
Полная версия:
Kalabalık
“Sen çok seviyorum. Hem de çok.”
Toprağa yüzünü sürerek ağlayıp:
“Seni çok özledim.”, diye bildi sadece.
Annesi artık konuşmuyordu, cani dilden onu dinliyordu.
Dizleri üzerine kalkarak takatsız elleriyle, tırnaklarıyla toprağı kazmayı sürdürdü.
Yağmur bir türlü dinmek bilmiyordu. Şafak söküyordu galiba. Toprağınsa sonu gözükmüyordu bir türlü.
Kafasını kaldırıp yukarıya baktı. Yukarıdan birileri, kim olduklarını çıkaramadı, mezarın içine, ona bakıyorlardı.
Bakanlar bir süre daha böyle onu izlemeği sürdürdüler, gözükmeyen çehreleriyle ona baktılar, sonra kendi aralarında bir şeyler konuştular ve çekip gittiler. Çamurun içinde acayip gürültü yapan adım sesleri de bir süre daha duyuldu ve yok oldu.
Annesi hala yerin altında durmadan fısıldıyordu:
“Seni çok seviyorum.”, diyordu.
Dermansız vücuduyla toprağa sarılarak annesinin gittikçe kendisine yaklaşan sesini dinliyordu:
“Seni çok seviyorum.”, annesi fısıldıyordu: “Çok seviyorum, çok. Biliyorum incindiğini, küstüğünü. Ama sana söz, bir daha yapmam bunu.”
..Annesinin bu sözünden sonra gök gürledi, sonra şimşek çaktı. Şimşek sanki onun beyninde çaktı. Ve o, ansızın deminden kulağının dibinde fısıldayanın kim olduğunu anladı.
… Yüzünü dönerek öfkeyle yanında yatan kocasına baktı. Kocası elini uzatarak yine fısıltıyla:
“Gel bakalım yanıma.”dedi.
Yine şimşek çaktı ve kocasının gözleri gecenin karanlığında parlayıp söndü. Sonra kocasının gözleri bir daha yandı ve hiç sönmedi. Kocası o parlayan gözleriyle sürünerek yılan gibi ona sarıldı.
.Kocasının kolları arasında ezildikçe, annesi aşağıda bir yerlerde mezarının duvarlarını tırmalayarak onları salladıkça, rüzgar saydam yüzüyle camdan onu izledikçe ağlayarak:
“Allah’ım, beni kurtar!”, diyerek sustu.
.Sonra elektrik geldi..
Ön sıralarda oturmuş adamlar ona doğru dönerek bir süre öfkeli yüzlerle onu izlediler, sonra birbirine bakarak, kafalarını sallayıp:
“Ayıptır yahu”, dediler.
Ayağa kalkıp kıpkırmızı bir yüzle kafasını kaldırmadan tırnağının arasına dolmuş toprağı çıkarmaya çalıştı.
“Böyle terbiyesiz sahnelerle neyi ima ediyorsunuz?”
Bunu kalın kakülleri alnının üzerinde duran yuvarlak yüzlü kadın söyledi. Kafasını estirerek konuşup nefretle ona baktı:
“Hem de kadın olduğunuzu söylüyorsunuz”, dedi.
“Buyurun sahneye, bakalım!”, dediler.
Koltukların arasıyla yürüyerek sahneye çıktı.
“Hadi, başlayın artık”, Bunu ön sırada oturmuş gözlüklü adam dedi.
Tüm vücudunu heyecandan soğuk ter damlaları kapladı. Gömleğini çıkardı. Tüm salon iç geçirerek kafasını salladı:
“Rezalet bu!”, dediler.
“Bu nasıl boyun?”
“Böyle uzun bacak mı olur?”
Kakülleri alnının üzerine düşmüş kadın bağırarak ayağa fırladı:
“Böylelerini ateşte yakmak gerekir ki, gelecektekilere ibret olsun!”, dedi ve tabanlarını zemine vurarak, duvarları titreterek salondan çıktı.
Ötekiler de aynen o kadın gibi kafalarını sallayarak “ayıp, ayıp”, “yakmak gerekiyor”, diyerek salondan çıktılar.
Peşlerinden bir baktı ki, meğerse gidenlerin hepsinin ba cakları kısaymış.
Boğazına bir şeyler takıldı ve ayakkabısının tekini çıkarıp gidenlere fırlattı. Ayakkabı zayıf adama değerek onu düşürdü. Adam düşerek yanındakini, yanındaki öbürünü, öbürü ötekisini düşürdü. Ve kısa bacaklı adamların hepsi domino taşları gibi peşpeşe yere düştüler.
Sonra palabıyıklı, ihtiyar bekçi geldi, onları özenle domino kutusuna yerleştirdi, kutuyu cebine koydu, ona bakarak öksü rerek:
“Annen telefon açmıştı.Çocuklar yine ağlıyorlarmış”, dedi.
Sonra bekçinin eski, tozlu çizmelerinin sesi bir süre kimse siz, yarıkaranlık koridorlarda yankılandı ve kayboldu…

DUYGULAR İMPARATORLUĞU

KURTULUŞ
Uzun yıllar, daracık kimsesizliğimle, çıkmaz yalnızlığımla karşı karşıya gelmenin korkusundan dört bir yanımı çocuklarımla, yazılarımla doldurup ta kendimi her hangi bir belirsiz çıkmazlardan, korkulardan kolladığım günün birinde bir tesadüf yüzünden yalnız kalmalı olduğum büyük, sessiz evimin karanlık, kimsesiz yatak odasında ansızın yalnız olmadığımı… Beni kendinde, göğsünde, yumuşak ve güçlü kolları arasında bulunduran birşeylerin, ve ya birilerinin bir parçası, ya da kendisi olduğunu farkettim… Hüzünlü anılarla dolu boş odaları, yarıkaranlık, sinsi köşeleriyle bana hep büyük ve sıkıntılı bir görüntü veren büyük odalardan oluşan evimin yalnızca uyuduğum bir yataktan oluştuğunu farkederek huzur duydum.

AZİZ PAPAZ
Garip tarafı o ki, insanların ölüm haberinden duyduğum hüzünü senelerdir uzaktan uzağa, belirsiz, nedensiz bir sevgiyle sevdiğim, bu dünyada kendime iyice yakın zannett tiğim Roma Papazı II İoan’ın ölüm haberini duyduktan sonra yaşamadım. Tam tersi, nereden kaynaklandığını bilemediğim bir gizemli duyuyla yıllardır rahatsızlık içinde bulunan Papazın tekrar eski sağlığına kavuştuğunu, iyileştiğini ve en ilginç yanıysa bana iyice yaklaştığını farkettim.

HASTALIĞIN REALİTESİ
Neden insan yalnız hasta olduktan sonra her şeyi tüm gerçekliğiyle kabulleniyor?..

DÜŞÜNCE SERAPLARI
Kimi duyular vardır ki, onlar küçük seraplar gibi hep çevremde dolaşıyor, ara sıra zarif rüzgarın havayla akıttığı hafif toz taneleri gibi bir yerlerde kafamın, kulaklarımın yanı başında birbirine karışarak uçuyor… her hangi bir haraketimden titreye rek yanağıma dokunuyor. sonraysa yine eski hallerinde dalgalı danslarda olduğu gibi kavisler çizerek bir yerlere dağılıyorlar..

GİZEMLİ İŞ YERİM
Kesin bildiğim bir gerçek de var: Ben işimden, ailemden ve yazımdan başka, bir de bilinmeyen başka bir süreçteyim. Biraz da açarsak, ben o süreçte çalışıyorum… O sürece günün hangi zamanında, nasıl katıldığımı kesinlikle anlayamıyorum bir türlü.
Bu, genelde sabahleyin sabah kahvaltısıyla, işe gitmek için hazırlandığım zamanlarda gerçekleşiyor. Ben gerçekle ilgisi bulunmayan bir gizemli durumun içinde buluyorum ansızın kendimi ve oradan çıktığımdaysa uzunca bir süre bulunduğum mekanın farkına varamıyorum.

ANLAMAMANIN MEKANİZMASI
Son zamanlar insanların en sıradan, sade sözlerle, kelimelerle yazılmış içten duyguları, edebi düşünceleri anlayamamasının basit bir nedenini buldum. Benim kanımca bu, sırf fizyolojik süreçten kaynaklanıyor.

KENDİNİ BEĞENMİŞLİĞE GÖTÜREN YOLLAR
Gerçeği söylemek gerekirse, hüzünlü, ızdıraplı çabalarımız, uzun uzun inatçıl çalışmalarımız son anda kısa bir zaman kesiminde bile olsa oluşan kendini beğenmişlik anına hizmet ediyor.

ASABİ EJDERHA
Kimi zaman sinirlendiğimde içimde ağaç gibisinden bir şeylerin gerilerek büyüdüğünü, beni dört kısma ayırarak dal budak sarmak istediğini, genişlemek arzusunda olduğunu duyuyorum. Kimi zamansa bunun ağaç değil de, yıllar yılı her hangi bir köşemde saklanarak uykuya dalmış, bir anda, beklenmedik bir biçimde harakete geçen azılı bir ejderha olduğunun farkına varıyorum.

CÖMERTLİK HAKKINDA
Uzunca yıllardan sonra, ölüm ve olum savaşlarında bulduğum tek erkek çocuğumun dadısının, bu çocuğa duyduğu sevgi, bebeğimin gün geçtikçe benden soğuyarak bu sevecen, samimi kadına iyice yaklaşması, ona “anne” demesi ve ergenlik çağında kızları bulunan bu dadının gözleri sevinçten bulut gibi dolmuş bir halde:
“Falcılar bir erkek çocuğumun olacağını hep söylerlerdi” demesi bile, beni sadece mutlu ediyor.

HİLEBAZ ÖLÜ
Yakın bir akrabam bir süre önce vefat etmiş doksan iki yaşlı, hayatı çok seven bir ihtiyar her gece benim de, çocuklarımın da rüyalarında geziniyor.
Kızımın rüyalarında o, banyoya girerek kapıyı arkadan kitli-yor ve dışarı çıkmak istemiyor. Benim rüyalarımdaysa o, karşımda diz çökerek çocuk gibi ağlıyor, banyodan çok korktuğunu söylüyor ve bir daha onu oraya kitlememem için bana yalvarı yor.
Sonuç olarak galiba o, bizim rüyalarımızda dolaşmak için bir bahane arıyor.

HASSAS KUŞ YAVRUSU
Nedense geniş halk kitlelerinin katılımıyla geçekleştirilen toplantılardaresmi davetlerde, toplantı ve tanıtımlarda, çeşitli devlet memurlarının, ünlü yazarların arasında kendimi yumurtadan yeniçıkmış, tüysüz, teleksiz kuş yavrusu gibi his se-diyorum.

VAGIF VE BACH
Dün Bach’ın müziğini dinledikçe, Vagıf Cebrayılzade’nin şiirleriyle Bach’ın müziği arasında bir bağ olduğunu farkettim. Bu bağın ne olduğunu bir süre düşündükten sonra anladım ki, onların ikisi de dünyayı her an, tekrar tekrar, yeniden ve ye niden kurmaya çalışıyorlar.

ÖTEKİ DÜNYANIN GİZEMLERİNDEN
Son zamanlar çeşitli durumlarda, çeşitli ruhsal durumlarda vefat etmiş yakın insanların ölümlerinden bir şeyi kendim için keşfettim: suçlu, suçsuz, kötü yahut iyi yaşamayı, hayırse ver, yahut zalim ve alçak olmanın öbür dünyayla hiçbir alakası yoktur.

GÖÇETMİŞ EDİPLER
Ne kadar ilginç olsa da, Rusça yazan yazarlarımıza hep acıdım. Vatanlarını ne denli sevseler de, özellikle Baküye, onun eski, merkezi caddelerine ne denli yakın olsalar da, yine de başka ülkelerde garip hayatını sürdüren, acıları gözlerinden belli olan zavallı göçmenlere benziyorlar.
Böyle göçmenler de oluyor.

SIÇRAYIŞ
Kimi zaman edebiyattan da öte bir şeyler yaratmak istiyorum. Ne olabilir ki, o?

RÜYANIN GERÇEKLERİ
Oğlum doğduğundan beri sık sık rüyada evde başka bir er kek çocuğun da olduğunu görüyordum. Fakat o çocuk has taydı. Biz onu anımsamıyorduk bile. O, benim çocuğumla aynı yaştadır, boyu da aynıdır, fakat çok zayıf, saçları sarı ve dişleri de çürük. Rüyalarımda o çocuk odadan odaya koşuyor, sessiz, hafif adımlarla ruh gibi aramızda dolaşıyor, solgun gözleriyle bilin meyen bir camın arkasından bizleri seyrediyor.
Böyle bir rüyadan sonra ben bir süre kendime gelemiyorum. Rüyalarımda dolaşan bu hasta çocuğun oğlumun sağlığını nasıl etkileyeceğin düşünüyor, bu düşüncelerimden hep kaygı duyu yordum.
… Az bir zaman önce, bir tesadüf sonucu bir yolunu bulup anladım ki, aslında o rüyalarımda dolaşan çocuk benmişim.

KÜÇÜKLER VE GÜZELLER
Bir kısım öyle küçük ve güzel insanlar var ki, onlar iyilik ya da kötülük etmeği bilmeseler bile, sevecen yüz hatlarıyla, korku dolu gözleriyle, küçük, güzel yaratıklar gibi dünyayı, tehlikesiz, iddiasız, sevimli bir çalılığa dönüştürüyorlar.

YAZAR ADI
Günün istenilen saatinde kendilerini gerçek edip gibi hisseden, yarattıklarını zırh gibi, pahalı pardesü gibi hep üzerlerinde taşıyan, bu gri yazılardan çevrelerine muhteşem, eşsiz bir koltuktan bakıyormuşcasına bakan ediplerimiz aslında kendileri bile farkında olmaksızın bir şeylerden korunmaya çalışıyorlar.

ÖLÜM ÇEŞİTLERİ
Nedense gençler ihtiyarlardan daha huzurlu ve gayesiz ölüyorlar.

ESKİ ANITLARIMIZ
Geçen yaz Marhal’da tatil yaparken tarihi geçmişimize seyahat etmek için çocuklarımı gururla götürdüğüm Şeki hanının küçük sarayı bende geçmişimizle alakalı korku dolu bir anlaşılmazlık yarattı.
Sadece altı ufak odadan oluşan bu sarayın insanı bunaltan darlığı, hanın nem kokulu özel dinlenme odaları, çoluk çocuğunun boş zamanlarında oturup karşıdaki azman, büyük, yalnız dağa baktıkları küçük korkuluksuz balkonlar, duvarda bulunan halıların üzerindeki av sahneleri, o av sahnelerinde avlanmaya çıkmış yüzündeki kanını kaybetmiş çekikgözlü, ufakboylu sultan, aynen onun boyunda etrafındaki insanlar, sultanın karısına ve sarayına sahiplenmek arzusuyla yanıp tutuşan diger bir çekik gözlü herif sultanın kardeşi işte bu gibi şeyler bu yerlerde yaşamış küçük, sinirli insanların miskin, zavallı yaşamlarından haberdar ediyordu bizleri.

TİTREŞİM
Geçenlerde bayram ziyaretinde mezarlıkta gözüme takılan mezartaşlarına kazınmış çeşit çeşit yüzlerin hepsi nedense bana çok tanıdık geldi. Bu çehrelerin her gün sokaklarda, duraklarda, en yakın akrabalarımın, arkadaşlarımın arasında sıksık rastladığım şu an yaşayan insanlar olduğunu farkettim.
… Sinirli, zayıf adamlar… Çensinde benleri olan masum kızlar… yüzlerinden pişman oldukları belli olan kadınlar… Kızıma, oğluma, kocama benzeyen ölüler…
… Yalnızca kendi çehremi mezartaşlarında göremedim…

UĞURSUZ KURTULUŞ YOLU
Istıraplı, sıkıntılı hayat yollarında, zaman aleyhine çalışan patikaları bulan insanlar bu dünyadan farklı bir ölümle göç ediyorlar.
O yollardan en başarısızı edebiyattır.

OKUMA TEHLİKESİ
Son zamanlar ihtiyaç duyduğum her hangi bir edebiyatı okurken duyğularımı etkileyen her hangi bir cümlenin içimde oluşturduğu depremsi coşguyu enerjik çarpışmaları hatırlatan belirsiz kazalar, o edebiyatın bana yasaklandığından haber veriyor.

SEVDANIN İZİYLE
Yıllardır gece boyunca Bakü’den Merdekan’a götüren pürüzsüz yolla giderken, yolun kenarlarında bulunan çamlıkların gizemli, sessiz karanlığını seyrettikçe, hep duyduğum belirsiz sevdanın ne olduğunu, yalnız birkaç gün önce anladım…
.... Meğerse, bu, yılanla tilkinin karışımından oluşan hayvan biçiminde, bu karanlık, sessiz ağaçların dibiyle, göğsünü, yüzünü soğuk, nem kumsala sürterek tilkinin çalılıkları tarıyarak hışırdatarak yol boyu uçan arabaların hızıyla sürünmek hastalığıymış.

KORKUNUN DEVAMI
Kimi zaman geceler boyunca rüyalarımda, bir takım süreçlerin beni bilinçli bir şekilde korkuttuğunu duyuyorum.
Bu, genelde insanlarla çok irtibat halinde olduğum günlerde gerçekleşiyor. Bu korkuyu oluşturan nedenlerin ne olduğunu, o süreçlerin biçimini ben rüyadan uyandıktan sonra kesinlikle hatırlamıyorum. Kendimi karanlık, yalnız odanın bir köşesinde, bilinçsiz bir halde, gözü kapalı yorgana sarınıp titrerken buluyor ve bu durumdan daha fazla korkuyorum.

KUTSAL KELAMIN GİZEMLERİNDEN
Yıllardır birkaç kez cümle cümle, kelime kelime okuduğum, belleğime kazımaya çalıştığım, kutsal Kur’ani Kerim okuyup bitirdikten sonra, kitabı kapatıp kitap rafına bıraktıktan sonra aklımda hiçbir şeyin kalmadığını farkediyor ve bu duruma hayret ediyordum.
Bu İlahi yazgınınnın belleğimde denizlerin, semanın, sonsuz çöllerin sessiz, mucizeler yaratan enginliklerini hatırlatan, kaygı ve yakınlık dolu sevgi enginliğinden başka hiçbir şey bulundurmaması, beni çok acayip bir duruma sürüklemişti.
Kitabı günlerce, bölüm bölüm, her cümlesini, her kelimesini ciddi bir biçimde içimde tekrarlayarak, her düşünceyi belleğime kazıyarak okuyor, okudukça karşıkonulmaz bir sarhoşlukla karşı karşıya kalıyor, kapatıp bir kenara bıraktıktan sonra içimde giden değişiklikleri farkediyor, bu değişmleri tanımlaya cak cümleyiyse bir türlü bulamıyordum.
Çok zor durumda bulunduğum için okumanın en faydalı olduğu bilinen yönüne gitmeye bu kitabı çevirmeye karar verdim. Kitabı karşıma alarak ilk cümlelerinden birkaçını nasıl algılıyorsam öyle çevirmeye koyuldum:
1. Bu yazı kuşkusuz temiz kalplilere yol göstermek içindir,
2. Gizlin olanı görüpte dua ederek, bizim onlara verdiklerimizden verenler içindir,
3. Sahip oldukları her şeyin onlara da, onlardan öncekilere de yukarıdan verildiğine iman etmiş, karşıdaki hayatlarını imanla bekleyenler içindir.
Yazdıkça, kelime kelime özgüleştirdiğim yazının bana adım adım yaklaştığını, bir yönüyle bana benzemeye başladığını farkettim.
Az sonra ilk anlarda hiçbir özel anlamının, felsefi yükünün bulunmadığını zannettiğim sade düşünceler, toplum ve insanla alakalı çeşitli bilgiler geliyordu. Fakat bu basit, belli düşünceler ve bilgiler özgünleştikçe, beni etkiliyor, içimde nedenini bilemediğim bir kaygı hissi uyandırıyor, nedenini anlamadığım bu kaygı hissinin kökleriniyse bir türlü bulamıyordum.
Böylece ben bu kitabın bir bölümünü çevirdim. Fakat az bir süre sonra bu çevirme ve özgünleştirme işinin de bir sonuç vermediğini fark ettikte çıldıracak gibi oldum. Düşünceler, kelimeler çeviride yalnız kendi biçimini korumuş, fakat belleğime bir türlü kazınamamıştı.
Çaresizlikten Kur’ani Kerim’i Rusça’ya çevirmiş, Rusça çeviriler arasında en eski ve en başarılı bir çeviri olan, benim için daha önceleri okuduğum meallerde sezemediğim, dokunamadığım değişmez bir havayı içinde korumayı başarmış çevirmen XVIII yüzyılın ortalarında yaşamış doğu bilimleri uzmanı G. S. Sablukov’un yaşamı ve kişiliğiyle alakalı internet üzerinden bilgi edinmeye çalıştım, fakat bu girişimim de hüsrana uğradı.
Sonra nasıl olduysa ansızın bende ya da çevremde gelişen bazı değişiklikler yüzünden bu İlahi metnin, kendi gizemini, gerçek anlamını, görünüş itibariyle bu sade sözlerin, düşüncelerin arkasında belleğin, aklın, mantıkın gücünün ulaşmadığı bir taraflarda korunduğunu farkettim. Yazının bir başka Belleğe belleğin koruyup kollayamadığı bilgilerin kazındığı belleğe yerleştiğini farkettim.
Birkaç yıl bundan önce ufak tefek günlük kaygıların fonunda kaybettiğim, avcumdan, belleğimden mis kokusu gibi düşür düğüm, rüzgarlara savurduğum bir öyküm şimdiye kadar beni rahatsız ediyordu.
Yaşamını gezip tozmaya, yiyip içmeğe harcamış, hala para kazanmak, mal müklk toplamak hırsıyla yaşayan bir tıp felsefesi doktorunun çehresi dünya nimetlerinin bolluğu ve hazzlarının ebediliğinden hep rahat ve kaygısız tebessümle parlayan şişman vücutlu bir tanıdığımızın sıcak bir yaz akşamı ansızın bizim yalıya gelmesini konu edinecek bu öykü benimle dünyanın daracık kapanına kısılmış, zayıflayıp uykusunu ve huzurunu kaybetmiş sinirli bir yazarla bu şişman profesör arasında geçen ani, fakat önemli bir konuşmanın üzerinde kurgulanmalıydı.
Yaz aylarının, yaprağın bile kıpırdamadığı sıcaklığı arasında kaybettiğim bu öykümü yazamasam da, o önemli geceyi o gece dünyanın, dünyanın dört bir yanını konu edinen o konuşmayı, o konuşmanın benim ve profesörün yaşamında bıraktığı izleri bir türlü unutamadım.

ASLAN YAZAR
Kimi zaman yalnız kaldığımda, tatlı özgürlük havasında dönüp durduğum kısa, anlık durumlarda, huzurla esnediğim de kendimi aslan gibi zannediyorum.
Aslanın erkeği, dişisi olmazmış…

AŞIK EDİPLER
Cumhurbaşkanının çevresinde bulunmaya çalışan, fırsat buldukça oturduğu yerlerin etrafında gözüken, soluğu, kokusu duyulan yerlerde duran, cansız resimlerde onun çevresinden kendine güven duyarak boy gösteren ediplerimiz, ondan görevden, milletvekilliğinden, saygıdan başka bir şeyler daha istiyorlar.

ZALİM ŞAİR
Bu günlerde bir yığın cansız gazete sayfaları arasında Vagıf Cebrayilzade’nin “Ben Zalim Adamım, Kemençe…” dizesini okurken, dizenin arkasında beni gözünün yarısıyla seyrederek gülümseyen Vagıf’ı farkettim… Bir anlığına kemençe farz ettim kendimi....

SÜREÇ ADAM
Birileri en yakmlanm bile, gözlerinin gerçekliğine, kendilerinden daha fazla inandığım, güvendiğim düşünce yakınlarım bile bir yerlere kayıyor, bir takım süreçlere katılıyorlar. Her türlü süreç var aralarında: sağlıklı, hastalıklı, iğrenç, miskin, temiz, bağımsız süreçler…
Kimi zaman ben o süreçlerin sıcak rüzgar akınına karışarak gittikleri yönü bile farkedemiyorum. Hiçbir sürece katılmayı bile düşünmüyorum.
Zira ben kendim de bir sürecim.

BELLEK DÖNÜŞÜMLERİ
Sık sık rüyada iki saat önce ayrıldığımız gerçekçi yaşantımızı kimliğimizi, yaşadığımız şehrin iklim koşullarım, çalıştığımız kurulun rengini, anne, baba olduğumuzun, çocuklarımızın yüz çizgilerini, evimizin duvarlarını, ebeveyinlerimizin yaklaşık on beş sene önce öldüğünü unutarak şaşırmadan, hayretlenmeden, hiçbir zaman görmediğimiz yabancı evlerde, bilmediğimiz şehirlerde yaşıyor, mezarlarını yıllardır ziyaret ettiğimiz insanlarla karşılıklı oturarak çay içiyor, hiç tanımadığımız bebekleri koruma altına alıyor.... Kimi zaman da zemin den ayrılarak karnımızı yere vurarak soluk soluğa uçmaya ça lışıyor… sabahsa bu gizli saklı bellek dönüşümlerimizi kolayca unutuyor, burnumuzun dibinde giden bu süreçlere azıcık da olsa hayret etmiyoruz.

KORKUNÇ MİLLET
Geçen hafta, oğlumla bulvarda dolaşırken tesadüfen girdiğim çok kötü kokan hayvanat bahçesinde ansızın tanıdık, bildik bir yere düştüğümü farkettim…
… Sıkıntı dolu çirkinliğin darlığından küçülerek dar kafeslerinden insan gözlerine benzeyen gözleriyle bizleri seyreden maymunlar, öfkeli sansarlar, korkak tavşanlar, sinirli tavus kuşları bana korkunç bir ülkede yaşayan milleti hatırlatıyorlardı.

İNTİHAR
Dünyayı duygularıyla kavradığı için çok sevdiğim Romalı filozof Seneka’nın düşüncesine ilkkez tesadüfen İngiliz filozofu Beco’nun hissler ve duygular aleminden çok uzak bir beynin ürünü olan “Herşeyle alakalı” isimli eserinin arka bölümündeki sözlükte, binlerce enformasyon kelimeler arasında okurken rastlamıştım. Burada solgun, küçük harflerle yazılmış yüzlerce bilgi içeren adeta akademik sessizlikte, sıkıntılı okursal oyunun ortasında, beyinleri teorik enformasyon bilgiler yığını ile yüklenmiş binlerce gözlüklü okurun önünde ansızın intihar eden bir aşık rolünü yüklenmiştir.

FAHRİ MEZARLIĞIN GİZEMLERİ
Bir tür zehir kokulu çiçekler varki, onlar yalnız fahri mezarlıkta, soğuk muhteşemliğiyl eayrı ayrı müzelere benzeyen mezarların civarında yetişiyor. Kimi zamanacı badem kokusunu anımsatan bu kokuyu mezarlıktan çok uzaklarda du yumsuyor, kimi ünlüs anatçılarımızın bu fahri mezarlıkta uyuma aşkıyla yanıp tutuştuğunu bu kokuya bağlıyorum.