Читать книгу Gizemli Kütüphane (Oliver Tearle) онлайн бесплатно на Bookz (4-ая страница книги)
bannerbanner
Gizemli Kütüphane
Gizemli Kütüphane
Оценить:
Gizemli Kütüphane

3

Полная версия:

Gizemli Kütüphane

Kitabın yazarı Margery Kempe, kendisinden yaklaşık yirmi yıl önce Norwich’li Julian’ın gördüğü hayaller gibi canlı ve güçlü ilahi hayaller görmüştü. Hatta ömrünün son yıllarında Julian, Norwich’teki odasında orta yaşlı Kempe tarafından ziyaret edilmiştir.

Kitap çoğunlukla “ilk İngilizce otobiyografi” olarak anılsa da Kempe kendi hikâyesini, baş karakter kadından “bu kul” diye bahsederek anlatmıştır. Bu da kulağa derin ve kişisel konulardan bahsederken kullanılacak bir üslup gibi gelmiyor. The Book of Margery Kempe’i (Margery Kempe’in Kitabı) en iyi şekilde incelemek için kişisel anı olarak değil, dönemin Hıristiyan kadınlarının tipik hayatının tasviri olarak ele almak gerekir. Gene de kitapta yer alan deneyimlerin canlı bir berraklıkla anlatılmasının kişisel deneyimin kanıtı olduğu tüm dünyada kabul görmüştür.

Kitabın büyük bölümü, Kempe’in eşini kendisinden uzak tutma çabasının etrafında dönmektedir. Margery bakire kalmak istiyordu çünkü Tanrı’nın beklentisinin bu yönde olduğunu düşünüyordu. Eşiyse böyle düşünmüyordu ve evlilik hakkının keyfini sürmek için kitabın ilk bölümlerinin her sayfasında Margery’ye baskı yapıyordu. Belki de Margery’nin sonunda eşinden on dört çocuk sahibi olması pek de şaşırtıcı değildir. İlk çocuğunu doğurduktan sonra hastalanıp dini hayallerini görmüştür. Margery’nin hayatını Tanrı’ya adamasını sağlayan da işte bu hayallerdi. Maalesef zamanın şartlarında Margery’nin yaklaşımı tartışma konusu oldu: Margery kâfirlikle suçlanarak kazığa bağlanıp yakılmakla tehdit edildi. Kendisinden önce doğan Norwich’li Julian’ın aksine Margery bir eş ve anneydi. Ortaçağ annelerinin Margery’nin yaptığı şeyleri yapması yasaktı. Aslına bakarsanız bunlar, herkes için yasaktı. Margery gittiği her yerde insanların kötü bakışlarına maruz kaldı; çünkü kiliselerdeki vaazlar esnasında gürültüyle ağlardı ve kendini cezalandırmak için garip yollara başvururdu. Yaptığı birçok hac seyahatlerinin birinden (birçok kutsal toprakla birlikte hem Roma’yı hem de Kudüs’ü ziyaret etmiştir) dönerken tüm parasını fakirlere vererek dilenmek zorunda kalmıştır. Bu da yetkililerin dikkatini çekmiştir. Demek ki İsa’nın yolunu fazla yakından takip etmek de mümkünmüş.

Margery’nin “otobiyografisi” (kitabını otobiyografi sayarsak) uzun ve olaylı bir hayatın sonlarında yazıya dökülmüştür. Julian’ın aksine Margery, kitabını kendi yazmayarak dikte etmiştir. Kitap 1430’lu yıllarda bilinmeyen bir yazar tarafından yazılmıştır. Seçilmiş bazı bölümler 1501 yılında ilk İngiliz matbaacılarından (ayrıca harika bir isme sahip olan) Wynkyn de Worde tarafından yayımlanmıştır, ancak kitabın büyük bölümü Erdeswick tarafından keşfedilene dek kayıp olarak kalmıştır. Artık kitabın tamamını okuyabilmekteyiz. Kitabı dini edebiyattan güçlü bir eser veya ortaçağda yaşamış bir kadının hayatı olarak görmek bize kalmış, ama kitap iyi ki de Erdeswick’in dolabından çıkmış.

