
Полная версия:
Ermeni Uydurmalarından Doğan Beşeri Cinayetlerin Dünü ve Bugünü
Görüldüğü üzere Ermeni milliyetçileri ve din görevlileri milli devlet oluşturma konusunda çok açgözlü davranıyorlardı. Fakat Rusya Çarlığı’nın Nahçivan ve Erivan toprakları üzerinde “Ermenistan Vilayeti” adlı idari birimi oluşturarak zamanla onu tanıttırma ve kabullendirme politikasını yürütmesi, Ermeni din adamlarını Çar’ın bağışladığı topraklar ile yetinmeye zorlamıştır. Ermeni din adamları ve milliyetçileri ulusal bilincin mevcut olmamasını Ermenilerin bir toplum olarak gelişmesinin sağlanamamasındaki en büyük problem olarak görüyorlardı. Milli devlet kurmak iddiasının gerçekleşmesi için öncelikle bu mesele: milli bilincin oluşturulması sorunu çözüm bulmalıydı. Bu mesele Ermeni Kilisesi için ciddi sorunlar yaratıyordu. Diğer yandan Ermenilerin hiçbir bölgede nüfusun etnik çoğunluğunu oluşturmaması, kendilerine ait toprak arazilerinin olmaması, Ermenilerin çoğunluğunun cahilliği vs. faktörler de vardı.
Ermeni devletini kurma stratejisi devrimden sonra Sovyet Rusya tarafından sürdürüldü. İşlem birkaç yönde gerçekleştirildi. Birincisi, Ermenileri bugünkü Ermenistan’a ve Kafkasya’daki diğer Azerbaycan topraklarına göç ettirmek, onları yoğun bir şekilde yeniden yerleştirmek ve bu süreçte yerel Türkleri (Azerbaycanlıları) bir şekilde topraklarından çıkarmaktı. Bu süreçle ilgili bir dizi önemli gerçek var: Çarlık Sarayı’nın Danışman Usimoviç Paskeviç’e yazdığı bir mektupta (29 Şubat 1828) Hristiyanların (Ermenilerin) göçüne ilişkin 15 makale yer alıyordu. Onlardan dört tanesi aşağıdadır:
1. Göç sürecini denetlemek üzere Hristiyan Göçmenler için bir Komite kurulsun;
2. Göçmenlerin yerleşeceği bölgelerde Hristiyanlardan oluşan ayrı mahalleler veya bölgeler oluşturulsun. Hristiyanlar Müslümanlarla karıştırılmamaya çalışılsın. Bu amaçla, Hristiyanların yanı sıra Müslümanların da kendi din kardeşlerinin daha yoğun olduğu bölgelere taşınması araştırılsın;
3. Göçmenlerin yeniden yerleşimi için yaşanabilir, sağlıklı ve suyu bol olan topraklar seçilsin;
4. Göçmenlere tavizler ve ayrıcalıklar verilsin.11
Belirttiğimiz sorunlarına rağmen, Ermeni Kilisesi kendi absürt planlarını uygulamakta ısrar ediyordu. Ermeni din adamlarının faaliyeti daha çok diplomatik misyon yürüten kişileri andırıyordu. Henüz 1790 yılında Ermeni Kilisesi’nin başpiskoposu Argutinski-Dolgorukov Rusların Ermenileri Müslüman esaretinden kurtaracaklarını açıkça beyan etmişti. Bu fikrin dile getirilmesinin sebepleri vardı. Çünkü Rusya-Osmanlı Savaşı (1768-1774) sonucunda Çar devleti Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan nüfusun hukuklarının korunmasına müdahale etme hakkı kazanmıştı. Ermeni Patriği İngiliz Büyükelçisi ile görüşmesinde şöyle demişti: “Ermeniler artık uyanmışlar ve eğer Avrupa devletlerinin rağbetini ve desteğini kazanmak için isyan etmeleri gerekiyorsa, bu ayaklanmanın başlatılması hiç de zor olmayacaktır.”12
Uyanma dediğimizde, Ermenilerin okumayı ve yazmayı öğrenmesi, kiliseye ibadet için yönlendirilmeleri amaçlanmıştır. Elbette ki o zamanlar, dünya nüfusunun çoğu okuma yazma bilmiyordu. Ancak Müslüman-Türk dünyasındaki halk, İslam bayrağı altında birleşiyordu. İnsanlar Namaz’ı ve diğer duaları ezbere biliyorlardı. Camilerde birlikte Cuma namazını kılıyorlardı. Ancak İslam hukuku, Müslüman hükümetlerinin reformlar yapması konusunda oldukça kayıtsızdı. Özellikle matbaaların kurulması ve kitlesel cehaletin ortadan kaldırılmasına karşı özel bir tutuculuk vardı.
Bu fırsatı değerlendiren Avrupalı güçler, Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin din, dil ve alfabe etrafında birleşmesi için stratejiler uygulamaya başladılar. Bununla ilgili çok önemli gerçekler var:
Avrupalılar, Osmanlı topraklarında Ermenice harflerle basılan ilk Türk romanlarının yayımlanmasına çok ilgi gösteriyorlardı.
“1) Osmanlı/Türk ve Ermeni edebiyat tarihlerinde pek de yer alamayan, yer aldığında ise önemsenmeyen bu metinlerden yola çıkarak her iki edebiyat tarih yazımı geleneğinin bir değerlendirmesini ve eleştirisini sunmak;
2) Osmanlı Müslüman/Türkleri ile Ermenileri arasındaki kültürel alışveriş meselesini bir yandan teorik bir çerçeveden ve kavramlar ışığında değerlendirirken bir yandan da yeni ampirik malzeme sunarak tartışmayı genişletmek;
3) Ermeni harfleriyle ilk Türkçe romanları Arap harfli romanın ilk örnekleriyle, yani literatürde “Tanzimat romanı” olarak adlandırılagelen metinlerle karşılaştırarak hem bu ikinci gruptaki metinlere mevcut yaklaşımları sorgulamak hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda üretilen edebiyatların ne ölçüde ortaklık taşıdığı/taşıyabileceği tartışmasına bir katkıda bulunmak.”13
Sovyet Rusya'nın ısrarı ve organizasyonu ile Azerbaycan’ın Zengezur bölgesinin batı kısmının Ermenistan’a verilmesi ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti coğrafi bakımdan Azerbaycan’dan ayrıldı. Ermenistan topraklarındaki Müslüman-Türk halka karşı zorunlu göç politikası izlendi. Üstelik Dağlık Karabağ Otonom Vilayeti’nin (DKOV) oluşturulması sırasında Azerbaycan’ın 1923 yılına kadarki mülki yönetim yapısı kaba bir şekilde ihlal edilmiş, Cevanşir, Gubatlı, Şuşa kazalarının toprakları bölünerek DKOV tesis edilmiştir. İlgili karar doğrultusunda Şuşa Kazası’na bağlı Şuşa, Hankendi ve 115 köy, Cevanşir Kazası’na bağlı 52 köy, Garyagin Kazası’na bağlı 30 köy ve Gubatlı Kazası’na bağlı Kaladeresi DKOV’ye verilmiştir. Bolşevik maskesi ile iyice güçlenen Ermeni milliyetçileri bütün imkanlardan istifade ederek Kremlin’e yerleşmeye ve Sovyet kanunlarından faydalanarak Azerbaycan halkına karşı çeşitli baskı kanunlarını hayata geçirmeye başladılar. Böylelikle 23 Aralık 1947 yılında SSCB Bakanlar Kurulu, Kolhozcuların14 ve diğer Azerbaycan halkının Ermenistan SSC’den Azerbaycan SSC’nin Kür-Aras ovasına göç ettirilmesi hakkındaki kararı kabul etti. Aynı kararda 1948-1950 yıllarında güya gönüllülük esasına göre Ermenistan’da yaşayan yüz bin Kolhozcu Azerbaycan’ın Kür-Aras ovasına zorunlu göç edecekti.15 Belgelerde gönüllülük esasına göre olduğu söylense de bu; Sovyet kanunları ile hayata geçirilen resmi bir sınırdışı sayılırdı.
Bunu not edebiliriz ki Türkmençay Antlaşması’ndan sonra Çarlık Rusya’sı teorik olarak Ermeniler için arazi sorununu yani, onların nüfus problemini hallettikleri için ikinci aşamaya başlamıştı. Bu sorun, “Ermeni kültürü” kavramını formüle etmek ve tanıtmaktı. Ermenilerin, mutfak kültürü, müzik, edebiyat, nesir ve şiir yaratmada büyük zorlukları vardı. Ermeniler arasında ne yazar ne de yazılacak bir konu bulmak mümkündü. Bu süreçte tanınmış Rus şair ve yazarların eserlerinde Ermeni imgeleri yaratma girişimleri de başarısız oldu.
Aynı sorun, Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra da yaşanıyordu. 1929’da Nikolay Ivanoviç Buharin16 Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Halk Komiseri başkanı Ter Gabrielyan'dan, ünlü şair Mandelştam'ı sanat ve edebiyat alanında herhangi bir çalışma yapması için Ermenistan’a göndermesini istedi. O, 1930 yılında Buharin'in yardımıyla geçimini sağlamak adına Ermenistan’a Ermenistan’ı anlatan bir eser yazması için aday gösterildi.17 Çünkü, Ermenistan’a Ermenistan’ı anlatan bir eser yaratmak o kadar da kolay olamazdı. Öyle ki eski Türk topraklarında yaratılan ve hızla Ermenileştirilen bir ülkede Ermeni’ye ait ne tarihi, ne de bir kültürel bir örnek vardı. Böyle bir çalışmanın fikrî alt yapısı ve olay örgüsü yalanlara ve uydurmalara dayanmalıydı.
Yeri gelmişken, Kilise liderleri sıradan Ermenileri ibadete çekmek için 1800’lerin ilk on yılından başlayarak, ayinlerden sonra yemek verme kararı aldılar. Aynı dönemde eski giysiler kiliselerden fakir Ermenilere dağıtılmaya başlandı. Bu iki vaka Ermenileri toplu olarak ibadete yöneltti.
Ermeni toplumunun cahilliğinin ve enformasyon kıtlığının giderilmesi meselesi Ermeni Kilisesi’nin faaliyetindeki diğer bir önemli hususu teşkil ediyordu. XIX. yüzyılın ortalarında artık Ermeni kiliseleri Ermenilere toplumsal farkındalığı aşılamak amacıyla milli literatür yayımlamaya başlamıştır. Fakat bu ürünler Ermenice değil, Türk, Rus, Fars ve Arap dillerinde neşrediliyordu. Çünkü Ermeniler yaşadıkları ülkelerin resmi dillerinde konuşuyorlardı. Büyük çoğunluğunun ise okuma yazması yoktu. “Osmanlı Ermenileri kendi dillerini bilmediklerinden evlerinde ve kilisede Türkçe konuşuyorlardı. Bu sebepten 1831 yılında “İncil” ilk defa Ermeni alfabesi ile Türkçe yayımlanmıştır”.18
Bazı kaynaklara göre, 1820’lerde Anadolu ve Ortadoğu’daki Ermenilerin en az yüzde 98'i okuma yazma bilmiyordu. Araştırmalara göre, Türk edebiyatında ilk tarihi roman girişimi Ahmet Mithat Efendi’nin Yeniçeriler (1871) adlı romanı olarak düşünülebilir. Evet, hoşumuza gitse de gitmese de, bu böyledir: Türklerin yüzyıllara yayılan Arap alfabesini değiştirmeyi tartıştığı bir dönemde, Avrupalı misyonerler, Ermeniler için bir edebiyat sanatı kurmaya başlamışlardı (Osmanlı İmparatorluğu’nda Cumhuriyet öncesi de Arap alfabesinin değişimi tartışma konusu olmuştu).
Elbette, bu eserlerin Ermeni alfabesi ile değil de Türkçe yazılması ebediyete kadar XIX.yüzyılda Ermeni kimliğinin manevi yoksulluğuna ilişkin soruları güncel tutacaktır.
“Ermenilerin 1850-1890 yıllarında Osmanlı topraklarında yayımladıkları 100 civarındaki gazeteden 54-ü kısmen veya tam olarak Ermeni alfabesiyle (Türk dilinde – S.Ş.) basılıyordu.”19
Kaydettiğimiz gibi Ermeniler Hristiyanlık dönemine kadar herhangi bir tarihi esere sahip olmamışlar. Raffi mahlasıyla daha çok tanınan Ermeni yazar Agop Melik Agopyan bu olguyu çekinmeden onaylıyor: “Bizim çorak tarihimiz tarihçilere çok az bilgi vermektedir. Bizim literatür tarihimiz ise kilise yazıtlarından öteye geçememiştir.”20 Bu olgu toplumun göçebe hayat sürdürdürdüğünü tasdik eden öyle bir delildir ki, onu inkar etmeye kalkışmak büyük bir saçmalıktır. Ama yine de burada bir abartı var. Ermeni milli edebiyatının oluşma tarihi, Agop Melik Agopyan’ın dediği gibi kilisenin tarihi ile aynı yaşta değil, sadece kiliseye bağlıdır. Yani 19. yüzyılın ortalarında kilisenin gücü ile kurulmuştur.
Diğer önemli Ermeni tarihçi A.Lalayan ise şöyle yazıyor, “Ermenilerin Komünist karşıtı çıkarlarına hizmet eden Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) kırk yılı aşkın bir süre Ermeni halkını kandırmıştır.21 Bu fikirden yola çıkarak Ermeni din adamlarının kendi soydaşlarını üç asırdan beridir kandırdıklarını söyleyebiliriz. Onlar işte bu yalanlar ve döktükleri kanlar pahasına Azerbaycan topraklarına Ermeni devleti kurmayı başarmışlardır. Ama Ermenistan’da şimdi mevcut olan devleti kendileri değil, Çarlık Rusya’sı kendisine imparatorluk için bir ileri karakolu olarak inşa etti ve onlara sundu. Zaman zaman bu acı gerçek Ermeni din adamları, Ermeni milliyetçileri, Ermeni siyasetçileri, Ermenistan’ın devlet yetkilileri tarafından itiraf edilmiştir. Fakat bu itiraflar tarih sayfalarına yazılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Çünkü hasta Ermeni hayal gücünden doğan sahte “Büyük Ermenistan” ideolojisi bütün hedeflerine henüz ulaşmamıştır. Bu yalanların asıl amacı uydurma “Büyük Ermenistan” ideolojisinin çeşitli istikametlerde ilerlemesini ve aynı zamanda sahte “Ermeni Soykırımı”nın dünyaya kabul ettirilmesini sağlamaktır. Sözde “Büyük Ermenistan” ideolojisinin sıradan Ermenileri kendi etkisi altına almasının, onları akla ve mantığa aykırı bir işin mücadelesine celbetmesinin nedenlerinden bahsetmek gerekir. Araştırmacılar XIX. yüzyılın sonuna kadar Ermenilerin yaşadıkları ülkeye hakim olan veya o ülkenin çoğunluğunu oluşturan halkın dilini kesinlikle ana dili olarak kabul ettiklerini ispatlıyorlar. Osmanlı topraklarında yerleşik olan Ermenilerin ana dili de Türkçe olmuştur. H.Abovyan yazıyor: “Ermenistan”da (o, Türkiye’de Haylar’ın yaşadığı bölgeleri böyle adlandırıyordu – S.Ş) çocuklar ve kadınlar bile Türkçe konuşuyor.”22
“Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden sonra burada yaşayan Ermenilere, kendi dillerinde özgürce konuşmak hakkı verilmiştir.”23 Ama onların okuma yazması yoktu. Okumayı bilen Osmanlı Ermenileri ise Türkçeyi kullanıyorlardı. Ermeni din adamlarının, milli burjuvazinin ve milliyetçi örgütlerin ortak çabası sonucunda Ermenilerin bilgilendirilmesi, kendi dillerinde okuma yazmayı öğrenmeleri, eğitim almaları, bir takım meslekleri benimsemeleri için yapılan çalışmalar yaklaşık 1850 yılından sonra daha da hız kazanmıştır. Neticede artık 1910 yılında sadece İstanbul’da Ermeni dilinde beş gazete ve yedi dergi yayımlanıyordu. Ancak onların bir kısmı tamamen, diğer bir kısmının ise ortalama yarısı Ermeni Alfabesi ile Türkçe okur arıyordu.
Saydığımız olgulara dayanarak Ermeni toplumuna sunulan tarihin ve tarih literatürünün kilise yazıtları ile yaşıt olmaması, Ermenilerin “Büyük Ermenistan” ideolojisi etrafında birleşmesinin başlıca sebebidir diyebiliriz. Sadece bu süreç kiliseden yönetilmiştir. Bu literatürü Ermeni din adamları zaman zaman kendi çirkin amaçlarına uygun şekilde yazmış veya yazdırmışlardır. Bu sebepten dolayı sıradan Ermeniler yaşanan olaylarla ilgili özgürce ve doğru düşünmek, analiz etmek, imkanlarını tamamen kaybetmişlerdir. Ermeni toplumuna sunulan tarihin ve tarihî literatürün oluşması kiliseden yönetildiği için buradaki sistematik yapı korunmuştur.
Büyük devletler aralarında yaşadıkları sorunlara, krizlere, savaşlara ve çatışmalara rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması konusunda müttefik olanaklarını seferber ediyorlardı. Araştırmacılar kesin olgulara dayanarak, Rusya ve İngiltere’nin siyasi gündeme getirdikleri sözde “Ermeni Meselesi”nin kesinlikle Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak amacı güttüğünü kanıtlıyorlar. XVIII. yüzyıldan itibaren XX. yüzyılın başlarına kadar dünya siyasetinde etkili olan istisnasız tüm büyük devletler Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması için çaba sarfetmiş, bu konuda kendilerine müttefik aramışlar. Ve bu konuda Ermeni unsuru her şekilde kullanılmış, kah “ezilen ırk”, kah “hakkı çiğnenen” Hristiyan toplumu adı altında Türklere karşı silahlı ayaklanmalara teşvik edilmişler.
Yukarıda belirttiğimiz önemli hususlar Ermeni din adamlarını, Ermeni milliyetçilerini ve Ermeni burjuvazisini hastalıklı Ermeni hülyasından doğan “Büyük Ermenistan” ideolojisini gerçekleştirmeye yeterince teşvik etmiştir. Bu sebepten Ermeni terör örgütlerinin oluşturulması, organize edilmesi, finanse edilmesi ve aleni şekilde faaliyete geçmesi konusunda bu güçler arasında zerre kadar görüş ayrılığı yaşanmamıştır. Göçebe yaşam tarzı sürdüren Ermeni toplumunda milli bilinç oluşturmadan onları devlet kurmak fikri etrafında toplamak mümkün değildir. Osmanlı topraklarına yerleşen ABD misyonerleri bu sorunu çözmek amacıyla XIX. yüzyılın sonlarında eğitim vermek, bilinçlendirmek amacıyla pek çok sayda Ermeniyi kendi ülkelerine göndermeye başlamışlar. İki asır öncesine kadar Ermeniler ileride ABD’ye taşınmak imkanını elde edeceklerini hayal bile edemezlerdi. Fakat 1840 yılından itibaren misyonerlerin ABD’ye okumak, belli mesleklere sahip olmak amacıyla gönderdikleri Ermeniler sonraki yıllarda Osmanlı topraklarına dönüyorlardı. Amerikan vatandaşlığını alarak Osmanlı topraklarına dönen bu Ermeniler doktor, mühendis olarak çalışmaya başlamışlar; her fırsatta “Ermeni Meselesi”ne odaklanmış ve Osmanlı topraklarında Ermeni milli burjuvazisinin şekillenmesinde aktif rol oynamışlardır. Sadece 1890 yılında çeşitli yüksek öğretim kurumlarında eğitim almak için Osmanlı’dan 70 civarında Ermeni genç ABD’ye gönderilmiştir.24
Bu Ermenilere iki yarı yıl veya daha fazla eğitim verilirdi. Farklı meslek sahibi olan aynı Ermeniler, bu sefer Osmanlı topraklarına ABD vatandaşı olarak gönderildi. Döndüklerinde hangi meslek sahibi olursa olsun asıl işleri Osmanlılara karşı casusluk yapmak olurdu.Ve sadece Amerika Birleşik Devletleri için çalışmıyorlardı; Osmanlı karşıtı tüm devletler bu Ermenileri kullanıyordu.
XIX. yüzyılın ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti’nin çeşitli şehirlerinde çalışan, farklı ülkeleri temsil eden Ermeni asıllı diplomatlar aslında Türklere karşı apaçık casusluk faaliyetleri yürütüyorlardı. Onlar yerli Ermeniler arasında anti-Türk propagandasının yapılmasında, silahlı ayaklanmaların çıkarılmasında, gönüllü Ermeni silahlı birliklerinin oluşturulmasında, sonraki aşamada ise Azerbaycan ve Türk diplomatlarına, siyaset ve devlet adamlarına karşı suikastlerin hazırlanmasında ve icrasında aktif rol oynamışlardı. Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Ermeni diplomatlar Ermeni gönüllülerinin giyim, silah ve yiyecek temin etmesinde faal çalışmalar yapıyorlardı. Rusya’nın Van’daki Ermeni asıllı konsolosunun 1881 yılında imzaladığı belgeler Ermeni silahlı ayaklanmalarını organize ettiğini gösteriyor.25
O dönemde Ermeni asıllı çevirmenler ise milli kimliklerini gizleyerek siyasi görüşmelere katılıyor ve elde ettikleri bilgileri kiliseye aktarıyorlardı. Bu yöntemlerle Ermeni çevirmenler bazı durumlarda muhbir olarak da kullanıldı.
ABD’li araştırmacı Samuel A.Weems diplomasi adı altında ABD’nin, Avrupa ülkelerinin ve Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı gerçekleştirdiği casusluk faaliyetleri konusunda çok tutarlı bilgiler sunmuştur. Yazarın kaleme aldığı “Ermenistan: Terörist “Hristiyan” Ülkenin Sırları” (Samuel A. WEEMS “Armenia: Secret of a “Chiristian” Terörist State”, St. John Press, Texass, 2002) eseri uluslararası platformda sansasyon yaratmıştır. Defalarca ermeniler tarafından tehdit edilen bilim adamı yolundan dönmese de, başladığı işi bitirememiştir. Adı geçen kitabın yayımlanmasından az sonra ABD’de kendi evinde esrarengiz şekilde hayatını kaybeden Samuel A.Weems’in ölümünün gerçek nedeni hakkında halen resmi bir açıklama yapılmamıştır. Söz-konusu eserin ikinci cildinin yazma nüshası araştırmacının evinden çalınmıştır.26
Dünya güçleri tarafından himaye edilen Ermeniler sözde “Büyük Ermenistan” ideolojisini gerçeğe dönüştürmek için her türlü kurnazlığa; söylenti yaymak, kimi zaman kendilerini Türk olarak tanıtmak, çeşitli etnik grupları kendilerine suç ortağı yapmak, azınlık gruplarla Türkler arasında çatışma yaratmak gibi yöntemlere ustalıkla baş vurmuşlar. Bu sinsi araçlar XX. yüzyılda Azerbaycan halkına ve onun devletine karşı da defalarca kullanılmıştır. 1918 yılında Bolşevik Şaumyan’ın doğrudan liderliği ile Azerbaycana karşı yapılan soykırım “Mart Olayları” adı altında tarihe kanlı harflerle yazıldı. 1920 yılında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak maksadıyla ülkemizin sınırlarına sokulan Bolşevik ordusunun komutanları arasında onlarca Ermeni asıllı subay vardı. Sonunda, Milli Lider Haydar Aliyev 26 Mart 1998 tarihli “Azerbaycanlıların Soykırımı Günü” emrini imzaladı. Böylece tarihte ilk kez sözde “Büyük Ermenistan’a” yönelik genel eylem programının temellerini attı. Alınan bu kararla 31 Mart tarihi “Azerbaycanlıların Soykırım Günü” ilan edildi. Bu kararname uyarınca yapılan çalışmalar, oluşturulan arşiv materyalleri, yabancı uzmanların da dahil olduğu araştırmaların tanıtımını sağlamıştır. Büyük Lider Haydar Aliyev, 1993-2003 yıllarında Azerbaycan Parlamentosu’nun Karabağ’daki çatışmalar konusunda yapılan görüşmelerde defalarca bir tarihçi özeni göstererek sahte “Büyük Ermenistan” ideolojisinin kullandığı yöntemleri ve onların hedeflerine ulaşmak için yaptıkları çalışmaları gerçekçi bir şekilde ele aldı.
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev 1918 yılında Azerbaycan'daki Soykırımının 100’üncü yıldönümünde, 18 Ocak 2018 tarihli bir belge imzalamış ve bu belge çerçevesinde önemli işler yapılmıştır. “Azerbaycanlıların Soykırımı Günü” kararnamesi, sahte “Büyük Ermenistan” davasının en tehlikeli prensibini ortaya çıkarmıştır.
1990 yılında 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece Bakü’ye ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerine saldıran Sovyet ordusunun bünyesinde, eski Sovyet Birliği’nin Krasnodar ve Stavropol vilayetlerinden toplanmış Ermeni asıllı gönüllü askerler bulunuyordu. 1992 yılında 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece yapılan Hocalı Soykırımı Ermenistan silahlı birlikleriyle, eski Sovyetler Birliği’nin Silahlı Kuvvetleri’nden kalan Dağlık Karabağ’da bulunan 366. piyade alayındaki Ermeni asıllı subaylar ve küçük rütbeli diğer subayları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Şimdi Ermeni siyasi çevrelerinde ve entelektüeller oturup-kalkıp yemin ediyorlar ki Hocalı Soykırımı’nı biz değil, Ruslar yaptı. Sadece bir tek bu da değildir. Bu durumda Ruslar da suçludur. Örneğin: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi, köşe yazarı Markar Esayan “Akşam” gazetesinde yayınlanan “Demokrasiyi İdam Ettiler” başlıklı yazısında şöyle yazıyordu:
“Hocalı katliamı ve terminoloji…Evvelki gün, 70’i yaşlı, 63’ü çocuk tam 613 Azerbaycanlı kardeşimizin Ermenistan Devleti birliklerinin saldırısı ile vahşice öldürüldüğü katliamın 27. sene-i devriyesini idrak ettik. Unutmak katliamların devam etmesi demektir. Allah bir daha böyle günler yaşamaktan tüm dünyayı esirgesin…Ülkemizde bu konuda bir özensizlik var. Bir genelleme hastalığıdır gidiyor. Ben Hristiyan bir Ermeni’yim; ASALA cinayetleri ve Hocalı katliamını tiksintiyle karşılayan, lanetleyen biriyim. Dışişleri görevlilerimizi ASALA adlı örgüt şehit etmişti, “Ermeniler” değil. Hocalı katliamını da Rus ordusu destekli Ermenistan birlikleri gerçekleştirdi. Ama dün haberlere baktığımda “Ermeniler” genellemesi havada uçuşuyordu.”27
Elbette, merhum Markar Esayan’ın endişesi temelsizdir. Çünkü, yüzlerce makalede Hocalı Soykırımı’nın Ermeni silahlı kuvvetleriyle geçmiş SSCB’nin 366. alayı tarafından birlikte işlendiği vurgulanmıştır. Ayrıca biliniyor ki 366. Alay personelinin çoğu Ermeni kökenlidir. Hepsi de Hocalı soykırımına katılmıştır. Markar Esayan çok iyi biliyor ki tüm bu suçlardan ASALA terör örgütü başkanı dahil, sahte “Büyük Ermenistan” ideolojisini savunan Ermeni milliyetçi çevreler sorumludur. Bu ideoloji, o Ermeniler için sürekli bir gelir kaynağı haline gelmiştir.
Hocalı soykırımı konusunda, bizim için demokrasi değil, adalet arayışı her şeyden önemlidir. Markar Esayan’ın böyle bir duygusu varsa “Hocalı’ya Adalet!” deseydi veya Hocalı Soykırımı’nın faillerini öven Ermeni dini figürlerinin, lobicilerinin yanlış yolda olduğunu söyleseydi daha iyi olurdu. Ancak yapamazdı! Çünkü Ermeni lobisi onu yok ederdi. Ortada açık bir gerçek var: 366. Piyade alayındaki askerlerin çoğu Ermeniydi. Ve bu Alay Ermeni subayların emrindeydi! Burada hizmet eden ne bir asker ne de bölge yöneticilerinden birisi Ermenilerin planlı bir şekilde Hocalı Soykırımı’nı yapmasına katılmaktan imtina etmedi.
Yeri gelmişken, 1925 yılında Pehlevi hanedanı İran’da iktidarı ele geçirdikten sonra bu ülkede Azerbaycan Türklerine karşı geniş kapsamlı asimilasyon politikası başlatıldı. Rıza Şah Pehlevi bu iğrenç politikasında Ermenileri ustalıkla kullanmıştır. Sovyet devletinin İran’a gönderdiği Ermeni asıllı büyükelçi Davtyan’ın Tahran’da şaşaalı karşılanma töreni şah rejiminin Azerbaycanlılara olan nefretinin göstergesiydi. Davtyan kısa zamanda İran’da Ermenilerin özel imtiyazlarını yasalaştırdı; yeni Ermeni kiliselerinin yapılmasını, Ermenice okulların açılmasını, Ermeni dilinde gazete ve dergilerin yayımlanmasını, hatta kilisenin bünyesinde matbaanın kurulmasını sağlamıştır. Büyükelçi geniş kapsamlı faaliyetlerinin desteklenmesi için Türkiye’de yaşayan Ermenilerden de yardım talep ediyordu.28 Bu gelişmeler, Lenin’in ölümünden sonra Kremlin'in toprak iddiaları sebebiyle Sovyetler Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasında gerginliğin durmadan tırmandığı döneme tekabül ediyordu.
Böyle bir zamanda Türkiye Ermenileri ile Sovyet Büyükelçisi’nin işbirliği, Türkiye ve Azerbaycan’a karşı gizli niyetlerin hayata geçirilmesine hizmet ediyordu. Davtyan İran’da sanki Sovyetlerin Büyükelçisi değil, Ermenilerin misyoneriydi.
Büyükelçi A.Griboyedov’un, araştırmacı yazarlar E.Feigl, V.L.Veliçko, Samuel A.Weems’in, büyük Rus şairi Puşkin’in ve başkalarının Ermeni toplumuna özgün karakteristik özellikler konusunda söyledikleri haklı düşünceler bilinmektedir. Ermeniler dışında olumsuz özellikleri hakkında bu kadar fazla ve bu kadar keskin ifadeler kullanılan ikinci bir toplum mevcut değildir. Rusya Federasyonu’nun İran’daki Büyükelçisi Ermeni asıllı Levon Djagaryan da anti Türk faaliyeti nedeniyle bu ülkede misyonerlik yapmıştır. O, bu göreve 2011 yılının Ekim ayında atanmıştır.
L. Djagaryan’ın bu göreve atanması Rusya’nın İran’daki diplomatik misyonu ile geçmiş SSCB’den ayrılan bağımsız devletlerin büyükelçilikleri arasında ciddi sorunlar yaratmaya başladı. Rusya’nın Tahran Büyükelçiliği’nin ikametgahında, II. Dünya Savaşı’nda ölen Sovyet askerlerinin anısına bir anıt dikildi. Her yıl 9 Mayıs’ta faşizme karşı kazanılan Zaferin yıldönümü nedeniyle düzenlenen tören, anıta çelenk konulmasıyla başlar.
2011 yılına kadar anıta yapılan ziyaretlerin rutin sıralaması, Rusya, Belarus, Ukrayna ve Azerbaycan şeklinde devam ediyordu. L. Djagaryan tarafından tertip edilen Ermeni protokolü bu düzenlemeyi tamamen değiştirdi. Böylece, 2012’den beri Rusya’dan sonra Ermeni büyükelçiliğinin temsilcileri ziyaretçiler arasında ikinci sırada yer aldı. Bu durum, geçmiş SSCB’nin Tahran’daki temsilcileri daha çok Beyaz Rusya, Ukrayna ve Azerbaycan’da ciddi bir memnuniyetsizliğe neden oldu. L. Djagaryan’ın etkinliği hakkında bir başka önemli gerçek: