Читать книгу Kızıl Odanın Rüyası I. Cilt (Сюэцинь Цао) онлайн бесплатно на Bookz (4-ая страница книги)
bannerbanner
Kızıl Odanın Rüyası I. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası I. Cilt
Оценить:
Kızıl Odanın Rüyası I. Cilt

4

Полная версия:

Kızıl Odanın Rüyası I. Cilt

“Ama berrak gökyüzünün ve parlak güneşin altında yayılacak yer bulamayan kötülük ve zalimlik sonunda derin çukurlara ve büyük yarıklara dolup katılaşır. Birden bir rüzgâr onu sürüklediğinde ya da bulutlar zorladığında harekete geçer, bağlarını kopartır, en ufak bir parçası bile hiç beklenmedik bir şekilde bir çıkış yolu bulur, kaçar. Bir yerlerde saf özle karşılaştıkları zaman, iyiler kötülere teslim olmayı reddederken, kötüler iyilere haset eder; ikisi hiçbir zaman birbirlerine uyum sağlayamazlar. Tıpkı dünyada karşılaşan rüzgâr, yağmur, şimşek ve gök gürültüsünün birbirini yok edemeyip ya da teslim olmayıp tükenene kadar savaşmaları gibi, bu özler de bir çıkış yolu bulmak için insanoğluna nüfuz ederler; sonra tamamen yayılıp erkekleri ve kadınları doldurarak bir varlığa dönüşürler. Bu insanlar bilge ya da mükemmel insana dönüşmeseler bile tamamen kötücül de olmazlar.”

“Onları bir milyon insanın içine yerleştirsen, zekâ, incelik ve algı bakımından diğer hepsinin üstünde; kötülük, ahlaksızlık ve acımasızlık bakımından diğer hepsinin altında olduklarını görürsün. Soylu ve zengin bir ailede doğan bu insanlar şehvet düşkünü olurken, fakir ama kültürlü bir ailede doğanlar yüce gönüllü âlimler ya da dikkat çeken kişiler olurlar. Muhtaç ve toplumun alt sınıfından bir ailede doğanlar bile yamen habercisi ya da zalimlerin kulu kölesi olmazlar. Ya ünlü bir aktör olurlar ya da kötü şöhretli bir kahpe. Tıpkı geçmişteki Xu You, Tao Qian, Yuan Ji, Ji Kang ve Liu Ling, Wang ve Xie aileleri, Gu Kaizhi, Chen Shu-bao, Tang İmparatoru Minghuang, Song İmparatoru Huizong, Liu Tingzhi, Wen Tingyun, Mi Fu, Shi Yannian, Liu Yong ve Qin Guan gibi. Daha yakın zamanlardan ise Ni Zan, Tang Yin ve Zhu Yunming örnek verilebilir. Ayrıca Li Guinian, Huang Fanchuo, Jing Xinmo, Zhuo Wenjun, Hongfo, Xue Tao, Cui Yingying ve Zhaoyun de var. İçinde bulundukları koşullar farklı olsa da bunların hepsi aynıdır.”

“Söylediklerinden anladığım kadarıyla, başarı bir insanı prens de yapar, hırsız da!” dedi Zixing.

“Aynen öyle; benim düşüncem bu!” diye cevap verdi Yucun. “İşten kovulduktan sonra son iki yılımı zevk için farklı vilayetlerde geçirdiğimi ve iki sıra dışı gence rastladığımı sana söylemedim. İşte bu nedenle sözünü ettiğin Baoyu’nün de bu sınıftan olduğuna emin oldum. Başka bir örnek için Jinling’in dışına çıkmak gerekmez. Jinling Devlet Okulunun Müdürü Bay Zhen’i bilirsin sanırım?”

“Onu kim bilmez?” dedi Zixing. “Zhen ailesinin Jia ailesiyle eskiden beri ilişkisi var, birbirleriyle dostlar. Pek çok kez onlarla iş yaptım.”

“Geçen yıl ben Jinling’deyken, birileri Zhen ailesine beni özel öğretmen olarak tavsiye etti.” dedi Yucun, gülümseyerek. “Eve girince durumu kendi gözlerimle gördüm. Evin bu derece ihtişamlı ve lüks olacağı kimin aklına gelirdi? Edepli olmanın yanı sıra varlıklı bir aileydiler, böyle bir işe rastlamak çok kolay bir şey değildir. Öğrencim daha çok küçük bir oğlan olsa da ona öğretmenlik yapmak bir Vilayet İmtihanı adayını çalıştırmaktan çok daha zordu. Ayrıntılara girecek olursam çok gülersin. ‘Eğer bu kelimeleri hatırlamam ve anlamlarını kavramam gerekiyorsa iki kızın çalışırken bana eşlik etmesi şart. Yoksa kafam karmakarışık oluyor.’ derdi. Zaman zaman genç hizmetkârlarına, ‘kız’ kelimesinin ne kadar saygın ve saf olduğunu, güzel bir hayvandan, mutlu bir kuştan, nadir bir çiçekten ve sıra dışı bir bitkiden çok daha değerli olduğunu söylerdi. ‘Pis ağızlarınız ve leş dillerinizle söyleyip de onu kirletmeyin sakın. Bu kelime çok önemlidir. Dile getireceğiniz zaman temiz bir su ya da kokulu bir çayla ağzınızı çalkalayın. Bunu yapmazsanız dişleriniz sökülecek, gözleriniz oyulacak.’ derdi. Ürkütücü bir mizacı vardı, inanılmaz inatçı ve yaygaracı olabiliyordu. Dersler biter bitmez kızların yanına gidince, bambaşka birine dönüşüyordu, uysal, cana yakın, duyarlı ve nazik. Bu yüzden birçok kez babası onu cezalandırıp öldüresiye dövmüştü ama hiçbir değişiklik olmadı. Dayak yediğinde acısı dayanılmaz olunca, ‘Kızlar! Kızlar!’ diye bağırırdı. İç odalardan onu duyan kızlar onunla dalga geçerlerdi. ‘Neden dayak yiyince bizi çağırıyorsun? Araya girip senin için yalvarmamızı mı bekliyorsun? Hiç mi utanman yok!’ Onlara çok mantıklı bir cevap verirdi. ‘İlk kez acıyla bağırdığımda bunun ızdırabımı hafifleteceğini bilmiyordum. Bu niyetle bağırdıktan sonra acının gerçekten de azaldığını hissettim, bir sihir gibi işe yaradığını keşfedince acımın en berbat olduğu anda kızlar diye sesleniyorum.’ Buna ne diyorsun? Hiç bu kadar saçma bir şey duydun mu?”

“Büyükannesi ona deli gibi düşkün olduğundan, zaman zaman torununun bu durumu için öğretmeni ve kendi oğlunu suçlardı. Bu yüzden görevimden istifa edip oradan ayrıldım. Böyle bir çocuk ne babasından ve dedesinden kalan mirasa sahip çıkabilir ne de öğretmenlerinin uyarılarından ve arkadaşlarının tavsiyelerinden faydalanabilir. Ne yazık ki o ailede başka yerde bulunması zor olan mükemmel kızlar var.”

“Öyle mi!” dedi Zixing. “Jia ailesindeki üç kız da hiç fena değil. Jia Zheng’ın büyük kızı Yuanchun, mükemmelliği, aileye saygısı, yetenekleri ve erdemi nedeniyle sarayda eğitmen olarak seçilmişti. İkincisi, Jia She’nın odalığından olan kızı Yingchun. Üçüncüsü, Jia Zheng’ın odalığından olan kızı Tanchun. Dördüncüsü, Ning Konağı’ndan Jia Zhen’in kız kardeşi Xichun. Dul Büyük Hanımefendi Jia torunlarına o kadar düşkün ki kızlar çoğunlukla beraber ders çalışmak için büyükannelerinin yanına Rong Konağı’na geliyorlar. Hepsi hakkında çok iyi şeyler duydum.”

“Zhen ailesinde en hayranlık duyulacak şey, pek çok ailenin yaptığı gibi kız çocuklarına Bahar, Kızıl, Koku, Yeşim ya da çiçek isimleri koymak yerine hepsinin isimlerinin erkek çocuk adlarından seçilmesi. Nasıl oldu da Jia ailesi bu genel eğilime uydu?” dedi Yucun.

“Hiç de öyle değil!” diye karşı çıktı Zixing. “Büyük kızları baharın ilk günü doğduğu için ona Yuanchun adını verdiler. Diğerlerinin isimlerinde de onunkiyle uyumlu şekilde chun11 var. Önceki kuşağın isimleri de benzer şekilde, erkek çocukların isimlerinden alınmış. Bunu destekleyen bir örnek var. Saygıdeğer efendin Bay Lin’in karısı, Rong Konağı’ndan Jia She ve Jia Zheng’ın kardeşidir. Evlenmeden önce adı Jia Min’di. İnanmazsan, geri döndüğünde bir araştırma yapmakta özgürsün, o zaman ikna olursun.”

Yucun ellerini çırpıp güldü.

“Şimdi anladım! Daiyu adlı kız öğrencim, okumaları sırasında her karşısına çıktığında min yerine mi derdi, yazarken de bir, hatta bazen iki çizgiyi eksik bırakırdı. Ben de nedenini düşünüp dururdum, şimdi söylediklerinle ikna oldum, hiç şüphe yok annesinin adına saygıdan bunu yapıyordu. Ne gariptir ki bu öğrencim konuşması ve davranışları bakımından eşsizdi, alışılmış genç hanımlara hiç benzemiyordu. Annesinin de sıradan bir kadın olmadığı göz önünde bulundurulunca böyle bir çocuk doğurması gayet normal. Ayrıca Rong ailesinin torunu olduğunu bilince, böyle olmasında şaşılacak bir şey yok. Ne yazık ki annesi geçen ay öldü.”

Zixing iç geçirdi.

“Üç kardeşin en genciydi, o da gitti! Önceki kuşağın kız kardeşlerinden hiçbiri yaşamıyor! Genç kuşaklar için nasıl kocalar bulacaklarını göreceğiz.”

“Evet.” dedi Yucun. “Ama biraz önce Jia Zheng’ın ağzında değerli bir taşla doğan bir oğlu olduğundan ve büyük oğlunun torununu terk ettiğinden söz etmiştin. Peki, ya saygıdeğer Jia She? Onun oğlu yok mu?”

“Jia Zheng’ın ağzında taş olan oğlu doğduktan sonra, odalığından bir oğlu daha oldu ama onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Yani yanında iki oğlu ve bir torunu var ama geleceğin onlara ne getireceğini bilen yok. Jia She’nın da iki oğlu var. Büyük olan Jia Lian şimdilerde yirmi yaşlarında. İki yıl önce bir akrabasıyla, amcası Jia Zheng’ın karısı Wang Hanım’ın yeğeniyle evlendi. Bu Jia Lian ikinci derece üst düzey memur unvanını satın aldı. Kitaplara pek merakı yok ama elinden iş gelen ve konuşkan biri; amcası Jia Zheng ile beraber oturuyor ve ev idaresinde ona yardım ediyor. Evlendiğinden beri zengin fakir herkesin saygısını kazanan karısının gölgesinde kalacağını kim tahmin edebilirdi ki? Çok güzel olduğunu ve gayet akıcı bir dille konuştuğunu duydum; öyle becerikli ve akıllı ki hiçbir erkek onun eline su dökemez.”

Bu sözleri duyan Yucun gülümsedi.

“Bu benim söylediklerimi doğruluyor. Sözünü ettiğimiz bu insanlar muhtemelen hem iyi hem de kötünün bir karışımından oluşuyorlar ve aynı yoldan geçmişler.”

“Boş ver şimdi iyiyi kötüyü.” diye bağırdı Zixing. “Öteki insanların hesabını tutmaktan başka bir şey yaptığımız yok. Haydi, birer kadeh daha içelim.”

“Konuşmaya dalınca gereğinden fazla içmişim zaten.” dedi Yucun.

“Başkalarının dedikodusunu yapmak şarapla iyi gider!” diyerek güldü Zixing. “Haydi, gel, bir iki kadeh daha içmenin bir zararı olmaz.”

Yucun pencereden dışarı baktı.

“Geç oluyor. Yakında şehrin kapılarını kapatırlar, dikkatli olmamız lazım. Neden şehre doğru yürüyerek konuşmaya devam etmiyoruz?” dedi.

Bunun üzerine iki arkadaş yerlerinden kalkıp hesabı ödedi. Tam çıkmak üzerelerken, arkalarından biri seslendi.

“Tebrikler, Yucun birader! Sana iyi haberler vermeye geldim!”

Yucun kimin seslendiğini görmek için döndü.

Ama ey okur, kim olduğunu öğrenmek istiyorsan, bir sonraki bölümü okuman gerekiyor.

3. BÖLÜM

Lin Ruhai kayınbiraderi Jia Zheng’a, kızına öğretmenlik yapması için Yucun’ı tavsiye eder.

Dul Büyük Hanımefendi Jia annesi olmayan torununu yanına getirtir.

Hikâyemize devam edelim.

Yucun hızla arkasını dönünce konuşanın, kendisi gibi suçlanarak işten atılan eski meslektaşı, oranın yerlisi Zhang Rugui olduğunu gördü; kovulduktan sonra Yangzhou’daki evine dönmüştü. Geçenlerde, kovulan eski memurların tekrar işlerine geri alınacaklarına dair başkentten haber gelince, hemen fırlayıp bir torpil bulmak için elinden geleni yapmaya başlamış, o sırada hiç beklenmedik bir şekilde Yucun’a rastlayınca tebrik etmek için hiç zaman kaybetmemişti. İki arkadaşın geleneksel selamlaşmasından sonra, Zhang Rugui Yucun’a iyi haberi verdi. Tabii Yucun buna çok sevindi, alelacele bir iki laf ettikten sonra herkes kendi yoluna gitti.

Her şeyi duyan Leng Zixing, Yucun’a, başkentteki kayınbiraderi Jia Zheng’dan yardım istemesi için efendisi Lin Ruhai’e başvurmasını önerdi. Onun bu önerisini kabul eden Yucun hemen arkadaşından ayrılıp kaldığı yere döndü ve haberin doğru olup olmadığını teyit etmek için Metropolitan gazetesini buldu. Doğruluğundan emin olunca ertesi gün Lin Ruhai’e konuyu açtı.

“Tesadüfe bak ki sana yardım etme şansı doğdu!” dedi Ruhai. “Karımın ölümünden sonra, başkentte oturan kayınvalidem kızımın bakacak kimsesi olmadığı için çok endişelendi ve onu aldırmak için kadın ve erkek hizmetkârlarıyla beraber iki tekne gönderdi. O sıralar kızım hasta olduğundan gidişini ertelemiştim. Ben de şimdilerde onu başkente göndermeyi düşünüyordum. Tam da ona yaptığın öğretmenliğin karşılığını nasıl ödeyeceğimi bilemezken, minnetimi gösterme fırsatı çıkmış oldu. Hiç merak etme. Ben zaten bu ihtimali önceden görüp, konuyla ilgilenerek kayınbiraderime sana olan borcumun küçük bir karşılığı olarak, senin için her şeyi yoluna koysun diye bir tavsiye mektubu yazmıştım. Çıkabilecek masraflar için de endişelenme, mektupta bu konudan da söz ettim.”

Yucun nazikçe başını eğerek duyduğu minneti dile getirdi.

“Acaba saygıdeğer kayınbiraderinizin nerede oturduğunu sorabilir miyim? Görevi nedir? Benim durumumdaki birinin ona kendini kabul ettirmeye kalkışması can sıkıcı olmaz mı?”

Ruhai güldü.

“Benim kayınbiraderim de senin saygıdeğer sülalenden. Rongguo Dükü’nün torunu. Stil adı Enhou olan büyük kayınbiraderim Jia She birinci derece memur unvanının vârisi oldu. Stil adı Cunzhou olan ikinci kayınbiraderim Jia Zheng, Çalışma Bakanlığında müsteşar. Mütevazı ve iyi kalpli bir adamdır, büyükbabasına çekmiş. Bu yüzden ona yazıp senin için ricada bulundum. Sana yardım edeceğine güvenmesem, ona başvurup senin onurunu riske atmaz ve hemen ona mektup yazmaya kalkışmazdım, kardeşim.”

Önceki gün Zixing’in söylediklerini doğrulayan bu sözleri duyan Yucun, Lin Ruhai’e minnet duygusunu ifade etmekte gecikmedi.

“Kızımı başkente göndermek için gelecek ayın ikinci gününü seçtim.” diye devam etti Ruhai. “Sen de onunla gidersen, iki taraf için de daha uygun olmaz mı?”

Yucun içten içe çok sevinerek bu teklifi kabul etti. Her şeyin gayet memnun edici bir hâl aldığını düşündü. Ruhai bulduğu ilk fırsatta başkente göndereceği hediyeleri ve seyahat için gereken her şeyi hazırlayıp Yucun’a verdi.

Hastalığı yeni atlatan küçük öğrencisi Daiyu, önce babasından ayrılma fikrini kabullenemedi ama büyükannesinin ısrarlarına boyun eğmek zorunda kaldı.

“Ben artık elli yaşıma geldim ve tekrar evlenmeye de hiç niyetim yok.” diye kendi gerekçelerini ekledi Ruhai. “Sen daha çok küçük ve narinsin; ne sana bakacak bir annen var başında ne de seni kollayıp gözetecek bir kardeşin. Eğer gidip büyükannen, dayıların ve kızlarıyla yaşarsan zihnimden büyük bir yük kalkacak. Öyleyse neden gitmeyesin?”

Bunun üzerine gözünde yaşlarla babasından ayrılan Daiyu, dadısı ve Rong Konağı’ndan kendisini almaya gelen birkaç hizmetçiyle beraber tekneye binip yola koyuldu. Yucun da iki delikanlıyla diğer tekneye atlayıp, Daiyu’nün peşinden gitti.

Günü gelince başkente vardılar. Yucun kendisine çekidüzen verip iki delikanlının eşliğinde Rong Konağı’nın kapısına gitti ve akrabalığını belirten kartviziti içeri gönderdi.

Jia Zheng eniştesinin gönderdiği mektubu çoktan almıştı, onu hemen içeri çağırttı. Karşılaştıklarında Yucun’ın etkileyici görünümü ve kültürlü konuşması Jia Zheng üzerinde mükemmel bir izlenim bıraktı. Jia Zheng eğitimli insanlara karşı nazik ve yeteneklilere karşı çok saygılıydı; büyükbabası gibi ihtiyaç içinde olan insanlara yardım eli uzatmaya ve sıkıntıda olanların imdadına koşmaya hazırdı. Hele de eniştesi rica edince, Yucun’a olağanüstü iyi davrandı ve ona yardımcı olmak için bütün gücünü kullandı.

Yüce makama başvurusunun yapıldığı aynı gün Yucun eski görevine geri getirildi ve atanmayı beklemesi söylendi. İki aydan kısa bir süre içinde, boş olan Yingtian yamen makamını doldurmak için Jinling’e gönderildi. Jia Zheng’la vedalaştıktan sonra en hayırlı günü seçip, yeni görevi için yola koyuldu. Şimdilik onu burada bırakalım.

Daiyu’ye dönecek olursak, o gün tekneden ayağını yere bastığında, Rong Konağı’ndan gönderilen bir tahtırevan ve bavulları için arabalar hazır bekliyordu. Büyükannesinin başkalarınınkine hiç benzemeyen, çok muhteşem bir evi olduğunu annesinden çok dinlemişti. Son birkaç gündür ona eşlik eden ve evdeki hiyerarşide nispeten daha düşük pozisyonda olan hizmetkârların bile kıyafetlerinin, yemeklerinin ve davranışlarının ne kadar sıra dışı olduğunu kendi gözleriyle görünce onları çalıştıran efendileri kim bilir nasıldır diye düşündü. Kimseye kendisini güldürmemek için yeni evinde adımlarına dikkat etmesi, her an tetikte olması ve ölçülü konuşması gerektiğine karar verdi.

Koltuğa oturup da şehir duvarlarından içeri girdiği andan itibaren, tüllü pencereden sokaklardaki telaşa ve insan kalabalığına bakınca, her şeyin daha önce gördüklerinden çok başka olduğunu fark etti.

Uzunca bir yol katettikten sonra geldikleri caddenin kuzey ucunda, çömelmiş kocaman iki mermer aslan ve tokmakları hayvan kafası olan, üç büyük kapı gördü. Bu kapıların önünde renkli şapkaları ve şık üniformalarıyla yaklaşık on adam oturuyordu. Ana kapı açık değildi. İnsanlar sadece doğudaki ve batıdaki yan kapılardan girip çıkıyorlardı. Ana kapının üzerindeki levhada kocaman harflerle: NİNGGUO KONAĞI İmparator’un emriyle yapılmıştır, yazıyordu.

Daiyu bunun anneannesinin büyük oğlunun evi olabileceğini düşündü. Caddeden aşağıya doğru biraz daha ilerlediklerinde, yüksekçe üç kapı daha gördü. Bu da Rongguo Konağı’ydı. Ana kapıdan değil de batıdaki daha küçük olan kapıdan içeri girdiler. Omuzlarında tahtırevan olan taşıyıcılar bir ok atımı mesafe katettikten sonra bir dönemeçte onu yere bırakıp çekildiler. Daiyu’nün arkasındaki hizmetçiler birer birer inip yürümeye başladılar. On yedi on sekiz yaşlarında, şık kıyafetli dört genç, tahtırevanı çiçek oymalı ahşap bir kapıya doğru taşımaya başladı, hizmetçiler de arkalarından geliyordu.

Kapıya geldiklerinde tahtırevan yere indirildi ve dört genç geri çekildi. Hizmetçiler gelip perdeyi kaldırdılar, Daiyu’nün inmesine yardım ettiler. Elini bir hizmetçinin elinin üzerine koyup oymalı kapıdan geçti.

İçeride, her iki taraftaki verandalar, açılmış kollar gibi bir giriş salonuna doğru uzanıyordu. Salonun tam ortasında kırmızı sandal ağacından çerçevesi olan mermer bir pano duruyordu. Panonun diğer tarafında üç küçük salon daha vardı. Bunların arkasından ana binaya ait genişçe bir avluya geçiliyordu. Ön tarafta kirişleri oymalı, sütunları süslü, beş oda vardı. Avlunun her iki tarafında üzeri kapalı geçitler uzanıyor; saçaklarından, içlerinde her renk papağan, ardıç kuşu ve türlü türlü kuşların bulunduğu kafesler sarkıyordu.

Ana binanın merdivenlerinde oturan kırmızı ve yeşil giysili birkaç hizmetçi onları görünce hemen yerlerinden fırlayıp gülümseyerek karşılamaya geldi.

“Hanımefendi de şimdi sizden söz ediyordu, tesadüfe bakın ki işte buradasınız.”

Üç dört tanesi kapının perdesini kaldırmak için birbirleriyle yarıştı ve aynı anda bir başkasının anonsu duyuldu: “Bayan Lin geldi.”

Daiyu içeri girer girmez, iki hizmetçinin destek olduğu, gümüş saçlı, yaşlı bir hanımefendinin kendisini karşılamaya geldiğini gördü. Bu kadının büyükannesi olduğundan emin bir şekilde dizlerine kapanıp saygılarını sunmak üzereyken, yaşlı kadın kollarını uzatıp onu sarmalayarak göğsüne bastırdı.

“Ah canım benim! Zavallı kuzucuğum!” diye bağırıp hıçkırıklara boğuldu.

Orada bulunan herkes elleriyle yüzlerini kapatıp ağlamaya başladı. Daiyu ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Sonunda ötekiler kadıncağızı yatıştırmayı başarınca, Daiyu büyükannesine saygılarını sundu. Bu kadın, Leng Zixing’in sözünü ettiği, Shi ailesinin dul hanımefendisi, Jia She ve Jia Zheng’ın annesiydi. Hanımefendi tek tek herkesi tanıttı.

“Bu büyük dayının karısı Xing yengen; bu dayın Zheng’ın karısı Wang yengen ve bu da müteveffa kuzenin Zhu’nun karısı Li Wan.”

Daiyu başını eğerek hepsini tek tek selamladı.

“Hanımları çağırın!” diye devam etti Büyük Hanımefendi Shi. “Uzaklardan misafirimizin ilk kez geldiğini söyleyin; onun şerefine bugünlük derslerinden muaf olabilirler.”

İki hizmetçi onun emirlerini yerine getirmek için hızla çıktı. Kısa süre içinde üç dadı ve beş altı hizmetçinin eşlik ettiği üç genç hanım içeri girdi. Bir tanesi orta boylu ve tombuldu; yanakları yeni olgunlaşmış kiraza benziyordu; burnu da kaz yağından yapılmış sabun gibi parlaktı. Nazik, mahcup ve şirindi, cana yakın görünüyordu.

İkincinin omuzları eğik, beli inceydi. Uzun boylu ve zayıftı, kaz yumurtası gibi oval bir yüzü vardı. Kavisli kaşlarının altındaki güzel gözleri büyüleyici bir pırıltıyla bakıyordu. Zarif ve hoş tavırlarını görmek bütün kabalıkları unutturuyordu.

Daha gelişimini tamamlamamış gibi ufak tefek olan üçüncüsünün çocuksu bir yüzü vardı.

Başlarındaki süsler, mücevherler ve elbiseleriyle üçünün de dış görünüşü aynıydı.

Daiyu hemen kalkıp onları selamladı ve karşılıklı tanışmalardan sonra hepsi oturunca hizmetçiler çay servisi yaptı. Sohbetlerinin konusu Daiyu’nün annesiydi. Nasıl hastalanmıştı? Doktorlar ne ilaçlar vermişlerdi? Cenaze ve yas törenleri nasıl yapılmıştı? Hâliyle en çok etkilenen Büyük Hanımefendi Shi oldu.

“Bütün kızlarımın içinde en çok anneni severdim. Göz açıp kapayıncaya kadar göçüp gitti, hem de benden önce. Yüzünü yeterince göremedim bile. Nasıl yüreğim parçalanmasın?” dedi.

Yine duygulanarak Daiyu’nün ellerini tutup ağladı. Ailenin diğer üyeleri tatlı sözlerle onu zor yatıştırdılar.

Daiyu herkesin ilgi odağıydı. Genç yaşına ve görüntüsüne rağmen bir hanımefendi gibi ince tavırlı ve terbiyeli olduğunu fark ettiler. Sanki elbisesinin ağırlığını bile taşıyamayacakmış gibi kırılgan bir yapısı olduğu hâlde çekici bir havası vardı. Zayıf bir bünyenin belirtilerini görünce ne tür ilaçlar aldığını ve neden bir türlü iyileşemediğini sordular.

“Ben doğduğumdan beri böyleyim.” diye açıklama yaptı Daiyu. “Sütten kesildiğim andan itibaren ilaç alıyorum ve pek çok ünlü doktor tedavimle ilgilendi ama hiçbir faydasını görmedim. Üç yaşına girdiğim yıl, başı kabuk içinde bir rahibin evimize geldiğini ve rahibe yapmak üzere beni götürmek istediğini hatırlıyorum ama babam ve annem hiçbir şekilde razı olmadılar. ‘Eğer ondan ayrılmaya dayanamazsanız, hayatı boyunca iyileşemeyecek. İyi olduğunu görmek istiyorsanız, şu andan itibaren ağlama sesi duymasına ve anne babası hariç, hiçbir akrabasını görmesine izin vermemek tek çare. Ancak o zaman sakin ve huzurlu bir hayat sürebilir.’ dedi. O deli rahibin saçma sapan sözlerine kimse aldırmadı ama işte ben hâlâ ginseng hapları almaya devam ediyorum.”

“Ne güzel bir tesadüf!” diye araya girdi Büyük Hanımefendi Shi. “Biz de burada hap yapıyoruz, biraz daha fazla yapmalarını söylerim.”

Tam o sırada arka avludan bir kahkaha sesi geldi.

“Uzaktan gelen misafirimizi karşılamak için geç kaldım!” dedi bir ses.

“Buradaki herkes ne kadar da sessiz ve ağırbaşlı, sanki soluklarını bile tutuyor gibiler. Peki, bu gürültücü ve arsız da kim?” diye düşündü Daiyu.

O böyle merak içindeyken, arka kapıdan bir grup hizmetçi ve genç kızla beraber çok güzel, genç bir kadının girdiğini gördü. Kıyafeti diğer kızlarınkine hiç benzemiyordu. Bütün ihtişamı ve parıltısıyla bir periyi andırıyordu. Başında, üzerine mücevherler ve inciler işlenmiş, altından bir taç vardı. Saç tokaları, yüzünü güneşe dönmüş beş Zümrüdüanka kuşu şeklindeydi ve gagalarından inciler sarkıyordu. Boynuna taktığı kırmızı altından kolye taşlarla süslenmiş, uçları püsküllü, helezon şeklindeki bir dragona benziyordu. Koyu kırmızı satenden, üzerine sımsıkı oturan, altın kelebekler ve çiçekler işlenmiş bir ceket giymişti. Rengârenk ipekten pelerininin etekleri turkuaz sincaplarla çevrelenmişti. Mavi ithal bürümcükten iç eteği sırma çiçeklerle süslüydü.

Zümrüdüanka kuşu gibi badem şeklinde gözleri, şakaklarına doğru meyleden, söğüt yapraklarına benzer kaşları vardı. Bedeni zayıf, tavırları zarifti. İlkbahar cazibesi taşıyan pudralanmış yüzü gizli gök gürlemelerini hiç belli etmiyordu. Daha kırmızı dudakları aralanmadan kahkahası çınlıyordu.

Daiyu onu selamlamak için ayağa kalktı.

“Henüz onunla tanışmadın.” dedi Büyük Hanımefendi Shi gülümseyerek. “O bu evin haşarısıdır. Nanking’de ona Acı Biber derlerdi. Sen Huysuz Anka diyebilirsin.”

Daiyu ona nasıl hitap edeceğini düşünürken, kuzenleri imdadına yetişip onun Kuzen Lian’in karısı olduğunu söylediler. Daiyu daha önce onunla hiç tanışmamıştı ama annesi, büyük dayısı Jia She’nın oğlu Jia Lian’in, öteki dayısının karısı Wang Hanım’ın yeğeniyle evlendiğini anlatmıştı. Küçüklüğünden itibaren özellikle bir oğlan çocuğu gibi yetiştirilmiş ve okulda ona Wang Xifeng adı takılmıştı.

Daiyu gülümseyerek onu bir kuzen olarak selamlamakta gecikmedi. Xifeng onun elini tuttu ve kızı tepeden tırnağa dikkatle inceledi, sonra büyükannesinin yanındaki yerine geri gönderdi.

“Bu ne güzellik! Bugün onu görmeseydim dünyada böyle bir güzelliğin var olacağına inanmazdım!” dedi gülerek. “Ne kadar farklı bir havası var! Baba tarafına hiç benzemiyor, daha ziyade bir Jia gibi. Son zamanlarda onu dilinden düşürmediğine hiç şaşmamak lazım. Talihsiz küçük kuzen, genç yaşında annesini kaybetmiş, çok yazık!” Bunları söylerken mendiliyle hafifçe gözlerini kuruladı.

“Benim gözümün yaşı yeni dindi.” dedi Büyük Hanımefendi Shi, gülümseyerek. “Yeniden başlamamı mı istiyorsun? Kuzenin uzak yoldan daha yeni geldi, çok kırılgan. Neşesini güçlükle yerine getirdik. Tekrar aynı konuları açma!”

Xifeng bu sözler üzerine hemen hüznünü neşeye çevirdi.

“Tabii.” diye bağırdı. “Kuzenimi görünce yüreğim hem hüzne hem sevince büründü; saygıdeğer hanımefendinin varlığını unutuverdim. İyi bir dayağı hak ediyorum gerçekten!”

“Kaç yaşındasın, kuzen?” diye sordu, Daiyu’nün elini tutarak. “Okula gidiyor musun? Hangi ilaçları alıyorsun? Burada kaldığın süre boyunca sıla hasreti çekme sakın. Yemek ya da oynamak istediğin herhangi bir şey olursa, bana söylemekten çekinme. Dadılar ve hizmetçiler görevlerini yerine getirmezlerse, bana haber vermeyi unutma!”

Sonra hizmetçilere döndü.

“Bayan Lin’in bavulları ve eşyaları içeri alındı mı? Beraberinde kaç hizmetkâr getirmiş? Alt kattaki iki odayı temizleyin de girip dinlensinler.”

Bu arada yiyecek-içecek getirildi. Servisini Xifeng bizzat kendisi yaptı.

“Bu ayın maaşları ödendi mi?” diye sordu Wang Hanım.

“Para işleri tamamlandı ama biraz önce, birkaç hizmetkârla tavan arasına saten kumaş bakmaya çıkmıştım; uzunca bir süre aramamıza rağmen bize dün tarif ettiğin şeyi bulamadık; hafızan sana bir oyun oynamış olabilir mi?” dedi Xifeng.

bannerbanner