Barnsdale’lı Robin

Robin Hood edebiyat sahnesine girişini on dördüncü yüzyılda Piers Plowman şiiriyle yapmıştır. Şiirin yaygın olarak Geoffrey Chaucer’ın çağdaşı William Langland tarafından yazıldığı düşünülür. Kanun kaçağımız, tam da zamanında ortaya çıktı: İngiliz edebiyatı şu anki bildiğimiz haline doğru yavaş yavaş evrilmeye başlamıştı. Robin Hood’un edebiyatta yerini almasından kısa bir süre sonra 1381’de Köylü Ayaklanması başladı. Ayaklanmanın liderlerinden rahip John Ball, Langland’in şiirinden alıntı dahi yapmıştı. İngiltere için toplumsal düzene baş kaldırılan, feodalizmin güç kaybettiği bir dönemdi. Robin Hood’un maceralarının anlatıldığı hikâyelerden günümüze ulaşan en eski eser on beşinci yüzyılda bilinmeyen bir yazar tarafından yazılan A Gest of Robyn Hode (Robyn Hode’dan Bir Macera) adlı halk şarkısıdır. İlk matbaacılardan Wynkyn de Worde, ilk Robin Hood hikâyelerinden bazılarını basmaya çabalamıştır; bundan elli yıl sonrasındaysa Robin Hood, İngiliz edebiyatının gerçek ve vazgeçilmez bir parçası olmuştur.

Robin’in neşeli adamlar çetesindeki ünlü Rahip Tuck, on beşinci yüzyıl İngiltere’sinde Robert Stafford adıyla gerçekten yaşamıştı.

Peki Robin gerçekte nerede yaşamıştır? Cesur kanun kaçağı Nottinghamshire’da yaşadıysa Doncaster ve Sheffield havaalanları adını neden Robin Hood’dan almıştır? Bunun birkaç sebebi vardır. Robin’in yaşadığı yer Sherwood değil, Barnsdale Ormanı’ydı (ayrıca Sherwood ormanının büyük kısmı Nottinghamshire’da değil Yorkshire’da yer alır). Örneğin A Gest of Robyn Hode’da Sherwood’dan hiç bahsedilmez. Bu eser, Robin Hood hikâyesinden bildiğimiz birçok maceranın ve karakterin kaynağıdır. Küçük John, Will Scarlet ve Değirmencinin Oğlu Much gibi karakterlerden ilk kez bu yazarı belli olmayan şiirde bahsedilmiştir. Bazı Robin Hood hikâyelerinde Robin Hood’un pelerini kırmızıdır; on dokuzuncu yüzyılda yazılan bir şiirdeyse Robin Hood’un pelerini kırmızıyken adamlarınınki orman yeşili rengindedir.

Hazır konusu açılmışken Nottingham adını Snotingaham’dan alır. Snotingaham, şu an Nottingham’ın olduğu yerde bulunan Sakson yerleşiminin adıdır. Snotingaham’a yerleşen Sakson şefinin adı Snot’tur ve zamanla baştaki “S” harfi kaybolmuştur.

A Gest of Robyn Hode’un orijinalinde, Robin’in kralı Haçlı Seferleri’ne çıkan Aslan Yürekli Richard (1189-99 yılları arasında hüküm sürmüştür) değildir, bahsedilen “Kral Edward”dır, Kral Richard ya da John değildir. Bu da Robin Hood’u İngiliz tarihinin daha ilerilerine, 1272 civarında I. Edward’ın tahta çıktığı dönemlere getirir.

