Полная версия:
Karnaval
Sözde biraz daha devam için meydan olsa idi ihtimal ki birtakım katmerler daha kalkardı. Fakat o aralık Madam ve Mösyö Arslangözyan davetli oldukları yerden döndüğü için o gün söz, bu kadar kaldı.
Madam Hamparson, Resmi ile Küpeliyan’ı bir salonda yalnız oldukları hâlde görmüş olduğuna hiçbir önem vermedi. Büyük bir şenlik ve neşe içinde ateş başına koşup, “Resmi Efendi! Nasıl, kar helvası zevkiniz midir? O kadar kar yağıyor ki ağzınıza, burnunuza biraz pekmez sürseniz ister istemez rüzgâr size bir çok kar helvası yedirirdi!” diye şakalarla ısınmaya başladı.
Resmi’nin şu geçen konuşma üzerine zihnine o kadar perişanlık gelmişti ki madama söyleyecek hiçbir söz bulamadı. Hamparson Ağa da, “Vay, baba Resmi! Sizi burada bulduğumuza pek memnun olduk!” diye ateşe yaklaşıp karı koca o günkü kış şiddetini becerebildikleri kadar abartarak tarife başladılar.
Resmi içindeki sıkıntılardan bunlara ipucu vermemek için, “Evet Madam! Gerçekten kar pek hızlı yağıyor!” yahut “Evet Hamparson Ağa! Bu kış pek erken başladı!” gibi sözleri bile pek güçlükle bir araya getirerek zaten akşam da yaklaşmış bulunduğu için, “Şu şiddetli havada gündüz gözüyle kendimi İstanbul’a atayım!” diye bir müsaade yaratıp çıktı, İstanbul yolunu tuttu.
Yolda giderken Resmi ayaklarının nereye bastığını hemen hemen fark edemeyecek derecede dalgındı. Kendi kendisine düşünürdü ki:
“Acaba Madam Hamparson, Küpeliyan’a yalnız o kadarcık mı söz söylemiş? Acaba fazla bir şey söylememiş mi? Yalnız ‘Resmi fena çocuk değildir.’ demiş ise mutlaka anladığım gibidir. Yani beni bazı şaşkınlıklarımda hoş görmüştür. Yok daha başka sözler söylemiş de onlar da beni ayıplamaya yönelik iseler, doğrusu pek fazla mahçup olacağım!.. Yoksa hakikaten Madam Küpeliyan, isimler konusunda hata ediyor. Eğer bu cesareti ele aldıran Zekâyi ise bir diyeceğim kalmaz. Zaten Madam Hamparson’a pek fazla istekli görünüyordu. Hatta beni bile bayağı kıskanıyordu. Aslında beni kıskanmasını gerektirecek hiçbir tavrı görmemiş ise de sırf kendisi istekli olduğu, hem de pek fazla istekli olduğu için yüreğini bu kıskançlık duygularından alıkoyamıyordu.”
Resmi’nin kendi kendisine söylediği şu sözlerden anlaşılıyor ki her ne kadar Zekâyi’nin arzularından haberdar ise de beyin aşkını ilan ederek ret cevabı dahi almış bulunmasından haberdar değildir. Hatta devam eden düşüncelerinde kendi kendisine demişti ki:
“Sakın Madam Küpeliyan’ın bugünkü konuşmalarında amacı bizi bir soruşturup denemek olmasın! Sakın bu soruşturmayı da Madam Hamparson istemiş bulunmasın! Evet evet! Bu da akla yakındır. Zekâyi ile şayet mercimeği fırına vermiş iseler bu sırrın açığa çıkmış olup olmadığını benden anlamak isterler. Öyle ya! Ara yerde böyle bir mercimek fırını veyahut fırın mercimeği varsa onu herkesten önce mutlaka benim haber alacağımı bilirler. Benim ağzımı aradılar da eğer ben bu sırra vakıf olmuş isem diyeceğim ki ‘Adam siz ne diyorsunuz? Madam Hamparson’u benim sevebilmekliğim mümkün olur mu ki onun arslan gibi bir amantı40 var. Bizim gibi biçarelere o saadet nasip olur mu?’ Ben böyle bir söz söyledikten, yani sırlarına sahip olduğumu anlattıktan sonra elbette benden başkalarının da bu sırdan haberdar olacağını tahmin edeceklerdir. Öyle ise Zekâyi’ye dair söylediğim iki lakırdıyı da keşke söylememiş olsaydım. İhtimal ki o lakırdım üzerine de bu hükmü verirler. Zekâyi’nin işini bozmuş olurum!”
Gerçekten de Zekâyi, böyle bir başarının yollarını aradığı hâlde eğer Resmi o işi bozsa idi, üzülürdü. Ancak bu üzüntüsü Madam Hamparson hakkındaki kayıtsızlığından kaynaklanmazdı. Çünkü insan için Madam Hamparson gibi bir kadına karşı kayıtsız bulunmak mümkün ve düşünülebilir olamaz. Belki kendisi için ele geçirilmesi imkânsız olan bir şeye Zekâyi’nin kavuşmasından alıkoymak, o şeyi Zekâyi’den kıskanmak demek olup bu hasede ise hiçbir lüzum olmayacağı ve bir arkadaşını büyük bir nimetten boş yere mahrum etmiş sayılacağı için üzülmüş olurdu.
İşin gerçeğine gelince; Resmi, Madam Hamparson ile karşılıklı konuşmaktan ve sohbet etmekten o kadar lezzet alırdı ki alınan bu lezzetin büyüklüğünün hemen hemen bir arzulayış derecesinde olmasını Madam Hamparson’un bilmesinden ve fakat kendisini küçük düşürecek hiçbir taşkınlığın asla meydana gelmeyeceğinden de emin olması, dolayısıyla da Resmi’ye darılmak konusunda kendisini haklı göremediğini eğer bilseydi Resmi bunu pek büyük bir bahtiyarlık sayacaktı.
İşte bu yoldaki düşünceler Resmi’yi evine kadar takip eylediği gibi uyku âlemine bile bu düşünceler ile beraber gidip zavallı Resmi, bütün gece rüyasında Madam Küpeliyanlar, Madam Hamparsonlar, Zekâyi Beyler ile uğraştı. Kâh kendisini Madam Hamparson’a ilan-ı aşk ederken gördü kâh kadın aşkını reddediyor göründü kâh kabul şeklinde görünüp Resmi’yi sevinçten çıldırtmak derecelerine getirdi. Hele Zekâyi tarafından büyük büyük rekabetler görerek son derecelerde perişan oldu. Kısacası o gece kendisine pek şiddetli bir ağırlık basarak sabahlara kadar bundan kurtulamadı.
Demek oluyor ki Resmi, Madam Hamparson’a gerçekten alakadar ve âşık imiş de kendisi bihaber imiş.
Eğer imkânlar âleminde kendi aşkından habersiz bulunmak mümkün ise ona diyeceğimiz yok. Şu kadar ki yine Resmi’de görülen hâli çok kimselerde görmüşüzdür. İnsan bir kadını o kadar beğenir, ondan o kadar hoşlanır, yani o kadını o kadar sever ki bu hissiyatına bir “aşk” denilir ise isim ile isimlendirilen arasında tam bir uyum bulunur. Ama ya son derece utandığından veyahut kadının kendisine hiçbir türlü ümit veremeyecek bir konum ve seviyede bulunmasından dolayı bu aşkına kendi de vücut veremeyerek çakmağı itilip ateş aldığı hâlde bir zamana kadar patlamayan ve silahşörler arasında “Tüfek kaynıyor.” diye tabir olunan tüfekler gibi asla fark olunamayacak bir şekilde ateşli bulunur. Böyle bir tüfeğin patlaması için falya tarafından pek az hava alması lazım geldiği gibi bu aşık, bu haberin de ateş alması için canan tarafından gayet az bir ümit rüzgârının estirilmesi yeter.
Önemli Bir Söyleşi
Madam Küpeliyan ile edilen sohbetin üzerinden birkaç gün geçtiği ve Resmi’nin hemen hemen eli işe varmayarak aklı fikri Beyoğlu tarafında kaldığı hâlde, sanki Madam Hamparson kendisini görecek olursa, “Sen ne halt ettin! Madam Küpeliyan ile bana dair niçin söz ettin?” diye darılıp bir daha yüzüne bakmayacakmış gibi Beyoğlu’na gelmek için bir türlü cesaret bulamadı. Bu süre boyunca Zekâyi Bey ile birkaç defa görüştü ise de bu günlerde Zekâyi Bey’in başka meşguliyetleri mi vardı ne idi fakat Resmi’ce bilinir olmayan bu meşguliyetlerin asıl sebebinin Madam Hamparson tarafından aldığı red cevabıydı. Zekâyi, madam hakkında hiçbir söz söylemediği gibi Resmi de kendisine dair Zekayi Bey’e hiçbir söz söylememişti.
Nihayet Resmi, bir gün, ne olursa olsun göze alıp Beyoğlu’na gitti. Hem de doğruca Hamparson Ağa’nın evine vardı. Akşam saat on idi. Öyle geç gitmesi de bir hesaba dayalı olup Resmi kendi kendisine demişti ki “Eğer madamın tavrını fena görürsem akşamı bahane ederek kaçar gelirim. Yok, aksi hâlde bulur isem biraz da arsızlığı göze alarak yemeğe de kalırım. Ta ki uzunca bir söz açılmasına bahaneler arayarak Madam Küpeliyan ile konuşmalarımızdan Madam Hamparson’un haber alıp almamış olduğunu ve almış ise bu konuşmanın kendisine ne yolda tesir etmiş bulunduğunu güzelce anlarım.”
Meğer Resmi’nin bu korku ve ürkekliğine hiç yer yokmuş. Madam Hamparson kendisini o kadar neşeli bir hâlde kabul eyledi ki Resmi, oraya nasıl bir ürkeklikle gitmiş olduğunu unuttu. Şu kadar ki daha ilk sözleriyle Madam Hamparson, Resmi’nin Küpeliyan ile olan konuşmasından haberdar olduğunu anlatmakla beraber bundan memnuniyetini de üstü kapalı olarak söyledi. Zira dedi ki:
“O! Resmi Efendi! Siz artık bizleri aramaz sormaz oldunuz ya? Bu kadar da vefasızlığı sizden ümit etmezdik. Galiba burada Madam Küpeliyan’ı yalnız bulacağınızı iyice hesap etmeyince bir daha bize gelmemeye karar verdiniz, öyle mi? Ben de size ağır bir ceza hazırladım. İşte, bu akşam ister istemez sizi yemeğe alıkoyacağım!”
Bereket versin ki kadın bu sözü, kendi özel odasında, bir Madam Küpeliyan ve bir de hizmetkârı Mariyanko bulunduğu hâlde söylemişti. O hâlde söylemiş iken bile Madam Küpeliyan’ın yüzü bayağı pembeleşti. Eğer salonda ve kalabalık içinde bulunsa idi ihtimal orada da böyle serbestane bir söz ile biçare Madam Küpeliyan’ı mahçup ederdi. Aslında Küpeliyan’ı böyle bir mahcubiyete düşürmesinin bedelini ödemek, Madam Hamparson için güç değil ise de böyle bir şakanın olmasından olmaması elbette hayırlı düşerdi.
Resmi, kendisinden evvel Madam Küpeliyan’ı şu güç durumdan kurtarmak için ona dair olan sözü hiç anlamamış gibi davranarak dedi ki:
“Cezanız bu kadar şeref verici olduğu hâlde ya lütuf ve iltifatınız ne yolda olur?”
“Şimdi iltifat konusunda değiliz. Ceza konusundayız. Bu gece ta geç vakitlere kadar sizi burada hapsedeceğim.”
“Mahkûmiyet süremi memnuniyetle geçirerek hatta bütün bütün tükenmemesi için bile dua ederim.”
Şu birkaç sözün karşılıklı söylenmesinden sonra Resmi, Madam Hamparson’un süsçe tamamlayacağı bazı şeyler olduğunu Mariyanko’nun elinde gördüğü bazı araç gereçten anlamış olduğundan, “Ağa cenapları galiba salondadırlar. Gideyim, dostluğumu arz edeyim.” diye çıktı, salona geldi. Çoktan beri görüşülmediğine dair Hamparson Ağa’dan da tatlı bir serzenişe uğrayarak, “Madam sizi görürse mutlaka bu akşam yemeğe alıkoyacaktır. Geçen akşam öyle söylüyordu.” deyince Resmi, “Şimdi madam cenaplarını gördüm. O da böyle söyledi.” diye teşekkür etmekle, içinden en büyük teşekkürü ise gıyabında da kendisine dair sözler söylediğinden ve hatta yemeğe alıkonulması hakkında konuşulmasına kadar varıldığından dolayı etmiştir.
