartmış. Padişah ara sıra vezirlerine vatandaşlarım mutlu mu, bizden memnun mu diye sorarmış. Vezirler hep beraber yalakalık edip vatandaşlar mutlu, birbirine karşı gayet kibar diye cevap verir, gerçekleri saklıyorlarmış. Sıradaki fermanla soru sormak yasaklanır. Artık kimse bir şey sormaz, hükümdarın da başı ağrımaz olmuş.
Hikayenin sonunda vezir padişaha önceki hükümdarların döneminde yasaklanmış, kendisi şöyle bir dursun adı bile unutulan bir ayna parçasını getirir. Padişah çok zeki, tecrübeli, bir bakışta insanın kim olduğunu anlayan birisi olduğu için aynaya bakıp gördüğünün özelliklerini söylemeye başlar. “Bunun cahil yüzünü görmüyorsun, bak, ahmağın, rezilin ta kendisi, bütün dünya ondan nefret ediyor. Kendini iyi birisi olarak gösterse de içi kine dolmuş. Kin tuttuğundan dolayı da bedbaht birisi bu. Öyle bedbaht ki, herkesin mutsuz olmasını ister.”
Erkinliğin boğulduğu, totaliter hakimin sınırsız hükümranlığına dayanan, her türlü ahmakça isteğin iyilik diye kabul görüldüğü bu durum okuru düşüncelere sürükler. Zeki okur yazarın ne demek istediğini anlar, insancıllıktan uzak olan bu durum sadece totaliterliğe değil, aynı zamanda bağımlılığa da sebep olduğunu fark eder. Boyun eğmek ve düşünce fakirliği – bu totaliterlik ve zorbalığın besleyen illetler olduğunu yazar bedii bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Hikaye sovyet döneminin aynadaki yansımasıydı, dönemin illetlerini temsili bir yolla açığa çıkartmıştı.
Edip “Beş Katlı Evin Altıncı Katı” romanında hal edilmesi toplumsal bir sorumluluk haline gelen manevi, ahlaki sorunları ele almış; “Ak Koç, Kara Koç” eserinde içtimai, siyasi meseleleri işlemiştir. Sonraki romanında yazar memlekette iyiliğin karar bulmasında yöneticinin yeri ve önemi meselesini kendine özgü bir şekilde anlatmış ve hodbinlerce atılan adımlar halkın başına çözülmesi zor olan külfetleri getirebildiğini canlandırmıştır. Kısaca, Anar eserlerinin hepsinde iyilik ve kötülük arasında duran insan kaderini tahlil eder ve okuru dönem, toplum, insan için önemli olan çıkarımlar yapmaya yönlendirir. Memleket, toplum için düşüncesizlik, fikri yetersizlik pek büyük bir sıkıntı. Bundan dolayı Anar muellimin fikri yetersizlik, düşüncesizliğin dehşetli sonuçlarını aydınlatmaya, iyiliği yüceltmeye adadığı eserleri okurun kalbinde derin bir yere sahip oldu ve onlar hiçbir zaman gündemini kaybetmez.
Anar kahraman psikolojisini, ruhsal dünyasını aydınlatmada usta bir yazardır. O bazen gerçekçi tasvirlere sürrealist unsurları ekleyiverir. Eser kahramanlarının davranışları, yaptıkları onun iç dünyasında olanlara uygun bir şekilde tasvir edilir. Anar’ın sonuncu “Nazar Boncuğu” kıssasının kahramanı Ahliman’ın düşüncelerine dikkat edin: “…Çocukluk dönemlerinden beri karşıma çıkan zulümler, hor görülmelerim, enstitüde eğitim aldığım dönemdeki yalnızlığım, kadınların yabancılığı ya da hileleri, dostlarımın dikkatsizliklerine ne demek lazım? … Yada manevi sıkıntılar – yüzüme gülüp, sıkı fıkı görüşenlerin namertliği, en yakınım diye bildiğim öğrencimin ihaneti, babamın şefkatsizliği, annemin yakarmaları, ömrüm boyunca karşılaştığım yalanlar, iftiralar, ömrümü yiyip bitiren haksızlıklar, her gün kanıma verilen damla damla zehir.. bunların hepsinin bedelini almam gerekmez mi?..” Ahliman’ı bu sorular çok zorlar ve onlara cevap bulmaya çalışır, iyilik yolunu seçip seçmemek arasında kalır. Peki, o hangi yolu seçti? İnsanın iç dünyasında bu iki güç arasında hep bir savaş mevcut. “İnsan kendisini kendisi yaratır, isterse Hurmuzd olur, isterse Ahriman olarak yetişir. İnsanın içinde her ikisi de, Hurmuzd da, Ahriman da var”, der eserin kahramanlarından biri. Gerçekten, Rahman – yani iyilik yolunu mu seçer, yada şeytan – yani kötülük yolunu mu seçer, bu insanın kendisine kalmıştır. Allah insana irade özgürlüğünü vermiştir.
Bu eserde hayatı boyunca haksızlıklarla karşı karşıya kalan, hor görülen, ezilen kişinin ruhsal dünyası belli durumlar, detaylar, çatışmalarla anlatılmıştır. Diri diri gömülen insanın mezarda kendisine geldikten sonraki durumu çok etkileyici bir şekilde resmedilmiştir. “Ağrı… Dehşetli, dayanılmaz bir ağrı… Vücudumun, yüzüm, gözümün her zerresine köz basıyorlar. Acıdan bağırmak isterim… sesim çıkmaz.
Ağrı… karanlık… Zifiri karanlık. Hiçbir şey görünmez. Gözlerim hiçbir şeyi görmez. Gözlerim kapalı…
Ağrı… dehşetli, dayanılmaz bir ağrı…” Bu ilk satırlar okurun dikkatini kendisine çeker ve durum gittikçe gerginleşir, dinamizm giderek yükselir ve bu durum eserin çözümüne kadar devam eder. Okurun merakını tutabilmek için büyük yetenek lazım. Anar bu eserinde de yetenek sahibi bir yazar olduğunu gözlerimiz önüne sermiştir. “Dirilerek” mezardan çıkan Ahliman hayat yolunu yeniden bir gözden geçirir, artık iyilik yolundan gitmeye karar verir, ama şefkatsiz hayat onun hayallerini paramparça eder. Mezarlıktan evine dönen Ahli-man sevgili çırağının daha üç gün bile geçmeden onun evine yerleşiverdiğini, aşık olduğu kız ise çırağına oynaş olduğunu ve bunun gibi başka kabahatleri görüp dehşete kapılır.
Anar, kahramlar arasındaki çatışma aracılığıyla da, kahramanların iç dünyasındaki sıkıntıların savaşı aracılığıyla da parlak karakterler, kahramanlar yaratmayı başarır. Söz konusu Ahliman’ın reddedilemeyecek bilimsel kanıtlara dayanan araştırmalarını bilimsel meclis üyeleri hep beraber överler, ama gizli oy kullanmaya geldik mi, topluca karşı çıkarlar. Bu riyakarlıktan Ahliman’ın içindeki Ahriman baş kaldırır, yani kötülük duygusu yeniden uyanır ve onu intikam yoluna çağırır.
Edip küçücük bir detay yardımıyla kahramanlar, hatta yan karakterlerin iç dünyasını aydınlatır, onların karakterini göz önümüze serer. Örneğin, mezarlıkta da içki içen mezar kazıcı Nasrullah, şoför Fazıl, temizlikçi Dadaş, onun karısı ve başka yan karakterler okurun aklında kalır. Aynı zamanda bu karakterler esas kahramanın o ya da bu özelliğini açması için yönlendirilmiş olduğundan dolayı kıymetlidir.
Anar Türk Dünyasına, azcümle Özbekistan’a, Özbek edebiyatına, ediplerine büyük bir saygı besler. Bunu onunla sohbet ettiğimizde ve gazetelere verdiği röportajlarda birçok kez dile getirmiştir. “Azerbaycan ve Özbekistan’ın arasındaki kadim edebi ilişkiler ülkelerimiz bağımsızlığına kavuştuktan sonra daha da sıkılaşmaktadır. … Özbekistan’da benim eserlerime karşı özel bir ilgi ve saygıyla bakmalarına memnunum”, der o. Anar Özbek okurunu iyi tanır. Onun “Dante’nin Jübilesi” eserini ve birkaç hikayesini ilk Özbekçeye çeviren yetenekli tercüman Mamatkul Hazretkulov’dur. Son dönemlerde istidatlı tercüman, rahmetli Usman Koçkar Anar’ın birkaç romanı, kıssası ve hikayesini okurlarımıza sunmuştu. Onun çevirisi olan, yazarın birkaç eserini kapsayan “Ben, Sen, O ve Telefon” adlı kitabi 2016 yılında yayınlanmıştır. Bu toplama giren eserlerin dışında Anar’ın “Ak Körfez”, “Beş Katlı Evin Altıncı Katı”, “Kırmızı Limuzin” eserleri de Özbekçeye çevrilmiştir. Bu eserler Özbek okurunun manevi ve ruhi dünyasını zenginleştirmeye hizmet etti ve halen de hizmet etmekte.
TÜRK DÜNYASININ BÜYÜK NİMETİ İSMAİL BOZKURT
İster yazar, ister muhendis, ister iş adamı vs. olmadan önce her kes insan olmalıdır. İsmail Bozkurt dediğimizde ilk önce göz önümüze şefkatlı, babacan, maneviyeti güzel insan gelir. O her zaman yardıma ihtiyaçı olan, çetin durumda kalan insanlara ilgi ve ihtimam göstermiştir, elinden geldiği kadar, imkanları çerçevesinde yardım etmiştır ve bir taraftan bunun için de İsmail Bey’i seviyoruz. Bu güzel insani fazilettir. Zira hayatta elinde büyük imkanları var olmasına rağman küçücük yardımı esirgeyenleri görmüşüz.
İsmail Bozkurt’un hüsni hulku hakkında bugün sadece dostları, yakınları değil, hatta nadostları da hürmetle söylemektedir. Düşmanları demeğe dilim varmıyor, cünki bence İsmail Bey gibi iyi niyetli, güzel hulklu insanın düşmanı olmasa gerekir. Evvela, düşmanın olmasın. Varsın olsın, ne olacak yani?! İradeyi bilemek için, insana belki düşman de gerekir. Zaten hayata uyanık bakmak, yanılmamak, hataları görebilmek için kendi faaliyetini, yaptıklarını sadece dostların değil, ayni zamanda düşman gözüyle tahlil etmekten fayda var. Ye-terki, düşman seni ezebilecek derecede güçlü olmasın, Özbek Türklerinin bir meşhür şairi dediği gibi, kervanın ömür boyu köpekler arasından geçmesin.
Ben İsmail Bey’in bir çok insanlara iyilikler ettiğine defalarca şahit olmuşum. Bir bakarsın hiç akrabası olmıyan birinin hakkını savunmak için koşturmaktadır, bir bakarsın kendinin bir çok acele yazılarını bırakıp, genç bir yazarın eserini okumaktadır, bir bakarsın talebelere yardım etmektedir vs. vs. Kendi hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. Torunum Cihangir Lefkoşadaki Karpaz Üniversitesinin birinci sınıfinda okumaktaydı. Bir günü telefon açtı, çok zor durumda yani, para yönünden darda kaldığını, Kıbrısta oturum izni problemini alalacele çözebilmezse sınırdışı edileceğini bildirdi. Cihangiri Üniversiteye yerleştirdiğimde yetkililer oturum izni meselesini bir haftada çözeceklerini vadetmiştiler, bunun için torunuma yeterli para da bırakmıştım. Cihangir yurt dışına cıkmamış saf bir coçuk, Üniversite yetkilisine bir-iki defa başvurmuş, va’dini yerine getirmelerini beklemiş, ama işte iş olmamıştı. Tabii, bunun ilk nedeni Cihangir’in tecrübesizliği idi. Üniversiteden evrakları alıp, yetkili makama kendisi başvurması gerekirdi.
İlk olarak para yollamak için Western Uniona koştum. Ama bu şirket Özbekistan’dan Küzey Kıbrıs’a para kabul etmiyormuş. Vaziyet tehlikeli, coçuğun parası bitmiş, aç kalacak. Ne yapmak gerekir? O vakitlar Kıbrıs’ta tek bir dostum – İsmail Bey var. Bilirim, İsmail Bey’in işi çok, bir tarafta yazacakları, bir tarafta Üniversitede dersleri, başka tarafta gönüllü kuruluşlardaki faaliyetler ve b. Mahcupluk ve mecburiyet arasındayım, yine de başka çarem yok. Onun yardımı olur, ager imkani varsa borç olarak bir miktar para verir, imkani yoksa bir yol gösterir herhalde, diye telefon ettim, İnternetten acele mektup yolladım, durumu anlattım. Sağ olsun, başka işlerini bırakıp, Cihangir’le ilgilendi, problemlerı kısa bir müddette, fazlasıyla halletti, Cihangir’in Kıbrısta kalabilmesi dostumun ihtimami sayesinde halloldu.
İsmail Bozkurt iyi anlamda bir Türkçü, Türk birliği mucadelecisi, vatanperverliğiyle örnek insandır. Onun bütün ömürü Vatan ve millet mücadelesiyle geçmektedir. Vatanseverlik, milliyetçiliği olumsuz, kötü anlamda değerlendiren, onu beynelmilaliğe karşı koyan şahislar da vardır. Bilhassa, kızıl imparatorluk zamanında Türk cümhuriyetlerinin bir cok münevverleri milletcilikte suçlanarak idam edildi. Türk birliği mücadelecilerine pantürkist damgasını vurmak isteyenler şimdi de vardır. Aslında onlar kendi çıkarları yolunda Türk cümhuriyetleri birliğini parçalamak isteyen güçlerin çıraklarıdır. Biz Türklerin birliği hakkında söyler ikenmiz, bugünki Türk devletlerinin erip, yok olmasını asla istemiyoruz, bilakis onların birlikte var ve daha da güçlü olmasını, BM’ lerde bayrakları dalgalanmasını, halklarının bir birini derin anlamasını, gelişmesini candan istiyoruz. Türk birliği hakkında söyler ikenmiz, bu birlik baskaları aşagılamak, başkaların aleyhine çalışmak olmadığını göz önünde bulundururuz. Güç ve imkanları birleştirmek gelişmenin temelidir. Özbeklerde bir ata sözü var: birleşen ozar, birleşmiyen tozar (yani birleşen ileri geçer, birleşmiyen tozar, berbat olur). Başka taraftan bakıyoruz ki, dünya huzursuz, gelecekten endişeli. Bu durumda bir kardeşe bir düşman tehdit etmek istese, başka beş kardeş sen ne diyorsun, o yalnız değil, yanında biz varız, dese tehditçi çekinir elbette.