
Полная версия:
Şakarim
– Yakınlarda Nurpeyis öğretmen sizin Karaşokı’ya gelecek. Biz onunla her konuda anlaştık, dedi Abay. O sana Rusça okumayı, yazmayı ve konuşmayı öğretecek. Evet, kolay olmayacak, fakat bir de bana bak. Ben Rusçayı öğretmensiz öğrendim. Uzun yıllar boyu kitaplar benimle anlaşılır bir dilde konuşamıyordu, fakat sonunda işte şu kitabı ben hiç zorlanmadan okuyabildim. Bu yüzden senin de Rusçanın üstesinden gelmen ve önünde bilim dünyasına götüren kapıların sonuna kadar açılması için kitapların teveccühünü kazanman dileğiyle bunu sana hediye ediyorum. Kim bilir, belki de sen ileride “Dubrovskiy”yi Kazakçaya çevirecek uzman haline gelirsin.
Halkın refah düzeyini ancak bilimin yükseltebileceğine içten inanan Abay eğitimin rolünü o zamanlarda Kazak toplumunda kimsenin anlamadığı kadar anlıyordu.
Genel öğrenim neticesinde iyi insanlarla birlikte kötülerin de bilgili hale geleceğinden sosyal adaleti sağlamanın okuma yazma bilmeyen ortamda olduğu gibi okumuş toplumda da çok zor olacağı konusu onu şimdilik rahatsız etmiyordu. Şimdi onun için en önemlisi Kazak halkına ileri kültürü öğretmekti.
İşe önce kendine ait çevreden başlamalı. Abay’ın çevresiyse, doğal olarak başka ülkelerden, halklardan, dillerden ve geleneklerden kendisinden aldığı bilgiler dolayısıyla haberdar olan çocuklarıyla hiç usanmadan kendi entelektüel sorgulama dairesine çektiği Şakarim’di. Onun bir öğrencisi olan Şakarim’in, canın tek besini olan kitabı seçmesi anlaşılır bir durumdur.
Abay’ın yoğun ilgisi altında Şakarim kendisini hep bilgi armağan eden kutsal ağacın gölgesinde gibi hissediyordu. Okumak, yeni şeyler öğrenmek, kitaplarda bulunabilen bilgeliği idrak etmek onun hoşuna gidiyordu. Kendisini okumak için mollaya gönderirken ebeveynlerinin karşılaştıkları isteksizlik artık geride kalmıştı. Onun, göçebelerin çoğunluğunda olduğu gibi açık ve beyaz bir sayfa kadar temiz zihni anlaşılmayan kitaplarda yer aldığından daha önceleri ulaşılamaz olan yeni bilgileri hızla ve azimle kavrıyordu.
Şakarim, Nurpeyis’ten aldığı derslere büyük bir ciddiyetle yaklaşıyordu. O alfabeyi hemen öğrenip basit metinleri okumaya başladı. Öğretmen onun başarılarından memnundu, fakat “Dubrovskiy”yi okumaya başladıklarında işler yavaşladı. Zor metinlerin okunmasında Şakarim kelime dağarcığının yetersizliği nedeniyle zorlanıyordu. Nurpeyis ona şehirden birçok yeni kelime ezberleyebileceği Rusça-Kazakça sözlük satın almayı önerdi.
Şakarim, müzik aletleri satan dükkân sahibinden kemanın hazır olduğuna dair haberi daha güzün almıştı. Şimdi de şehre gitmek için bir sebep daha çıktı; Rusça öğrenmeye devam etmek için sözlüğe ihtiyaç vardı. Şakarim yola hazırlanmaya başladı.
Annesi Tolebike, kışın yola çıkmanın tehlikeli olduğunu ileri sürerek oğlunun kararına itiraz etti. En önemlisiyse yazın Şakarim’in düğünü olacaktı fakat damat bu konuyu pek de düşünmüyor gibiydi.
– Çocuk gibi davranıyorsun, olur olmaz şeyler için şehre gidiyorsun, diyordu annesi öfkeli bir sesle. Vakurlaşmanın, ev işlerini çevirmenin zamanı geldi. İlkbaharda göç idaresini ele alarak kendini efendi olarak göstermelisin.
Tölebike, ev idaresi konusunu boşuna açmamıştı. Çok eskiye dayanan geleneklere göre Kazaklarda tüm erkek evlatlar evlendikten sonra “Büyük Ev” dedikleri ebeveyn evinden ayrı eve çıkarlardı. Maddi imkânların elverdiği takdirde onlar ayrı obalar şeklinde göç ederlerdi, fakat ailenin küçük oğlu hep ebeveynlerle birlikte kalırdı ve aile reisliğinin yanı sıra Büyük Ev yani baba ocağı da, babadan ona geçerdi.
Şakarim eninde sonunda yaklaşık bir ay kaldığı Semipalatinsk şehrine gidebildi. İlk iş olarak dükkâna gidip onun için getirilen kemanı cüzdan olarak kullandığı kumaşa sarılı parayı dükkân sahibine uzatarak satın aldı. Yüzlerce elin dokunuşundan silik hale gelmiş, tıpkı birilerinin emeklerinin, üzüntülerinin, tutkularının, dramlarının vakayinameleri gibi çeşitli yazılarla kaplı karanlık, insanüstü bir güce sahip paralar Şakarim’i hep hayret ettirmiştir. O, keman için iki koyun parası olan 6 Ruble verdi. Mutluluktan pahalıya aldığının fakına varmadı. Satıcı, kemanın ne şekilde kullanılması gerektiği konusunda bilgi ve yayı cilalamak için kolofan verdikten sonra Şakarim’e iki tane nota albümü de sattı. O, nota anlamıyordu, fakat onlar için de parayı aynı ihtiramla ödedi.
Aynı zamanda müzisyen olan satıcı, delikanlının yoğun ilgisini görünce ona kemanda birkaç melodi çaldı ve parmakların yay üzerindeki yerleşim pozisyonlarını gösterdi. Böylece Şakarim yaklaşık yarım saatlik ders almış oldu ve daha sonra da kemanın çalınması konusunda aklında oluşmuş sorulara cevap bulmak için iki defa dükkâna uğradı.
Rusça-Kazakça sözlüğe gelince, onu bulmak hiç de kolay olmadı, çünkü anlaşıldığı üzere sözlüğün basılmış şekli mevcut değilmiş, sadece bölge idaresinin girişimiyle meydana getirilmiş el yazma nüshaları varmış. Sayısı çok az olan el yazma sözlüklerin elden ele dolaşmasından dolayı Şakarim onlardan birini çok zor satın alabildi. Bu, sağlam iplikle tutturulmuş ilk sütunda Rusça kelimelerin karşısındaysa Arap harfli Kazakça karşılıklarının mürekkeple yazılı olduğu birçok sayfadan oluşmuş bir albümdü. Farklı renkli mürekkeplerden sözlüğe sürekli olarak yeni kelimelerin ilave edildiği anlaşılmaktaydı. Semipalatinsk’e ikinci gidişinden sonra sözlükle kemanın sevinçli sahibi gençlik ve güzellik hakkında sözleriyle bestesi kendisine ait olan bir şarkı yazdı:
Değerli taşlar gibi gözleri,Yüzü ay gibi, tabanına kadar örgüsü,– O hayatından daha değerli, senin meleğin!Sesiyse tıpkı bülbülün ötüşü.Huyu yumuşak, nazik ipek gibi Kim kıyaslanır onun canlı güzelliğiyle? Nehir gibi engin ve gürültülü O benim sevgilimdi.Uyumluluğu onun cennet korosu gibiBen onu bozkırlar, dağlar arasında aradım, Masum ve saf tıpkı nur gibi,Mevzun endamlı tıpkı fidan gibi.Beli de kıl gibi ince Eşi benzeri yok bu dünyada. Kim onu üzerse bir kere bile O bizi bulacak karşısında.Parlıyor şefkatle gözleri,Çiy gibi akıyor sözleri. Saçlarına tarağın dişleri dokunsaSaç onun, ben yanıyorum ateş olmasa da.Canım bedenimden çıkacak gibi oluyor hayranlıktan O göz ucuyla bana baktığında. Hey güzeller, biz hepinize aşığız, Niyeti delikanlıların günah dolu olsa da.Dünya, şiirlere yansımak için vardır. Yaşam kitabı tasarlandı, geriye onu içerikle doldurmak kalıyordu. Şakarim kendisini çok mutlu insanlardan sayıyordu, çünkü etrafını sevgi sarıyordu. Yakında evlenecekti. Şakarim için aile hayatı 1876 yılının yaz mevsiminde başlamış oldu. Sevgili yârinin adı Mauen’di.
1877 yılının ilkbaharında tepelerin kuzey yamaçlarında karlar henüz erimeden obalar yaylaya göç etmek üzere hazırlık yaparken Karaşokı’da bulunan Şakarim’e Abay geldi. Yanında arkadaşı Erbol Komekbayulı (1843–1884), vazgeçilmez yardımcısı Baymagambet ve Abay’ın o bölgenin haritasını çizen mühendis olarak tanıttığı Rus asıllı bir atlı vardı. Abay getirdiği Rus dilinde yazılmış kitaplarla dergilerin arasından sekiz yıl önce çıkmış “Rus Habercisi” adlı dergiyi seçerek sayfaların birinde yer alan “Savaş ve Barış, Lev Tolstoy” yazısına işaret etti ve:
– Biliyorum, sen Rusça öğrenmeyi bırakmadın. Bu, Rus yazarının meşhur romanının ilk bölümleri, kolay olmayacak, fakat “yolu ancak giden kat eder” demişler. Okumaya bu dergiden başla. Beğenirsen devamını ve Tolstoy’un başka eserlerini getiririm, dedi.
– Şehirden aldığım sözlükle okumak daha kolay, fakat yine de anlayamadığım ifadeler oluyor, dedi Şakarim.
– Dil öğrenmek için o dilin konuşulduğu ortamda yaşamak daha iyidir. Bizim öyle bir imkânımız yok, fakat vazgeçmek de yok; çünkü sadece Rus dili vasıtasıyla başka halkların biriktirmiş olduğu bilgilere ulaşabiliriz.
– Rusça konuşacak kimsenin olmamasından mı yakınıyorsun? Ya şu yanında gezdirdiğin yer ölçme memuru var ya. Eğer zavallı Şakarim’i Rus yapmak istiyorsan rehber olarak misafirin yanına ver işte, diye söze karıştı Erbol.
– Çok doğru! Seni mühendis arkadaşımızın, yani Semen İlyiç’in yanına kılavuz olarak verelim. Onun tüm Şıngıstav’ı dolaşarak dağların yüksekliğini ölçmesi gerekiyor bu sebeple bizden buraları çok iyi bilen bir yardımcı bulmamızı istemişti. O seni Rus yapmaz, fakat Rusçanı onunla iyileştirirsin, dedi Abay Şakarim’e.
Böylece 1877 yılının Nisan ayında Şakarim yaklaşık üç ay birlikte geçireceği mühendis Semen İvanoviç’le Şıngıstav civarını dolaşmak üzere yola çıktı. Semen İlyiç’in yardımıyla oldukça iyi konuşmaya başladığı Rus dilinin gramer yapısı Şakarim için artık bir bilmece olmaktan çıkmıştı. Üstelik yapıların arasındaki mesafelerle dağlık tepe yüksekliklerinin ölçülmesi konusunda yer ölçme memuruna yardım ederken Şakarim matematik bilgilerini de iyileştirmiş oldu. Kendisini Omsk şehrinde beklemekte olan eşiyle iki çocuğunu anlatmayı seven otuz beş yaşında ciddi ve ağırbaşlı Semen İlyiç, akşamları terk edilmiş barınaktaki fitilli lambanın ışığında yardımcısına geometrinin temel kurallarıyla cebir, gündüz ışığındaysa üçgenin açılarını ölçmeyi ve açı ölçme aletini kullanmayı öğretiyordu. Kısa bir süre sonra Şakarim mesafe ölçeri ve açı ölçme aleti yardımıyla dağlara kadar olan mesafeyi ve tepelerin yüksekliklerini kendi başına ölçerek verileri deftere geçirebilecek dereceye geldi.
Dağlarda dolaşırken jeolojik araştırma konusunda da bilgisi olan Semen İlyiç kayalara dikkatle bakıyordu. Kayaların olağan dışı rengini fark edince de çekicinin yardımıyla numune koparıp yol arkadaşına ayaklarının altında ne kadar çok değerli maden yataklarının saklı olabileceğini anlatıyordu. Mühendis numuneleri çuvala koyduktan sonra derin bir iç çekerek en iyisinin altın bulmak olacağını, fakat burada büyük bir ihtimalle altının olmadığını söylüyordu.
Birlikte çalışmak hoşlarına gidiyor ikisi de bozkırı seviyordu. Semen İlyiç yardımcısına gerçek doğa değerlerini anlatarak bozkıra olan hayranlığını sesli bir şekilde ifade ediyordu. Bununla birlikte gökteki çayır kuşunun ötüşüne, gizli göllerine doğru sürüyle uçan ördeklerin çıkardığı sese, geniş bozkır düzlüğünde yumuşak akşam ışığının yansıdığı lalelere hiç durmadan seviniyordu. Şakarim onun hayranlık dolu sözlerini, bozkırın bir yabancı için erişilemez olan sırrını biliyormuşçasına, gülümseyişini gizleyerek dinliyordu. Semen İlyiç ona sürekli tüfek taşımasına rağmen neden avlanmadığını sorunca da müzmin bir avcı olan Şakarim, Şıngıstav’ın kendisi yüzünden fakirleşmemesi için avlanmadığını söyledi.
Obada vedalaşırken Semen İlyiç ona açı ölçme aletiyle yetindiklerinden dolayı hiç kullanmadıkları usturlapla Şakarim’in yeni şiirler yazması için plançeten yanı sıra dürbün de hediye etti. Duygulanan Şakarim ise misafire önceden hazırladığı üç yaşındaki atı armağan etmek istedi, fakat Semen İlyiç kesinlikle bu kadar pahalı bir hediye kabul edemeyeceğini söyledi. Geleneklerin böyle olduğu yönündeki açıklamalar da onu hediyeyi alması için ikna edemedi. Misafir, kendisine Abay Kunanbayev’in armağan ettiği atın da yeterli olduğunu, onu bile Semipalatinsk’e ulaşınca bir ulak aracılığıyla göndereceğini ifade etti.
Şehirdeki memurların açgözlülüğü hakkında duymadığı kalmayan Şakarim’i misafirin tevazusu şaşırttı. O, misafiri yolcu ettikten sonra eşi Mauen’e Semen İlyiç’in bu davranışının ondan öğrendiği her şeyden daha çok ibret verici olduğunu söyledi. Aslında bu, fiziksel olarak dağların tepesinde bulunmaktan ziyade manevi bir yükseliş süreciydi.
Şakarim, kendisini nahiye müdürlüğüne aday göstermeye karar veren akrabalarının planlarından haberdardı. Bir süredir onun kendisi de akrabalarının mutluluğu için hayırlı işler yapmayı hayal ediyordu. Görev hakkında genel bilgilere de sahipti. Nahiye müdürünün otlak ve çayırları paylaştırmak ve obaların göç yerlerini belirlemek zorunda olduğunu biliyordu. O, otlak sınırlarını ihlal etme ve başkalarının malına el koyma girişimleriyle tanınmış bazı aile reisleriyle oba Aksakallarının keyfi hareketlerinden endişe ediyordu. Nahiye müdürü anlaşmazlıkları çözebilmeli ve gerektiğinde durumu ilçe mahkemesine nakletmek için evrak düzenleyebilmeliydi.
Şakarim, arazinin paylaştırılması ve idari yazışma konusunda kendisinden emindi. Sadece itibarlı insanlara emir vermek ona mahcubiyet veriyordu. Bu yüzden görevi reddetmek istedi ama Abay’dan azar işitti.
– Nahiye müdürü olmamam gerektiğini kendiniz de bana söylemiştiniz. Siz bu tür görevde bulunan kişinin partiler arasındaki anlaşmazlıklara karışmamasının, insan haklarını ihlal etmemesinin, kötülük yapmamasının imkânsız olduğunu söylemiştiniz. Böyle bir insanın zamanla vicdansızlaşacağını ve yeni bilgiler edinmek istemeyeceğini söylemiştiniz, diyerek Şakarim kendisini savunmaya çalıştı.
– Evet, söyledim, çünkü senin gibi kendisini bilime adamış birinin iç çatışmaların dışında kalması gerektiğini düşünüyordum, fakat kenarda kalman zor görünüyor. Senden başka aday yok, dedi Abay.
– Ama benim itibarım yok, sözleriyle görevi reddetmeyi bir daha denedi Şakarim.
– İtibar hayırlı işlerle kazanılır. Saçma kararlar alırsan itibar kazanamazsın, fakat adaletli olursan saygınlık kendiliğinden gelecektir. Üstelik senin Rusça bilmek gibi bir avantajın da var.
Abay, delikanlının Rusça konusundaki başarısını onu sakinleştirmek için abartmıştı. O, Şakarim’e nahiye müdürünün neler yapması gerektiğini bir daha anlattı.
– Mücadele kolay olmayacak. Bizim aileden başka iki parti daha kendi adamlarının seçilmesini isteyecek. Toprak işlerini idare ederek zenginleşmeyi ümit ediyorlar. Öyle insanlar yönetime sokulmamalı! Sen doğrudan seçimlere katılmak zorunda da kalmazsın, çünkü senin nahiye müdürü olmak için henüz genç olduğunu söyleyecekler. Bu iki parti kapışsın bakalım birbiriyle. Aksakallar oylama esnasında ortak fikre gelemediklerinde ise biz, atama yoluyla nahiye müdürü olarak seni tayin etmelerini önereceğiz. Ben ilçe idaresiyle konuştum. Obamızda büyük işler çevirenlerin hiçbiri neyin ne olduğunun farkına bile varmaz.
Şakarim, Abay’ın ilçe idaresinde sayıldığını ve seçimlerde zahmetsizce destek sağlayacağını biliyordu. Rus memurları okuma yazması az ve dürüstlükten uzak olan nahiye müdürleri arasında Abay’ı çoktan fark etmişlerdi. Gerçi Semipalatinsk memurlarının bir kısmı onun adalet ve halka doğru dürüst hizmet konusundaki konuşmalarından tedirgin oluyordu. Hümaniter görüşler Rusya’da da küçük burjuva arasında henüz yaygınlık kazanmamışken söz konusu fikirleri bir asilzade oğlu olsa bile dünyevi eğitim almamış ve Rusçayı daha yeni öğrenmiş olan bir bozkırlı izah ediyordu, fakat Abay’ın adil yönetim konusundaki düşüncelerinden hoşlanan memurlar da yok değildi. Rusya yönetimi bozkırda soygunsuz, yağ-masız ve isyansız bir düzen ve nizam görmek istediğinden ve Abay zahiren rejime bağlı bir insan olarak göründüğünden ilçe idaresi ondan ümitliydi. Onun Çarlık siyasetinin sadık yayıcısı olup olmayacağı henüz belirsizdi, fakat o, bozkır örf ve adetleriyle geleneksel hukuk uzmanıydı, göçebe halkın yanı sıra boyların itibarlı kişilerini çok iyi tanıyor, onların niyetlerini, entrikalarını, zeki hamlelerini kolaylıkla anlayabiliyordu. İşte bu yüzden ilçe memurları (onların tutumu, tabii ki askerî valinin bilgisi dâhilinde gerçekleşmekteydi), nahiye müdürleri seçimi de buna dâhil olmak üzere belirli etkinlikler konusunda Abay’ın fikrine göre hareket etmenin doğru olacağı kararına varmışlardı.
Şakarim aynı zamanda Abay’ın tüm kış ve ilkbahar boyunca soylu akrabalarını Akşokı’daki evinde kabul etmek daha sonra da boyun soylu temsilcilerinin obalarına gitmek suretiyle onlarla Rus yönetimiyle karşılıklı ilişkiler hususundaki detayları ve gelecekte şehir tüccarlarıyla yapılacak ticaret konusunu görüştüğünü biliyordu.
Bir Haziran günü Şakarim, dedesinin hayır duasını almak üzere Kunanabay’ın obasına gitti. Kazaklarda hiçbir ciddi işe “batasız” (hayır duasız) girişilmez. Kunanabay, zeki ve bilgili Şakarim’in aile geleneğini devam ettirerek bozkır hayatını yöneteceğine çok sevindi.
– Dinle diyeceklerimi. Sen ciddi bir göreve başlıyorsun, halkın işleriyle uğraşacaksın, fakat insanların saygısını kazanmadan hiçbir şey kazanamazsın. Saygıyı kazanmak içinse dürüst ve adaletli olmak gerekir.
İhtiyar avuçlarını yüzüyle sakalına sürdü ve:
– Gençliğimde ben Allah’a: “Bana mutluluk ver. Mutluluğu bulduğumda bana zenginlik ve iktidar ver. Halka hizmet ettiğim sürece günahlarımı bağışla, fakat eğer zenginliği ve iktidarı halkın iyiliği için kullanamazsam beni bu dünyadaki en mutsuz iki ayaklı yap.” şeklinde yalvarıyordum diye sözüne devam etti.
– Çok mutlu olmalısınız, dede. Birçok kişiye iyiliğiniz dokundu, dedi Şakarim.
İhtiyar iç çekerek gözlerini aşağı indirdi.
– Sen benim için özelsin. Sende rahmetli oğlum Kudayberdi’yi görüyorum. İşlerimi ona devretmeyi o kadar çok istiyordum ki. Ona o kadar çok ihtiyacım vardı ki! Uruk başkanı olunca ben insanlara yardım ettim, fakat darbeler aldım. Boğazıma yapışarak benimle çatışanlar akrabalarımdı. Saygınlığımı kıskananlar kim? Akrabalar. Düşman dışarıdan değil, içeridendi. O bendendi ve dışarıdaki düşmandan daha beterdi.
Torun, dede nasihatinin her kelimesini hafızasına yazdı. Bu kesindir, çünkü soylu Hacının vecizelerini aile mensuplarına, akrabalara tekrar tekrar anlatarak sonraki nesle aktarmış olan Şakarim’dir. Söz konusu özdeyişler Şakarim’in oğlu Ahat’la sülalenin başka genç temsilcilerinin yazılı açıklamalarında kayıtlıdır.
– Ben her zaman sırtımı halka dayıyordum. Zor anlarımda beni halk kurtarıyordu. Sen de iyi niyetli insanlara hep iyi davran, geçim sıkıntısı çeken insanlara, gerektiğinde iktidarı da kullanarak, yardım et. İnsanları, sana karşı çıkmış olsalar bile, hiçbir zaman kötü karşılama.
Kunanbay’ın verdiği hayır duanın genel niteliği göçebeliğin ruhuna uygundu. Belirli kuralları idrak etmek kolaydır. Bunun neresi zor ki? Fakat dünyanın bazen dayanılmaz olan kusurlarıyla gönlün saf bir şekilde arzuladığı mutluluğu uzlaştırmayı herkes başaramaz. Kazakların iç dünyası derin genel hükümlere ve çok derin anlamlara son derece duyarlıdır. Şakarim, söylenmek istenen her şeyi anladı ve akrabalarını mutlu etmeyi arzulayarak kendisine hayır dua ederken Kunanbay’ın şefkatini yüreğinde hissetti. Hayır dua aldıktan sonra delikanlı seçimlere gitti.
1878 yılında nahiye müdürleri kongresinin yapılacağı yer olarak Abay’la Şakarim’in obalarından yirmi mil uzaklığındaki Eralı vadisi civarı belirlendi. Yürürlükteki kanuna göre kongrenin yeri ve tarihi, Kazakların “oyaz” dedikleri ilçe başkanı tarafından belirlenirdi. Nahiye müdürüne ise Kazaklar “bolıs” derlerdi. Aslında kongre yerini nahiye müdürü önerirdi, ilçe başkanı ise bu öneriyi onaylardı.
Seçim gününde Şıngıs nahiyesine giren on iki oba, seçimin yapılacağı yerde birkaç çadır kurarak yemekler hazırladı, sofralar açtı. Üç yüzün üzerinde insan toplandı. Ancak öğleden sonra iki atlı eşliğinde faytonla gelebilen ilçe başkanını çok beklediler.
İlçe başkanı Kareyev’in yanında söz konusu dönemde askerî valinin evrak işlerine bakan Losevski adlı memur vardı. O, Abay’ı fark edip selamlaştı ve onu ilçe başkanının yanına getirdi. İlçe başkanı Abay’a teveccüh göstererek biraz sohbet etti. Sosyete selamlaşması kalabalığın gözünden kaçmadı.
Yöneticilerin yanında tercümanla biri memur, ikisi komiser olmak üzere toplam üç polis bulunuyordu. Hazırlık için fazla zaman harcamadan seçimlere geçildi. Çadırların yanına ufak bir masayla idarecilerin oturacağı birkaç bank koydular. Polis memuru komiserin yardımıyla masanın üzerine bir tarafı siyah renge boyalı iki kısımdan oluşan bir kutu yerleştirdi. Kazaklar güzel bir görüntü oluşturarak gruplar halinde etrafına oturdular.
Şıngıs nahiyesinde ellibaşı konumunda olan yedi kişi öne doğru çıktı. Onlardan her biri, mevcut duruma göre, elli çadırı temsil ediyordu. Uygulamada seçmenler çadırına büyük ailenin tüm üyelerinin yanı sıra onların işçileri de dâhil ediliyordu. Bu yüzden ellibaşı konumundaki kişinin bazen birkaç bin kişiyi temsil ettiği de oluyordu. Esasında birer seçmen olan bu ellibaşı konumundakiler oylarını demokratik çoğunluk sistemine göre kullanmak zorundaydılar.
Kolej kâtibi olan ilçe başkanı Pavel Kareyev bu tür seçimleri yönetme tecrübesine sahip olmadığı için seçimi idare etme hakkını Vladimir Losevskiy’ye devretti. Adaylar belirlenmeye başladı. Şakarim, Abay’ın görebileceği bir yerde bulunmaya çalışarak, süreci dikkatle izliyordu. Abay’ın dediği gibi mücadele adaylarını öneren iki parti arasında geçiyordu. Zeki ve kurnaz Losevskiy bir ilçe başkanına, bir olan biteni yorumlamakta olan izleyicilere bakarak önerilen adayların isimlerini kayda geçirdi. Kazaklar, adayları her açıdan müzakere ediyorlardı. Birisi yüksek sesle adayların hiçbirinin nahiye müdürü olmak için gerekli niteliklere sahip olmadığını söyledi. Yanında oturanlar ona itiraz ediyordu.
– Şu anki nahiye müdüründen hiç adalet yüzü göremedik. Vergilere boğdu bizi. Onun yüzünden o kadar harcama yaptık, diyordu biri!
Polis memuru ayağa kalkarak halkı nizama davet etti. Vladimir Losevskiy ortalığın sakinleşmesini büyük bir sabırla bekledi. Daha sonra ellibaşı konumundaki seçmenleri masaya davet etti ve onlara birer ahşap top vererek çok da karmaşık olmayan oylama sürecini anlattı. Sibirya Komitesi’nin yürürlükteki yasasına göre oylama toplarla yapılmalıydı. Seçmenler, oy verecekleri adaya göre topları kutunun ya siyah tarafına, ya da beyaz tarafına atmalıydı. Top sayısı fazla olan seçimi kazanıyordu, fakat sayı aynıysa son kararı ilçe başkanı verecekti. Losevskiy kutunun üzerine siyah bir kadife kumaş örttü. Ellibaşı konumundakiler sırayla masaya doğru gelip kimselerin görmemesi için ellerini kadife kumaşın altına sokarak topları kutuya atmaya başladılar.
Oylama sona erdi. İlçeden gelen komiserler balonları saydı ve Losevskiy ciddi ve vakur bir şekilde kalabalığa her iki aday için aynı sayıda seçmenin oy kullandığını duyurdu. Tesir edici bir duraklamadan sonra o sözlerine adayların topladıkları oy sayısının eşit olması sebebiyle seçimin geçerli sayılamayacağını ekledi. Tercümanın bu duyuruyu kalabalığa aktarmasından sonra sesler yükseldi.
Heyecanlı müzakereler başladı. Söze Abay karıştığında ise sesler kesildi. O ilçe başkanına bakarak Rus dilinde şöyle dedi:
– Ben nahiye müdürü olarak şu genci tayin etmenizi rica ediyorum. Onun adı Şakarim, kendisi Kudayberdi’nin oğludur.
Abay, Şakarim’i halkın görebileceği yere çıkardı ve kalabalığa seslenerek:
– Şakarim’i seçsinler. Hepiniz onu tanıyorsunuz. Ben burada Kudayberdi’nin birçok dostunu görüyorum. O nahiye müdürüyken siz zengindiniz, barış ve birlik içinde yaşıyordunuz. Şimdiyse parçalanmış durumdasınız. Sizleri parçalayan seçimdir. Ancak bir atama sizi barıştırabilir, fakat güvenilir, rüşvetçi olmayan, yani tıpkı Kudayberdi gibi birine ihtiyaç vardır. Onun oğlundan daha iyisini bulamayız.
Birden en coşkulu hatipler bile Şakarim’in adaylığını onayladılar. İnanılmaz gibi, ama Şakarim onlardan övgü dolu sözler işitti. Her şey rüya gibiydi. Şakarim fazla konuşmak durumunda kalmadı. Halkın yeni adaya sıcak baktığını gören ilçe başkanı, askerî valinin evrak işleri sorumlusuyla yaptığı kısa bir konuşmadan sonra Şıngıs nahiyesinin müdürü olarak Şakarim Kudayberdiyev’in tayin edildiğini ilan etti. Herkesten çok sevinen Abay’dı. Seçimler onun uruk içindeki gücünü ve tesirini göstermiş oldu.
“Unutulanın Hayatı” adlı şiirinde Şakarim bu süreci kısaca şöyle anlatmıştır:
Hatiptir o ve ustadır her işte;Böyle biri, herhalde, bırakmaz dizginleri,Diye iç çekerek karar verdi dedelerimizBoynuma nahiye müdürlüğünü yükleyerek.Şakarim görevini henüz kongre bitmeden yapmaya başladı. Bazı sorunların anında çözülmesi gerekiyordu. Her şeyden önce ilçe başkanı nahiye müdürüyle onun yardımcısına ödenecek maaşın miktarını belirledi. Aylık tutarının düşük olması yeni nahiye müdürünü oldukça şaşırttı. Vergi miktarlarıysa yüksekti. Çadır başına ödenen vergi tutarı düşmek yerine artmıştı. İlçe başkanının sert ses tonundan itirazın kabul edilmeyeceği anlaşılıyordu. Vergiler parayla ödenmeliydi. Eğer ellibaşı konumundakilere halk vergileri hayvanla ödemişse nahiye müdürü hayvanları paraya çevirmek durumundaydı.
Şakarim halkın vergi borcunun olduğunu biliyordu. Bunun içinde, ellibaşı konumundakilerin güya nahiye müdürlüğü göreviyle alakalı olarak topladığı ve halkın “kara vergi” adını verdiği haraçlar da vardı. Bu aslında yerel vergiydi. Şakarim hızlıca düşünerek “kara vergilerin” halk için ne kadar büyük bir talihsizlik olduğunu anladı. Oracıkta bu verginin tamamen kaldırılmazsa bile makul bir miktara çekilmesi doğrultusunda kesin karar aldı. “Acaba görevimle ilgili masrafları kendi çiftliğimden karşılayamaz mıyım?” diye düşündü.
Asil düşüncelerinden başkanın nasihat niteliğindeki konuşması uzaklaştırdı. İlçe başkanı nahiye müdürünün çarın bozkırdaki gözü ve kulağı olduğunu söylüyordu. Bunun yanı sıra o, nahiyedeki işlerin hükümet siyasetine aykırı düşecek şekilde yürütülmemesi gerektiğini birkaç defa tekrarladı. Aksi takdirde nahiye müdürünün kafasını bizzat kendisi kesecekmiş.