Yemek zamanına kadar Madam Hamparson, salona gelmedi. Yemeğin hazır olduğu haber verilip de Hamparson Ağa ile Resmi Efendi yemek salonuna gittikleri zaman Madam Hamparson ve Küpeliyan’dan başka diğer bir kadını da orada hazır ve bekler gördüler.
Yemek pek fazla neşeli geçti. Hatta bu akşam Madam Hamparson, kendi şarabının suyunu daha az koyduğu gibi bordo şişesini yarısından aşağıya indirerek gerek bunun ve gerek birbirini izleyen kahkahalarının tesirinden dolayı yüzünde peyda olan pembelikler, o güzel çehreye bin kat daha güzellikler ilave ettiğinden, Resmi o kadar mutlu olmuştu ki yerde midir yoksa gökte midir fark edemiyordu, denilse abartılmamış olur.
Birkaçı yemek sırasında ve birkaçı yemekten sonra gelen misafirler ile toplantı salonunda birleşildi. Bunlar arasında üç kadın olup erkeklerden ise dördü ekarte41 oyununa gayet meraklı adamlardan ve üçü Madam Hamparson’un bir şeker gülüşünü görmeyi cana minnet sayan gençlerden idiler.
Oyun meraklıları için uzun uzadıya sabır ve susmak mümkün olamadığından, Hamparson Ağa oyuncularını oyuna mahsus olan bir salona aldı, götürdü. Altı kadın ile dört erkek büyük salonda kalarak söyleşmeye başladılar. Böyle bir toplulukta söz ipinin her tarafa dönüp dolaşacağı malumdur. Ancak döne dolaşa geldi, bir önemli konu üzerinde karar kıldı.
O mesele ise zaten “Madame Angoie’nın Kızı” adlı bir operanın bütün dünyaca kavuşmuş olduğu rağbetten başlamış olan sözün getirip vardırmış olduğu Fransız aşıklıkları konusuydu.
Fransız tarihinin bu türlü rezaletleri üzerine açılan söz orada bulunmakta olan üç erkek misafir için olanca tarih bilgilerini ortaya koymaya bahane oldu. Her biri bir kişinin ifadesinden ve diğerlerinin doğrulama ve tamamlamasından oluşan bilgilerin özeti şu oldu ki:
Fransa’da sevişme pazarının en ilgi çekici olanları hemen büyük ihtilalden evvelce ve sonraca olan senelerde görülüp şimdiye kadar bazı tarafları iyileştirilip ve bazı tarafları tamamlana gelmemiş. Belki asırlar önce, yani şövalyeler zamanında aşıktaşlık usulünün ana kuralları terk olunmuş. Çünkü şövalyeler zamanında, her şövalyenin “dame” unvanıyla bir sevgilisi olup genellikle bu sevgililer en kibar kadınlardan seçilirmiş. Fakat fingirdeşmeleri pek halisane olup şövalye kendisini o kadının kulu kölesi addedermiş. Allah’tan sonra o kadına tapınarak savaşlarda onun aşkından, onun isminden yardım beklermiş. Hatta bu fingirdeşmeleri, o kadınların akrabası ve kocası dahi bilerek hâlisiyet ve saffetinden dolayı buna ilişmedikten başka tam tersine hanımının amantı olan şövalyenin kibarlığı ve zaferleri ile kendisi bile iftihar eylermiş. Gerek kadınlar gerek kocaları ve diğer dost ve yakınları fingirdeşmelere pek fazla önem vererek bir amantı olmayan kadını âdeta kibardan saymazlarmış. Bununla birlikte, şövalyelerin kadınlara gösterdikleri kulluklarına karşılık kadınlar da onlara pek büyük hürmet, uyum ve onların aşkına vefa ve sadakat gösterip eğer bir kadın kendi sadakatsizlik ve vefa vazifesine aykırı bir hâl ile hareket gösterecek olur da şövalye de aşk mahkemelerine şikâyetini beyan eylerse o kadın söz konusu mahkemelerde yargılanır ve birçok kadının önünde şövalyeden af istemek veyahut fukaraya yüklüce sadaka vermek gibi cezalar ile cezalandırılırmış. Anılan aşk mahkemelerinin üyeleri en kibar kadınlardan olup kadınların gerek mevki ve gerek haysiyet yönleriyle başı olan bir büyük madam reis seçilirmiş. Şövalye kendi damının aşkına cenk eylediği gibi onun namını ve namusunu savunmaya da hazır olup bu yolda gereğine göre düellolar eder ve canını fedaya kadar vardığı da olurmuş. Sonraları gitgide bu âdet bozulmuş. Çünkü bir kadın ile bir erkek arasında o kadar safiyane fingirdeşme insanın doğasının kaldırabileceğinin üstünde olduğundan, bu fingirdeşmeler sonradan doğasının gereğini de gösterirmiş. Seneler geçtikçe bu durum da bir çeşit izin ruhsatı şeklini alarak hele büyük ihtilalden sonra artık dinin gereklerine bile uymak kalmadığından, iffet konusunda özensizlik de yol almış. Ancak eski hâlden bazı şeyler kalmış olup şu kadar ki onların da rengi ve şekli değişmiş. Mesela önceleri bir kadının bir şövalyeye dame olması için kibarlık lazım gelip şövalyesi olmayan kadın kibardan bile sayılmadığı hâlde, sonraları bir kadının bir amanta, yani bir sevdalıya “metres”, yani sahibe ve malike olması için o kadının güzel ve işvebaz olması lazım gelip, bir amantı olmayan kadın sevimli ve güzel sayılmamaya başlamış. Gerçekten bir kimse, amantın metresine hakaret edecek olursa, iş yine düelloya kadar varır ise de bu gayret sonraları sadece bir kıskançlık davranışından ibaret olmak şeklini almış. Yani bir zampara kendi metresini bir başkası baştan çıkardığı için kıskanarak, işte bundan dolayı düello eder olmuş. Ne var ki eski aşk mahkemeleri hiç kalmamış. Çünkü bir metres, kendi amantına hıyanete bir kahpelik, bir değil birçok kahpelik edip de birisi veya birkaçı meydana çıktığı zaman amant için gidecek üç yol görünmeye başlamış ki bunun birisi, eğer metresini gerçekten kıskançlıkla seviyorsa ya ona veyahut kendisine kıymak ve ikincisi, centilmence yani kıskanmayarak onunla sadece yaşıyor ise hıyanetin gerçekleşmesi üzerine onu def edivermek ve üçüncüsü, kıskanmadığı hâlde muhabbet dahi ediyorsa başkalarıyla görüşmesine ses çıkarmaksızın yine zevkinde devam eylemek şekillerinden ibaret kalmış.
Konunun en son kısmı, yani insanın bir kadını sevdiği hâlde kıskanması veyahut kıskanmaması meselesi bazı taraflardan alkışlanması, bazı taraflardan da kötü karşılanması, sohbetin hem biraz rengini değiştirmiş ve hem de şiddetini arttırmıştır.
Erkeklerden birisi, eşinin fingirdeşmelerinden haberdar olduğu hâlde kıskanmayan kocanın, şövalyeler zamanındaki halisane fingirdeşmeler göz önüne alındığında belki hoş görülebilir ise de sonraları bu fingirdeşmelerin âdeta tam anlamıyla oynaşma hâlini aldığı zamanlarda, böyle bir kocanın hoş görülemeyeceğini ortaya atınca -çünkü bu söyleşide bulunanların cümlesi bekâr adamlar olup kadınlara yaranmak gayretinde bulunduklarından- bunlar bu yoruma şiddetle itiraz etmişler ve alafranga kıskançlığın pek büyük terbiyesizlik sayıldığına ve bunun da pek yerinde olduğuna karar vermişlerdir.
Hatta bunlardan birisi şöyle bir de fıkra anlattı:
“Paris’te centilmenler kulübüne bir centilmen devam eylermiş ki ne önceden ve ne de gecikmeksizin akşam belirli bir saatte kulübe gelir ve her akşam hep bir koltukta oturup yalnız bir çeşit gazetenin, “high life”, yani kibarın av, avlanma ve at yarışı gibi en büyük eğlenceleri konusu ile ‘chronique theatrale’, yani tiyatrolara dair haberleri okuduktan sonra hep öteden beri kumar oynadığı adamlar ile kumarını oynar ve yine belirli olan saatte kalkıp alışkın olduğu bazı meşhur kadınların salonlarını dolaşarak evine gider ve ertesi akşama kadar uykucağızını uyurmuş. Seneler boyunca bu adam şu yolda davranışına asla halel getirmediği hâlde, nasılsa bir akşam âdeti olan saatten üç dört saat sonra gelip kumar arkadaşları da kendisini epeyce beklemiş olduklarından, nasıl olup da bu akşam geç kaldığını sormuşlar. Centilmen cenapları cevaben demiş ki: Artık çektiğim sıkıntıları sormayınız! Bizim madam sevgilisi ile kavga etmiş. Ama suç kendisinde. Çünkü sevgilisi olan budala, bizimkini gerçekten severmiş de madam da ona hıyanet eylediği için küsmüş! Tuhaf değil mi? Ne ise! Aralarını bulup barıştırıncaya kadar başıma ne hâller geldi! İşte onun için geciktim!”
Şu fıkra üzerine bu centilmen hakkında bravolar, el çırpmalar yekdiğerini takip ederek, “Gördünüz mü? Gördünüz mü? Herif tam centilmenmiş!” sözü ağızdan ağza dolaştı.
Resmi, bahislere asla karışmaksızın dinlerdi. Madam Hamparson onun da fikrini sordu. Dedi ki:
“Ey, siz bu hâllere ne dersiniz Resmi Efendi?”
“Ben hiçbir şey demediğim gibi demek de istemem madam!”
“Ama öyle olmaz. Gerek onaylama, gerek kınama vadisinde olsun elbette bir söz de siz söylemelisiniz. Ne ile eğlenip vakit geçireceğiz ya?”
“Ne söyleyeyim ki madam? Şayet söyleyecek olsam madamların mösyölerin itirazlarına sebep olacak şeyler söylerim diye korkuyorum.”
“Daha iyi işte! Onlar itiraz ederler, siz cevap verirsiniz; bahsimiz konumuz da böyle renk bulur, eğleniriz.”
“Ben söyleyecek olursam, sözüme edilecek itirazlara cevap veremem. Herkesi kendi fikir ve yorumlarında serbest görmek isterim. Bu sebep nedeniyledir ki konu edilen şeyler hakkında asla fikir ortaya koymadım. Dostlarımızın fikir serbestisine riayet ettim. Onlar bana itiraz edecek olurlarsa yine cevap vermem ki benim fikir serbestime müsaade etmeyenler onlar olsunlar diye. Ben ise…”
Bir efendi:
“Bahse avukatça giriştiler! Öyle bir giriş ile itiraz yollarını bununla daha şimdiden kapıyorlar.”
Bir kadın:
“Buyurunuz bakalım, sizin de değerlendirmenizi görelim.”
Resmi:
“Bendeniz bu konuyu ait oldukları taraflara göre birkaç kısma bölüştürmek isterim. Kıskanmak kimin için ayıptır, kimin için değildir; o bölüştürme üzerine meydana çıkar.”
Madam Hamparson:
“Demek oluyor ki bazı kimseler için kıskanmayı kınıyorsunuz.”
Resmi:
“Müsaade buyurunuz da madam, fikrimi temelleriyle ortaya koyayım. ‘Eğer medeniyette ilerleme insanın doğasını bozuyorsa âlemde her şey mümkündür.’ diye hiçbir tartışmaya girişmemeli. Her tartışma konusu için sağlam bir temel lazım ise bu kıskanmak, kıskanmamak konusunda da insanın doğasını temel olarak kabul etmeli. Onu takiben, bir de edep ve terbiyeden ileri gelen sorumluluk meydana çıkar. Şimdi öncelikle göz önüne alınmalıdır ki insan âdeta bir hayvandır. Hayvanlar arasında gönül işleri konusunda eşini kıskanmayan âdeta hiçbir hayvan tanımıyorum. Horozlar, tavuklar gibi bazı hayvanlarda hanımın çokluğunu gördüğüm hâlde kıskanmak vardır. Köpekler ve kediler gibi bazı hayvanlarda da birden fazla evliliğin olduğunu gördüğüm hâlde yine kıskanmak vardır. İnsanın karakterinde de kıskançlığın var olduğu, Avrupa’dan başka bütün dünyanın, milletlerin durumuna bakılırsa anlaşılır ve kesinleşir. Hatta Avrupalılarda da haset pek çok görülür. Kıskançlık uğrunda ya kendine ya rakibine veyahut sevdiğine kıyanlar bulunuyor. Demek oluyor ki kıskanmak temelde, yani insanın doğasında vardır. Fakat kıskanç görünmeyen adam edep ve terbiyeden kaynaklanan bir sorumluluğa riayetle, sırf irade zoruyla kıskançlığın etkilerini defederek muvaffak olur.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Şirketi Hayriyye: Şehir hatları vapur işletmesi
2
Şetaret: Şenlik, neşe.
