Читать книгу Karnaval (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Karnaval
Karnaval
Оценить:
Karnaval

5

Полная версия:

Karnaval

Bereket versin ki dördüncü günü Resmi bir sepet dolusu edevatla gelip Hamparson Ağa, “Aman Resmi Efendi! Dün neredeydiniz?” deyince, “Tamir için lazım gelen eşyayı bulup hazırladım.” cevabını verip yine işiyle uğraşmaya devam etti.

Beşinci, altıncı günü de bu şekilde işleyerek akşam giderken Hamparson Ağa’ya, “Yarın bu vakit artık kilise heyeti bize bir güzel müzika dinletir ya!” dedi ise de Hamparson cevap makamında birkaç homurdandığı hâlde anlam ifade eden hiçbir şey söyleyemedi.

O akşam bu durumu da eşine bildirince kadın zavallı, kocasını bu derecelerde meraka uğratan işi ve adamı görmek için ertesi günü kocasıyla beraber kiliseye gitmeye karar verdi.

Resmi ise ertesi günü erkenden gelip yanında bir yardımcısı olduğu hâlde orgu tekrar toplamaya başlamıştı. Madam ve Mösyö Hamparson ancak saat yedide, sekizde gelebildiler. Fakat geldikleri zaman orgu hemen hemen toplanmış ve bitmiş buldular.

Bu hâlde Hamparson’un memnuniyetine bedel hayret ve utancını görmeli idi. Çünkü eşine o canım orgu eşek daciğin nasıl berbat ettiğini gösterecek iken, kadın geldiği zaman orgu yine eski hâlinde gibi bir şekilde görmüştü.

Resmi başını kaldırıp da Hamparson Ağa’ya baktığı zaman gözü bir kadına rastladı ki göz denilen görme organının böyle bir şeyi görmek değil, beyin denilen düşünce organı ve hafıza hatta hülya bile edememiş olduğundan, elindeki bir küçük çekiç yere düştüyse de artık olanca güç ve kuvvetini toplayarak doğruldu. Madam Hamparson selam vermedi ise de Resmi güya madamı selam vermiş diye sayarak o kadar nazik ve zariflikle bir baş eğmesiyle kadını selamladı ki Madam Hamparson bir çalgı tamircisinin karşısında değil, belki gayet terbiyeli bir efendi karşısında bulunduğunu anladı. Dolayısıyla Resmi’ye selam vermediğinden mahçup da kaldı.

Hamparson Ağa:

“Nasıl Resmi Efendi? Ümit var mı?”

Resmi:

“Evet efendim! Orgu idare eden efendilere haber verseniz de bir saat sonra denesek.”

Madam:

“Bir saat sonra mı? Öyle ise iş bitmiş demek!”

Resmi:

“Evet Madam! Şimdi de denenebilir ise de birkaç vida daha vardır ki sıkıştırmak lazım gelir.”

Resmi tekrar işiyle uğraşmaya başlayınca Hamparson Ağa, yanındaki uşağına Ermenice bazı emirler verdi. Uşak bir çeyrek saat veya yirmi dakika sonra yanında birkaç adam daha olduğu hâlde geldi.

Saat dokuzu biraz geçmişti ki Resmi takımlarını toplayıp, “Buyurunuz bir deneyiniz.” diye orgu orgculara teslim etti. Denemeye başlanınca org mükemmel olarak tamir olunmuş görüldü. Dinleyenler bile beğenip alkışladılar.

O zaman Madam Hamparson, Resmi’yi yukarıdan aşağıya kadar bir göz muayenesinden geçirip, “Tebrik ederiz beyefendi hazretleri! Bu org tamir olunamaz diye söylenmişti.” dedi. Resmi bu tebriğe o kadar terbiyeli ve nazikâne bir teşekkür eyledi ki Madam Hamparson’a Resmi’nin rütbeten16 değil yaradılışınca, terbiyesince bir ‘Efendi hazretleri!’ olduğunu önceki selamdan daha kuvvetli bir şekilde, bu hâl ispat eyledi.

Hamparson Ağa:

“Hakikaten teşekkür ve tebrik ederiz Resmi Efendi!”

Deneme yarım saat kadar devam eyledi. Orgun sesi gittikçe düzelip artmakta idi. Hamparson Ağa’da memnuniyet son dereceye varıp, “Resmi Efendi! Bunun tamir masrafları her neye varmış olduysa hesabını yapınız da meclise takdim edelim.” deyince, Resmi, “Hesabı pek uzun değildir.” diye koynundan bir cüzdan çıkardı ve oraya, ‘Saatçi Ali Efendi’nin bir gündeliği 25 kuruş.’ diye bir satır daha yazıp yaprağı kopardı, Hamparson Ağa’ya verdi.

Bu yaprak üzerinde şunlar yazılıydı:



Hamparson Ağa Türkçeyi pekiyi okuduğundan pusulaya göz gezdirdikten sonra büyük bir şaşkınlıkla dedi ki:

“Bu ne Resmi Efendi?”

“Ettiğimiz masraf!”

“Ya sizin?”

“İşte bu paraları meclis denkleştirince, orgun tamir masrafını tamamen kapatmış olur.”

“Fakat sizin emeğiniz… Ücretiniz…”

“O! O pek pahalıdır. Onu kilise meclisi denkleştirmekten âcizdir.”

“Herhâlde…”

“Çünkü benim ücretim sizin dostluğunuz, muhabbetinizdir ki bütün kilise mal varlığını bana verseler, onun kıymetini bulduramamış olurlar.”

Bu söz Hamparson Ağa’yı şaşırttı. Madam Hamparson ise Resmi’yi daha dikkatlice bir muayene ederek kocasının vermesi lazım gelen cevabı kendisi verip dedi ki:

“Bu terbiye, bu nezaket, bu yüce gönüllülüğünüzle kendi dostluğunuzun kıymetini arttırmış oluyorsunuz. Doğrusu teşekküründen âciziz!”

Resmi:

“Daha doğrusu dostluğunuzun karşılığı şu ufacık ve önemsiz hizmet olamaz. Bunu sembolik olarak takdim ve kabulünü rica ederek onun asıl pahası olan içten bağlılığımı, dostluğumu ve kulluğumu takdim hususunda da gelecekteki ilişkilerimizde hiçbir dakika elden çıkarmayacağımı arz eylerim madam!”

Hamparson Ağa da bula bula en sonunda, “Doğrusu büyük teşekkürler ederiz!” sözünü bulabilmiştir.

İşte Resmi, Arslangözyan ailesiyle bu şekilde tanışıklık sağlayarak ondan sonra gerçekten bu ilişkiyi garanti edecek inceliklerin hiçbirisini elden kaçırmamıştır.

Durmuş, Oturmuş Bir Koca

Zekâyi’nin Arslangözyan ailesine tanıştırılması konusundaki önemi yukarıki bölümde belirtmiştik. Bu önemi takdir edebilmek için Madam Arslangözyan hakkında yalnız Resmi yanında varlığını gösterme şeklini anlattığımız zaman vermiş olduğumuz bilgiler yeterli gelir mi? Bu aile gerçekten önemlidir. Özellikle de hikâyemizce önemi birinci derecelerde olan önemlerdendir. Dolayısıyla bu aile hakkında lazım gelen açıklamaları okuyucularımıza arzla beraber, Resmi’nin bu ilk tanışıklığı ne şekilde sağladığını ve Zekâyi Bey’i ne şekilde tanıştırdığını da ona göre hikâye etmeliyiz. Hamparson Arslangözyan Ağa için ilk verdiğimiz sıfat ki kilise yöneticiliğidir.

Bu sıfatı küçücük bir şey zannetmezsiniz ya? Din birliği olanlar arasında bu itibar en seçkin olan kibara verilir. Hamparson Ağa’nın Beyoğlu’nda bir evi vardır ki süsçe birincilerden sayılır. Evinin sistem ve düzeni tam alafrangadır. Böyle bir evi idare eden kişinin ne kadar zengin olduğuna tarif gerekir mi?

Ömrünün gençlik devirlerini, İstanbul’da Beyoğlu, Adalar, Ayastafanos, Kadıköyü, Büyük Dere eğlencelerinde ve Avrupa’da da Paris ve Viyana ve Petersburg’un en gözde, en meşhur salonlarında geçirmiştir. Sefahat âleminde bu adamın başvurmadığı köşe ve bucak kalmayıp gayet zengin bir baba ve ondan daha zengin bir haladan kendisine geçen bitmez tükenmez servetin büyük bir kısmını buralarda harmanlamış ve artakalanı ise hâlâ İstanbul’da kendisini birinci derecede zenginlerden saydırtabilecek derecelerde kalmıştır. Ancak Hamparson Ağa’nın sefahat müddetini öyle birkaç seneden ibaret zannederseniz ne geçirdiği ömre, ne sarf eylediği akçeye dair bir fikir edinemezsiniz. Hamparson Ağa gençliğinin geçtiğine kolay kolay inanabilir mi? Yaşı kırkı geçtiği hâlde bile henüz yirmi beş yaşında bulunan gençler ile rekabet ederdi. Ta kırk yedi, kırk sekiz yaşına gelip de artık bıyığında beyazlar siyahlara gereği gibi galebe17 eyledikten ve hele başındaki saçları hemen hiç kalmayıp döküldükten sonra, “Ey, artık evlilik zamanı geldi!” diye Avrupa’dan İstanbul’a geri dönmüştür.

Hamparson Ağa, şimdiki hanımıyla henüz kızın on yedi, on sekiz yaşlarında bulunduğu bir zamanda evlenmiştir. Bu kızın dünya üstünde hiçbir kimsesi olmayıp Soeurs de Charite18 okulunda eğitim görmüştür.

Gerek kızı ve gerek Hamparson Ağa’yı tanıyanlar, bunları birbirlerine pek fazla layık ve uygun bulmuşlardı. Öyle ya! Hamparson Ağa ununu elemiş, eleğini asmış, durmuş, oturmuş bir kocadır. Artık hanımını kahredecek haşarılıklar kendisinden asla beklenmez. Biçare kızcağız, henüz gözleri göz yatağında fırıl fırıl dönen bir ateşli delikanlıya verilip de o da bin türlü hovardalık ile kızcağızı üzse, kahretse idi daha mı iyi olurdu? Ama kız pek güzelmiş. İsterse dünya güzeli olsun. Peri olsun. Ama pek terbiyeli, pek nazikmiş. Ne kadar terbiyeli olursa olsun zengin erkekler güzel kadınları her yerde bulup bilfiil haz edebilirler. Kendilerine eş olmak üzere de mutlaka zengin kızları ararlar. Ama Hamparson Ağa’nın biraz yaşı geçkince imiş. Hiç de değil! Henüz kırklık bir adam. Kırk yaşındaki erkek ihtiyar mı olurmuş! Tam mükemmel zamanı. Hele zenginliği! Artık koca denilen şeyin de gençliğinden evvel zenginliği aranır. Gençlik, güzellik karın doyurmaz kuzum! Paraya bakalım!

İşte, en fazla Hamparson Ağa’nın kıskançlığını besleyenler, durmuş, oturmuş koca ile hanımı arasında ilişkiyi bu şekilde ortaya koyarlardı.

Kıskançlıklarının en çoğu kız hakkında olanların aklından geçirdikleri de esasen söz konusu beraberliği bir kat daha uygun bulup ve onaylamakla beraber, şu şekilde dışa vurabilirlerdi:

“Pek uygun, pek yakışır!”

Hamparson Ağa bundan iyisini nerede bulacaktı? Aslında kendisi çok zengin bir adamsa da kendisi gibi zengin olan bir aile tutup da ona kızını veremez. Ellisini geçmiş, altmışına yaklaşmış bir herif! Zaten gençliğinde de güzel değilmiş. Zengin kızlar bu kadar çeyizleriyle koca mı bulamazlar ki ona varsınlar? Ama kimsenin almadığı kız tam Hamparson’un arayıp da bulamayacağı bir kızdır. Gençtir, güzeldir, Frenk mektebinden çıkmış, terbiyelidir. Lisan bilir, müzika bilir. Her şeyi bilir! Serveti yoksa kocasının serveti ona da yeter. Hamparson Ağa gibi gezmiş, tozmuş, alafranga bir adam da öyle olur olmaz, mıymıntı bir kadınla da yaşayamaz. Kısacası çok uygun oldu. İkisi de birbirlerine layıktırlar.

Halkta düşünüp taşınma mı istersiniz? Çok! Bir şeyi çekiştirmek lazım geldi mi bütün evrenin kanıtları onların ellerinde ve dillerindedir. Övmek mi lazım geldi? O kadar değilse de yine milyonlarca kanıtın ortaya konulmasından âciz kalmazlar. Ancak halkın gıpta ettiği bahtiyarlıklar içinde büyük büyük yıkımlar olmasa ve halkın yüreğini acıtan yıkımlar içinde büyük büyük bahtiyarlıklar bulunmasaydı, romancılara sermaye mi kalırdı?

Gerçekten Hamparson Ağa, pek çok kadının gıpta edecekleri bir koca çıktı. Karısından bir dakika ayrılmaz. Gündüzden akşama, gece yatak zamanına kadar hep beraberdir.

Vay, beraberliği yalnız yatak zamanına kadar mı? Asıl beraberliğin yatak zamanından sonra başlaması lazım gelmez mi?

Alafrangayı bilmiyor musunuz? Alafrangada kibar olanlar çoğunlukla ayrı ayrı odalarda yatarlar. Çoğunlukla değil, kibar kısmında hemen genel olarak böyledir. Madamın dairesi başka olur, mösyönünki başka. Bizim Hamparson Ağa, Avrupa’da bir değil birkaç kitap devirmiş ve kendi davası nedeniyle âdeta Frenk olmuş bir adam olduğu gibi hanımı da Frenk okulunda terbiye görmüş bulunduğundan alafrangaya herkesten fazla uyanlardandırlar.

Hamparson Ağa gıpta edilmeye değer bir kocaydı dediğimize iyi dikkat buyurunuz. Hanımını asla sıkmazdı. Mevsimine göre ziyafetler, souppeler,19 ballar20 verip hele her moda değiştikçe hanımına elbise yapmak ve tuvalet takımlarını bizzat sağlamak Mösyö Arslangözyan’ın birinci derecelerde önem verdiği bir şeydir. İsterdi ki hanımı modacıların kitaplarına koydukları resimler kadar süslü bir kadın olsun.

Artık kocasının bu derecelere kadar önemsemesine sahip olan bir kadın da bahtiyar olmaz da kim bahtiyar olur? Ya Madam Hamparson bu derecelerde özene layık bir kadın değil miydi? Ciddi olarak haber veririz ki bundan daha pek çok fazla özen ve önemsenmeye de layıktı. Boyca boy, vücutça vücut, endamca endam bir kadında ne kadar mükemmellik hayal edilirse edilsin, o kadın yine de Madam Arslangözyan’ın topuğuna bile erişmiş sayılamaz.

Düşünmelidir ki Resmi gibi bir adam bu kadını ilk gördüğü zaman elindeki çekici hayretinden düşürmüştür.

Madam Hamparson sürekli denilebilecek bir şekilde yarı dekolte elbise giymekte olup gerçekten o kadar beyaz göğüs, o kadar güzel ense, o derecelerde latif gerdan bir kadında bulunur da o kadın, yakası kulaklarına çıkan bir fistan21 giyer ise en güzel tabiat vergisini cimriler gibi gizleyip saklamış olur. Hâlbuki Madam Hamparson bu güzelliklerini gizlemek için yine tabiat vergisi yaradılışından olmak üzere o kadar gür, güzel ve kumral bir saça sahiptir ki onları bir özel hünerle tarayıp da omuzları üzerine döktüğü zaman genellikle Rus kadınlarda görüldüğü üzere tüyü dışarıya çevrilmiş bir samur şinel22 giymiş zannedilir.

Ya o çehredeki uyum! O güzellik! O şirinlik!

Kaşlar gayet uzun kolların bir diğerine girişmiş, dolaşmış bulunmasından şekillenmiş bir çift kıvırcık kaş! Gözler, gayet iri ve güzel ela gözler olup etrafındaki kirpikler hem o kadar sık hem o kadar uzundur ki insanın yüzüne bakacak olduğu zaman gözlerini güzelce açarak pek dikkatli bakmayacak olur ise kirpikler gözlerin güzelliğini âdeta gizlerler. Doğrusu şudur ki bu kirpiklerin duruşu öyle garip bir şekildedir ki kadın gözlerini açıp da insanın yüzüne pek dikkatli baktığı zaman bile güya bakmıyor, belki göz süzüyor zannedilir.

Bir çehrede şöyle bir çift kaş ve göz altında yine bunlarla uyumlu olacak bir şekilde resmedilmiş bir burun, ağız ve çene bulunmalıdır ki o çehre Madam Hamparson’un çehresine benzeyebilsin. Fakat ya onun cildindeki incelik ve tazelik her deride bulunabilir mi? Hamparson Ağa, bir takım kozmetikleri falan boş yere taşıyordu. Gerçekte bunlar cilde körpelik vermek için icat olunmuşlar ise de Madam Hamparson’un yüzüne, gerdanına ve sinesine tersine sertlik verirler. Deri, kozmetiklerden daha sert olmalıdır ki cilt onların oranında yumuşaklığından istifade edebilsin. Ama cilt kozmetiklerden daha körpe olursa bu etkiye yer mi kalır? Şüphe yok ki aksi kaziye23 gerçekleşir.

Şu kısacık, eksik tarif ve biçimlendirmelerimizle karşınızda cisimlendireceğiniz Madam Arslangözyan tarzındaki güzeller için hemen kibir ve gurura işaret edecek seviyelerde bir de sertlik ve çatıklık hayal ederseniz. Gerçekten pek şairane bir tasarımda bulunacağınızı inkâr edemeyiz. Ancak sizce bir kusur sayılacak olursa, ona da bir şey diyememek üzere haber veririz ki Madam Hamparson’da aksine öyle devamlı bir tebessüm vardır ki o tebessümü bir gülüş ve hatta kahkaha derecesine vardırmak için en az pek sıradan bir tuhaflık yeterli gelebilirdi. Sanki mutlak yaratıcı hazretleri alımlılık ve şenlikte abartının da bir cisim örneğini göstermek için bu vücudu donatmış!

Abartıya vermeyiniz! Birkaç defa her ne nedenle ağladığı hâlde, ufacık bir tuhaflık üzerine, hâlâ gözlerinde yaş varken kahkahalarla güldüğü de olmuştur.

Bahtiyar kadın!

Kadın mı bahtiyar? Yoksa buna sahip olan mı?

Şüphe yok ki herkes, “Buna sahip olan bahtiyardır!” diyecek. Ya, “Bu kadına köle olan bahtiyardır!” denilse reddedilir mi? Hiç kadın kısmına sahip olmak mümkün olur mu? Meğer insan ona köle olmalıdır ki o da kölenin hizmet ve mükafatını, kendisine sahipmiş gibi bir şekilde belirlesin de insan da bahtiyar sayılsın!

İşte Hamparson Ağa bu kadına köle olmuş ya?

Ne belli; “Ben sana köle olayım, sen bana sahip ol.” diye bir kontrat yapmak, gönül pazarlığı konusunda yeterli midir?

Resmi, bu ailede peyda eylediği ilk yakınlığı kuvvetlendirme konusunda o kadar zorluk çekmedi. Orgun tamiri meselesi, Hamparson Ağa’nın olanca dikkat ve önemseyişini Resmi’ye kazandırmış olduğu gibi org tamir olup da denenmesi de yapıldığı gün Madam Arslangözyan’ın Resmi’yi gözden geçirme şekli ve incelemesi zaten düşündürücü sonuçlar vadederdi. Böylelikle bundan sonra sözleşerek görüştükçe yakınlıkları kuvvet bularak ve yakınlıkları kuvvet buldukça görüşme adetleri artarak artık Resmi, Arslangözyan ailesinin sürekli gelip giden dostlarından sayılır oldu.

Madam Arslangözyan kadar güzel olan bir kadının evine devamı arttırıp da insanın gerek o kadını ve gerek kendisini dillere düşürmesi de asla istemeyeceği bir şey olursa, nasıl davranmak lazım geldiğini tarife gerek var mıdır? Varsa, Resmi’nin hareket şekline son derece ciddi olarak dikkat eylemek lazımdır.

Aslında biz henüz Madam Arslangözyan ile layıkıyla tanışıklık peyda etmemiş olduğumuz için bu kadının hakikaten ne kadar iffet ve özellikle iffet savunuculuğuyla ne derecelerde mağrur olduğunu öğrenememiş bulunduğumuzdan, onun salonlarına devam konusunda uyulması lazım gelen kuralları birdenbire gözümüz önünde bulmalıyız. Resmi ise cidden iyi analizcilerden olduğu için bulunduğu yeri ve durumu hemen o saatte anlayarak sonradan mahçup ve utanç içinde kalmamak üzere izleyeceği yolu dikkatle belirlemiş ve o yoldan asla dışarı çıkmamayı kesinlikle azmetmiştir.

Her pazar akşamı Madam ve Mösyö Arslangözyan’ın kabul akşamları olduğundan, gayet süslü olan salonlarında kadın, erkek birçok misafir toplanır ve bazıları müzika ve şarkı, bazıları oyun ve kumar ile gece yarılarından sonralara kadar zaman geçirirler. Lakin kabul gecelerinden başka da bu evde misafir bulunmak hemen hemen ender görülen şeylerden olup birkaç misafir mevsimine göre saat dörtlere, beşlere kadar gayet eğlenceli gece eğlentileriyle vakit geçirirler. Resmi, aslında sessiz bir adam olduğundan Madam Arslangözyan, Resmi’nin her lakırdısını gülecek lakırdılardan bulamaz ise de o sessiz yaradılışlı ve bir dereceye kadar çatık surat olan Resmi, eğer bir de gülünecek şey söyleyecek olursa -çünkü hâl ve tavrı o gülünçlüğe tamamıyla bir ciddiyet rengi verdiğinden- artık madamın kahkahaları bitmek bilmezdi. Bu ender gülünçlüklerden birisine bir örnek verelim:

Bir gece, Hamparson Ağa’nın verdiği bir soupe’de mevsimin kış olması nedeniyle cevizli bir bal kabağı yenilirdi. Güya o toplulukta bulunanların hiçbirisi bal kabağının ne olduğunu bilmezler imiş de ilk defa olarak görüyorlarmış gibi herkes bu kırmızı şeyin ismine bal kabağı denildiğini ve alaturka leziz bir yiyecek olduğunu yekdiğerine tavsiye etmeye başladılar. Hepsi İstanbul bekârları ahalisinden olan bu kişilerin şu uyduruk alafranga lakırdılarına Resmi biraz tutuldu. Fakat hiç ses çıkarmadı.

Kabağı yemeye başladıklarında herkes lezzetini falanını övmeye başlamıştı. Resmi her lokmada büyücek bir ceviz kabuğunu dişi ile öğütmeye mecbur olduğu sırada orada bulunanların bazılarından, “Şekeri pek yolunda ise de pekmez ile yapılsa daha iyi olur.” ve bazılarının da “Ceviz aslında pek güzel yaraşmış ise de fındık veyahut badem ile yapılsa daha başkaca olurdu.” tarzında düşünceler işitirdi. Madam Arslangözyan, “Siz ne dersiniz Resmi Efendi? Kabağımızı beğendiniz mi?” deyince Resmi, “Evet Madam! Her şeyi ne çok fazla ne çok eksik, tam yerindedir! Şu kadar var ki ceviz kabuğu konulacağına kaplumbağa kabuğu konulsa idi daha yaraşırdı zannındayım!”deyince sofrada bir kahkahadır koptu. Çünkü o zamana kadar dişlerinin altında birkaç parça ceviz kabuğunun ‘garç’ diye kırıldığını acıyla hissetmemiş âdeta hiçbir kimse yoktu. Kahkahalarından dolayı konuşabilmeye güç yettiremeyen Madam Hamparson, “Resmi Efendi! Kabağın içinde kabuk bulunması genel tarifine giren malzemelerden midir?” deyince Resmi, “Evet Madam! Eğer öyle olmasaydı koyarlar mı idi?” cevabını ciddi bir tavırla vermiş olduğundan, madamın kahkahalarına hakikaten son gelmedi.

O gece aklına geldikçe bu söze güldüğü gibi ondan sonra Madam Arslangözyan, Resmi’nin bu sözünü her şey için kullanır oldu. Yemek sırasında mesela pilav içinden bir taş çıkacak olsa, “Ne güzel bir pilav olmuş! Yağı falanı pek yerinde olmuş! Yağı falanı pek yerinde olduğu gibi taşı da yolunda! Fakat taşları biraz daha bolca olsa idi, galiba daha çok yaraşacak!” derdi.

Resmi’nin, Zekâyi Bey’i Arslangözyanlara tanıştırması âdeta tesadüfi bir şey olarak gerçekleşti. Bir pazar günü Resmi, Taksim’deki belediye bahçesindeki Zekâyi ile gezinirken Madam ve Mösyö Arslangözyan’ı ta aşağıda denize doğru güzel manzarası olan ve bahçenin sağ tarafına düşen köşecikte oturmuş görünce, “Dostlara bir bonjur demeli!” diye o tarafa yönelince Zekâyi, “Dostlarına beni de tanıtacaksın ya?” demiş ve Resmi, “Tabii!” cevabıyla Zekâyi’yi beraber götürüp tanıtmıştır. Bu genç adamın İstanbul’da birinci derecedeki zenginlerinden Uzleti Efendizade olduğu ve şöyle zengin, böyle saygın bulunduğu anlaşılınca Arslangözyanlar kendilerine bu kadar saygın bir dost daha kazandırmış olduğundan dolayı Resmi’ye özellikle teşekkürlerini sundular.

Zekâyi’nin zekâ ve konuşma becerisi bunlara o kadar parlak göründü ki yarım saat kadar konuşma üzerine Resmi, veda ederek ayrılmaya davranınca karı koca ikisi de protesto ederek biraz daha görüşmelerini rica ettiler. O akşam Zekâyi Bey’i de alıp yemeğe getirmesini Resmi’den rica etmeye kadar vardılar ise de Zekâyi Bey’in ancak gündüzleri çıkmaya izinli olduğundan ve saat on iki veyahut bir de ister istemez babası olan muhterem ihtiyarın yanında hazır bulunmaya mecbur olduğundan söz ederek affını rica edince, o hâlde bir saat kadar onların yanında vakit geçirmekle, bir tatlı ile ödeşmeye mecbur edildi.

İki arkadaştan birisinin bu derecelerde çok ilgi çekmesi hâlinde diğerinin bundan içerlemesi çoğunlukla görülür durumlardandır. Hele Madam Arslangözyan gibi kadın huzurunda olursa o içerlemenin kıskançlık derecelerine bile varması mecburdur. Eğer Resmi’nin, Madam Hamparson hakkındaki hisleri, her genç adamın her güzel, hem de haddinden fazla güzel olan kadın hakkında ki hisleri gibi olsaydı, ihtimal ki bu içerleme, bu kıskançlık Resmi’de de var olurdu. Ancak Resmi, Madam Hamparson’un güzelliğinden, çekiciliğinden ve pırıltısından çok fazla tat almakla beraber, kadının ne tavırda bir kadın olduğunu da tamamıyla anlamış olmasıyla, almış olduğu bu tadı hiçbir zaman ne Madam Hamparson ve ne de kendisi için sıkıntıya neden olacak derecelere vardırırdı. Dolayısıyla Zekâyi’nin iyi bir şekilde karşılanmış olması Resmi’ye asla kıskançlık nedeni olmayıp tersine şu alafranga adamlar içinde bir terbiyeli Türk’ün daha girmiş olmasından dolayı memnun bile oldu.

Şurada olsun bildirelim ki Resmi öyle namusa cisim ve şahıs olmak üzere tanıtılacak adamlardan da değildir. Tersine zevk ve eğlence dünyasında başvurmadık köşeler de bırakmamıştır. Ancak kadınların bir diğerine asla kıyas kabul edemeyen bir takım sınıfı olduğunu da genellikle işte zevk ve eğlence âlemlerinde bu şekilde koşmuş deneyim sahipleri anlarlar. Resmi de o deneyim sahiplerinin hakikaten ileri gelenlerindendir.

Zekâyi ise o günkü görüşmeden Resmi’de olan his gibi bir his ile geri dönmedi. Kendi kendisine dedi ki “Vay hınzır Resmi vay! Nerelere de çatmış! Bu oğlanın tanımadığı hiçbir kimse yok. Madam Arslangözyan, gerçekten, görüşülmesi cana safa verecek bir şey! Tahminde hata yoksa Resmi artık bana bundan güzel, bundan latif hiçbir kadının arkadaşlık şerefini kazandıramaz.” İşte bu sözün içerdiği ince anlamdan da anlaşılabilecek olan his ve heves büyüyerek Zekâyi Bey evine vardığı zaman o kadar artmıştır ki o gece uykusu bile biraz rahatsız geçmiştir. Şu durumda Zekâyi ile Resmi arasında bir karşılaştırma yapılması gerekirse deriz ki Resmi’nin en büyük şaşkınlığı elinden çekici düşürdüğü ilk görüşmesinde olup ondan sonra Madam Arslangözyan ile görüşmesi çoğalıp arttıkça o şaşkınlık yumuşaya yumuşaya gayet eğlenceli ve lezzetli bir ahbaplık şeklini almış ve Zekâyi’nin en küçük şaşkınlığı ise Taksim Bahçesi’ndeki ilk görüşmede ortaya çıkmış olan derece olup ondan sonra Madam Hamparson ile görüşmeleri çoğalıp arttıkça derecesi arta arta, hemen kadının hayaline sarılıvermek seviyelerini bulmuştur.

Bununla beraber biz Zekâyi’ye yirmi beş yaşına kadar evinden dışarı çıkmamış dedikse bütün bütün hoppa ve ahmak da demedik. Zekâyi şu yolda bir ilgi üzerine madamın kocasına tam bir emniyet ve güven vermek lüzumunu anlamaya muktedirdi. Kadın hakkında da pek kötü davranmadı. O zamana kadar kendisi için ayıplanmayı gerektirecek yerlerin hiçbirisinde görülmemiş ve kibarlığı ise hakikaten Resmi’nin haber verdiği dereceden belki de daha yüksek görülmüş olduğundan, Hamparson Ağa şöyle bir kibarzadenin dostluğunu bir şeref nedeni bildiği gibi madam da Zekâyi’nin bin arzu şiddetiyle kendisine günden güne arttığı alakasından fazlasıyla hoşlanmaya başlamıştır.

Şu başlangıç üzerine eğer Zekâyi Bey sonunda elde etmek istediği şeyi ele geçirmekte pek aceleci olmasaydı belki daha hayırlı sonuçlara varabilirdi. Ancak Zekâyi, her kadını ya konağındaki cariyeler gibi aldığı emirlere birkaç itiraz ve biraz da nazdan sonra boyun eğmeye mecbur eder veyahut dışarıda tanıdığı birtakım elde edilmesi ticarete bakan kadınlar gibi müşteriye göstereceği zorlukları, sırf malının değerini çoğaltmak için gösterir inancındaydı. İşte bu hatası, o arzulanan neticeyi güç hâllere sürükleyecek hatalardandı.

Böylece Zekâyi Bey haklı olarak kendi kendisine dedi ki; “Böyle güzeller padişahı olan bir kadının Hamparson Ağa gibi maymun suratlı ihtiyar ve eşek bir heriften memnun kalması mümkün değildir. Gençliğinde aldığı türlü türlü hastalıklardan dolayı dişleri dökülmüş, burnu bile asıl şeklinde kalamamıştır…” Bu düşünceden ötürü Zekâyi pek kibirli bir tavırla bir de şöyle düşündü ki; “Bu kadının gönlünü ele geçirmek olsa olsa bana nasip olabilir. Nem eksik? Gençliğim var, güzelliğim var. Zekâ ve zarafetim yerinde! Hele zenginliğine gelince ben de Hamparson’dan aşağı kalmam.”

Dedik ya işte! Zekâyi kadınlar sınıfını bir diğerinden güzelce ayırt edip seçemediği için bu kibirli sözü söyledi. Aslında gençlik, güzellik, zekâ ve zarafet ve hele zenginlik, Zekâyi gibi arzularda bulunanlar için birinci sermayelerdendir. Ancak bu sermayelerden yararlanabilmek için aşıkâne alış ve veriş limanlarınca genel bir tecrübe gerekir. O tecrübe ve bilgi olmazsa bu sermayeler insanı kâra değil, zararlara uğratır.

bannerbanner