
Полная версия:
Gora
“Bunun kötü bir fikir olmadığını düşünüyorum.”
“Ama eskiden böyle düşünmezdin. Biz evlenmemeye karar vermemiş miydik? Bu kararın değişmeyeceğini sanıyordum.”
“Benim için değişmedi ama senin için değişti.”
“Neden? Neden kutsal yolculuğumuz için farklı yollar seçmemizi istiyorsun?”
“Ben bu işte yollarımızın ayrı olduğuna inanıyorum. Tanrı bazı insanları omuzlarında ağır yüklerle dünyaya gönderir, bazılarına da var olmanın hafifliğini yaşatır. Bu iki insanı aynı arabaya koşarsan, onu aynı güçle çekmeleri için birini yüklemek zorunda kalırsın. Biz eninde sonunda aynı hızla hedefe doğru ilerleyeceğiz ama önce senin evliliğin yükünü sırtına alıp hızını biraz kesmen gerekiyor.”
“Tamam.” diye gülümsedi Binoy. “Beni istediğin gibi yükleyebilirsin.”
“Bu yükün içeriği konusunda bir itirazın yok mu?”
“Amaç benim hızımı kesmekse, içinde ister taş olsun, ister tuğla, hiç fark etmez.”
Binoy, Gora’nın onu evlendirmek için neden o kadar hevesli davrandığını biliyordu. Onun, arkadaşını Pareş Babu’nun kızlarından birine kaptırmamak için gösterdiği çaba hoşuna gitmişti.
Öğle yemeğinden sonra bir önceki gecenin yorgunluğunu çıkarmak için uzun bir uykuya yattılar. Akşamın gölgeleri kentin üzerine çökene kadar hiç konuşmadılar, sonra terasa çıktılar.
Binoy gökyüzüne bakarak: “Dinle Gora.” dedi. “Sana bir şey söylemek istiyorum. Bana öyle geliyor ki, bizim vatanseverliğimizde eksik kalan bir nokta var. Yalnızca Hindistan’ın yarısını düşünüyoruz.”
“Nasıl?” diye sordu Gora. “Ne demek istiyorsun?”
“Hindistan’ı bir erkek ülkesi olarak görüyoruz; kadınları tamamen boşluyoruz.”
“İngilizlere benziyorsun.” dedi Gora. “Her yerde kadın görmek istiyorsun; evde ve dışarıda; karada, suda ve gökyüzünde; yemekte, eğlencede ve işte. Herkes senin gibi düşünseydi, kadınlar, dünya gibi ay ile güneş arasına girer ve erkekleri gölgede bırakırdı. Böylece senin kuramını da bizimle birlikte gölgede kalırdı.”
“Hayır!” dedi Binoy. “Konuyu böyle kapatmana izin vermeyeceğim. Benim İngilizler gibi düşünüp düşünmemem neden senin için bu kadar önemli? Ben yalnızca ülkemizde erkeklerin kadınlara hak ettikleri değeri vermediklerini söylemeye çalışıyorum. Seni ele alalım, kadın haklarını bir an olsun düşünmediğinden eminim. Sen Hindistan’ı kadınsız bir ülke olarak görüyorsun, bu doğru bir düşünce tarzı değil.”
“Ben annemi tanıyorum, onda ülkemin bütün kadınlarını görüyorum ve yerlerinin neresi olması gerektiğini biliyorum.”
“Sen kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyorsun.” dedi Binoy. “Bir insan, kendi evindeki kadınları görerek onların hakkında bir fikir edinemez. İngiliz toplumuyla bizimki arasında bir kıyaslama yaparsam bana kızacağını biliyorum, onun için bunu yapmak istemiyorum. Bizim kadınlarımızın uygunsuz davranışlarda bulunmadan toplum yaşamına ne dereceye kadar ve nasıl ayak uyduracaklarını da bilmiyorum. Sana yalnızca şunu söyleyeceğim, kadınlarımız kendilerini sarilerinin arkasında gizledikleri sürece ülkemizin gerçek yüzünü göremeyiz ve onu bütün kalbimizle sevemeyiz.”
“Nasıl günler gece ve gündüz olarak ikiye bölünüyorsa, toplum da kadın ve erkek olarak ikiye ayrılır.” dedi Gora. “Normal bir toplumda kadın gece gibi görünmez olur, her işini perde arkasında hiç kimseye görünmeden yapar. Toplum anormalleştikçe, gece gündüzün ilgi alanına el koyar, ikisi birbirine karışır ve yapay ışığın altında ciddiyetlerini yitirip uçarılaşırlar. Bunun sonucunda ne olur? Gecenin gizli eylemi durur, zamanla yorgunluk artar, dinlenme olanaksızlaşır ve erkek ancak keyif verici maddelerle zihnini bulandırarak varlığını sürdürebilir. Aynı şekilde kadını günlük işlerinden koparırsak, her zamanki gibi sessizce görevlerini yapamaz, toplumun mutluluğu ve huzuru bozulur ve onların yerini taşkınlık alır. Bu taşkınlık başlangıçta bir güç belirtisi olarak algılanılabilir, ancak bu yıkıcı bir güçtür. Toplumu oluşturan iki cinsten biri olan erkek, ön plandadır; ama olması gerektiğinden daha fazla öne çıkamaz. Kadının gizli gücünü açığa çıkarırsan, toplum kendi sermayesini tüketmeye başlar ve iflasa doğru sürüklenir. Benim görüşümce, biz erkekler sofraya oturursak ve kadınlar soframızı donatırlarsa, onlar ortada görünmeseler bile, o yemek bir ziyafete dönüşür. Yalnızca zihni bulanık bir insan bütün güçlerin tek bir yerde, aynı yönde ve aynı şekilde kullanılmasını isteyebilir.”
“Gora!” dedi Binoy. “Söylediklerini tartışmak istemiyorum ama benim görüşümü çürütecek bir şey söylemedin. Burada asıl sorun…”
“Bana bak Binoy!” diye sözünü kesti Gora. “Eğer bu tartışmayı daha fazla uzatırsak, sonunda kavga edeceğiz. Kadınların benim üzerimde, son zamanlarda senin üzerinde oldukları gibi etkili olmadıklarını sana söyledim. Onlara karşı senin hissettiğin şeyleri hissetmemi bekleyemezsin. Onun için artık aynı görüşte olmadığımızı kabul edelim.”
Gora böylece konuyu kapattı. Ama yere düşen bir tohum, uygun koşulları bulduğu anda filizlenir. Gora o güne kadar kadınların hiçbir şekilde yaşamına girmesine izin vermemişti ve bu yüzden bir eksiklik duymamıştı. Binoy’un o günkü coşkusu, bir anda onların varlığının ve toplumdaki güçlerinin yadsıyamayacağı bir gerçek olduğunu görmesine yardımcı oldu. Ama kadının yerinin neresi olduğuna ve hangi amaç için yaratıldığına karar veremiyordu. Bu nedenle Binoy ile daha fazla tartışmak istemedi. Konuyu her yönüyle ele alacak kadar bilgi sahibi değildi, bu sorunu önemsemeden kafasından atmasına da olanak yoktu. Onun için hiç konuşmamayı yeğledi.
O gece Binoy giderken, Anandamoyi onu yanına çağırdı ve sordu: “Sasi’yi almaya karar verdin mi?”
Binoy utangaçça gülerek ona yanıt verdi: “Evet anne! Gora bizim çöpçatanımız oldu.”
“Sasi çok iyi bir kızdır,” dedi Anandamoyi. “Ama çocukça bir şey yapma Binoy. Ben seni iyi tanırım oğlum. Kararsız olduğun için işin kolayına kaçıp bu öneriyi fazla düşünmeden kabul etmek istiyorsun. Oysa düşünmek için çok zamanın var. Sen artık kendi kararlarını verecek yaştasın. Böyle ciddi bir konuda gerçek duygularından emin olmadan kesin kararını vermemelisin.”
Konuşurken Binoy’un omzuna hafifçe vurdu ve Binoy karşılık vermeden ağır adımlarla oradan uzaklaştı.
18
Binoy evine dönerken, yol boyunca Anandamoyi’nin söylediklerini düşündü. Onun öğütlerini her zaman önemsemişti. Bütün gece ağır bir yükün altında ezildiğini hissetti.
Ertesi sabah uyandığında, en azından Gora’ya dostluğunun bedelini ödediğini düşündü ve bu düşünceyle üzerindeki yükün kalktığını hissetti. Bir ömür boyu sürecek evlilik bağıyla Sasi’ye bağlanmayı kabul ederse, bunun ona evlilik dışı yaşamında özgürce davranma hakkını vereceğine inanıyordu. Bu evliliğin, Brahmo bir ailenin kızıyla evlenerek kendi dininden kopacağını sanan Gora’nın asılsız kuşkularını gidereceğinden emindi. O günden sonra sık sık Pareş Babu’nun ziyaretine gitmeye başladı, sevdiği insanların yanında kendini evindeymiş gibi hissediyordu. Gora’nın kendisi hakkındaki düşünceleri için endişelenmeyi bırakıp rahatladıktan sonra, Pareş Babu’nun ailesinden biriymiş gibi ağırlanmaya başladı.
Suçarita’nın ondan hoşlandığını sanan Lolita, başlangıçta ona düşmanca davranıyordu. Ama ablasının Binoy’a özel bir ilgi duymadığını anladıktan sonra tutumunu değiştirdi ve Binoy Babu’nun çok iyi bir insan olduğunu kabul etti.
Haran bile ona karşı değildi; tam tersine, Gora ile arasındaki farkı vurgulamak için her fırsatta Binoy’un çok zeki ve ince bir insan olduğunu belirtiyordu. Binoy, Suçarita’dan aldığı uyarıdan sonra Haran ile tartışmaya girmekten kaçındığı için çay sofrasında huzuru bozacak bir olay çıkmıyordu.
Haran orada olmadığı zaman, Suçarita, Binoy’dan toplumsal konular hakkındaki görüşlerinden söz etmesini istiyordu. Gora ve Binoy gibi iki aydın insanın, ülkenin çağdışı kalmış, boş inançlarını nasıl savunduğunu anlayamıyordu. Onları tanımasaydı, ikisini de küçümser ve bu konu üzerinde kafa yormaya gerek duymazdı. Ama Gora’yı ilk gördüğü andan beri onu ne küçümseyebiliyor, ne de aklından çıkarabiliyordu. Onun için, bulduğu her fırsatta konuyu Gora’nın yaşam tarzına ve toplumsal görüşlerine getiriyor, soruları ve tepkileriyle konuyu derinleştirmeye çalışıyordu. Pareş Babu, kızın gördüğü liberal eğitim nedeniyle bütün kültlerin görüşlerini öğrenmek istediğini sandığı için onun kendi yolundan çıkmak üzere olduğundan korkmuyor ve bu tartışmalara son vermeye gerek görmüyordu.
Bir gün Suçarita sordu: “Söyleyin, Gourmohan Babu kast sistemine gerçekten inanıyor mu, yoksa bütün bunları yalnızca ülkesini ne kadar çok sevdiğini herkese göstermek istediği için mi yapıyor?”
“Her merdivenin basamakları vardır, değil mi?” diye karşılık verdi Binoy. “Bunların bazıları diğerlerine göre daha yukarıdadır.”
“Bu konuda sizinle aynı görüşteyim çünkü ben de o basamakları çıkıyorum. Eğer yerde olsaydım böyle bir şeye gerek duymazdım.”
“Doğru.” dedi Binoy. “Toplumumuzu simgeleyen ve bizi en tepeye, asıl hedefimize götüren merdivenin görevi, aşağıda bir yığılmaya engel olmaktır. Bizim hedefimiz belli bir toplum ya da bütün dünya olsaydı, aramızdaki farklılıkların bir önemi kalmazdı, Avrupalıların daha fazla toprak sahibi olmak için verdikleri hiç bitmeyen savaşa biz de katılırdık.”
“Korkarım söylediklerinizi pek iyi anlayamadım.” dedi Suçarita.
“Benim öğrenmek istediğim şey şu.
Siz toplumumuz tarafından geliştirilen kast sisteminin başarılı olduğuna inanıyor musunuz?”
“Bu dünyada başarının gerçek yüzünü görmek kolay değildir.” diye yanıt verdi Binoy. “Hindistan, kast sistemini sosyal bir soruna çözüm getirmek için geliştirdi ve bu sistem bütün dünyanın gözünün önünde hâlâ ayakta duruyor. Avrupa bugüne kadar bundan daha tatminkâr bir çözüm yolu bulamadı. Kıtanın insanları yaşamlarını sürdürmek için büyük bir savaş veriyorlar. İnsanlık hâlâ Hindistan tarafından önerilen çözümün başarıya ulaşmasını bekliyor.”
“Lütfen bana kızmayın.” dedi Suçarita utangaçça. “Söyleyin, siz Gourmohan Babu’nun söylediklerini mi yineliyorsunuz, yoksa bütün bunlara gerçekten inanıyor musunuz?”
“Doğrusunu söylemek gerekirse…” dedi Binoy gülümseyerek. “Ben Gora kadar inançlı değilim. Toplumdaki yozlaşmayı ve kast sisteminin kötüye kullanıldığını gördükçe kuşkuya düşüyorum ama Gora, bu kuşkunun ayrıntılara gereğinden fazla önem verdiğim ve beni aşan büyük olayları göremediğim için doğduğunu söylüyor. Kırık dallarla dökülen yaprakları, ağacın yapısı hakkında fikir veren en kusursuz örnekler olarak kabul edersek, bu bizim konuları derinlemesine ele alamadığımızı gösterir. Gora kuruyan dallarla vakit kaybetmememizi, ağacın tamamına bakıp varoluş amacını anlamamızı istiyor.”
“Kuru dalları bir tarafa bırakalım.” dedi Suçarita. “Meyveleri de göz önünde bulundurmamız gerekir. Kast sistemi bugüne kadar ülkemiz için nasıl bir meyve verdi?”
“Sizin meyve dediğiniz, yalnızca kastın değil, ülke koşullarının ürünüdür. Onu sallanan dişinizle ısırırsanız canınızı acıtır, bunun için bütün dişlerinizi suçlayamazınız çünkü canınızı yakan yalnızca sallanan diştir. Biz çeşitli nedenlerden dolayı hastalandık ve zayıf düştük. Şu ana kadar Hindistan ile ilgili fikirleri çarpıtmaktan başka bir şey yapmadık ve buna bağlı olarak amacımıza ulaşamadık. Bu yüzden Gora bize her zaman şunları öğütler: Sağlıklı olun, güçlü olun!”
“Pekâlâ! Demek ki siz, Brahman rahiplerin kutsal insanlar olduklarına inanıyorsunuz.” diye ısrarla sözünü sürdürdü Suçarita. “Bir Brahman rahibinin ayağının tozunun insanı arındırdığına gerçekten inanıyor musunuz?”
“Yaradılışımızın bedelini saygı ile ödemek size çok mu ağır geliyor? Gerçek Brahman rahipler yetiştirebilseydik, bu toplumumuz için iyi olmaz mıydı? Bizim kutsal insanlara, üstün insanlara gereksinimimiz var, bütün kalbimiz ve ruhumuzla istersek onları yaratabiliriz. Ama bilinçsizce davranırsak, dünyayı her kötülüğü yapabilecek güçte şeytanlarla doldururuz ve onların gözüne girmek için ayaklarının tozunu başımıza sürmek zorunda kalırız.”
“Yeryüzünde sizin üstün insanlarınızdan hiç var mı?” diye sordu Suçarita.
“Onlar buradalar, tıpkı bir tohumun içinde gizlenen bir ağaç gibi, Hindistan’ın varlığının ve hedefinin içinde gizliler. Diğer ülkeler Wellington gibi generaller, Newton gibi bilim adamları ve Rothschild gibi milyonerler istiyor. Ama bizim ülkemizin, korkunun ne olduğunu bilmeyen, açgözlülükten nefret eden, bütün acıları dindirebilen, kaybetmekten korkmayan, Yüce Yaradan ile bir olan Brahman rahiplere gereksinimi var. Hindistan güçlü, soğukkanlı ve hoş görülü din adamları istiyor, ancak onlara sahip olduktan sonra bağımsızlığa kavuşabilir! Biz kralların önünde başımızı eğmeyiz, boynumuzu zorbaların boyunduruğuna koşmayız. Bizim başımızı eğen kendi korkumuzdur; biz kendi hırsımızın ağına takılmış ve kendi akılsızlığımızın kölesi olmuşuz. Onun için gerçek Brahman rahiplerinin katı disiplinleriyle bizi bu korkudan, hırstan ve akılsızlıktan kurtarmalarını bekliyoruz; onlardan bizim için savaşmalarını, ticaret yapmalarını ya da bize dünya nimetlerini getirmelerini istemiyoruz.”
O ana kadar bir dinleyici olarak orada bulunan Pareş Babu söze karıştı ve sakin bir sesle şöyle söyledi: “Ben Hindistan’ı tanıdığımı söyleyemem; doğal olarak Hindistan’ın kendisi için ne istediğini ve bunu elde edip edemediğini de bilmiyorum. Ama geçmişe dönmeyi hangimiz başarabiliriz? Şu anda yapabileceğimiz ne varsa onu yapmalıyız. Bir işe yaramayacağını bile bile geçmişe özlem duymanın kime ne yararı var?”
“Ben de sık sık sizin gibi düşünür ve konuşurum.” dedi Binoy. “Ama Gora’nın da söylediği gibi, geçmişin geride kaldığını söyleyerek onu yok edebilir miyiz? Geçmiş her zaman bizimledir, bir zamanlar gerçek olan bir şey asla yok olmaz.”
“Arkadaşınız sıradan insanlar gibi düşünmüyor.” diye karşı çıktı Suçarita. “Onun düşüncelerini aktararak bütün ülke adına konuşamazsınız.”
“Lütfen arkadaşım Gora’nın katı bir Hindu olmakla övünen sıradan insanlardan olduğunu düşünmeyin.” dedi Binoy. “O Hinduizm’in derinine iner, bunu o kadar ciddiye alır ki, gerçek bir Hindu’nun hafif bir dokunuşla solacağına ve acımasızlıkla öleceğine hiçbir zaman inanmaz.”
“Gördüğüm kadarıyla, o hafif dokunuşlardan da kaçıyor.” dedi Suçarita gülümseyerek.
“Bu onun doğasında var.” dedi Binoy. “Ona bunun nedenini sorarsanız, hiç düşünmeden şöyle söyler: ‘Ben kast sisteminin dış etkilerle yıkılacağına ve temizliğin dinin yasakladığı yiyeceklerle bozulacağına bütün kalbimle inanıyorum.’ Bu kesinlikle doğru. Onun dogmacı bir insan olduğunu biliyorum. Görüşleri ne kadar mantıksız olursa, onları dinleyicilerine aktarırken o kadar kesin bir dil kullanır. Ayrıntılara önem verdiği için akılsız insanların onu yaşamsal konuları gözden kaçırmakla suçlamasından ya da muhalif partinin zafer ilan etmesinden çekinir. Bu nedenle hiçbir ayrım yapmadan, her şeyi dikkatle inceler. Bu konuda bana bile hoşgörülü davranmaz.”
“Brahmoların arasında da böyle insanlar çok var.” dedi Pareş Babu. “Yabancıların Hinduizm’in kötü alışkanlıklarına göz yumduklarını düşünmelerinden korktukları için hiçbir ayrım yapmadan Hinduizm ile bütün bağlarını koparmak istiyorlar. Bu insanlar normal bir yaşam sürmekte zorlanıyorlar. Ya rol yaptıkları ya da olayları abarttıkları için, gerçeğin ancak kurnazlıkla veya kaba kuvvetle korunabilecek kadar zayıf olduğunu düşünüyor ve onu korumayı kendilerine görev ediniyorlar. ‘Gerçek bana bağlıdır. Ben gerçeğe bağlı değilim.’ diyen biri bağnaz bir insandır. Bana gelince, ben ister bir Brahmo tapınağında olayım, ister Hindu mabedinde, beni her zaman gerçeğe inanan basit ve alçak gönüllü bir kul yapması ve hiçbir dış gücün beni yolumdan çevirmesine izin vermemesi için Tanrı’ya dua ederim.”
Pareş Babu bunları söyledikten sonra kendini çevresinden soyutladı ve varlığının derinliklerine dalmış gibi bir süre suskun kaldı. Söylediği birkaç sözcük tartışmanın gerginliğini azaltmıştı, aslında bunun nedeni sözcükler değil, Pareş Babu’nun deneyimlerinin ona kazandırdığı dinginlikti. Lolita ile Suçarita’nın yüzü sevgiyle aydınlandı. Binoy da tartışmayı daha fazla uzatmak istemedi. Gora’nın aşırı buyurgan olduğunu düşünüyordu. Onda gerçeği bulan insanların düşüncelerini, sözlerini ve davranışlarını perdeleyen huzur ve güven yoktu. Pareş Babu’yu dinlerken bunu daha iyi anlamıştı.
O gece, ablası yattıktan sonra Lolita onun yanına geldi ve yatağın kenarına oturdu. Suçarita onun kafasını bir şeyin kurcaladığını ve bunun Binoy ile ilgili olduğunu anlamıştı. Onun için hemen konuyu açtı: “Biliyor musun, ben Binoy Babu’yu çok seviyorum.”
“Sen onu sürekli Gourmohan Babu’dan söz ettiği için seviyorsun.” dedi Lolita.
Suçarita onun sesindeki dokundurmayı sezdi ama buna aldırış etmedi. “Bu doğru.” dedi safça. “Gour Babu’nun görüşlerini onun ağzından dinlemek çok hoşuma gidiyor. Onu dinlerken, adamın kendisi gözümün önüne geliyor.”
“Ben bundan hiç hoşlanmıyorum.” diye parladı Lolita. “Bu beni kızdırıyor.”
“Neden?” diye sordu Suçarita şaşkınlıkla.
“Gece gündüz sürekli aynı şeyi yineliyor; Gora, Gora, Gora. Ağzından başka hiçbir söz çıkmıyor. Arkadaşı Gora büyük bir adam olabilir ama kim olursa olsun, o da bizim gibi bir insan.”
“Bu doğru ama onun arkadaşına duyduğu bağlılığın insanlığıyla ne ilgisi var?” diye sordu Suçarita gülerek.
“Arkadaşı onu öyle bir gölgede bırakmış ki Binoy Babu ne yapsa kendini gösteremiyor. Bir hamam böceğinin yuttuğu tatarcığa benziyor. Ben yakalandığı için tatarcığa kızarım ama hamam böceğine de saygım yoktur.”
Lolita’nın ateşli konuşması Suçarita’nın hoşuna gitmişti. Hiçbir şey söylemeden yalnızca gülmekle yetindi ve Lolita sözünü sürdürdü: “Sen istediğin gibi gülebilirsin Didi ama biri beni kendi gölgesinde yaşatmaya kalkışırsa, ben buna bir gün bile dayanamam. Kendini ele al, herkes ne düşünürse düşünsün, sen beni asla ikinci planda bırakmazsın; bu senin yapına aykırı bir şey, seni bu yüzden çok seviyorum. Sana bunu babamız öğretti, onun kalbinde herkese yer vardır.”
Bu iki genç kız, ailenin Pareş Babu’ya en düşkün üyeleriydi. Her “baba” deyişlerinde kalpleri heyecanla atardı.
“Babamızı hiç kimseyle kıyaslamamalısın.” diye çıkıştı Suçarita. “Sen ne dersen de, Binoy Babu çok güzel konuşuyor.”
“Sevgili ablacığım, bize kendi düşüncelerini söylemediği için onların kulağa böyle hoş geldiğinin farkında değil misin? Eğer kendi düşüncelerinden söz etseydi, basmakalıp laflar değil, basit ve mantıklı şeyler söylerdi ve ben onları duymayı yeğlerdim.”
“Bu seni neden kızdırıyor hayatım?” dedi Suçarita. “Böyle konuşması, onun Gourmohan Babu’nun görüşlerini benimsediğini gösterir.”
“Dediğin doğruysa, bu korkunç bir şey.” dedi Lolita. “Ne kadar güzel konuşursak konuşalım, Tanrı bize ağız ile beyni, başkalarının cümlelerini yineleyerek onların görüşlerini aktarmamız için vermedi. Ben böyle bir güzellik istemiyorum!”
“Binoy Babu’nun Gourmohan Babu’ya duyduğu sevginin onu arkadaşı gibi düşünmeye ittiğini görmüyor musun?”
“Hayır, hayır, hayır!” dedi Lolita öfkeyle. “Bu doğru değil. Binoy Babu onun söylediği her şeyi kabul etmeyi alışkanlık hâline getirmiş. Bu sevgi değil, köleliktir. Arkadaşıyla aynı görüşü paylaştığını söyleyerek kendini kandırıyor, neden? İnsan birinin düşüncelerini kabullenmeden de onu sevebilir, kişiliğini yitirmeden ona kendini verebilir. Neden Gourmohan Babu’nun görüşlerini onu sevdiği için benimsediğini itiraf etmiyor? Onu sevdiği belli değil mi? Doğru söyle Didi, benim haklı olduğuma inanmıyor musun?”
Suçarita bu konuyu fazla düşünmemişti; yalnızca Gora ile ilgilendiği için Binoy’u bir birey olarak ele alma gereğini duymamıştı. Bu nedenle Lolita’nın sorusuna kaçamak bir yanıt verdi: “Tamam, diyelim ki sen haklısın, bu konuda ne yapabiliriz?”
“Ben onun arkadaşıyla arasındaki bağları koparıp özgürlüğüne kavuşturmak istiyorum.” diye yanıtladı Lolita.
“O hâlde neden bunu denemiyorsun hayatım?”
“Benim denemem işe yaramaz ama sen istersen bir şeyler yapabilirsin.”
Suçarita, Binoy’un üzerinde çok etkili olduğunu biliyordu, gülerek konuyu kapatmak isteyince Lolita sözünü sürdürdü: “Onda hoşuma giden bir şey var, senin etkin altına girdikten sonra kendini Gourmohan Babu’nun boyunduruğundan kurtarmak için çaba göstermeye başladı. Onun yerinde başka biri olsaydı, Brahmo kızlarını aşağılamak için yazılar yazardı; ama her şeye rağmen o hâlâ ileri görüşlü bir insan. Seninle babamıza duyduğu saygı bunu kanıtlıyor. Kendi ayaklarının üzerinde durması için Binoy Babu’ya yardım etmeliyiz. Ömrünü Gourmohan Babu’nun görüşlerini başkalarına aşılamaya çalışarak geçirmesi korkunç bir şey.”
O sırada Satiş: “Didi! Didi!” diye bağırarak içeri girdi. Binoy onu sirke götürmüştü, uyku saati geçmişti ama Satiş ömründe ilk defa gördüğü gösterinin heyecanıyla yerinde duramıyordu. Ablalarına orada gördüklerini anlattıktan sonra: “Benimle yatması için Binoy Babu’yu ikna etmeye çalıştım.” dedi. “Ama içeri girdikten sonra yarın tekrar geleceğini söyledi ve gitti. Didi, ona bir gün sizi de sirke götürmesini söyledim.”
“Peki o ne dedi?” diye sordu Lolita.
“Kızların kaplandan korktuğunu söyledi. Ama ben hiç korkmadım!” Satiş bunu söyledikten sonra erkekliğiyle gurur duyduğunu göstermek istermişçesine göğsünü şişirdi.
“Öyle mi?” dedi Lolita. “Ben senin arkadaşın Binoy Babu’nun ne kadar cesur bir erkek olduğunu biliyorum. Dinle Didi, bir gün onu, bizi sirke götürmeye zorlamalıyız.”
“Yarın öğleden sonra bir gösteri var.” dedi Satiş.
“Çok iyi, yarın gideriz.” dedi Lolita kararlı bir sesle. Ertesi gün Binoy geldiğinde onunla konuştu: “Tam zamanında geldiniz Binoy Babu. Haydi, gidelim.”
“Nereye?” diye sordu Binoy şaşırarak.
“Tabii ki sirke.” diye yanıtladı Lolita.
Sirke gideceklerdi! Güpegündüz, herkesin önünde bir grup kızın içinde oturacaktı! Şaşkınlıktan donakalan Binoy’un dili tutuldu.
“Gourmohan Babu buna kızar, değil mi?” dedi Lolita.
Binoy soruyu duymazlıktan geldi ama Lolita: “Gourmohan Babu’nun kızlarla ilgili katı kuralları var, değil mi?” diye üsteleyince sert bir sesle yanıt verdi: “Tabii ki var.”
“Lütfen bize bunlardan söz edin.” dedi Lolita: “Gidip ablamı çağırayım, bunları o da duysun.”
Bu söz Binoy’u incitmişti ama gülmeyi başardı. Lolita sözünü sürdürdü: “Neden gülüyorsunuz Binoy Babu? Dün Satiş’e kızların kaplandan korktuğunu söylemişsiniz. Siz hiç kimseden korkmaz mısınız?”
Bunun üzerine Binoy kızları sirke götürmek zorunda kaldı. Uzun yol boyunca çok sinirliydi. Yalnızca Lolita’nın ve diğer kızların karşısında aptal durumuna düşmekle kalmamıştı; bu yüzden arkadaşıyla ilişkisi de bozulacaktı.
Bir sonraki karşılaşmalarında Lolita safça sordu: “Geçen gün sirke gittiğimizi Gourmohan Babu’ya söylediniz mi?”
Bu kez iğnenin ucu çok derine batmıştı, yüzü kızaran Binoy irkildi ve yanıt verdi: “Hayır, henüz söylemedim.”
19
Bir sabah Gora çalışırken, Binoy geldi ve damdan düşercesine: “Geçen gün Pareş Babu’nun kızlarını sirke götürdüm.” dedi.
Gora yazmaya ara vermeden: “Bunu duydum.” dedi.
“Kimden duydun?” diye sordu Binoy şaşkınlıkla.
“Abinaş’tan. Aynı gün o da sirkteymiş.” yanıtını veren Gora başka bir şey söylemeden yazmayı sürdürdü.
Gora’nın bunu Abinaş’tan duyduğunu öğrenen Binoy utançtan yerin dibine geçtiğini hissetti. Adam gördüklerini kim bilir nasıl allayıp pullayıp anlatmıştı? Bunu düşünürken, aklına bir önceki gece Lolita ile hayalî bir tartışmaya girdiği ve bu yüzden sabaha kadar uyumadığı geldi. “Lolita benim Gora’dan, öğretmeninden korkan bir öğrenci gibi korktuğumu sanıyor. İnsanlar birbirlerini ne kadar acımasızca yargılıyorlar! Ben üstün özellikleri için ona tabii ki saygı duyuyorum ama Lolita’nın düşündüğü gibi değil. O hem bana hem de Gora’ya haksızlık ediyor. Beni çocuk yerine koyuyor, Gora’yı da koruyucum olarak görüyor!” Binoy bütün gece bunları düşünmüştü.
Gora yazmayı sürdürürken Binoy, Lolita’nın iğneli sorularını anımsadı. Bunları aklından çıkarmakta güçlük çekiyordu. Bir anda içinde bir isyan duygusu yükseldi. Öfkeyle “Sirke gittiysem ne olmuş?” diye düşündü. “Abinaş kim oluyor da benim yaptıklarımı Gora’ya anlatıyor? Ve Gora neden o aptalın benim hakkımda konuşmasına izin veriyor? Gora benim efendim mi? Ben kiminle nereye gittiğimi ona söylemek zorunda mıyım? Bu dostluğumuza yapılan bir hakarettir!”
Abinaş bir anda korkaklığının farkına varmasına neden olmasaydı, Gora’ya bu kadar kızmayabilirdi. Uzun zamandır sır saklamanın verdiği suçluluk duygusuyla arkadaşını suçluyordu. Gora ona bağırıp çağırsaydı ikisi de içini dökecekti ve Binoy rahatlayacaktı. Ama Gora’nın suskunluğu, Binoy’u yargıladığını gösteriyordu. Binoy bir kez daha Lolita’nın söylediklerini anımsadı.
Elinde nargilesiyle Mohim içeri girdi, onlara tembul ikram ettikten sonra: “Biz artık hazırız Binoy.” dedi. “Sıra amcanın onayını almaya geldi. Evet derse hepimiz rahatlayacağız. Daha ona yazmadın mı?”
Evlilik konusunda ona baskı yapılması o gün Binoy’u sinirlendirdi. Mohim’in bunda bir suçunun olmadığını biliyordu. Gora, Binoy’un evlenmeyi kabul ettiğini ona söylemişti ama şimdi bunun kendi kararı olmadığını hissediyordu. Anandamoyi onu caydırmaya çalışmıştı, zaten kendisi de gelecekteki eşine özel bir ilgi duymuyordu. Bu karmaşanın içinde böyle bir karar nasıl verilmişti? Gora onu bir an önce karar vermeye zorlamamıştı. Binoy ciddi bir biçimde ona karşı çıkmış olsaydı, asla ona baskı yapmazdı. O zaman bu nasıl olmuştu? Bu soruyla birlikte, Lolita’nın iğneli sözleri aklına geldi. Evlenmeyi kabul etmesinin nedeni, uzun süren arkadaşlıkları boyunca Gora’nın onun üzerinde kurduğu egemenlikten başka bir şey değildi. Hoşgörülü ve yumuşak başlı bir insan olan Binoy, arkadaşına duyduğu sevgi nedeniyle onun üstünlüğünü hiç sorgulamadan kabullenmişti. Böylece arkadaşlık ilişkisinin yerini zamanla bir köle-efendi ilişkisi almıştı. Binoy daha önce bunun farkında değildi ama artık her şeyi açıkça görebiliyordu. Demek son görevi Sasi ile evlenmekti!