Robin’in Locksley’li Robin adında yasaları çiğneyen bir asilzade olmasıysa çok daha yeni bir fikirdir. Kaynağı Sör Walter Scott’ın ünlü ortaçağ romanı Ivanhoe’dur (1820). Ayrıca bu roman bir sonraki nesilden yazarlar ve sanatçılar arasında ortaçağ tarihinin popülerleşmesini de sağlamıştır. Bu yazar ve sanatçılar arasında Rafael öncesi sanat görüşünü benimseyenler ve Tennyson yer almaktadır. Scott’ın romanı, 1991’de Kevin Costner’ın oynadığı gişe rekorları kıran Robin Hood: Hırsızlar Prensi filmine Robin Hood karakteriyle kaynak olmuştur. (Kitap boyunca karakterden “Locksley’li Robin” olarak bahsedilmektedir. Bu arada Locksley, bize Yorkshire’la bir bağlantı daha sunmaktadır; Güney Yorkshire’da Sheffield şehrinin bir köyünün ve mahallesinin adı Loxley’dir.) Birçok kişi Costner’ı, Amerikan aksanıyla canlandırdığı Robin karakteri için eleştirmiştir. Ancak (aynı filmde rol alan) Alan Rickman, Amerikan aksanının yirminci yüzyıl Anglosakson aksanına modern İngilizceden daha yakın olduğunu belirtmiştir.

RÖNESANS


Edebiyat tarihçisi Stephen Greenblatt’a göre Rönesans, bir kitap sayesinde başlamıştır. The Swerve: How the Renaissance Began (Yeni Bir Dönem: Rönesans Nasıl Başladı) adlı kitabında Greenblatt, on beşinci yüzyılda İtalyan bir kütüphanecinin o zamanlarda Lucretius’un eski ve unutulmuş klasik epik şiiri De Rerum Natura’yı (Doğa Üzerine) keşfetmesinin uzun zamandır üzerine düşünülmeyen evren teorilerine olan ilgiyi yeniden canlandırdığını öne sürmüştür. Bu teoriler arasında dünyada meydana gelen olayların ilahi takdire değil şansa bağlı olması ve her şeyin atomlardan oluşması vardı. Lucretius solucanların ıslak toprağın altında kendi kendine oluştuğuna ve depremlerin yeraltı mağaralarındaki rüzgârlardan kaynaklandığına da inanmaktaydı, ancak konu atom fiziğine gelince şaşırtıcı bir şekilde haklıydı.

Greenblatt’a göre, Lucretius’un şiirinin yeniden keşfedilmesi, Hıristiyan sofuluğunun bir kenara atılıp yaşadığımız dünya ve sunduğu dünyevi zevklere odaklanılan “yeni bir döneme geçilmesini” sağlamıştır. (Lucretius, kendini haz arayışına adayan Epikür’ün müritlerindendi.) Robert Douglas-Fairhust, Greenblatt’ın kitabını inceleyerek Rönesans’a tek bir kitabın değil, modern kitabın icadının gerçek anlamda ivme kazandırdığını öne sürmüştür. On beşinci yüzyılın ortalarında Johannes Gutenberg’in hareketli parçalarla yazı baskısını icat etmesiyle kitap basımını mümkün kılan teknolojik yenilik, fikirlerin daha kolay ve özgürce tüm Avrupa’da, zamanla da tüm Batı dünyasında dolaşmasına olanak sağlamıştır. Birdenbire, İncil’in kopyalanması için manastırın yazıhanesinde bir düzine rahibin köleler gibi ağır ağır çalışmasına gerek kalmamıştı. Bir atölyedeki matbaa makinesi yüzlerce kopyayı çok daha az maliyetle basabilmekteydi.

Başka birçok şeyin yanında, Tanrı’nın sözlerini yakından ve dikkatle inceleme şansı olmayan insanlar (rahiplerin ayinlerde okudukları Latince İncil haricinde) artık İncil’i rahatlıkla okuyabilmekteydi. Diğer faktörlerle birlikte bu, Katolik Kilisesi’nin Avrupa’nın büyük bölümünde Katolikliğin tek Hıristiyan mezhebi olduğu iddiasını kaybetmesine yol açan Reform hareketlerinin başlamasında önemli bir yere sahiptir. Aslında Katolik Kilisesi bir süredir Hıristiyanlıkta tekel değildi: İngiltere’de Roma Katolikliğinin birçok yönünü inkâr eden, daha sade ibadet şekillerine dönüşü savunan John Wycliffe müritleri on dördüncü yüzyıldan beri aktifti. (Wycliffe neredeyse Chaucer’ın çağdaşıdır ve İncil’in büyük bir bölümünün çevirisini yapmıştır; bu da on dördüncü yüzyıl İngiltere’sindeki yazarların yaratıcılık patlamasını bir kez daha kanıtlamaktadır.)

Ancak Lollardlar (kelimenin kökeni, Lollardların İncil’den bölümler mırıldanması nedeniyle Felemenkçedeki “homurtucu” kelimesine dayanmaktadır) grup olarak oldukça küçük kaldılar. Katolik Kilisesi’nin parasını kurtarma çabası, on altıncı yüzyılda 1517 yılının Cadılar Bayramı’nda Alman rahip Martin Luther’in Wittenberg’teki kilisenin kapısında doksan beş maddelik dini reform tezini okumasıyla başlayan Protestanlıkla gerçek anlamda ivme kazanmıştır. Yirmi yıl içinde VIII. Henry’nin kendini İngiltere Kilisesi’nin başı olarak ilan etmesiyle İngiltere de reform hareketlerine katılmıştır. Henry’nin amacı tabii ki büyük ölçüde politikti: İlk eşi Aragon’lu Catherine’den boşanmak istiyordu ancak Papa boşanma iznini vermiyordu. Luther ve VIII. Henry’nin Avrupa’da başlattığı çalkantı ve değişim, insanların yaşama biçimlerini ve bu bölümde göreceğimiz gibi yazdığı kitapları derinden etkilemiştir.

Teorik olarak dünyadaki en pahalı kitap 153 milyon euro değerinde ve sadece 13 sayfa uzunluğundadır. “Teorik olarak” diyorum çünkü şimdiye dek hiç kimse kitabın bu fiyata değeceğini düşünerek satın almaya çalışmadı. The Task (Görev) adlı kitap kendi kendini gelmiş geçmiş en büyük filozof ilan eden Tomas Alexander Hartmann tarafından yazılmıştır. Şaheserin yalnızca bir kopyası mevcuttur. Yani dünyanın en büyük sorularının cevaplarını öğrenmek için oldukça varlıklı olmanız gerekiyor. Tarih boyunca bir kitaba ödenen en yüksek meblağ, Bill Gates’in daha çok Leonardo da Vinci’nin defterleri olarak bilinen Codex Leicester’i satın almak için ödediği 31 milyon dolardır. Pek az kimse Rönesans için Leonardo kadar iyi bir örnek olabilir. Ancak bu bölüm daha çok Leonardo’nun defterlerinin bütünüyle günlük çalışmalarına (bedensel işlevlerinden kedilere olan merakına) odaklanmaktadır. Bunları öğrenmek için 31 milyon dolar vermenize gerek yok, ancak bunlar da kendi içlerinde çok değerli eserlerdir.

Gargantua

Yazarların Shakespeare, Dickens, Orwell tarzı gibi kendi sıfatlarına sahip olmaları için belli bir tarzda yazmaları gerekir. Yazdığınız kitap belirli bir tarzın veya temanın tipik örneğiyse veya yeni bir tür yaratıyorsa bu da işinizi kolaylaştırır. Örneğin Fransız yazar François Rabelais’nin yazılarını niteleyen Rabelais tarzını ele alalım. Oxford İngilizce Sözlük bu tarzı “Ortaçağ öğrenimi ve edebiyatının parodilerinin geçtiği, müstehcenlik ve amiyaneliği insani değerler olarak yücelten kaba mizah anlayışına sahip bir tarz,” diye tanımlamıştır. Bu dönemde başka kimse Rabelais kadar müstehcen ve amiyane kitaplar yazmadı.

Gargantua ve Pantagruel’in yazarı Rabelais iki popüler sıfata kaynaklık etmiştir. Edebi karakterlerinden biri olan Gargantua, İngilizcede devasa anlamına gelen gargantuan kelimesine ilham olmuştur. Aslında gargantua kelimesi Rabelais’den öncesine dayanmaktadır. (Gargantua kelimesi ilk kez isimsiz bir yazar tarafından Rabelais henüz daha çocukken yayımlanan Great Chronicles of Gargantua [Gargantua’nın Muazzam Günlükleri] kitabında kullanılmıştır.) Pantagruel karakteri de sarhoşlara musallat olan küçük şeytan Penthagruel’den gelmektedir. Ancak Rabelais zaten var olan bu karakterleri alarak altına ölümsüz imzasını atmıştır.

Ayrıca Rabelais İngilizceye daha az bilinen bir kelime olan panurgic’i de katmıştır. Kökeni Pantagruel’in ekürisi Panurge adlı karaktere dayanan bu kelime her şeyi yapmaya hazır anlamına gelmektedir.

Tamamı genellikle Gargantua ve Pantagruel olarak bilinen kitap aslında upuzun dört ciltten oluşmaktadır: Pantagruel (1532), Gargantua (1534) ve pek de özgün adlara sahip olmayan Üçüncü Kitap (1546) ile Dördüncü Kitap (1549. 1552 yılında ise genişletilmiştir). Bu dört ciltlik kitap (beşinci bir kitap da mevcuttur ama yazarının Rabelais olup olmadığı tartışma konusudur) Rabelais’nin edebi başarısını simgelemektedir.

Müstehcenlik (çoğunlukla penis ve gaz çıkarma şakaları) Rabelais tarzının mizahi dokusunun büyük bir parçasıdır. Kitapta dönemin iç çamaşırlarından uzun uzadıya bahsedilmiştir. Ayrıca Gargantua tuvaletini yaptığında bir milyon Parislinin üçte birinden fazlasının Gargantua’nın idrarında boğulduğunu görüyoruz. Pantagruel ise devasa bir gazla anüsünden 53.000 cüce çıkarıp kendine düşen görevini tamamlamaktadır. Ayrıca Gargantua (etimolojik olarak “alkollü içki” ve gırtlak kelimeleriyle bağlantılıdır) ve Pantagruel (“susuzluğunu bastıramayan”) kelimelerinin de ima ettiği gibi neredeyse her sayfada şarap içilmektedir.

Voltaire, Rabelais’nin içip içip yazan bir sarhoş olduğunu söyleyerek kendisini küçümsemiştir; Balzac ise Rabelais’nin “gelmiş geçmiş en harika zihne sahip olduğunu” söylemiştir. Peki hangisi haklı? Yoksa ikisi de mi haklı? Rabelais çeşitli kişilerce harika bir nüktedan, rasyonalist, kinayeli bir yazar ve hatta dini yazar olarak görülmüştür. Ancak Voltaire’in yaygınlaştırdığı bir elinde kadeh bir elinde tüy kalem tutan şarap sarhoşu Fransız imajı, belki de Rabelais’nin eserinin altında yatan ciddiyeti unutturacak derecede akıllarda kaldı. Rabelais’nin halktan biri olduğu ve çok popüler bir yazar olduğu şüphesiz doğrudur. Ama gaz çıkarma şakalarının ve cinsel içerikli nüktelerin altında ciddi bir amaç yatmaktaydı: ikiyüzlülüğü ortaya çıkarmak. Gündüzleri hekimlik ve rahiplik yapıyordu; ilkinden detaylı anatomik bilgi edindi (bu da yazılarındaki fiziksel mizahı besledi), ikincisindense ahlaki sorumluluk ve adaletin önemiyle birlikte etrafındaki birçok kişinin ikiyüzlü doğasını öğrendi. Edebiyattaki ilk giriş eserlerinden biri olan Gargantua’da (Rabelais’nin yazdığı ikinci kitaptır, ancak ilk kitabının geçtiği zamanın öncesini anlatmaktadır) rahiplerin ve ikiyüzlülerin haricinde herkesin girebildiği “karşıt tapınak” Abbaye de Théléme’le karşılaşmaktayız. Burada rahiplerin ve ikiyüzlülerin aslında aynı kumaştan olduğu ima edilmektedir.

Decameron’un Fransız Versiyonu

Beşi erkek beşi kadın on kişi, duvarların ardındaki haydutlar ve vahşi ayılarla dolu tehlikeli dünyadan korunmak için Pyrenees’de bir manastıra sığınır. Bu on kişi, dışarıya çıkmak güvenli olana kadar zaman geçirmek için birbirlerine hikâyeler anlatmaya karar verirler.

Hikâye içindeki bir grup insanın oturup birbirine hikâyeler anlatması, on altıncı yüzyılda Navarre Kraliçesi Marguerite’e ait olduğu düşünülen enteresan düzyazı Heptameron yazıldığında pek de yeni bir fikir sayılmazdı. Heptameron’un adı Decameron’a göz kırpmaktadır. On dördüncü yüzyıl İtalyan yazarı Boccaccio’nun eseri Decameron’da karakterler, Floransa’nın dışında bir evde, şehre geri dönebilmek için veba salgınının sona ermesini beklerken birbirlerine hikâyeler anlatmaktadır. Marguerite’in kitabına Heptameron adı, Boccaccio’nun sevilen eseriyle bağlantısının görülmesini sağlamak ve Marguerite’in kitabının bu eserin Fransız eşdeğeri olduğunu vurgulamak için verilmiştir. Boccaccio’nun kitabının adından da anlayabileceğiniz üzere on karakterin her biri on hikâye anlatmaktadır; yani upuzun kitapta toplam yüz hikâye mevcuttur. İki kitabı kıyasladığımızda Marguerite’in Heptameron’unda ise toplam yetmiş iki hikâye anlatılmaktadır. (Decameron’un hikâye çerçevesi Chaucer’ı da etkilemiştir. Chaucer’ın Canterbury Hikâyeleri’nde de hikâye anlatma yarışması yapılır.)

Marguerite, Navarre Kralı François’nın kız kardeşi ve çağdaş yazarı Rabelais’nin hamisiydi. Rabelais de iltifata iltifatla karşılık vererek Gargantua ve Pantagruel’in üçüncü cildini Marguerite’e ithaf etmiştir. Hollandalı alim Desiderius Erasmus övgülerini Marguerite’e yazılı olarak sunmuş ve Tanrı’nın kendisine bahşettiği birçok yeteneğine iltifatta bulunmuştur. Ancak Heptameron’u yazanın Marguerite olup olmadığından bile emin değiliz. Ölümünden dokuz yıl sonra yayımlanan ilk basımda Marguerite’in ismi yer almıyor. Ama akademisyenlerin çoğu kitabın yazarının Marguerite olduğunda hemfikir; ayrıca kitapta yer alan birçok hikâyenin derleyeni olduğunaysa neredeyse emin. Her iki şekilde de kitap, on altıncı yüzyıl Fransız saray halkının yaşantısına önemli derecede ışık tutuyor.

Heptameron’daki hikâyelerin çoğu çeşitli türlerde aldatmacaların etrafında dönmektedir. İlk hikâyelerin çoğu cinsellikle ilgili aldatmacalarla ilgilidir. Zampara adamlar evli ve namuslu kadınları yoldan çıkarmaya çalışır veya hizmetçinin yatağına girmeye çalışan evli adamlar kandırılarak kendilerini bir anda eşlerinin yatağında bulur. Rabelais’nin hikâyesinde de birçok şehvet düşkünü düzenbaz rahip vardır. Dahası hikâyelerde yığınla seks mevcuttur, ayrıca sıklıkla başka şeylerin yığını da (dışkı gibi) mevcuttur. Hikâyelerin birçoğu, teknik terimi kullanacak olursak skatolojiktir (dümdüz ifade etmek gerekirse, boktandır). Kısa hikâyelerin birinde bir eczacı kalfası sokaktan büyük bir dışkı parçasını alarak kâğıda sarar ve bir avukatı bunun iyi bir akşam yemeği hazırlarken kullanabileceği kaliteli şeker küpü olduğuna ikna ederek satar. Başka bir kısa skeçte zengin bir asilzade, rahibe manastırı ziyareti sırasında altına kaçırır. Heptameron’daki kısa öykülerin çoğu öncelikle fizikle, sonrasında kişilikle ilgilidir. Margery Kempe ve Norwich’li Julian’ın dini tefekkürlerinden bu yana büyük mesafe katettiğimiz kesin.

Yoksa Bu Bir Ütopya mı?

Çoğu kişi Sör Thomas More’u (1478-1535) iki şeyle tanır. İlki More’un, III. Henry’nin Aragon’lu Catherine’i boşayıp Anne Boleyn’le evlenmesi üzerine VIII. Henry ile ters düşmesi ve kellesinden olmasıdır. İkincisi de ideal hayali toplumlara ve bunu anlatan edebi türe adını veren Ütopya adlı kitabıdır. Çoğumuz kitabın orijinalini More’un Latince yazmış olmasından dolayı okuyamıyoruz. Kitabın ilk İngilizce çevirisi 1551 yılında yapılmıştır.

Ütopya, ilk bölümde incelediğimiz Lucian’ın A True History’sine (Gerçek Tarih) birçok yönden borçludur. Ancak Lucian’ın yaptığı gibi daha en başta hikâyenin kurgu olduğunu itiraf etmektense More, hikâyesine gerçeklik katmak için büyük çaba sarf etmiştir ve hikâye örgüsünde Ütopya adasının yeni keşfedilen Amerika gibi gerçek bir yer olduğunu öne sürmüştür. Belki de fazlasıyla çabalamıştır. More’un Latince hicvine yayıncı tarafından yazılan giriş bölümünde More’un tek yaptığı başkasından duyduğunu yazmak olduğu için takdiri hak etmediğini düşünen bir “mankafa”dan bahsedilmiştir.

Thomas More’un arkadaşı Ütopya’yı düzenlemiştir. Bu haliyle kitap Leuven’da 1516 yılında yayımlanmıştır.

More’un Ütopya’da okurla alay mı ettiği, yoksa içtenlikle mükemmel bir dünyadan kesit mi sunduğu konusunda ortak karara varılamamıştır. Tümünde olmasa da büyük bölümünde, kitabın satirik olduğuna dair bazı ipuçları mevcuttur: Katolik Kilisesi’ne sıkı sıkıya bağlı olan More’un, Ütopya’da desteklendiği gibi ortak rızaya dayalı boşanmayı ya da More’un zamanındaki toplumun tam zıddı olan ada cumhuriyetinin parçası kadın rahipleri onaylaması pek de olası değildir. Ütopya kelimesinin bile bir kelime oyunu (Ütopya hem “güzel yer” hem de “var olmayan yer”; bir diğer deyişle “gerçek olamayacak kadar güzel yer” anlamındadır) olduğunu fark ettiğimizde More’un aşırı idealistlerle alay ettiğini anlıyoruz. Ütopyalıların protokomünist bir tavırla kişisel serveti reddetmesi ve zenginliği aşağılamayı teşvik etmenin en güzel yolunun altından lazımlık kullanmak olduğuna inanması da bunu kanıtlar niteliktedir.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Kiş: Tuzlu bir turta çeşidi. (ç.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner