Читать книгу Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat (Babahan Muhammed Şerif) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat
Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat
Оценить:
Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat

4

Полная версия:

Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat

Önder yazar yaşayan ve icad eden eski sovyetler birliğinde millet ve şahıs özgürlüğü için mücadele temel hedefe dönüşmüştü. Zorbalık çok büyük illet, ama bu zorbalık çırağına yağ damızan amilleri göz önünden kaçırmamak gerekir. Mazlum, ram, muti olmak kırmızı imparatorluk değirmenine su veren amiller olduğu ay gün gibi açık olsa bile o durumda bunlar hakkında açık söylemek mümkün değildi, zaten kelle giderdi. Totaliter rejim milletlerin erkini, özgürlüğünü boğan, insan haklarını ayak altına alan o devirde sovyet zorbalığı değirmanına su veren mutilik, uysallık psikolojisina karşı mücadele, işbu illetlerin içtimai akıbetlerinin bedii tetkiki edebiyatımızın en önemli meselesi idi. Millet derdini kendi derdi olarak bilen ilerici edebiyat bu muammayı halka bedii vasıtalarla anlatmaya, onun gözünü açmaya çalıştı.

Ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatovun “Beyaz Gemi”, tanınmış Özbek yazarları Pirimkul Kadırovun “Erk”, Ötkir Haşimovun “Bahar Dönmez” ve başka benzeri romanlar gibi Adil Yakubovun “Diyanet”, “Kanat Çifte Oluyor”, “Billür Avizeler” gibi romanları işte o bastırılmas isteğin hasılası olarak meydana çıktı. Adil Abi bu romanlarında mutilik psikolojisina nefret, savaşan ümanizmi müzaheret ederek hayattaki ilerici, ışıklı tarafları terennum etti, adalet, hak hukuk, insan kamilliği yolundaki çeşit illetleri ifşa etmekle beraber bu illetleri doğuran ictimai koşulları da meydana çıkardı ki, bu o zamanda cesaret idi. Örneğin, “Billür Avizeler” romanına bakalım. Roman baş kişisi Nilüfer uysallığı, mutiliğiyle “Kanad Çifte Oluyor”daki Hamide, Cengiz Aytmatovun “Beyaz Gemi”sindeki ihtiyar Mömin, Pirimkul Kadirovun ‘Erk”indeki Ayşehan, Ötkir Haşimovun “Bahar Dönmez”indeki Mukaddem karakterlerine yakındır. Akıl-kari olmadığı, uysallığı, nihayet kocası Begimkulun “billür avizeleri”, yani zenginliği gözlerini kamaştırdığı için Nilüfer erkini, kadrını mala, ziynete yütüzüiyör, bunu anlayanda ise geç oluyor. Begimkul paraya tapınan, paradan başka hiç bir şeyi göze almayan hodbin ve zorba şahıs. Alın teri dökmeden gelen para onu ruhi sefalet, manevi aşağılık batağına batırmıştır. Nilüfer bu mühitte sıkılmaga başlıyor, ama Begimkulun iyi tarafa değişmesini sabrla bekliyor. Böyle uysallık, mutilik zorbalık alevine yağ döküyör. Giderek Begimkul Nilüferin erki, hak hukukunı iki kuruşa almıyacak derecede bir zorba halinı alıyor. Sonuçta Nilüferin gözi açılır ve özlüğünü anlayarak kadrı, insanlık gururu, hak hukuku için baş kaldırır.

Dikkat edilse, Begimkul zorba kırmızı imparatorluk, Nilüfer ise mazlum millet timsalı olarak ifadalendiği meydana çıkar. Adil Yakubov hakikat, adalet başarısı için kol kavuştırarak sabr etmek değil, belki Begimkullar dünyasına karşı mücadele vermek gerektiğini kahramanlar kismetine sindirmiştir. Romanı okuyan okur millet ve şahıs özgürlüğü yolundaki müthiş engel – kölelerce uysallık, mutiliğin ictimai akibetlerini anlar. Bu ise o devir için milletin anlaması gerek olan önemli hakikat idi.

Yazarın “Uluğbeyin Hazinesi”, “Köhne Dünya” romanları orta çağlardan bahıs etse bile karakterler, olaylar eserler yazılan zamana uyar. Toplumda adaletsizlik, cehalet varken Uluğbey, İbni Sina gibi büyük devlet adamları, nüfuzlu alimler de aciz kalacagı, hetta saraylar da zindana dönüşebileceği, sıradan insanlar Kalander Karnaki ve Hürşide Banuların sevgisi berbat oluşu şefkatsız gerçekçilikle tasvir edilmiştir.

Çağdaş zaman konulu “Diyanet”, “Kanat Çifte Oluyor” gibi romanlarda dönemin hal edilmesi lazim gelen problemleri ortaya koyulmuştır. “Diyanet”teki Atakuzu, “Kanat Çifte Oluyor”deki Turabcan karakterlerinde milliy karakterin gelişmesi yolundaki engeller maharetle meydana çıkarılmıştır. Atakuzu için de, Turabcan için de reislik görevi önceleri halk bahtı, refahı yolunda çalışmak vasıtası olmuş, ama sonra bu görev gözlerini kamaştırmış, söhret, otorite kaynağına dönmiştır. Giderek onlar adaleti, baskaların hukukunu bastırırlar. Halbuki onlar halkın rehberi, gençler hayat yolını seçerken onlardan nemune alır. Halkın önderi olan, başkaları terbiye etmeğe üstlenen şahısın kendisi terbiyeli olması lazim. Atakuzu, Turabcan gibiler toplum, millet saadeti micahitlerini değil, kendine benzeyen hodbin, şöhretperest şahıslar ve lakayıt, hayat hadiselerini tahlil etmek kabiliyetinden mahrum, muti kimseleri yetiştirirler. Böyle mutilerin çoğalmasından onlar menfaatdardır, çünki muti insanları yönetmek kolaydır, bu mühitte zorbalık, hırsızlık, uzun yıllar iktidarda kalmak için yol açılır. Atakuzu ve Turabcan her işi doğru yaptığına, yerinin bir başkası tarafından tutulamıyacağına inanırlar, hayrete şayan başka şey çevresi de bu kanaattadır. Bu tip şahıslar bir zamanlar yaptığı iyi işlerine rağmen milletin gelişmesi, toplumun ilerilemesine engel oluyor. Yazarın zorbalık, adaletsizlik, hodbinliğe nefreti sanat yoluyla ustalıkla, maharetle açığa çıkarılmıştur.

Şartlara göre insan adalet, hakikatı her an açık söylemesi mümkün değil. Adil Abi totaliter kırmızı rejimin millet hak hukuku, özgürlüğünü ayakaltı ettiğini, çiynediğini edebiyat vasıtasıyla şöyle canlı ve renkli anlattı. Onun okurları, talebelerı arasından binlerce hakikat ve adalet mücahitları yetişti. Yazarın saadeti bu değilmi?!

Ustad çocukca saflık ve temizlik timsali idi. O küçücük bir olaydan çocuklarca sevinirdi. Kendim buna çok kere şahit oldum. Büyük Özbek yazarları Abdullah Kadirinin “Geçmiş Günler”, Aybeğin “Nevai”, Pirimkul Kadirovun “Babur”, Şükrullahın “Kefensiz Gömülenler” romanlarıyla beraber Adil Yakubovun “Uluğbeyin Hazinesi”, “Köhne Dünya” romanları Ahsen Batur tarafından Türkiye Türkçesine tercüme edilip yayınlandığında ustad gayet sevinmişti.

İlk olarak “Geçmiş Günler” ve “Uluğbeyin Hazinesi” Türkiyede yayımlandı ve Türkiye okurları Özbek edebiyatını yeniden keşif etti. Zatan o güne kadar çağdaş Özbek edebiyatı Türk okurunun eline ulaşmamıştı. Türkiye okurları dünyaca meşhür, günumuze kadar 25 dile tercüme edilip yayımlanan “Uluğbeyin Hazinesi” romaniyle Adil Yakubovu yazar olarak tanıdı, keşfetti. Bu romanın yaradılış tarihı, takdiri hakkında ustad şöyle demişti: “Roman bir kaç yıllık devamlı ciddi çalışmanın neticesidir. Onu yazarken kah yazdıklarım doğru, güzel olduğuna inanarak devam ettim, kah şüphelere kapıldım. Niyayet 1973. yılı romanı bastırdım. Ama ilk günleri endişeli idim. Zaten benden önce Uluğbey hayatı hakkında ustad Maksud Şeyhzade meşhur eserini yazmıştı. İkinci taraftan okurlar beni aşk sevgi hikayeleri yazarı olarak tanırdı, bu ciddi roman onun ilgisini çekermi acaba, diyordim kendi kendime. Bereket, çok geçmeden basında iyi, sevindirici makaleler yayınlanmaya başladı. O sırada ben halkımız kendi tarihını, geçmişteki büyük insanlarının kismetini, onların hak ve hakikat yolundaki hizmetlerini, bu gün için de ders olabilecek hayatını bilmeye ne kadar içten isteşini anladım. 1975. yılı roman Rusçaya çevirilip Moskovanın “Drujba narodov” dergisinda yayınlandı. Bir akşam eve dönüp, masamın üstünde bir zarf görgüm. Mektup Cengiz Aytmatovdan idi. Endişe içinde mektupu okumaya koyuldum. Hayır, boşuna endişe etmişim, Cengiz çok iyi sözler yazmiş, Uluğbeyin faciası kendi zamanından bin yıllarca ileri giden ve bu yüzden zamanıyla keskin ziddiyete giren büyük şahısın faciası ikeni romanda ustalıkla gösterildiğini vurgulamıştı, sevindiğini yazmıştı. Çok hoşnut oldum. Çok geçmeden başka büyük yazarlardan tebrik mektupleri, diger ülkelerden romanı tercüme ve basmaya izin istep iltimaslar gelmeye başladı. Hayır, ben bunları romanımı övünmek için hatırlamıyorum. Bedii eseri tenkidle aşağılamak mümkün olmadığı gibi, her turlu övünmekle de yükseltmek mümkün değil. Bunu iyi biliyorum. Ben sadece bu mektuplerden sonra kendi işimi yine de mesüliyetli olarak yapmam gerektiğini anladım, demek istiyorum. O yüzden de “Uluğbeyin Hazinesi”nden sonra bir kaç vakit elime kalem alamadım”.

Gerçi Adil Abi yurt dışında yayımlanan romanlarına telif hakkı olarak sembolik bir şey almışsa da kendine ve başka Özbek yazarlarına kardeş ülkede gösterilen dikkat ve ihtimamdan gayet sevinmişti. Türkiyenin nüfuzlu gazetelerinden “Türkiye” gazetesinde Adil Yakubov hakkında benim makalem yayınlandığında da ustad çok memnün olmuştu. Adil Abi dünya, azcümle Türkiye edebiyetını daima okur, çok yazarları bilirdi. Benim: “Türkiye edebiyatı hakkında neler soylemek istersiniz?” sualıma ustad şöyle yanıt vermişti:

“Türkiye edebiyatı büyük bir edebiyattır. Komünist dönemde o zamanki şartlar içinde Özbek okurları Nazim Hikmet, Aziz Nesin, Reşat Nüri Güntekin, Yaşar Kemal gibi bir kaç yazarı tanırdı, o kadar. Son zamanlarda biz Türkiye edebiyatını yeniden tanımaktayız. Rusçadan değil, doğrudan doğru Türkiye Türkçesinden Özbekçeye çeviri yapabilen tercümanlar yetişti. Kendiniz de Yavuz Bahadıroğlu, İsmail Bozkurt, Suat Derviş gibi yazarların romanlarını tercüme edip onları bize tanıtdınız. Gelecekte Türkiye’den yine de güçlü, yine de kabiliyetli yazarlar yetişecek, onlar da hak, hakikat ve adalet için mücadele verecek”.

Türkiyenin “Kardeş kalemler” dergisi siparişine göre 2009 yılında ustadla üç saat mülakat etmiştim. O zaman Adil Abi: “Hakiki edebiyatın halkın kalbindekini, derdini söylemesi, hak, hakikat ve adalet için mücadele etmesi gerekiyor. Okurun kalbini titretmeyen, onu iyiliğe, adalet için mücadeleye, güzelliğe yönlendirmeyen edebiyatın ne gereği var?” demişti.

Büyük ustad milletini seven kişi için hakıkat ve adalet esas ölçü olması gerektiğini büyük toplantılarda da, pek az tanıdıklarılarıyla söhbetlerde de açık söylerdi. Taşkent Universitesinin son sınıfında “Adil Yakubov romanlarında sevgi problemi” magistra tezimi hazırlarken ustadla ilk olarak yüz yüze görüşmiştim. Taşkent Universitesinin filoloji fakültesi o yılları hakiki demokrası, hürfikirlilik mektepi idi. Burada Matyakup Koşcanov, Azat Şerefiddinov, Umarali Narmatov, Narbay Hudayberganov, Abdugafur Rasulov gibi ustadlar bizlere edebiyatın çekirdeğini çakmağı, başkaların fikrini hatta hata olsa bile sabrla dinlemeyi, söyleyene saygı duymağı, fikiri balta ile değil fikirle cevaplandırmayı öğretmiştiler. Bu hususta kendileri örnek idiler. Adil Yakubov bu bilim adamlarının çoğuyla yakın dost idi. Tezimi hazırlarken yazarın tüm eserlerini yeniden okuyarak tetkik ettim. Kendi fikrlerim yazarın görüşleriyle nekadar uyğunluğunu öğrenmek niyetinde Adil Abiyle görüştüm. O mülakatta bir çok şeyler hakkında hasbihal ettik. Adil Abinin adalet, hakikat hakkında söyledikleri, öğütleri hala hatıramdadır. “Millet, halk için ayni zamanda ne önemli, ne önemsiz bunlara dikkat etmelisin. Tezlerinde bunlar vardır, ama her şeyi açık söylemek doğru değil, yazar maksatını tipler vasıtasıyla meydana çıkardığı gibi edebiyat araştırmacısı da hakiki maksatını kendini her taraftan savunarak söylemeyi bilmesi gerekir. İlmi işini okuyanlar arasında garaz besleyenler olabilir, kendini savunman zor olur. Bizim zamanda böyle garazlı insanlar çok. Henüz gençsin, önünde aşılacak dağlar var, ilk adımdan seni sürçmelerine yol verme”. Ustad nasihatlarına göre tezime yeniden baktım, değişiklikler yaptım, sonuçta basarıyla savundum.

O ilk mülakattan sonra Adil Abiyle aramızda yakınlık meydana geldi, giderek yakınlık dostluğa döndü. Bundan daima gurur duyuyorum. Muhtelif hadiseler, edebi akşamlar, düğünler vs.larda görüşüp, söhbetleşip durduk. Özbekistanın en büyük devlet yayın evlerinden biri olan Gafur Gulam Edebiyat ve Sanat yayın evine Başkan atandığımda da Adil Abi beni har kesten önce kutlamıştı. “Bu birlik ve tesanüt halindeki topluluğu iyibilirim (Adil Abi bu yayın evinde uzun yıllar Baş editor muavini olarak çalışmıştı), adaletle çalışsan yayın evindekiler seninle ota da, suya da girerler, bunu unutma” demişti. Öyle de oldu, Adil Abinin sözleri doğruluğunu iş devamında itiraf ettim. Yayın evinin kapıcısından Baş editora kadar her kes edebiyatımızın fidai, kendi fikrini açık söyleyen, ama garazdan dışarı insanlar idi. Onlarla beraber millete özlüğünü anlatan, onu adalet ve hakıkat için mücadaleye yönlendiren bir çok kitaplar yayımladık.

Adil Abi dostlarının iyi günlerinde de, başına iş geldiğinde de onlardan haber alır, şefkatla gönlünü alır idi. Örneğin, ustad beni hayırlı işlerimle kutlamakla beraber, bazan başa iş gelen, tacizlere uğrayan vakitlerimda hemdertlikle teselli etmişti. Zatan can dostu var, sofra dostu da, kimin kim olduğu başa iş gelende bilinir. Dün akşam sana bir şeyler umutunda yaltaklık eden bazi kimseler görevden gittiğinde gölgesini bile göstermiyor. Ama insan insandır, dalkavukluklar göz önünü perdeler ve can dostuyla sofra dostunu fark etmiyor. Adil Abi her an can dostu idiler. Hayatımda hoşnutsuzluk olan bir günü kimdendir duymuş ve telefon etmişti. “Bu akşam eve gel, Meryem yengene söyledim, şılpıldak pişirir, çay içeriz, söhbetleşiriz” dedi. Adil Abinim eşi Meryem Yengenin çok lezzetli yemeklerini, azcümle pilavlarını yemişiz. Ama Adil Abi hamurdan eti çok şılpıldağı (et ve hamurlı yemek çeşidi) sever ve yakınlarına bazen bu yemeği ikram ederdi.

Bu yemeğin lezzeti hakkında Adil Abinin başka dostları da söylerler. Masele tanınmış bilim adamı professor, doktor İsa Cabbarov şöyle tarif eder ki, ağzınızdan su gelir. Gerçekten Meryem Yenge usta aşçı. Fakat bu değil, Adil Abinin başarılarında Yengenin büyük payı var olduğunu ustadın kendisi itiraf etmişti. Vefatından bir az önceki o mülakatımızda Adil Abi: “Ben eşim Meryem Yakubovayla 50 yıl önce severek evlendim. Meryem de benim memleketimden. Benden on yaş küçük. Taşkentte otururdu. Universite talebesiydi. Evlendiğimizin ilk yılları bir çok zorluklara rast geldik, evimiz yok, kirada oturuyoruz. Köyümüzden bize çok misafir geliyor. Universite dersleri biter bitmez çalışmağa koşarım. Ama aldığım para masraflara kah yetmiyordi. (Köyden başkente gelen tüm yazarlar için çetin günleri hatırlatan ne kadar tanıdık ve hüzünlü manzara – B.Ş.). Yazar olmak da, yazarın eşi olmak da kolay değil. Ama Meryem ağır günlerde de, kıvançlı günlerde de benim hakiki eşim, dostum oldu. Hala öyle. Birlikteği hayatımızdan memnün yaşamaktayız. Dört oğlumuz var.Gelinlerimizi kızımız gibi seviyoruz. Büyük oğlum Murad teknik doktoru, ikincisi Rustam nakliye mühendisi, üçüncüsü İskender iktisad doktoru, en küçüğü Melik teknik doktoru. Son romanım “Asi Bende”de eşimle birlikteği hayatımızın üçden birini tasvir ettim”. Meryem Yenge gibi kıvançlı ve çetin günlerde anlayışlı, sadakatlı eşi olduğu Adil Abi için hakiki baht olmuştu.

O akşam Adil Abi bana teselli etti, “Adaletsizliğe uğradım diye kendini kayb etme, görev geçici bir şey, vaktiyle kim, nedir hepsi ortaya çıkar. En iyisi işle yenmeğe alış’” dedi. Doğrusu da budur, milleti, vatanını düşünen insan çetinlikler karşısında aldırmamalı, adalet, hak ve hakikat yolunda bir gayretine on gayret ekleyerek çalışması, iradeyle kazanması gerekir. Adil Yakubovun çetün hayat yolu da, icadı da bunun isbatıdır. Saadetli günlerinde ustadın ayağı yerden üzilmedi, zorlu hallerde ise kendini kayb etmedi, sabitlikle çalıştı. O itikadina, kaleme, halkuna ihanet etmedi, kendi ismine uyğun olarak adil ve bükülmeden yaşadı, kursiler, televizion, radyo, basınlarda durmadan adaletten laf eden, ama küstahlarca adaleti boğan totaliter rejimin nikabinı edebiyat vasıtasıyla cesaretle yırttı.

Yazarların Taşkent cıvarında Dorman bağındaki sayfiyemi yaptırdığım günlerde iki meşhür yazar Adil Yakubov ve Said Ahmed “kolay gelsin” demeğe geldiler. O vakitta bağ aşağındaki arkın üstünde ustaların küçücük tahta yemek masası ve iskemleden başka oturacak yer yoktu. Büyükleri oturtacak yer bulamadan mahcup olduğumu görüp Adil abi: “Hiç mahcup olma, evin bitinceye kadar şahane sofraya borçlı kal, şimdilik ise köy usulunda şuracıkta oturacağız” dedi ve ustadlar tahta iskemleye oturdular. On iki yaşındaki küçük kızım Melike sofrayı kurdu, çay getirdi. Pilav hazır oluncaya kadar iki büyük yazar Melikeyi sual yağmuruna tuttular, hangi kitaplar okuduğunu sordılar. Evin altyapısını yapmakta olan ustalar da uzaktan tanınmış yazarlarla ilgilenmekte idiler. Melike henüz çocükken edebiyetı sevmiş, bir çok şairların şiirlerini azbere bilir, hatta 4 yaşında iken Nevai ceddesi 30.evda yapılan kitap sergisinde vatanperverlik ruhundaki şiirleri söyleyip, tanınmış şair ablalarından “aferin” eşitmişti. Büyük yazarların suallerine hiç tutulmadan hamen yanıt verdiği için memnün idim. Birdenbire Said Ahmed Eke Melike’den sordu: “Benim “Ufuk”, “Sessizlik” romanlarımı okudunmu?” Kızım tasdik etti ve hatta eserlerden bir iki örnek de verdi. Said Ahmed Eke memnün oldu ve Adil Abi’ya mağrur bakarak: “Bu atanın hangi eserini okumuştun?” Melike “Uluğbeğin hazinesi”, “Diyanet” gibi bir kaç romanları dile getirdi. Adil Abi gülerek şaka yaptı: “Sen Said Ahmed’in değil, benim eserlerimi oku”. Yanıtları her an doldurulan tüfek gibi hazır Said Ahmed Eke: “Kızım, huzur içinde yaşayacak isen Adil’in kitaplarını okup başını döndirme”. Mamafih o günü iki unlu yazarla hayat, edebiyat hakkında akşama kadar söhbetleştik.

Said Ahmet Eke’nin şaka olarak: “Kızım, huzur içinde yaşayacak isen Adil’in kitaplarını okup başını döndirme” diyen sözleri şaka olsa bile temelinde bir hakikat vardi. Said Ahned Eke bir sözle Adil Abi icatının mihverini yakalamıştı. Zaten Adil Yakubov eserlerini okuyan ve anlayan okur kalbinde adalet duygusu uyanır, o adalet, insan hak hukuku, özgürlüğü için mücahita, hiç değilse adalet taraftarına dönüşür. Buna hiç bir şüphe yoktur. Ama işin başka tarafı da var, yani adaleti söyleyen insan adaleti söylemekten dolayı başına gelecek çeşit belalar, tazyıklara da hazır olmalı! Adalet tereyağı değil ki, her kesın hoşuna gitse! Yazdığı eserlerinde adaleti savunan büyük istidatlar arasında doğru sözü söylemeğe ürken iradası aciz insanlar da vardır. Bu gibi insanları hayatta çok görmüşüz. Ama Adil Abi istisna, hayatta da, icadda da adalat taraftarı, adalet için mücadale veren büyük şahıs idi.

Meşhür yazar 2009.yılında Taşkentte vefat etti. Allah kabrını rahmet nurlarıyla münevver eylesin, iyi emellerin baki dünyada yoldaşın olsun azız Ustad!

OĞUZ TANSEL ŞİİRLERİNDE VATANSEVERLİK TELKİNİ

Şiir hayat olaylarını, insanlar kalbindeki duyguları canlı ve renkli anlatışıyla manevi önem taşır. Şairın kullandığı bedii ifadeler okurun kalbini etkiler ve hayatta doğru yol bulmaya, insana, vatana, adalete sevgi hislerinin şekillenmesine yardım eder. Zaten edebiyatın esas görevlerinden biri da insanın, toplumun ilerilemesine hizmet etmektir. Tanınmış şair Oğuz Tansel’in eserlerini okudukça o insanın, vatanının, milletinin ilerilemesini göz önünde bulundurduğunun, vatan duygusu onun ruhunda yaşadığının şahiti oluruz. Zaten hakiki insan için vatandan büyük nimet yoktur. Hazreti Paygemberimiz de hadislerinde vatanı sevmek imandandır, buyurmuştur.

Tansel şiirlerinde “vatan” sözünü pek kullanmıyor. Ama bundan o vatan hakkında şiir yazmamıştır, diye hulasa çıkarmak yanlıştır. Oğuz Tansel’in şiirlerini okudukça, şair vatanseverliği o ve ya bu şekilde güzel telkin ettiğinin şahiti oluruz. Örneğin, şairın “Canım Özğürlük” şirinin de ilk bakişta vatanseverliğe hiç bir alakası yok gibi gözikiyor. Ama şiiri dikketle okudukça, ondakı manaları anlayınca bu ilk tasavvurumuz yanliş olduğunu anlarız.

“Canım Özğürlük”te insanı sevmekle vatanı sevmek biribiriyle sıkı bağlı tasvir edilmiştir. Oğuz Tansel bu şiirinde “İnsan sevmeyene, “evet” diyemem” diyor. Bu sözleri şairin esas ilkesi diyebiliriz. “Canım ÖZGÜRLÜK, ışığım, kanım…” diye haykıran şair için insan özğürlüğünden öte değer yokluğu besbellidir:

Insan sevmeyene, “evet” diyemem.Kesin yaparım usuma koyduğumuSevgili buyruğu göz, baş üstüne.Usturuplu yaşam, zorunlu zorun,Çileli, ince, çok büyük oyun.Bu toplumun yalanları bukağı.“Tabu” kılınan namusla arımız.

Vatanı sevmek onun istiklali ve ikbali için mücadeleci, savaşçı olmak demektir. Özgür olmiyan, manevi köle insan vatan için hakiki savaşçı, mücadeleci olamaz. Oğuz Tansel bir çok şiirlerinde insan özgürlüğüne ayrıca dikket ettiğinin nedeni de budur. Onun ‘Canım Özğürlük” şirinde lirik kahramanın ruhi hali, manevi köleliğe isyanı şiirde net bir şekilde gözikiyor. “Toplumun yalanları bukagı”, yasaklanan “namusla arımız”, “özgürluğü çıkaralım zindandan” gibi satrlar şiirde ifadalanan gayenin leytmotifine bağlıdır.

Canım özgürlüğü kazıyalım:Yalan babalarının aç göbeğine,Elma yediren ilk günahlı alına,Düşsü yokun tapınak kaşına,Papaz sakalına, kazıyalım,Dinle halk uyutan kıçlara,Yiğit yosmanın mavi saçına,Aşk memeliğine Aphrodite’inYürek hoplatan halk türküsüne,Toprak özüyle ışığa koşan,Ilkyaz salıkçısı kardelenlere,Kartal gözüne, su gözesine,Çiçek, meyve veren gözlere,Dağa, taşa kazıyalım ÖZGÜRLÜĞÜCanım ÖZGÜRLÜK, ışığım, kanım…

Şairin “İğde Ağacı” şiirinde “baharda suslu, kışın çırçıplak”, “hapislerle komşu”, “yapraklarıne özlem türküleri dokunmuş” iğdenin gamli halininden tasa çeker ve sonunda şöyle hitap eder:

Neden bizimle konuşmuyorsun?O canlı, dipdiri duruşunla,Hep onu düşündürüyorsun,Görmüşlüğün var mı iğde ağacı?Özgür yaşamayı biliyor musun?

Şair iğdenin gamli halini zebunliği, uysallığıyla bağlı görmektedir, yine özğürlükten bahs etmektedir. Uysallık, mutilik belli bir hallerde kötü akibetler doğurur. Zaten uysal, muti insan millet, vatan refahı için mücadele bir tarafta dursun, hatta kendi kadrı için de baş kaldıramaz. Uysallık, mutilik ayni bu tarafıyla millet için sosyal yönden bir tehlikedir. Oğuz Tansel sanat yoluyla bunu meydana çıkarmıştır.

Okur “Canım Özgürlük” ve “İgde Agaçı” şiirlerini okurken, düşünmeğe başlar ve onda manevi köleliğe, uysallığa nefret uyanır, özgürlük duyguları kalbinden yer alır. Lirik kahramanı renkli ve canli tasvir etmek için şair kendi manevi ruhi halini şiire sindirebilmiştir. Hakiki şiir de böyle olur, yani şiir okurun kalbi ve şuurunu etkileyerek, onda insani sıfatları şekillendirmesi gerekir.

“Salkım Soğüt” şiirini “İgde Ağaçı”nın mantiki devamı diyebiliriz.

Ayrılıktan eğlim eğlim dalların,Düşüncelere dalmışsın kapkara.Başın yerde gözlerini mi yitirdin?Gölgen toprağa uzanmış, düşüncelerin suya.Toprak adamına benzer duruşun,Ağacım, bana da ver sabrından.

Sabrlı olmak aslında güzel faziletdir. Maksata erişmek, bir işi yapmak için sabr gerekir. Sabırın altında sarı altın var, anlamındaki ata sözü boşuna söylenmemiştir. Ama sabrın başka tarafları da vardır. Masele, cebir zulma sabr etmeği, millet, vatan bağımlı iken hiç iş yapmadan sabr etmeği olumlu vasıflandırmak mümkün değil.

Şairin ister Antalya, Toroslar, deniz, nehir, dağlar, ister tabiat güzellikleri hakkında yazdıgı bir çok şiirleri okurda vatana sevgi hislerini uyandırır. Şairın tabiat tasviri hakkındaki şiirlerinde lirik kahramanın ruhi halini tam olarak his etmek mümkün. “Antalya dolayları” ve “Bılıtıs” serisindeki aşağıdeki mısralara bakalım:

2/Boyasını konuşturur meşe, çam Baş uçları tutkuyla emer maviliği Seçkin güzellik, bu görkem Anlatılamaz, görünce kalakaldık.Zakkum çiçekleri, yolumuzu Kınalayan ırmak; uçuşur düşçe Göğün aynası Manavgat çayı; Inciler saçan alımlı çavlan Yaratır binbir ebemkuşağı.3/Korkusuz söylence yiğitleri Tıklar çağların kapısınıUsumda Bellerophon’un serüveni Benzer güzelliğiyle de Yusuf’a Tanrıçanın verdiği altın gemle Yakalamış gök kanatlı aygırı, Ejderhayı tepelemiş Yanartaş’ta Yüreğine oturan kardeş acısı Dolaştırır, sürgün gibi, yadelde… Özlemle, sevgiyle kanatlanıp.(“Antalya dolayları”)Toruslar! Tomurcuk gölgeli orman Saçları portakal boyada periler.Olgunlaştırdı dişiler sultanını Türküler söylediğin koruluktaSaçların zambak, sümbül kokar, Yosunlanarak göksünü ezdiğin Ormanlı derede, yıldız ışığında Nar dudaklarını öpmüştü çoban.(“Bılıtıs”)

İşbu şiirlerdeki tabiat tasviri insan ruhunu etkiler, onu güzelleği kadrlamak, sevmek ruhunde terbiyeler. Şairlik hayata yeni gözle bakmak, başkaların göremediği nesneleri görmektir. Bu yeni ve renkli benzetmeleri, istiareleri meydana getirir. Oğuz Tansel de tabiatdeki haller ve insan ruhundeki değişiklikleri derinden his etmiş ve bu hissiyatlarını meydana çıkarmak için yeni teşbihler, istiareleri bulmuştur. Maviliği tutkuyle emen meşe, çamlar, tanrıçanın verdiği altın gemle yakalanan gök kanatlı aygırlar, portakal renkli saçları zambak, sümbül kokan periler gibi teşbihler yurda, vatana sevgi hislerini uyandırır. Tabiati seven kişi vatanı, tum insaniyeti de sever.

Oğüz Tansel’in tabiat manzaraları hakkındaki şiirlerinin ictimai, toplumsal değeri de şundadır. O evvala tabiat manzarasını nasılsa öyle, yani tum güzelliğiyle tasvir etmiş, sonra bu tasvire vatanseverlik duygularını sindirmiştir. “Özgürledik bütün tutsakları”,“Kendini bağışlamaz, testiye de öfkeli. Söbüçimenli kızın serüvenine Dayanmaz can, kan ağlar bilisiz, Ayışıklı gecede akan gözyaşı Yakınca toprağı, gül açar”,“Barış güzellik, ülkesine Yepyeni bir güneş doğacak”, “Kızlar mağarasında su perisi, Görülmemiş düğünü anlatıverdi. Ay yüzlü Hand kız Türk gelini Korumuş halkını, ülkesini”, “Bir çağlı gibi gezdim tiyatroda Kölelik savaşmış özgürlükle Usum, donakaldı, düşüncelerim” satrları bu esas manayı yine de kuvvetlendirmiştir. Şair renkli tabiat manzarasına poetik anlam sindire bilmiş, kendi kıvanclarına, heyacanlarına okuru da “münten” etmiştir. Prof. Dr. Talât S. Halman şairin “Masal dünyası” seçme şiirler kitabına önsözünde yazdığı gibi: Oğuz Tansel “Doğanın en güzel imgelerini özümsemiş ve daha mutlu bir dünya uğruna imgelemini harekete geçirmiş olan bir estetik ve vizyon virtüözü… Halk şiirimizin güzellemeleriyle ağıtlarını kendi sanatının imbiklerinden süzerek ruh okşayıcı bir geleneği bugüne ve yarına taşıyan bir ozan”dır. Oğuz Tansel tabiat hakkındaki şiirlerinde sadece doğayı derinden iyi bilen ve seven kişi olarak değil, belki toplum ve insanın gelişmesini düşünen, insan kamilliğine engel olan seylerden nefrat eden şair olarak meydana çıkmiştır.

bannerbanner