Читать книгу Karnaval (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Karnaval
Karnaval
Оценить:
Karnaval

5

Полная версия:

Karnaval

Bilemeyiz ki balolar hakkında şu yolda bilgiler verişimiz bazı kocaları ne derecelere kadar memnun edecektir? Çünkü gece sabahlara kadar kendini bekleyen karısına, sabahleyin yorgun argın, uykusuz, neşesiz, mahmur olduğu hâlde evine geldiği zaman, balo hakkında ne yolda bilgi verir? Eğer verdiği bilgiler kendini temize çıkarmak için söylenmiş bir şey olup da bizim burada verdiğimiz ayrıntılar da biçare koca efendiyi yalancı çıkarıyor ise artık gelecek kış baloları hatırından çıkarsın. Çünkü karısı için kocasını bu eğlence yerlerine gönderebilmek biraz güç olur… Frengistan için düşünülecek olsa, asıl karısını göndermek, koca için güç olması lazım gelir ise de Frengistan’ın gelişmiş medeniyeti sayesinde her güçlüğün kolaylıkları dahi bulunmuştur.

Balo denilen yerlerde eğlence, yalnız dansla da bitmez. Her kim, ne şekilde ister ise eğlenir. Kumar oynamak, baloların dans kadar ve belki daha önemli bir eğlencesidir. Kibar balolarında özel kumar salonları olup gayet donatılı masalar üzerinde yaldızlı maldızlı oyun kâğıtları bulunur. Her kimin merakı hangi oyun ise onun ustalarından üç veya dört, kısacası oyunun gerektirdiği kadar adam toplanıp oynarlar. Kadınlar için dahi oyun yasak değildir. Özellikle de her işin içine şeytan karıştığı gibi kumarın içine de kadın karıştığı zaman, insanı yendirmek muhakkaktır. Umumi balolarda ise oynanması kolay bir oyun olmak üzere rulet, yani fırıldak oyunları oynanır ki birtakım numaralı karelere bölünmüş olan muşamba üzerine bir mecidiye veya bir lira atarsınız. Fırıldak sizin koyduğunuz numaraya tesadüf edecek olursa, koyduğunuz paranın ya altı ya on iki veyahut yirmi dört mislini alacağınızı hesap edersiniz. Fakat sizin numaraya isabet nadir olacağından bir fakirin sanatına göre beş veya on gün çalışıp ve bir polis memurunun bir ay hizmet edip kazanabileceği bir lirayı, hemen iki saniyede kaybedersiniz. Kaybedilen şeyler yalnız birer lira olsa cana minnet!..

Balolarda içki de olması gerekenlerdendir.Kibar balolarında, resmî yerlerde içkiyi ev sahibi takdim ederse de umumi balolarda gayet mükellef büfeler vardır ki ismi işitilmedik içkilerden birkaç yüz çeşit bulunur. Bunların en ucuzları da vardır, en pahalıları da. Şöyle ki bir dülgerin beş on günlük gündeliğini siz orada bir şişe içkiye verebilirsiniz.

Hele baloların en parlak eğlencesi, bakışmalar ve aşıkâne gözetlemelerdir. İnsan heves ettiği bir kadının arkasına takılmak ve istediği sözü söyleyebilmek için balolarda bulduğu müsaadeyi kilisede bile bulamaz. Buna şaşırmayınız. Çünkü kiliselerde aşıkâne konuşmalar için bulunan fırsatlar, olur olmaz yerlerde bulunamazlar.

Karnaval ve balolar hakkında genel olarak şu kadar bir fikir verme, olan biteni göz önüne getirmek için yeterli görülsün. Ancak bir de karnaval ve baloları bizim memleketimizle karşılaştırmak ihtiyacı kalır.

Adam sen de! Hiç Venedik ve Paris karnavalları ve oraların baloları ile bizim İstanbul karnavalı kıyas ve karşılaştırma mı kabul eder?

Hayır! Öyle de demeyiniz! Avrupa’da karnavalları en parlak olan memleketlerin bize üstünlüğü, olsa olsa ancak kıyafetçe, maskaralıkça olabilir. Yoksa diğer bazı yönlerden bizim karnavallar, balolar dahi pek aşağı kalmazlar. Düşünmelidir ki Venedik ve diğer Avrupa beldelerinde bazı yöre halkını yalnız kıyafetçe taklit ediyorlar. Hâlbuki İstanbul, o yöre halklarının genel bir toplantı yeridir. Burada söz konusu halk, baloya katılanların içinde de mevcuttur.

Elbise ve kıyafet yönüyle zaten şehrimiz daimi bir karnaval hâlinde bulunup aslında maskaralık ve rezalet derecesinde Venedik’e, Paris’e çıkışamaz isek de olaylar ve garip tesadüfler hususunda onlardan aşağıda kalmayız. Belki fersah fersah geçeriz.

Karnaval, her memleket için bir gizem mevsimidir. Çünkü her sınıf, her zaman yapamadığı eğlenceleri karnavalda yapmak isteyip var olan yasaklardan çekinerek kendisini maskeler ve peçeler altında gizler. Demek oluyor ki bir baloda, topluca maskeler çıkarılacak olsa, kimler, neler meydana çıkar ki romancılar kırk yıl yazmış olsalar bu sermayeyi tüketemezler.

Şu kadar ki karnaval içindeki olaylar, hemen yine o mevsim içinde şekillenerek, yine o mevsim içinde neticesini göstermekle kalmaz. Böyleleri de olursa, zaten beş altı haftadan ibaret bulunan bir süre içinde başlangıcı bitimine pek yakın olan olaylardan ol kadar şairane meseleler ümit olunamaz. Diyelim karnaval, büyük bir yeme içme toplantısıdır. Bu toplantının yiyip içicilerinin yaşayacakları şeylerin başlangıcı önceden kendini gösterdiği gibi baş ağrısı dahi sonradan ortaya çıkar.

Karnavalların olayları dahi böyledir. Yani söz konusu olayların başlangıcı karnavaldan önce ortaya çıkıp en büyük olaylar karnaval içinde olagelir. Sonuçları ve etkileri de karnavaldan sonraca görülür.

Dolayısıyla biz de karnaval başlığıyla yazmaya başladığımız şu hikâyeyi üç kitaba paylaştırmayı gerekli gördük.

Ahmet Mithat Efendi

Karnavaldan Önce

Zekâyi ile Resmi

İstanbul’da, Şehzadebaşı’nda kibardan Uzleti Efendi’yi belki tanımazsınız. Kendisini tanıyanlar arasında pek ünlü bir adamsa da bu şöhreti herkes tarafından bilinen, genele yayılmış bir şöhret değildir. Kendisi altmışına el atmış, vücutça zayıf, sağlıkça sorunlu bir adam olduğundan hemen hemen konağından dışarı hiç çıkmaz. Meğer hava yaz ola. Ne pek sıcak ne pek soğuk ola. Ne yakınlarda yağmur yağarak yerler yaş ve rutubetli ne de pek çoktan beri kuraklık hüküm sürerek ortalık toz ve toprak ola. Kısacası tıpçıların koydukları şartlar mükemmelen yerini bula ki Uzleti Efendi, arabasına binerek ve pencerelerini sımsıkı kapayarak Eyüp’e ya da Davut Paşa’ya doğru bir seyahate çıka!

Konağı içinde gayet mükemmel bir bahçesi olduğu hâlde bahçeye çıkmak için bile mevcut olan tıbbi durumu ayda yılda bir kere bahçeye çıkmasına engel olur.

Ama böyle bir hastalıklı vücudun sağlığını korumak için de bu kadar önleme cidden ihtiyaç vardır.

Söylenceye göre Uzleti Efendi, pek zengin bir adammış. Hâline, çalımına bakılsa o kadar zengin olduğuna hükmedilemez ise de kendisini tanıyanlar çok zengin olduğunu söylerler. Gerçekten de emlak ve mülkünün geliri ayda yüz yirmi, yüz otuz liraya varır. Ancak bir o kadar gelirin de konsolideye7 çevirdiği nakitinden geldiğini söylerler. Bu konuda bir rivayet daha vardır. Derler ki konsolideden önce Uzleti, mevcut nakiti için büyük bir ıstırapta imiş. Faize verse bunu tefecilik sayarmış. Dolayısıyla konsolide icat olunduğu zaman, “İşte bundan iyi hiçbir şey olamaz. Paran var mı, konsolide alırsın. Ne kaydı vardır ne kuydu! Kimsenin haberi bile olmaz. Taksit zamanı gelince kuponcağızını kesip bir sarraftan paracıkları alırsın. Sarraf seni, sen sarrafı tanımazsın bile!” demiş.

Bununla beraber, “O da Frenk8 icadıdır. İhtimal ki bir hilesi olur.” diye nakdinin tümünü konsolideye çevirmeyip yalnız bir miktarını çevirmiş. Küsurunu ise mahzeninde saklamış.

Uzleti Efendi’nin tedbirli oluşuna herkes inanır. Çünkü doğası gereği gayet eli sıkı olup buna bir de ihtiyarlık eklenmiştir. Evinde altına, gümüşe benzer hemen hemen bir nokta bile görünmeyip kahve zarfları9 bile tombaktırlar. Fakat gümüş ve altından başka birtakım mücevherli eşyasının da kasalarda, mahzenlerde saklı olduğunu herkes bilir.

Böyle hâl ve şanı gizli bir sır gibi olanların gerçekte tahmin edildiği kadar zengin çıkmadıkları bilinirse de mademki herkes Uzleti Efendi için “Karun kadar zengin.” diyor, bu rivayetin herkesçe bilinen şeklini iletmek ve bizim de öyle söylememiz mecburidir.

Zekâyi Bey diye akranlarının arasında seçkin olan bir genci belki tanırsınız. Tanımayanlara bir haber verelim: Yaş yirmi yedi, yirmi sekiz. Yakışıklılığı en üst seviyede. İsminin anlamına uygun olarak zekâya cisim! Baba evinde gördüğü eğitim ve terbiye ise gerçekten birçok kibarzadelere kıyas bile kabul etmez.

İşte bu kişi, Uzleti Efendi’nin dünya yüzünde bir tanecik ömür meyvesi olup terbiye ve eğitimine o kadar özenmiştir ki yirmi beş yaşına kadar çocuğu hemen hemen kapıdan dışarıya çıkarmamıştır. Aslında ifademizin bu derecesi de abartıdır. Evet! Kapıdan dışarı çıkarmıştır. Hatta seyir yerlerine bile göndermiştir. Çifte lala eşliğinde olduğu ve arabasına binmiş olarak Zekâyi Bey istediği yerlere gider, gezerdi. Amacımız, diğer gençlerle görüşmeksizin ve onların terbiyelerini bozan birtakım kötü mekânları tanımaksızın büyüdüğünü anlatmak olduğu için “Kapıdan dışarıya çıkarmamıştır.” dedik.

Zekâyi Bey diğer gençlerle neden görüşsün? Kötü ahlak örnekleri alsın diye mi? Daha sonra babasından kalacak hazineleri batırmak için mi? Buna Uzleti Efendi rıza gösteremez. İşte ciğerparesinin ahlakının bu şekilde bozulmasından korumak için hoca ve öğretmenlerini kendi evine getirterek çocuğunu terbiye etmesi ve eğitmesi, Zekâyi Bey için okul ihtiyacını bile ortadan kaldırmıştır.

Böyle diğer sınıf insanlardan ayrı tutulmuş olarak yaşayıp büyümüş olan Zekâyi Bey, yaradılışınca da kibirli doğmuş olduğundan, aldığı terbiyenin bu yönüyle verdiği en basit ilişkisiyle o kadar kibirli bir şey çıkmıştı ki hemen hemen akran ve benzerlerinden bir kimseye bile selam vermezdi. Yirmi beş yaşından sonra babasından biraz izin almaya başladığı zaman, görüşmeye ve düşüp kalkmaya başladığı adam, yalnız, Resmi Efendi idi.

Bu Resmi Efendi’yi mutlaka tanımanız lazım gelir. Çünkü “Baba Resmi” deyince onu tanımadık hemen hiçbir kimse düşünemeyiz. Kendisi oldukça adam evladı bir kişidir. Fakat babası vefat ettiği zaman bir büyük erkek kardeşi, olanca baba servetini yemek içmekle yiyip tüketmiş ve en sonunda rakının etkisiyle aklına zarar gelip çıldırmış, helak olup gitmiştir. Bu durum Resmi’nin ihtiyar annesiyle kendisini feci bir yoksulluk içinde bırakmıştı. O zaman Resmi ancak on iki, on üç yaşında olup zavallı annesi, kendi üzerinde olması nedeniyle sefih oğlundan kurtarabildiği büyücek bir evi, elli bin kuruşa satmış ve bu parayı elli çıkına bölerek, “Ayda bir çıkın, dört sene bizi idare eder. O zamana kadar da elbette oğlum Resmi meydana çıkar! Resmi’den ümidim büyüktür.” demişti.

Annesinin Resmi hakkındaki ümidi hakikaten yerindeydi. Bu çocukta öyle bir zekâ vardı ki eğer ismi Victor Hugo olsa ve Fransa’da eğitim görseydi on üç yaşındayken ortaya koyacağı eser ile elbette Victor Hugo’dan daha iyi olarak, “tıflı âli” (üstün çocuk) unvanını buna verirlerdi. Gelgelelim Resmi İstanbul’da doğmuştur.

İstanbul’da doğmak ve bir dereceye kadar yoksulluk içinde büyümekle beraber Resmi, cam cahil hamhalat10 da kalmamıştır. Bizce uygulanan eğitimde, akranına üstün bile gelmesinden öte, sokakta işitmekten başlayarak iyi Rumca öğrendiği gibi kendi komşuları olan ve tıp fakültesine devam eden bir efendinin evine gece annesiyle beraber oturmaya gittiklerinde öyle kadınların masallarını dinlemeyip diğer odada derslerine çalışan efendinin yanına gider ve o ezbere çalıştıkça, Resmi de büyük bir dikkatle onu dinlerdi. Böylelikle kulaklarını Fransızcaya çok iyi alıştırdığı gibi “Şu nedir? Fransızca ekmeğe ne derler?” gibi sorulardan başlayarak hemen hemen düzenli bir ders hâline yaklaştırdığı soru cevaplarıyla Resmi, Fransızcada da büyük bir ilerleme sağlamıştır.

Bu çocuk bir şeyi bir kere işitsin de bir daha onu unutsun, mümkün olur mu? Dolayısıyla her gün her ne işitir ise bilgisi o oranda artmış olurdu.

Ya becerikliliği?

Önce kuş kafesleri yapmaktan başlayarak türlü türlü oymalı çekmecelere kadar marangozluğu ilerletmiş olduğu gibi evvela çivi, daha sonra vida yapmaktan başlayarak saatçilikte soluğu almıştı. Bu şekilde Resmi, annesinin dört senelik tahminini yanlış çıkarmıştı. Çünkü iki sene sonra kendi masrafını çıkarmak şöyle dursun, annesini de besleyebilmeye başlamıştır.

Ne fayda ki biçare kadıncağız oğlunun ilerleyişinin meyvelerini hakkıyla toplayabilecek kadar uzun ömürlü olamadı. Genç vefat etmiş değildir. Fakat Resmi’yi kırkından sonra doğurmuş olduğundan henüz Resmi yirmi yaşındayken annesi vefat etmiştir.

Annesinin ölümünden sonra Resmi’nin dünyada hiçbir kimsesi kalmamış oldu. Çünkü annesi, Hasna isminde bir besleme almış olup henüz on üç yaşında olan bu kızı süründürmemesini, her durumda himayesi altında bulundurmasını Resmi’ye vasiyet etmişti. Resmi de ana vasiyetini yerine getirmiştiyse de Cezayirli Bahtiyar Paşa kendi kızı Şehnaz Hanımefendi için arkadaş olmak üzere bir güzel kız aramakta olduğundan ve Hasna’nın güzelliği ve iyi ahlakı ve ahlakça daha fazla ilerlemek için eğitim almaya olağanüstü yatkınlığı nedeniyle Resmi, bu kızı Bahtiyar Paşa’ya takdim edip o meşguliyetinden de kurtulmuştur. Artık Bahtiyar Paşa’nın dairesine teslim ettikten sonra Resmi’nin Hasna için bir şekilde endişesi kalır mı ki? Biraz sonra görüp tanıyacağımız gibi Bahtiyar Paşa’nın dairesi İstanbul’da hiçbir kibara kıyas olunmayacak kadar azim ve parlak bir daireydi.

Hikâyemizin şu başlangıç ve öncesi için Hasna Hanım birinci derecede olaya karışmış kişiler arasına dahil olmak şöyle dursun, ikinci ve belki ancak üçüncü derecede olaya karışmış olan kişilerden sayılabilirse de burada kızın ahlaki faziletini ve hatta ahlakça daha fazla gelişmeye de yatkınlığını haber verdiğimiz hâlde, şu küçük yaşındayken bile bu ahlaki faziletine dair Resmi’nin gördüğü bir örneği okurlarımıza arz edersek, Hasna’yı daha şimdiden kendilerine bir güzelce tanıtmış oluruz.

Dairesinin İstanbul’da her kibara kıyas olunamayacak kadar parlak olduğunu haber verdiğimiz Bahtiyar Paşa, kendi kızı Şehnaz’a arkadaş olmak üzere bir kız isteyerek Resmi de bunu Hasna’ya teklif ettiği zaman elbette gideceği yerin ne kadar saygın ve kibar bir yer olduğunu ve oraya giderse kendisini de kibarlar takımına karıştırmış bulunacağını etraflıca anlatmaya kalkışınca, Resmi’ye, “Ağabeyim!”

diye seslenmeye alışmış olan Hasna bir türlü kendisinden ayrılmak istemeyerek, Resmi’nin ısrarı üzerine nihayet gözleri yaşla dolu demişti ki:

“Boş yere ‘İstemem!’ diyorum. İsterim ağabeyim, isterim. Hem istemeliyim. Yalvarmalıyım! Öyle değil mi? Annemiz vefat etti. Ben ise sizin öz kardeşiniz değilim ki bana bakmaya mecbur olasınız. Ben gidersem siz rahat edersiniz.”

Bu söz Resmi’ye gayet ağır gelerek, “Öyle ise seni hiçbir yere göndermem.” diyerek kararından vazgeçmiştiyse de bu defa da kız vazgeçmemiş ve Resmi’ye darılmadığını nice yeminler ile temin ederek en sonunda her zaman konağına gelerek kendisiyle görüşmesine, Bahtiyar Paşa’nın izin vermesi karar ve şartıyla oraya gitmeye iki tarafın da rızası olmuştu.

Kız, Bahtiyar Paşa dairesine gidip de orada her şeyin bolluğunu gördüğü zaman, bir gün Resmi kendisine, “Gördün mü Hasnacığım! Burada ne iyi bir hâldesin! Bende olsaydın şu hâline oranla fakirlik ve yoksunluk içinde kalacaktın!” deyince, Hasna cevaben demiştir ki:

“Sizin evinizde, sizin korumanız altında fakirane yaşamak, benim için burada bolluk içinde yaşamaya yeğdir. Aksini tercih etmek için pek açgözlü bir kız olmalıyım! Şu kadar ki burada almakta olduğum terbiye ile size daha layık bir kardeş olacağımı düşünüyorum da onun için memnun oluyorum.”

Kızın bu düşünce tarzı Resmi’yi pek fazla memnun etmiştir.

İşte şimdilik Hasna hakkında bu kadarcık olsun bilgi alalım da hikâyemize devam edelim.

Zekâyi, Resmi’yi tanıdığı zaman Resmi yirmi iki, yirmi üç yaşında bir adam olup, ilerleyişi ise Rumca ve Fransızcayı bitirdikten başka Alman, İngiliz ve Moskof lisanlarında da bir hayli bilgi kazanmak derecesine varmış ve sanat yönünden de beğeni toplayan eserlerince asrının en üstünü sayılmaya başlamıştı.

Bu adam, hakikaten önem ve hayretle karşılanacak ender insanlardan olması nedeniyle, kendisi hakkında biraz açıklama yapmaya girişmeyi okurlarımız boş sözler olarak görmemelidirler.

Resmi dediğimiz adam ne güzel ve ne de çirkin denilemeyecek ve illaki bir taraftan sayılması lazım gelirse, çirkinlik tarafına yakınlığı daha çok akla yatkın gelecek bir adamdır. Karakteri ve yapısı sessizlik olup öyle olur olmaz şeylerin üstüne düşmek için kendi aklında olan uğraşlarını bozmaz. Akıl ve yetenek yönüne gelince, bu yetenek her şeyden çok lisan ve sanayi konusunda kendi şaşılası becerisinin derecesini gösterir. Resmi bir lisan öğrenmek istedi mi, eğer en zeki bir adam olanca kuvvetiyle çalışarak o lisanı iki senede ele getirebilecek ise Resmi o kadar da kendisini sıkmadığı hâlde söz konusu lisanı dört ay içinde öğrenir; o lisanda okuyup yazabilir. Hangi sanat düşünülebilir ki Resmi isteyip de o sanatı derhal taklit edemesin?

Bir keresinde oldukça karmaşık bir dikiş makinesinin aynını yapmayı amaçlayıp yalnız dökme parçalarını dökecek aletler satın alırsa, sonra bunlar başka bir işine yaramayacakları ve kendisi ise öyle boş yere bol bol paralar sarf edecek kadar zengin bulunmadığı için dökme olan takımlarını, modellerini kendisi yaparak dökümcüye döktürmüş ve diğer alet ve edevatını tümüyle kendisi yaparak makineyi vücuda getirmiştir.

İşbu dökme modelleri konusunda Resmi’nin karşılaştığı bir çeşit sıkıntıyı da haber verelim. Yaptığı modelleri makine hesabınca birebir ölçülerde yaptığından, dökücü bunları döküp Resmi de temizleyerek yerlerine koyduğunda söz konusu parçaların kendi hesabından biraz daha küçük düşmesi, Resmi’nin hayret etmesine neden olmuştu.”Acaba yanlış mı hesap ettim?” diye ağaçtan yaptığı modelleri yerlerine koyup denediğinde modeller tastamam gelip hâlbuki madenden dökülmüş olanları koyduğunda küçük gelince, “Dökücü fena dökmüş!” diye herifi öldüreceği gelmişti. Sonra doğa kanunlarının bu sırrını keşfetmek için Resmi, fizik bilgisi ve kimya bilimlerini az bir süre içinde okuyup anladı ki bir madeni cisme ısı verildikçe onun molekül grupları arasında meydana gelen gözenekler açılarak cisimler büyür ve ısı kesilip soğudukça bu gözenekler kapanıp cisim de küçülür. Bu sırra eren Resmi, madenin sıcak bulunduğu zaman ile soğuk bulunduğu zamanki hacimlerinin oranını da ortaya çıkararak model ve kalıplarını ona göre yaptırmış ve dökülen parçalar o zaman yerli yerine tastamam gelmiştir.

Resmi’nin belirli bir sanatı yoktur. Annesinden kalan iki odalı bir eve sütannesini de koyup burasını kendisine hem ev hem de fabrika edinmiştir. Resmi gereğine göre saatçi olur. İcabına göre iyi kalemtıraşçıdır.11Mükemmel marangozdur, hakkâktır,12 nakkaştır,13ressamdır. Resmi ne değildir? Her şeyi taklit etmekte Resmi âdeta bir Çinlidir!

Hikâye ederler ki Çin’e bir İngiliz gemisi gitmiş. Subaylardan birisi pantolonu kalmadığı için Çinli bir terzi çağırıp fakat Avrupa modasınca pantolon biçmeyi, dikmeyi şayet beceremez diye bir eski pantolonunu verip “İşte tamamıyla aynı bunun gibi olsun.” demiş. Terzi üç beş gün sonra pantolonu yapıp getirmiş. Daha bohçasından çıkarırken subay, “Verdiğim pantolonun aynı oldu ya?” deyince Çinli, “Evet efendim! Aynıdır. Şu kadar ki verdiğin pantolonun dizinde bir kav yanığı biraz uzunca bir iz bırakmış. Benim yaptığım ise belli belirsiz biraz daha yuvarlakça oldu.” cevabını vermiş. Bir de subay bohçayı açarak eski pantolonunu da aramaya başlamışsa da bohçada diğer bir eski pantolondan başka bir şey göremeyince Çinli demiş ki; “Efendim, benim yeniden yaptığım pantolon elinizde olandır. Verdiğiniz örnek de bohçada kalandır. Yalnız o dediğim kav yanığından başka bir farkları varsa, bir paranızı almam!” Meğer Çinli tıpkısının aynısı eski pantolon gibi olmak üzere yaptığı yeni pantolonu da o kadar ustaca eskitmiş ki hakikaten birisini diğerinden, mal sahibi olan İngiliz bile fark edememiş.

İşte taklit konusunda Resmi de bir Çinli gibi olup o kadar ki eğer bir hüner göstermek isterse bir eski pantolonu diğer bir eski pantolon yapımıyla taklit eder. Olur ki Çinli de budalalığından dolayı değil becerikliliğinden dolayı İngiliz subayına böyle bir tuhaflıkta bulunmuştur.

Kibarın birçoğu Resmi Efendi’yi tanıdıkları gibi İstanbul’da bulunan Avrupalıların da hemen hepsi tanırlardı. Resmi, antikacılıkta pek becerikli bir adam olduğundan, işte kendisini her tarafa tanıtmak yolunda en büyük yardımı olan şey bu sanat olmuştur. Hatta, Bahtiyar Paşa dairesine de bu şekilde katılıp sonradan Hasna’yı o daireye verdikten sonra artık bütün bütün daire üyelerinden olmuş kalmıştır.

Zekâyi Bey’in dost ve arkadaş olarak seçtiği kişiyi beğeniyorsunuz ya? Bu seçiminden dolayı Zekâyi Bey’i beğenir ve tebrik edersiniz değil mi? Çünkü bir insanın Resmi derecesinde mükemmel bir adam olmak her kula nasip olan nimetlerden değilse de Resmi derecesinde mükemmel olan bir adamı takdir ederek dostluğuna rağbet etmek de hemen o dereceye yakın bir nimettir ki hangi kul arzu etmiş olsa bu nimete pek kolay erebilir.

Ancak Zekâyi Bey’i beğenmekte ve tebrikte o kadar acele etmeyiniz. Büyüklenen ve kibirli olan bir adamın kibir ve büyüklenmesine sebep kendi varlığını diğer kişilerden üstün görmesi değil midir? Zekâyi, Resmi’nin kendisinden üstün olduğunu nasıl kabul etsin de onu takdirde bulunsun? Aksine, kararına varmak isterdi ki Resmi kendi servet ve samanına tamah ettiği için kendisine çatmıştır, yaklaşmıştır. Kendisi de henüz dünyanın ne olduğunu öğrenememiş ve bu hevese daha yeni düşmüş olduğundan, Resmi’nin bütün dünyayı tanımasından yararlanmak için onun ahbaplığını tercih ederdi.

Gerçekteyse Zekâyi’nin servetinden Resmi’nin hiçbir faydası yoktu. Eğer Resmi zengin olmayı, rahatça yaşamaya tercih etseydi, Zekâyi’den daha zengin olmak için fazlaca çalışmak zahmetine katlanmasından başka bir şey lazım gelmezdi.

Evet! Zengin olmak başka bir şey, rahatça yaşamak da başkadır! Zengin olmak için rahatlığı terk etmek lazım gelir. Hem çok çalışmalı hem de biriktirmeli. Ama helalinden zengin olmak için böyle yapmalı. Yoksa alnı bile terlemeksizin zengin olanlar çoktur. Fakat onların serveti kendileri için şan olacağına şeyn (ayıp) olur. Resmi ise rahatça yaşamak konusunda hiçbir kimseye muhtaç değildi. Resmi kendisini pek büyük ailelere tanıtmıştır. Bahtiyar Paşa’ya takdim etmiştir. Özellikle de Arslangözyan ailesine takdim etmiştir ki bir bakıma ve kimi nedenlerle bu aile Bahtiyar Paşa ailesinden de üstün ve önemlidir.

Arslangözyan ailesine Zekâyi’yi takdim etmezden evvel, Resmi’nin kendisinin bu aile ile ne şekilde tanışıklık sağlamış olduğunu anlatalım ki bu öykü Resmi’nin kendisi hakkında şu birinci bölümde alacağımız bilgileri tamamlamış olsun.

Bir zamanlar Beyoğlu’nda Katolik kilisesinin org denilen kocaman müzika makinesi bozulmuştu. İstanbul’da bu makineyi tamir edebilecek bir iki Frenk bulunduysa da bunlar tamir ücreti olmak üzere hemen makinenin toplam ederine yakın bir paha istediklerinden kilise idarecileri şaşırıp kalmışlardı. Hamparson Arslangözyan Ağa, Boğaziçi’nde kibardan bir Müslüman’ın yalısında söz sırası gelerek bu durumu söylediği zaman Resmi de orada idi. “Şu makineyi bir de ben göreyim.” dedi. Hamparson Ağa bu söze bir önem vermemek yoluna gitti ise de orada bulunanlar, “Resmi Efendi! Eğer şu orgu da tamir ederseniz hakikaten sizi insanların üstünde bir mahluk sayarız.” dediklerinden ve bu nedenle Resmi’nin hezarfenliğine14 dair birçok söz söylediklerinden Hamparson Ağa, Resmi’yi bir denemek üzere, “Pazartesi günü Beyoğlu’na teşrif ederseniz birlikte kiliseye gider orgu görürüz.” dedi ve kendi evinin nerede olduğunu tarif etti.

Söz konusu günde birleştiler. Kiliseye gittiler. Resmi’nin makineyi gözden geçirme ve incelemesi hemen üç dört saat sürdü. Hamparson Ağa’ya âdeta usanç gelerek, “Efendim, galiba org denilen şeyi ilk defa olmak üzere görüyorsunuz. İlk defa gördüğünüz şeyin tamiri sakın sizi daha çok yormasın?” deyince Resmi, Hamparson’un suratına öyle bir bakış attı ki herifi terslemek için dünyanın sözlerini söylemiş olsa bu kadar çok anlama sahip olamazlardı.

Hamparson, Resmi’yi oraya getirdiğine de getireceğine de bin pişman oldu ise de Resmi, “Bir hafta sonra bu org tamamıyla önceki gibi işleyecek. Hemen şimdiden işe başlayalım!” diye cebinden çıkardığı bir tornavida ile makinenin vidalarını sökmeye başladı. Hamparson, “Şey! Efendi hazretleri! Hani ya şunu demek isterim ki…” diye Resmi’yi biraz daha ihtiyatlı davranmaya davet etmek istedi ise de ne yolda uygun bir sözle “Senin bunu yapamayacağın anlaşıldı. Bütün bütün berbat etmektense bırak, şu hâlde kalsın!” anlamını söyleyeceğini bilemediğinden ve Resmi ise yarım saat içinde makinenin birçok alet ve edevatını söküp ayırdığından Hamparson Ağa burnundan soluyarak çıkıp gitti.

Biçare Hamparson’daki merak! O akşam karısına, “Artık başıma gelen belayı sorma! Eğer şu dacik15 bizim orgu bütün bütün bozarsa, diğer idarecilere ne söylemeli bilmem! Yerine bir yenisini almayınca ellerinden kurtulamayacağım!” diye Resmi’yi pek fena bir şekilde tanıtmış ve tarif etmişti.

Resmi ise o gece evine vardığında hemen gözlerine uyku girmeyip, zihni hep bu makine ile meşgul oldu. Ertesi gün yanına birkaç alet daha alarak geldi, makineyi bütün bütün söküp darmadağın etti, bıraktı. Hem söker hem de çıkardığı boruyu, perdeyi falanı büyük bir dikkatle gözden geçirip bazılarını bir tarafa ve bazılarını diğer tarafa koyardı. Üçüncü günü Resmi kiliseye gelmez ise beğenir misiniz? Vay Hamparson’daki telaş! “Yapamayacağını anladı da kaçtı! Şimdi ben bu parça parça şeyi kime tamir ettireyim!” diye o akşam eşiyle daha yanık konuşmalar yaptı.

bannerbanner