3
Şatır: Neşeli.
4
Pespayegân: Rütbece alt seviyede olanlar, ayak takımı.
5
Kalafat: Vaktiyle Yeniçeri Ağalarının giydiği kırmızı, büyük başlık.
6
Zühre: Afrodit
7
Konsolide: Devlet tahvili.
8
Frenk: O dönemde Avrupalılara verilen isim.
9
Kahve zarfı: Kahve fincanı altlığı.
10
Cam cahil, hamhalat: Cahil ve görgüsüz.
11
Kalemtıraşçı: O dönemde kalemler kamıştan elde yapılırdı. Kalem yapım tekniği özellikle hat sanatında çok önemliydi ve çok ince bir sanatkârlık gerektirirdi. Uygulanacak yazım tekniğine, neyin üzerine yazı yazılacak olduğuna ve hatta ne yazılacağına bağlı olarak kalemin cinsinin, ebatlarının, uç kalınlığının ve biçiminin ayarlanması bu sanata vakıf olanlarca yapılır ve bu kişilere kalemtıraşçı denirdi.
12
Hakkâk: Oymacı.
13
Nakkaş: Mesleği duvar süsleme sanatını icra etmek olan kişi.
14
Hezarfen: Birden çok sanatı çok iyi bir şekilde yapabilen üstün kişi; bilgin.
15
Dacik: Müslümanların gâvur tabirine eş gelen Ermenice bir sözcük.
16
Rütbeten: Rütbesinden, mevkiinden dolayı.
17
Galebe: Üstün gelme.
18
Soeurs de Charite: İstanbul Bebek’te, Osmanlı döneminde kurulmuş ve Cumhuriyet Dönemi’nde de varlığını sürdürmüş olan ancak yakın tarihte kapanmak zorunda kalan Fransız kızlar yetimhanesi.
19
Souppe: Gece geç vakitlerde verilen yemek.
20
Ball: Balo.
21
Fistan: Elbise.
22
Kürk.
23
Aks-i kaziye: Doğru farz edilen bir hükmün, konusu ile yükleminin ters çevrilmesiyle mecburi bir sonucun elde edilmesidir.
24
Vadi: Burada saha, yol, yön anlamında.
25
Elverir: Yeterli, kâfi, yeter.
26
Suistimal erbabı: Burada, sağlık ve sıhhatlerini hor kullanarak vücudunu gereğinden fazla yıpratacak davranışlarda bulunanlar anlamında.
27
Konserve: Burada koruyucu anlamında.
28
Economie Animal: Hayvan bilim.
29
Acuze: Kocakarı.
30
Her şey zıddıyla temeyyüz eder: Her şeyin üstün ve iyi tarafı, ona zıt olan değerlerle kıyaslandığında ortaya çıkar.
31
Mukbil: Mübarek, mutlu, mesut, bahtiyar.
32
Menfur: Kendisinden nefret edilen, sevilmeyen. İğrenç.
33
Müdebbir: Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören.
34
Çarnaçar: İster istemez, mecburen.
35
Sıklet: Manevi sıkıntı; ağırlık.
36
Aşüfte meşrep: Zevk ve şehvet düşkünü, ahlaksız kadın.
37
İstibat: İhtimal vermeyiş, uzak görme.
38
Gayret-i tıflane: Çocuklara yakışacak gayret; çocukça çabalama.
39
Garabet: Garip durum, gariplik.
40
Amantı: Dost.
41
Ekarte: Oyun kağıdı, iskambil.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов