Читать книгу Zeno'nun Bilinci (Italo Svevo) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Zeno'nun Bilinci
Zeno'nun Bilinci
Оценить:
Zeno'nun Bilinci

3

Полная версия:

Zeno'nun Bilinci

Samimi itiraflarda bulundum: Kadınları bütün olarak sevemiyordum… Parçalar hâlinde hoşuma gidiyorlardı! Hepsinin küçük ayaklarını, çoğunun kalın olsun ince olsun boynunu ve ufacık göğsünü seviyordum. Kadın anatomisine dair parçaları saymaya devam ederdim ama doktor sözümü kesti:

“Bu parçaların tümü bir arada bir kadını oluşturur.”

Doktorun dediklerinin ardından önemli bir söz söyledim:

“Sağlıklı aşk; tek ve bütün bir kadını, karakteri ve zekâsını kapsayacak şekilde kucaklamaktır.”

O zamana kadar kesinlikle böyle bir aşk ile karşılaşmamıştım ve başıma geldiğinde de beni iyileştirmedi ama benim için önemli olan, bilge bir kişinin sağlıklı bulduğu yerde hastalığı çıkarabilmem ve hatta ona tanı koyabilmiş olabilmemdi.

Doktor olmayan bir arkadaş, beni de hastalığımı da daha iyi anladı. Anlamasının bana pek de bir faydası olmadı ama yaşamımda bugün bile yankılanan yeni bir nota edinmiştim.

Bu arkadaşım, boş zamanlarını edebî eserler ve incelemeler ile süsleyen zengin bir beyefendiydi. Yazdığından çok daha iyi konuşurdu ve bu yüzden dünya, onun ne kadar nitelikli bir edebiyat adamı olduğunu öğrenemedi. Kilolu ve iriydi, onu tanıdığımda var gücüyle zayıflamak için uğraşıyordu. Birkaç gün içinde önemli sonuçlara ulaşmıştı, öyle ki hasta biri onun yanında daha sağlıklı hissedebilmek umudu ile ona yaklaşıyordu. Onu kıskanıyordum çünkü istediğini yapmayı biliyordu. Tedavisi bitene kadar yanında kaldım. Günden güne eriyen göbeğine dokunmama izin veriyordu, sırf hasedimden ve fesatlığımdan kararını zayıflatmak istercesine sözler ediyordum.

“Peki tedaviniz bittikten sonra bu sarkan cildinizi ne yapacaksınız?”

Zayıflamış yüzünü komik kılan büyük bir sükûnetle cevap verdi:

“İki gün içinde masaj tedavisi başlayacak.”

Tedavisi tüm ayrıntıları ile düzenlenmişti, kendisinin de tedavinin her aşamasına atlamadan katılacağı kesindi.

Ona çok güveniyordum, bu nedenle hastalığımdan bahsettim. Nasıl bahsettiğimi de hatırlıyorum. Önce bir günde sayısız sigara içtiğimi, bu yüzden de sigara içmeyi bırakmanın günde üç öğün yemeyi bırakmaktan daha zor olduğunu söyledim ona, üstelik sigaralardan her biri, o yorucu kararı almak zorundaymışım gibi hissettiriyordu. Böylesi bir karar, insanın aklına takılınca da başka bir şey yapmak gelmezdi içinden. Neticede pek çok işi aynı anda yapmak konusunda Jül Sezar’ın eline kimse su dökemezdi. Mirasımı yöneten Olivi hayatta olduğu sürece, hiç kimsenin çalışmamı istemeyeceği de kesindi ama nasıl olur da benim gibi bir insan düş görmenin ya da yeteneği olmasa da keman çalmanın dışında, bu dünyada bir şeyler yapmayı beceremezdi?

Zayıflamış bu iri adam cevabını hemen vermedi. O bir yöntem adamıydı ve bu yüzden de uzun süre düşündü. Sonra bu bahisteki üstünlüğünü göz önüne alarak bir âlim edasıyla bana gerçek hastalığımın sigara olmadığını, karar verebilmek olduğunu söyledi. Dolayısıyla ben bir karar vermeden kendiliğinden bu kötü alışkanlığımdan kurtulmaya uğraşmalıydım. İçimde -ona göre- yıllar içinde iki farklı kişilik oluşmuştu. Biri emrediyor, diğeri köle gibi boyun eğiyordu, gözetim azalır azalmaz da özgürlük sevdasıyla ustanın iradesine baş kaldırıyordu. Bu nedenle ona mutlak özgürlük vermem ve aynı zamanda kötü alışkanlığımın yüzüne yeni bir şeymiş ve daha önce hiç görmemişim gibi bakmam gerekiyordu. Onunla savaşmamalıydım, dahası ona aldanmamalı, bana layık olmayan bir misafir olarak kabul etmeli ve sırt çevirmeliydim. Basit, değil mi?

İşin aslı gerçekten de bana basit gelmişti. Büyük bir çaba harcayıp aldığım tüm kararları ortadan kaldırdığım ve birkaç saat de sigara içmeden durduğum da olmuştu, işte o an ağzımda yenidoğan bir bebeğin hissettiği türden masum bir tat hissedince canım sigara içmek istedi, içince de pişman oldum bu yüzden de bu son sigaram diye aldığım kararımı tekrarlamak zorunda kaldım. Daha uzun bir yoldu bu ama hep aynı yere çıkıyordu.

Şu namussuz Olivi bir gün bana bir fikir verdi: Kararımı bir bahis ile güçlendirmeliymişim.

Bana öyle geliyor ki Olivi’nin dış görünüşü onu tanıdığım günden beri hiç değişmedi. Hep böyleydi bana göre. Biraz beli bükülmüş ama sapasağlamdı, yine de bana ihtiyarlamış gibi gelirdi. Bugün seksen yaşındayken nasıl ihtiyar gözüküyorsa öyle işte. Benim yerime çalıştı durdu, hâlâ da çalışıyor ama onu sevmiyorum çünkü yaptığı işle, benim iş yapmamı engelliyormuş gibi hissediyorum.

Ve bahse girdik! İlk sigara içen parayı ödeyecek ve sonra ikimiz de özgürlüğümüze kavuşacaktık. Böylece babamın mirasını boşa harcamama engel olmak için başımda nöbet tutan yöneticim, dilediğimce yönettiğim annemin mirasına göz koymuş oldu!

Bahisten zararlı çıktım. Eskiden ara sıra da olsa ona efendilik yaptığım olurdu ancak şimdi zerre kadar sevmediğim Olivi’nin kölesi olmuştum! Hemen sigaramı yaktım. Sonra gizli gizli sigara içmeyi sürdürerek onu aldatabileceğimi düşündüm. Ama o zaman bu bahse niye girmiştim, ne anlamı kalacaktı?.. Bu durumda son bir sigara içmek için bahse uygun bir tarih arayışına girdim, böylece bana o tarihi Olivi söylemiş gibi hayal edecektim. Ama içimdeki isyan dinmedi, sigara içme arzusuyla nefessiz kalmaya başladım. Daha fazla dayanamayıp bu yükten kurturabilmek için Olivi’ye gidip her şeyi itiraf ettim.

İhtiyar gülümseyerek hemen aldı parayı, cebinden bir puro çıkarıp yaktı ve büyük bir zevkle içti. Bahsi bozup bozmadığına dair hiç şüphe duymadım. Diğerlerinin benden farklı bir mizaca sahip olduğu ortada.

Oğlum üç yaşına bastığında, karımın aklına iyi bir fikir geldi. Her şeyden uzaklaşarak bir süre sağlıkevinde kalmamı tavsiye etti. Hemen kabul ettim çünkü her şeyden önce oğlum, beni yargılayabilecek yaşa geldiğinde kendimi dengeli ve dingin hâlde bulmak istiyordum, daha ivedi sebep ise Olivi hastaydı, beni terk edeceğini söylüyor tehdit ediyordu, her an onun yerini almak zorunda kalabilirdim oysa ben, vücudumdaki nikotin nedeniyle kendimi böyle önemli bir faaliyete hazır hissetmiyordum hiç.

Başlarda sağlıkevleri ile ünlü İsviçre’ye gideyim diye düşündük ama sonra Muli isimli bir doktorun Trieste’de bir tesis açtığını öğrendik. Karımı onunla görüşmekle görevlendirdim, doktor başkalarının da yardım edeceği bir hasta bakıcının denetiminde kapalı bir daireye yerleşmemi teklif etmiş. Karım bu tavsiyeden bahsederken ilkin gülümsüyordu, sonra da kendini tutamayıp pervasızca gülmeye başladı. Beni hapse attırma fikri onu eğlendiriyordu, ben de içtenlikle katıldım kahkahalarına. Tedavim ile ilgili denemelerimde ilk kez benimle birlikte hareket ediyordu. O zamana kadar rahatsızlığımı hiç ciddiye almamıştı, sigara içmenin biraz tuhaf ve sıkıcı bir yaşam biçiminden başka bir şey olmadığını söylerdi. Benimle evlendikten sonra eski özgürlüğümün ardından hiç nedamet duymamam, onun için hoş bir sürpriz olmuştu, ben ise o sırada başka şeyler ardından nedamet duyuyordum.

Olivi’nin ertesi aydan sonra hiçbir durumda benimle kalmayacağını söylediği gün, sağlıkevine doğru yola koyulduk. Evde bir valize birkaç parça çamaşır koyduk ve akşam olunca hemen Doktor Muli’ye gittik.

Bizi kapıda bizzat kendisi karşıladı. Dr. Muli o zamanlar yakışıklı bir gençti. Yazın ortasıydı ve o küçük, gergin, parlak siyah gözlerinin daha da iyi parladığı güneşten yanmış yüzü ve yakasından ayakkabılarına kadar bembeyaz kıyafetiyle zarafeti temsil ediyordu. Ona hayran kalmıştım ama belli ki o da bana hayran kalmıştı. Hayranlığının nedenini anladığımda biraz utanarak dedim ki:

“Sanırım siz bu rahatsızlık için, tedavi gerektiğine de benim bunu ciddiyetle uygulayabileceğime de inanmıyorsunuz.”

Doktor, beni yaralayan hafif bir gülümsemeyle yanıtladı:

“Neden böyle söylüyorsunuz? Kim bilir, belki de sigara tiryakiliği biz doktorların sandığından daha zararlıdır. Şunu merak ediyorum, neden sigarayı birdenbire bırakmak yerine içtiğiniz sigara sayısını azaltmayı denemediniz. Pekâlâ sigara içebilirsiniz, yalnızca aşırıya kaçmayın.”

Gerçek şu ki sigarayı tamamen bırakmak fikrine odaklandığım için, daha az sigara içme olasılığını hiç düşünmemiştim. Yine de bu tavsiye vardığım noktada bir işe yaramazdı, yalnızca bırakacağım diye aldığım kararı zayıflatırdı o kadar. Kesin konuştum:

“Ben kararımı verdim, bu yüzden tedaviyi deneyeceğim.”

“Denemek mi?” dedi doktor ve üstünlük taslayarak güldü. “Bir kez tedaviye başladığımızda, tedavinin mutlaka başarılı olması gerekir. Siz zavallı Giovanna’ya kaba kuvvet uygulamadıkça bu odadan çıkamazsınız. Sizi serbest bırakmak için gereken formaliteler de o kadar uzun sürer ki bu esnada kötü alışkanlığınızı unutur gidersiniz!”

İkinci kata çıktıktan sonra zemin kata geri döndük, benim için tasarlanan dairedeydik.

“Görüyor musunuz? Şu parmaklıklı kapı, zemin katın çıkışının bulunduğu diğer bölüm ile iletişimi engeller. Anahtarları ise Giovanna’da bile yoktur. Dışarı çıkabilmek için Giovanna da ikinci kata çıkmak zorunda, o katta da bizim için açılan kapının anahtarını bir tek o taşır. Dahası ikinci kat mütemadiyen denetlenir. Çocuklar ve lohusalar için tasarlanmış bir huzurevi için iyi değil mi sizce de?”

Ve sonra güldü, kim bilir belki de beni çocukların arasına hapsetme fikri ona komik gelmişti.

Giovanna’yı çağırıp benimle tanıştırdı. Kırk mı altmış mı yaşını pek kestiremediğim, ufak tefek bir kadındı. Beyazlamış saçlarının altındaki minicik gözleri ışıl ışıldı. Doktor ona şunları söyledi:

“İşte gerekirse yumruk atmak zorunda kalacağınız beyefendi bu.”

Beni dikkatle inceleyerek süzdü, kıpkırmızı kesildi ve tiz bir sesle haykırdı:

“Görevimi yaparım elbette ama asla münakaşaya giremem. Tehdit edecek olursanız eğer hemen hasta bakıcıyı çağırırım, pek güçlü kuvvetlidir, gelmeyecek olursa da istediğiniz yere çekip gidebilirsiniz, canımı sokakta bulmadım ben!”

Daha sonra öğrendim ki doktor, ona bu görevi verirken yüksek bir ücret vadetmiş, bu vaat de yalnızca onun gözünü korkutmaya yaramış. Ancak söyledikleri çok kızdırdı beni. Bile isteye nasıl bir duruma sokmuştum kendimi böyle!

“Canınızın tehlikede olacağını da nereden çıkardınız? Kimmiş o tehlikeyi yaratacak olan?” diye haykırdım. Sonra doktora döndüm:

“Lütfen bu kadını uyarın, rahatsız etmesin beni! Yanımda bazı kitaplar getirdim, yalnız kalmak istiyorum.” dedim.

Doktor, Giovanna’ya birkaç tembihte bulundu. Özür dilemeye niyetlenip konuşmaya başlayınca yine saldırdı bana:

“İki küçük kızım var benim, onlar için yaşamak zorundayım.”

“Ben sizi öldürmeye tenezzül bile etmem.” diye cevapladım, üslubum zavallı kadıncağıza hiç de güven vermiyor olmalıydı.

Doktor, bir üst katta ne olduğunu bilmediğim bir şeyi aldırmak üzere görevlendirerek onu yanımdan uzaklaştırdı, beni yatıştırması için istersem başka birini yönlendirebileceğini söyledi ve ekledi:

“Kötü bir kadın değildir aslında, daha dikkatli davranmasını öğütlerim bir daha sizi rahatsız etmez.”

Beni denetlemekle görevli kişiye, hiç önem vermediğimi göstermek arzusuyla Giovanna’ya katlanmayı kabul ettim. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı, sondan bir önceki sigaramı cebimden çıkardım, açgözlülükle tüttürdüm. Doktora yanıma yalnızca iki sigara aldığımı ve bu gece yarısına varıncaya kadar sigarayı bırakmış olmak istediğimi söyledim.

Karım, doktor ile birlikte yanımdan ayrıldı. Ayrılırken:

“Artık kararını verdiğine göre güçlü ol.” dedi gülümseyerek.

Çok sevdiğim gülümsemesi bu kez benimle alay ediyormuş gibi geldi bana, tam da o anda ruhumda bir duygu filizlendi. O duygu, olanca ciddiyetle giriştiğim bu denemenin sefil bir şekilde sonuçlanmasına neden olacaktı. Kendimi kötü hissettim ancak yalnız bırakılınca bana asıl neyin acı verdiğini anladım. Genç doktora karşı duyduğum pek acı verici, delice bir kıskançlık. Yakışıklıydı, özgürdü! İlah diyorlardı ona. Karım neden ona âşık olmasındı? Doktor giderken karımın zarif ayakkabıları içindeki ayaklarına bakmıştı. Evlendiğimizden bu yana ilk defa kıskançlık hissediyordum. Nasıl bir kederdi bu böyle! Bir mahkûm olarak sefil durumuma pek de güzel eşlik ediyordu! Kendimle mücadele ettim! Karımın gülümsemesi her zamanki gibiydi, beni evden uzaklaştırdığı için alay ettiği de yoktu. Kötü alışkanlığıma hiçbir önem vermeyip sonunda beni buraya kapattıran kesinlikle oydu ama elbette bunu sırf benim iyiliğim için yapmıştı. Ayrıca, karıma âşık olmanın o kadar kolay olmadığını hatırlamıyor muydum? Eğer doktor, onun ayaklarına baktıysa da kesinlikle sevgilisi için hangi botları alması gerektiğini görmek için yapmıştı. Yine de son sigaramı dayanamadım içtim; henüz gece yarısı değildi, saat daha yirmi üçtü, son sigara için çok namüsait bir zaman.

Bir kitap açtım. Anlamadan okuyordum hatta okurken kendimi kaptırıp hayal bile kuruyordum. Baktığım sayfada, yalnızca Doktor Muli’nin güzelliğini ve zarafetini görüyordum. Dayanamadım! Giovanna’yı aradım. Belki iki çift laf edecek olursam sakinleşirim diye düşündüm.

Daireye girdi, hemen şüpheli gözlerle beni süzdü. Tiz sesiyle haykırdı:

“Sakın görevimi suistimal ettirebileceğinizi düşünmeyin!”

Bense onu sakinleştirmek için yalan söyledim, böyle bir şey düşünmediğimi, artık okumaktan sıkıldığımı ve onunla sohbet etmek istediğimi ekledim. Onu karşıma oturttum. İhtiyarlamış görüntüsü ve tüm zayıf hayvanlarınkine benzeyen genç ve hareketli gözleriyle beni tiksindiriyordu. Böylesi bir arkadaşlığa katlanmak zorunda olduğum için kendime acıdım. Aslında özgürken bile bana en uygun insanları nasıl seçeceğimi bilmediğim doğrudur çünkü genellikle tıpkı karımın yaptığı gibi onlar beni seçerler.

Giovanna’ya beni oyalaması için yalvardım, dikkate değer bir şey anlatamayacağını söyleyince ailesinden bahsetmesini istedim, bu dünyada herkesin mutlaka bir ailesi vardır, diye de ekledim.

Hemen itaat etti ve iki kızının neden Yoksullar Yurdunda olduğunu anlatmaya koyuldu.

Memnuniyetle hikâyesini dinlemeye başlamıştım çünkü toplamda on sekiz ay süren hamileliklerinin sonucunda böylesi bir durumda olması güldürmüştü beni. Ama doğası gereği çok tartışmacı bir üslubu vardı. Aldığı üç beş kuruşla başka bir şey yapamayacağını, doktorun da birkaç gün önce nasıl olsa tüm aileye Yoksullar Yurduna bakıyor diye ona günde iki kronun yeterli olduğunu söylemesinin haksızlık olduğunu kanıtlamaya kalkışınca dinlemeyi bıraktım. O ise bağırıyordu:

“Ya gerisi? Üstlerini giydirip karınlarını doyurmakla her şeyleri tamam olmuyor ki!”

Ve kızlarına alması gereken bir sürü ıvır zıvır saydı, şimdi hepsini hatırlamıyorum çünkü kulaklarımı onun tiz sesinden korumak için düşüncelerimi kasıtlı olarak başka bir şeye çevirmek zorunda kaldım. Ama yine de kulaklarım zarar görmüştü ve karşılığını almak hakkımmış gibi geldi:

“Bir tanecik sigara yok mu yanında, tek bir tane? Karşılığında on kron veririm sana ama ancak yarın çünkü şu an yanımda tek kuruş yok.”

Teklifim Giovanna’yı dehşete düşürdü. Çığlık atmaya başladı; hasta bakıcıyı çağırmak istedi, odadan çıkmak için koltuğundan kalktı.

Onu susturmak için niyetimden vazgeçtim hemen ve rastgele bir şey söylemiş olmak, kendime bir hava vermek için sordum:

“Bu hapishanede en azından içecek bir şeyler var mıdır?”

Giovanna’nın cevabı gecikmedi ve beni şaşırtan kusursuz bir ses tonu ile:

“Tabii ki var. Doktor çıkmadan önce bana bu konyak şişesini bıraktı. Bak şişe hâlâ kapalı. Kimse dokunmadı.” diye cevap verdi.

Öyle bir durumdaydım ki kendim için sarhoşluktan başka bir yol göremiyordum. Karıma olan güvenim beni ne hâllere düşürmüştü…

O dakikada sigara içme bağımlılığım, bu kadar zahmete değmezmiş gibi geldi bana. Yarım saattir sigara içmiyordum, zihnim Doktor Muli’nin ve karımın düşünceleri ile dolduğundan aklıma da içmek gelmiyordu. Yani tamamen iyileşmiştim ama hâlim pek bir komikti!

Şişenin tıpasını açtım, sarı sıvıdan küçük bir bardak doldurdum kendime. Giovanna, bana bakıyordu ama ona da teklif etmekte biraz tereddüt ettim.

“Bu şişeyi boşalttıktan sonra, başka bir tanesini alabilecek miyim?”

Giovanna, yine pek bir tatlı ses tonuyla beni rahatlattı:

“İstediğiniz kadar! İsteklerinizi yerine getirmek için kileri işleten hanım, gerekirse gece yarısı yatağından kalkacak.”

Hayatım boyunca hiç cimrilik ettiğim olmamıştır, Giovanna’nın bardağını da ağzına kadar doldurdum. Teşekkürünü tamamlayamadan bardağını boşalttı ve gözlerini tekrar şişeye dikti. Bu hareketiyle onu sarhoş etme fikrini aklıma getiren kendisi oldu. Ama bu iş kolay oldu da diyemem!

Birkaç kadeh devirdikten sonra saf Trieste lehçesiyle bana söylediklerini birebir yazamayacağım ama kafamdaki endişelerimden uzaklaşabilseydim, karşımda zevkle dinleyebileceğim bir insan oturduğu izlenimine kapıldım.

Her şeyden önce, böylesi bir çalışma şeklinden hoşlandığını itiraf etti. Bu dünyadaki herkesin, günde birkaç saatini rahat bir koltuğa serilip kendisini çarpmayacak iyisinden bir şişe içki eşliğinde harcama hakkı olmalıymış.

Ben de sohbete katılayım dedim. Kocası hayattayken de böyle mi çalışırdı diye sordum.

Gülmeye başladı. Kocası hayattayken onu öpmekten çok dövermiş, onun için o kadar çok çalışıp didinmiş ki o döneme kıyasla, ben bu sağlıkevinde tedaviye başlamadan önceki hâli bile dinlenme gibi gelmiş ona.

Sonra Giovanna düşünceli bir hâl aldı, ölülerin, yaşayanların ne yaptıklarını gördüğüne inanıyor muyum diye sordu. Kısaca başımı evet anlamında salladım. Ama bir de ölüler öbür dünyaya gittiklerinde henüz hayattayken olup biten her şeyi sonradan öğreniyorlar mıydı, onu da bilmek istedi.

Soru, bir an için de olsa kaygılarımdan uzaklaşıp dikkatimin dağılmasını sağladı. Dahası gittikçe tatlılaşan bir ses tonuyla sorulmuştu çünkü Giovanna, ölüler sözlerini duymasın diye olsa gerek sesini alçaltmıştı.

“Demek kocanıza ihanet ettiniz.”

Bağırmamam için bana yalvardı, sonra kocasını aldattığını itiraf etti ancak ta evliliklerinin ilk aylarındaymış. Sonra dayağa alıştığını ve erkeğini sevdiğini söyledi.

Sohbet devam etsin diye sordum:

“Öyleyse ilk kızınız, hayatını bir başka adama mı borçlu?”

Yine alçak bir sesle, kimi benzerlikleri görünce kendisinin de böyle düşündüğünü söyledi. Kocasına ihanet ettiği için çok üzgündü. Bunu söylerken gülüyordu çünkü incittiklerinde bile gülünecek şeylerdir bunlar. Ama eşi öldüğünden beri daha da bir üzgünmüş, öncesinde kocası olayı bilmediği için çok mühim gelmiyormuş ona.

Kardeşçe bir yakınlık hissederek onu yatıştırmaya çalıştım ve ölülerin her şeyi bildiğine inandığımı ama onların bazı şeyleri pek de umursamadıklarını düşündüğümü söyledim.

“Sadece yaşayanlar acı çeker!” diye bağırdım yumruğumu masaya vurarak.

Elim çok acıdı, yeni fikirlerin uyanması için fiziksel acıdan daha iyisi yoktur. Karımın hapsedilmemden faydalanıp beni aldatacağı düşüncesi ile acı çekerken aklıma bir olasılık geldi, belki doktor hâlâ sağlıkevindeydi, eğer öyleyse bu durumda içim rahat olabilirdi. Doktora önemli bir şey söylemem gerektiğini söyleyerek Giovanna’ya onu çağırması için yalvardım, karşılığında da tüm bir şişeyi ödül olarak vadettim. Çok fazla içmeyi sevmediğini söyleyerek itiraz etti ama dediğimi de yaptı. Hücremizden çıkmak için ikinci kata uzanan ahşap merdivenlerden sallana sallana yukarı doğru tırmandığını duydum. Sonra aşağı indi ama inerken büyük bir gürültüyle, bağıra çağıra yere kapaklandı.

“Tanrı kahretsin seni!” diye hararetle mırıldandım. Boynunu kırmış olsaydı, ne kolay olurdu işim!

Oysa o, gülerek girdi içeri çünkü artık canı öyle kolay kolay her şeye yanmaz olmuştu. Hasta bakıcı ile konuştuğunu anlattı, yatmaya gitmiş ama ben bir yaygara koparacak olursam diye yatağında hazır bekleyecekmiş. Elini kaldırdı ve işaret parmağını uzatarak sözlerine gülümsemesi ile hafiflettiği bir tehdit ekledi. Sonra, kuru bir sesle, doktorun karımla birlikte çıktığını ve henüz dönmediğini söyledi. O zamandan beri yokmuş! Hasta bakıcı, birkaç saate geri döner diye beklemiş çünkü bir hastası muayene için görüşmek istemiş. Ama artık bu saatte geleceğini sanmıyormuş.

Yüzünü seğirten gülümsemesi, basmakalıp mıydı yoksa tamamen yeni bir şey miydi ve doktorun hastası olan benimle değil de eşimle birlikte olmasından mı kaynaklanıyordu diye anlamaya çalışarak yüzüne baktım. Öyle öfkelendim ki… Bu öfkeden başım döndü. İtiraf etmeliyim ki her zaman olduğu gibi ruhumda iki kişi savaşıyordu, daha mantıklı olanı bana şöyle dedi: “Ahmak! Karının seni aldattığını da nereden çıkardın? Bir fırsat yakalamış olması için, seni bir yere kitlemesine gerek yok ki!” Diğeri ise kesinlikle şu sigara içmek isteyendi, o da bana ahmak diyordu ama şöyle bağırıyordu: “Kocanın yokluğu, nasıl bir rahatlık sağlar farkında değil misin? Karın şimdi parasını senin ödediğin doktor ile birlikte!”

Giovanna içkisini yudumlamayı sürdürerek dedi ki:

“İkinci katın kapısını kapatmayı unuttum. Ama şimdi iki kat çıkacak hâlim yok. Orada zaten her zaman birileri bulunur, kaçmaya kalkışırsanız da elbet biri engeller sizi.”

“Tabii ya!” dedim. Zavallı kadıncağızı aldatmak için birazcık ikiyüzlülük yetiyordu. Sonra ben de konyağı indirdim mideme, elimde bunca içki varken sigaranın aklıma bile gelmediğini söyledim. Hemen inandı. Sonra başladım anlatmaya, sigarayı bırakmayı aslında ben istemiyordum dedim. Bunu isteyen karımdı. Gerçek şu ki bir demet sigara içtim mi hemen bir canavara dönüşüyordum. İşte o zaman menzilimdeki her kadın, tehlike altına giriyordu.

Giovanna, kendini sandalyenin üzerine iyice bırakarak yüksek sesle gülmeye koyuldu:

“Size gereken on sigarayı içmenizi eşiniz mi engelliyor yani?”

“Aynen öyle! Diğerlerini bilmem ama en azından beni engelliyordu.”

Kanında o kadar konyak varken Giovanna hiç de aptal sayılmazdı. Neredeyse sandalyesinden düşmesine neden olacak bir kahkaha tufanına tutuldu ancak nefeslenebildiğinde, kesik sözlerle, hastalığımdan esinlenerek muhteşem bir tablo çizdi:

“On sigara… Yarım saat… Alarm çalar… Ve sonra…”

Onu düzelttim:

“On sigara için yaklaşık bir saate ihtiyacım var. Sonra tam etkisini yakalayabilmek için yaklaşık bir saat daha, on dakika daha fazla, on dakika daha az da olabilir…”

Giovanna aniden ciddileşti ve bir çırpıda sandalyesinden kalktı. Biraz başı ağrıdığı için yatağa gideceğini söyledi. Şişeyi yanına almasını söyledim çünkü ben yeterince içmiştim. İkiyüzlü bir şekilde, ertesi gün bana iyi bir şarap getirmesini istediğimi söyledim.

Ama o, şarap düşünecek hâlde değildi. Kolunun altında şişe ile odadan çıkmadan önce bana öyle bir baktı ki ürktüm.

Kapıyı açık bırakmıştı, birkaç dakika sonra odanın ortasına bir paket düştü, hemen fırlayıp aldım: İçinde on bir tane sigara vardı. İşi garantiye almak için olsa gerek, zavallı Giovanna ölçüyü bol tutmuştu. Sıradan sigaralardı bunlar: Macar sigaraları. Ama ilk yaktığım sigara çok iyi geldi. Kendimi inanılmaz rahatlamış hissettim. Önce, çocukları kilitlemek için uygun olsa bile bana hiç de uygun olmayan bu sağlıkevinde oynadığım oyundan dolayı keyiflendim. Sonra aynı oyunu eşime de oynamış olduğumu düşündüm, böylece bana yaptığının karşılığını vermişim gibi oldu. Öyle olmasa kıskançlığım, neden şimdi katlanılabilir bir meraka dönüşmüştü ki? O yerde, o iğrenç sigaraları içerken sessiz sakin oturuyordum.

Bir yarım saat sonra, Giovanna’nın karşılık bekleyeceğini düşünerek o sağlıkevinden kaçmanın gerekli olduğunu hatırladım. Ayakkabılarımı çıkardım ve koridora çıktım. Giovanna’nın odasının kapısı kapalıydı, gürültülü ve düzenli nefes alışverişine bakılırsa uyuyor olmalıydı. Dikkatli bir şekilde ikinci kata çıktım, o kapının ardında -Doktor Muli’nin gurur duyduğu- ayakkabılarımı giydim. Bir sahanlığa çıktım ve şüphe uyandırmamak için yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

İlk katın sahanlığına varmıştım ki hasta bakıcıya benzeyen ancak şık giyimli, genç bir hanım arkamdan gelip kibarca sordu:

“Birini mi arıyorsunuz?”

Güzelce bir kızdı, şu on sigarayı onun yanında tüttürebilsem hiç fena olmazdı. Biraz gergin hâlde gülümsedim:

“Doktor Muli yok mu?”

Gözlerini kocaman açtı:

“Şu an burada değil.”

“Onu nerede bulabileceğimi söyleyebilir misiniz? Evde bir hastam var da…”

Nazikçe doktorun adresini verdi, ben de adresi aklımda tutmak istediğime onu inandırmak için birkaç kez tekrar ettim. Yanından ayrılmak için aceleci davranasım yoktu ama o sıkılarak arkasını döndü. Kendi hapishanemden dışarı atılmış gibi hissettim.

Alt katta bir kadın bana kapıyı açtı. Yanımda tek kuruş yoktu, mırıldandım:

“Bahşişi başka sefer vereyim.”

Geleceği asla bilemeyiz. Hayatımda bazı olayların kendilerini tekrar ettikleri olmuştur, kim bilir belki de bir gün tekrar geçerim buradan.

Gece berrak ve sıcaktı. Özgürlüğün rüzgârını daha iyi hissedebileyim diye şapkamı çıkardım. Yıldızları, sanki biraz önce keşfetmişim gibi hayranlıkla seyrettim. Ertesi gün, sağlıkevinden uzaktayken sigarayı da bırakacaktım. Bu esnada, hâlâ açık olan bir tütüncüden kendime kaliteli sigaralardan aldım çünkü bir tiryaki olarak jübilemi, zavallı Giovanna’nın sigaralarından biriyle yapamazdım. Sigaraları aldığım tezgâhtar, beni tanıdı ve veresiye verdi.

bannerbanner