
Полная версия:
Jo'nun Oğulları
Birlikte geçirecekleri sadece birkaç haftaları kalmıştı; sonra “Brenda” hazır olacaktı. Nat, New York’tan denizlere açılacaktı ve Dan de uğurlamak için onunla limana gidecekti; bu arada kendi planları kafasının içinde dönüp duruyordu ve bir an önce başlamak için sabırsızlanıyorlardı. Parnassus’ta gezgincilerin onuruna bir veda dansı verildi ve hepsi en iyi kıyafetleri ve neşeli hâlleriyle bir araya geldiler. George ve Dolly, Harvard Üniversitesine küçük dağları ben yarattım havasıyla katıldılar, görülmeye değer bir cakayla. Kuyruklu ceketleri ve tepeden basık şapkalarıyla, Josie’nin dediği gibi her ikisinin çocuksu ruhları olmasına rağmen o gece müstesna nezaketleriyle gurur kaynağı idiler. Jack ve Ned gelemedikleri için pişmanlıklarını ve en iyi dileklerini ilettiler, kimse onların yoklukları için yas tutmadı; ne de olsa onlar Bayan Jo’nun dediği gibi birer fiyaskoydu. Her zamanki gibi zavallı Tom yine başını belaya soktu, kafasının her tarafına çok ağır bir kokusu olan bir preparat sürdü, boşuna bir çabayla o kıvrım kıvrım buklelerini düzleştirmek ve yumuşacık yapmak için uğraştı, ne de olsa modaydı. Ama maalesef o isyankâr kısa saçları daha da birbirine dolandı, birçok berber dükkânlarının karışımı gibi olan koku, yok etmeye çalışmasına rağmen zıvanadan çıkmış hâlde ona yapışıp kalmıştı. Nan kendisine yaklaşmasına asla izin vermedi, ne zaman onu ortalıkta dolaşırken görse yelpazesini şiddetli bir şekilde sallamaya başlardı, bu da tabii Tom’un içinin parçalanmasına neden olurdu ve cennete girmesi engellenen peri gibi hissetmesini sağlardı. Elbette arkadaşları onunla alay ettiler ama yapısı gereği bastırılamaz neşesi, onun umutsuzluğa düşmesine engel oluyordu.
Emil yeni üniformasıyla göz kamaştırıcıydı, sadece denizcilerin bilebileceği bir tarzda dans etti. Bağcıksız gece ayakkabıları odanın her bir tarafındaymış gibi gözüküyordu ve partnerleri ona ayak uydurmaktan nefes nefese kalıyorlardı ama bütün kızlar, onun dansı çok iyi yönlendirdiğini ifade ediyordu. Onca hızlı hareketlerine rağmen kimse kimseyle çarpışmadı, sonuç olarak Emil mutluydu ve gemisiyle açıldığında genç kızların yokluğunu hissetmeyecekti.
Giyeceği bir kıyafeti olmadığından Dan, Meksika kıyafetini giymeye ikna oldu ve kendisini çok rahat hissetti bol düğmeli pantolonunda, bol ceketinde ve parlak kuşağında. Renkli şalını abartılı bir şekilde omzunun üzerine attı. Çok yakışıklı görünüyordu. Josie’ye değişik dans adımlarını gösterirken yüksek mahmuzlarıyla muhteşem figürler sergiliyordu. Asla konuşmaya cesaret edemeyeceği bazı sarışın genç kızlara da beğeni ile simsiyah gözleriyle baştan çıkarıcı bakışlar atmayı da ihmal etmiyordu.
Anneler çardakta oturarak herkese rozetler dağıtıyor, gülücükler atıyor ve tatlı sözler söylüyorlardı, özellikle bu tür etkinliklere pek alışık olmayan, zor durumda kalan yeni gelen gençlere, solmuş muslinli ve temizlenmiş eldivenli utangaç kızlara. Hoş bir görüntüydü. Heybetli Bayan Amy’nin kalın çizmeli, geniş alınlı, uzun boylu bir taşra çocuğunun kolunda etrafta gezinmesi ya da genç bir kız gibi Bayan Jo’nun utangaç, kollarını tulumba gibi sallayan, müdürünün eşinin ayak parmaklarına basma onuruyla şaşkın ama aynı zamanda gururlu ve bundan dolayı yüzü kıpkırmızı kesilen bir çocukla dans etmesi gibiydi. Bayan Meg’in her zaman koltuğunda iki ya da üç kız için yeri vardı. Bay Laurie sade, kötü giyinen küçük hanımlara kendini adadı, iyi niyetli nezaketiyle kalplerini fethetti ve onları mutlu etmeyi başardı. İyi huylu Profesör ise odada dağıtılan yiyecekler kadar hızlı bir şekilde etrafta dolandı, herkese eşit bir hâlde neşeyle hitap etti. Diğer taraftan Bay March oldukça ciddi genç erkeklerle çalışma odasında Yunan komedyasını tartıştı, belli ki o muazzam zihinleri hayatın önemsiz, keyif verici olaylarıyla meşgul olmamıştı.
Büyük müzik odası, salon, koridor ve veranda beyaz elbiseli genç kızlar ve onlara eşlik eden gölgelerle doluydu. Ortamda capcanlı sesler duyuluyor ve müzik grubu hareketli parçalar çaldıkça kalplerin ve aynı zamanda ayakların ritmi birbirleriyle uyum içinde hareket ediyordu, tabii neşe saçan ay parçası da o ortamı büyülemek için elinden geleni yapıyordu.
“Yırtıkları iğneyle tutturuver Meg, o sevimli Dunbar oğlanı Bay Peggotty’nin deyimiyle beni ‘parçalara ayırdı’. Ama yine de kendisi ne kadar çok eğlendi, özellikle arkadaşlarına sürekli toslarken ve beni de bir paspas gibi savururken. Böyle durumlarda görüyorum ki ne eskisi gibi gencim ne de eskisi gibi çevik. On yıl sonra birer minder gibi kenarda öylece duracağız kardeşim, bu nedenle kaderimize boyun eğmeliyiz.” Bunun üzerine insaniyet namına harcadığı çabasıyla darmaduman olmuş hâlde bir köşeye çekildi.
“Eminim ki ben güçlü kuvvetli olacağım ama senin bu kadar hareketle ete kemiğe bürüneceğini hiç sanmıyorum canımın içi. Ama bizim Amy her zaman vücut hatlarını koruyacak. Bu gece beyaz elbisesi ve gülleriyle on sekizinde gibi durduğuna eminim.” diye cevap verdi Meg, bir taraftan kız kardeşlerinden birinin yırtılmış fırfırını tutuşturuyor, diğer taraftan diğer kardeşinin zarif hareketlerini izliyordu, doğruyu söylemek gerekirse Meg, eskiden beri Amy’yi bir farklı seviyordu.
Jo’nun şişmanlıyor olması aile arasında bir espriye dönüşmüştü, gerçi şimdi ona çok yakışan dolgun hatlara sahipti. Yakında çift gerdanlı olacağı konusunda gülüşüyorlardı ki Bay Laurie görevinden bir anlığına uzaklaştı.
“Her zamanki gibi hasar mı gideriyorsun Jo? Giysilerin paçavraya dönüşmeden hiç yumuşak ve nazik şekilde dans edememişsindir. Hadi gel beraber sessiz sakin bir yürüyüş yapalım, akşam yemeğinde de yatışmış olursun. Sana birkaç tane çok hoş tablo göstermek istiyorum. Bu arada Meg de peltek konuşan Bayan Carr’ın hevesle anlattıklarını dinliyor. Neyse ki bir ara sohbet etmesi için Demi’yi yanına göndermiştim.”
Aralarında laflarken Laurie, Jo’yu müzik odasına doğru yönlendirdi. Genç erkek ve kızlar artık bahçeye ve kabul salonuna geçtiklerinden dans odası neredeyse boş sayılırdı. Oldukça geniş bir verandaya açılan dört büyük pencerenin ilkinin önünde durdular. Laurie dışarıdaki bir gruba işaret etti. “Bunun adı Jack Ashore.” diyordu içlerinden bir tanesi.
Altta bağcıksız gece ayakkabılarıyla mavi pantolon giymiş bir çift uzun bacak, sarmaşıkların arasında verandanın çatısında asılı duruyordu. Belli ki sözü geçen bacaklarla ilgisi olan ve görülmemiş eller tarafından toplanmış güller, aşağıdaki tırabzana bembeyaz kuş sürüsü gibi tünemiş birkaç genç kızın kucağına atılıyordu. O sırada “kayan yıldız gibi” bir erkek sesi üzücü bir şarkıyı oldukça değerbilir bir dinleyici topluluğuna söylüyordu:
Doğudaki tepeye ay tırmanıyordu,Dee’nin kumları arasından yükseliyordu,Ve dağın zirvesinden sızıyordu,Kulelerin ve ağaçların üzerinden gümüş bir ışık,Mary onu uyuması için bıraktığındaAklı denizlere açılmış Sandy’deydi.Yumuşak ve alçak bir ses duymuştu,Mary benim için artık ağlama, diyordu.Yastığından yavaşça kafasını kaldırdı,Kimin olabileceğini görmek için,Karşısında Sandy duruyordu, titriyorduYüzü solmuş boş boş bakıyordu.Ah, Mary sevgilim, vücudum soğuk;Fırtınalı denizlerin dibinde yatıyor;Uzak, çok uzaklarda senden, ahiret yolculuğundayım.Sevgili Mary, benim için artık ağlama.Üç fırtınalı gece ve üç fırtınalı günÖfkeden kudurmuş okyanusta debelendik.Gemimizi kurtarmak için çok çabaladık;Ama tüm bu çaba boşunaydı.O anlarda bile terör içime işlediğinde,Kalbim yine sana olan sevgimle doluydu.Fırtına dindi, ben de huzura kavuştum.O yüzden Mary, benim için artık ağlama.Ah masum sevgilim, kendini hazırla;O kıyıda pek yakında yine karşılaşacağızAşkın, dert ve tasadan uzak, özgür olduğu yerde,Ve biz bir daha hiç ayrılmayacağız.Horoz çok sesli öttü, gölge de hemen yok oldu;Sandy’i bir daha hiç göremedi;Ama ayrılırken o ruh sessizce fısıldadı,Sevgili Mary, benim için artık ağlama.“O çocuğun sürekli eğlence peşinde olması, onun için bir servet değerinde. Böylesine neşeli bir ruh hâliyle hayatı boyunca ayakta kalabilecek bir yapıya sahip.” dedi Bayan Jo. O sırada söylenen şarkı sona erdiğinde büyük bir alkış koparak gülleri geriye attılar.
“Aynen öyle. Tanrı’nın bir lütfu bu, minnettar olmalıyız, öyle değil mi? Bizim gibi değişken ruh hâli olan insanlar onun değerini iyi bilir. Sana gösterdiğim ilk tabloyu beğenmene sevindim. Gel de ikinciye bir göz at. Umarım berbat edilmemiştir. Biraz önce gayet iyi durumdaydı. Burada Othello başından geçen maceralarını Desdemona’ya anlatıyor.”
İkinci perde resmedilmeye değer üç kişilik bir grubu çerçeve içine almıştı. Bay March bir koltuğa oturmuş, hemen ayaklarının dibinde bir minderin üzerine yerleşmiş olan Bess ile Dan’i dinliyordu. O sırada Dan ise bir sütuna yaslanmış abartılı hareketlerle onlara bir şeyler anlatıyordu. Yaşlı adam gölgede kalmıştı ama küçük Desdemona, genç Othello’nun yüzüne doğru yukarı baktığında ay ışığı, olduğu gibi kızın üzerine düşmüştü. Erkeğin anlattığı hikâyenin etkisinde olduğu besbelliydi. Dan’in omzundaki canlı renklerden oluşan kumaş, koyu teni ve el kol hareketleri çok etkileyici bir tablo oluşturuyordu. Her iki dinleyici sessizlik içinde büyük bir memnuniyetle onu dinliyordu, ta ki Bayan Jo o anda fısıltıyla hızlıca bir şeyler söyleyene kadar.
“Dan’in buralardan gidiyor olmasına mutluyum. Bu kadar romantik kızların arasında olmak için biraz fazla ilginç biri. Korkarım onun ‘tantanalı, kasvetli ve tuhaf’ tarzı, bizim basit düşünen kızlarımız için biraz abartılı.”
“Korkacak bir şey yok. Dan işlenmemiş bir cevher gibi ve sanırım hep de öyle kalacak, gerçi birçok yönden gelişme gösteriyor. Kraliçemiz o loş ışıkta ne kadar da hoş görünüyor!”
“Bizim sevimli altın sarısı saçlımız nerede olursa hoş görünür.” Ve Bayan Jo gurur ve şefkat dolu bir bakışla arkaya doğru bakarken sözlerine devam etti. Ne var ki uzun zaman sonra bile bu sahne ve öngörülü sözleri hep aklında kalacaktı.
İlk bakışta üç numaranın trajik bir tablo görünümünde olduğu belliydi, Bay Laurie kahkahasını bastırarak “Yaralı Silahşor!” dedi fısıltıyla kafası büyük bir mendille sarılı olan Tom’a işaret ederek. Büyük bir beceriyle avuç içinden bir diken ya da bir kıymık çıkarmaya çalışan Nan’in önünde eğilmişti. Hastanın yüz ifadesine bakacak olursanız oldukça keyifli olduğu çıkarımında bulunabilirdiniz.
“Acıtıyor muyum?” diye sordu Nan, daha iyi görebilmek için elini ay ışığına doğru döndürerek.
“Zerre kadar acımıyor, sen devam et, hoşuma gidiyor.” diye cevap verdi Tom, ağrıyan dizlerine ve en iyi pantolonuna verilen zarara rağmen.
“Seni uzun tutmayacağım.”
“Saatlerce sürsün, lütfen. Hiç burada olduğum kadar mutlu olmamıştım.”
Bu ince sözlerden hiç etkilenmeyerek Nan büyük ve yuvarlak camlı gözlüklerini takarak soğukkanlı bir ses tonuyla, “Şimdi görüyorum onu. Sadece bir kıymık. Tamamdır. Hallettim.”
“Elim kanıyor, yaramı sarmayacak mısın?” diye sordu Tom süreyi uzatmayı ümit ederek.
“Saçmalama, biraz em onu. Eğer yara derinleşirse yarın icabına bakarsın. Daha önceki gibi bir daha kan zehirlenmesini yaşamak istemeyiz.”
“Bana bir tek o zaman merhametli davranmıştın. Keşke kolumu kaybetseydim.”
“Keşke kafanı kaybetsen, hiç bu kadar terebentin ve parafin kokusunu duymamıştım. Ne olur biraz bahçe içinde koşturup biraz hava alır mısın?”
Şövalyenin umutsuzluğa düşerek oradan uzaklaşmasının ve Leydi’nin de ferahlamak için burnunu uzun bir zambak kabına gömmesinin ardından duygularını kahkahalarla açığa vurmaktan korkan izleyiciler yollarına devam ettiler.
“Zavallı Tom, zor bir kaderi var ama ne var ki boşuna uğraşıyor! Böyle daldan dala konmayı bırakıp işine dönmesini tavsiye etmelisin, Jo.”
“Tavsiyelerde bulunuyorum Teddy, hem de sık sık. Ama o çocuğun akıllanması için çok büyük bir şok yaşaması gerekir. Bu şokun ne olacağını görmek için ilgiyle bekliyorum. Aman Tanrı’m! Bu da neyin nesi?”
Bunu sormakla haksız da sayılmazdı çünkü Ted rustik bir taburenin üzerinde tek ayak üzerinde poz vermeye çalışıyor, diğer ayağını da geriye doğru uzatmış, iki elini de havada çırpmaya çalışıyordu. Josie ise birkaç genç arkadaşıyla beraber onun eğilip bükülmelerini büyük bir ilgiyle inceliyor ve ufak kanatları, altın yaldızlı burma sütunları ve sevimli kafatası hakkındaki konuşmalarını sürdürüyorlardı.
“Bu çalışmaya ‘Ticaret tanrısı uçmaya çalışıyor.’ diyebiliriz.” dedi Bay Laurie, her ikisi dantelli perdelerin arkasından onları gözetlerken.
“Tanrı bu oğlanın uzun bacaklarını korusun! Onları nasıl kontrol altında tutabileceğini düşünüyor mu acaba? Mermerden ‘koyu renkli baykuş’ için hazırlık yapıyorlar ve onlara nasıl yapılacağını gösterecek kimse olmadığından benim tanrı ve tanrıçalarımı kullanarak iyice yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.” diye cevap verdi Bayan Jo, karşılaştığı bu sahneden oldukça keyif alarak.
“Tamam, şimdi dengede duruyor!” “Harika, öyle devam et!” “Böyle daha ne kadar durabileceğine bakalım!” diye haykırdı kızlar. O sırada Ted dengesini sağlamak amacıyla bir anlığına ayak parmağını kafesin üzerine yerleştirdi. Ama maalesef bunu yapmakla bütün ağırlığını diğer ayağına vermiş oldu, taburenin hasırdan yapılmış oturağı bir anda çöktü ve ticaret tanrısı havada uçarak yere büyük bir gürültüyle düştü; kızların çığlıkları ve kahkahaları arasında. Zemine ve taklalar atmaya alışık olduğundan kendisini hemen toparladı ve bir bacağı taburenin içindeyken doğaçlama dans figürleri yaparak neşeyle etrafta hoplayıp zıpladı.
“Teşekkürler, dört tane çok sevimli tablo için. Bana bir fikir verdin ve bir süre sonra buna benzer gerçekçi tablolar oluşturup misafirlerimizi birtakım geçici manzaralar karşısında dolaştırarak izletebiliriz. Yeni ve etkileyici, ben bunu patronuma önereceğim ve bütün övgüyü de senin almanı sağlayacağım.” dedi Bayan Jo, bardakların ve tabakların tıngırtılarının geldiği ve endişeyle ortalıkta dolaşan siyah paltoluların görüldüğü odaya doğru ilerlerken.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Müzler veya Musalar, Yunan mitolojisinde kardeş tanrıçalardır. Geleneksel olarak dokuz tanedirler. Çoğunlukla ilham perisi olarak tanımlanırlar. Başlangıçta muhtemelen sadece şiir tanrıçasıyken zamanla bilim ve diğer sanatlarla da ilişkilendirilmiştir. Efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirmiştir ve her gece için bir Müz doğmuştur. Müzlerin adları hemen hemen her şiirde geçer fakat kendilerine ait bir destanları yoktur. Genellikle Apollo önderliğindeki bir koroda tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler. (ç.n.)
2
Pygmalion usta bir heykeltıraşmış, eserleri çok gerçekçiymiş. Bir gün fil dişinden bir heykel yapmış ve ona âşık olmuş. Bütün gün eserini hayranlıkla izlermiş. Eserine Galatea adını vermiş. (ç.n.)
3
Raffaello Sanzio De Urbino, kısaca Rafael olarak bilinen Rönesans döneminin İtalyan ressamı ve mimarıdır. 1483-1520 yılları arasında yaşamıştır. Chanting Cherubs onun tablolarından biridir. İki çocuk resmedilmiştir. (ç.n.)
4
Ave Maria, “Selam ey Meryem.” (Katolik kilisesinde okunan bir duanın ilk iki kelimesi.) (ç.n.)
5
Atalanta, Atalanta Bergamo İtalyan futbol kulübüdür. Mavi siyah renklere sahiptir ve 1907 yılında kurulmuştur. (ç.n.)
6
Juno, Roma mitolojisinde baştanrı Jüpiter’in kız kardeşi ve eşi. Aile ve doğum başta olmak üzere birçok alanda tezahürü ve ilgisi bulunan eski ve güçlü bir tanrıçaydı. (ç.n.)
7
Pallas, Yunan mitolojisinde Zeus’un kızıdır. (ç.n.)
8
Venüs, Roma mitolojisinde aşkın ve güzelliğin koruyucusu olan tanrıçadır. (ç.n.)
9
Minerva, hikmet, akıl, savaş, sanat, okul ve ticaret tanrıçasıydı. (ç.n.)
10
Paris, bugün Çanakkale sınırlarında yer alan antik Troya Kralı Priamos ve Hekabe’nin oğludur. (ç.n.)
11
Achilles (Akhilleus), dünyanın en büyük savaşçısı kabul edilir. Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biridir. (ç.n.)
12
Agamemnon, Truva savaşında ordunun başına geçer ve askerleri yönetir. (ç.n.)
13
Almanca, sevgili anne. (ç.n.)
14
Pompei’nin Son Günleri 1834 yılında Edward Bulwer-Lytton tarafından yazılmış bir romandır. Roman, Pompei’nin son günlerinde, Bulwer-Lytton’ın Milano’da gördüğü Rus ressam Karl Briullov tarafından resmedildi. MS 79’da Vezüv Yanardağı’nın patlamasıyla Pompei şehrinin felaket yıkımıyla sonuçlanır. (ç.n.)
15
Arbaces; Pompei’nin Son Günleri’nde düşman, entrikalar çeviren, sihirbaz bir Mısırlıdır. (ç.n.)
16
Siyular, Kuzey Amerika’da Superior Gölü çevresinde yaşayan Kızılderili bir kabiledir. Avrupalı sömürgecilerle yaptıkları savaşlar sonucunda yenildiler ve Minnesota ile Dakota’ya sürüldüler. 19. yüzyıl ortalarında toplama kamplarına yerleştirildiler. 1876 yılında ayaklanarak bağımsızlık ve özgürlük savaşını yeniden başlattılar. Liderleri Oturan Boğa öldürüldü. 1890 yılında da ABD güçlerinin yaptığı büyük bir katliamla direnişleri kırıldı. (ç.n.)
17
Raphael Sanzio, kısaca Rafael olarak bilinen Rönesans Dönemi’nin İtalyan ressamı ve mimarıdır. (ç.n.)
18
Michelangelo, İtalyan Rönesans Dönemi ressam, heykeltıraş, mimar ve şairdir. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов