Читать книгу Hayma Ana (Oğulmaya Saparova) онлайн бесплатно на Bookz (4-ая страница книги)
bannerbanner
Hayma Ana
Hayma Ana
Оценить:

5

Полная версия:

Hayma Ana

Burla nine, Keyik ile birlikte Tanatar’ı beklemek niyetinde idi. Mergen: “Oğullarımız gelirse, onları da alıp biz de geliriz. Burla nineyi hiç merak etme. Ben de bir oğlu sayılırım.” diyerek Alp Kaya’yı rahatlattı. Burla nine arkaları sıra dua etti:

“Yolunuz ak olsun. Yoldaşınız Hak olsun. Dara düşseniz Hızır, susasanız Elyas yetişsin. Orta yolda atınız bırakmasın. Düşmana boyun eğmeyesiniz. Sağ gidin, esen varın. Ehli Kayıları Kaya Alp’e, Kaya Alp’i de Allah’a emanet ettim. Alnınızı Hak açsın…”

* * *

Göç kervanı ağır ağır dem alıp yola koyuldu. Kaya Alp, Kayıların önüne düşmüştü. Kalecik’ten uzaklaştıkça herkesin içi sıkılmaya başladı. Geçmişlerini geride bırakıp gidiyorlardı. Peşlerinden biri gelip; “Geriye dönün, Moğol’un geldiği yalan oldu!” diyecek gibi bir ruh hali içindeydiler.

Türkmenler, göç görmemiş bir halk değildi. Ancak onların göçü başı çimenli, güllü-çiçekli yaylalara olurdu. Sulak, otlak yerlere her yaz göç ederlerdi. Koyun kuzu melemesi, çocukların eşeklere binip kovalaşmaları, gelin kızların yol boyu çiçeklerden buket yapmaları, gençlerin at yarıştırmalarından ibaretti.

Şimdiki bu göç, o göçlere benzemiyordu. Sessiz, buruk, sıkıcı, neşesiz bir göçtü. Öyle geliyordu ki onlardan geri kalmayarak, kara dağlar da peşlerine düşmüş geliyor gibiydi. Dağlar sıra sıra, kervanın yanı sıra sanki birlikte gidiyordu. Hatta koyun ve keçiler de yabancı yerlere gittiklerini bilircesine gönüllü gönülsüz otluyordu. Belki de göçerler içlerinden öyle hissediyordu…

* * *

Ağır göç, ilk yolunu Hazar yakasından almak istedi. Öncüler, yolun güvenli olmadığını söylediler. Haşhaşiler(*), Selçuklu düşmanıydı. Birkaç gün karanlık dağlardan geçtikten sonra, nerelerde yatıp kalktıklarını bilemediler. Haşhaşilerin en çok göründükleri yer, Hazar kıyılarıydı. Mekânları ve kaleleri belli bile değildi. Selçuklu sultanlarını öldüren Haşhaşilerin Türkmenleri de sağ koymayacakları belliydi.

Kaya Alp, yolunu Bestam’ın üstünden geçirmeyi uygun buldu. Habercileri Hoşyaylak yoluna gönderdi. Bu yol, Rey’e varmak için en kısa yoldu ve Horasan’dan, Harezm’den, Hindistan’dan gelen büyük yolun, İpek Yolunun üstüydü. Yol, gece-gündüz kervanlı ve korumalıydı. Yol boyunca kervansaraylar ve şehirler vardı. Ayrıca Çakır Bayat’ın yolbaşçılık ettiği, ‘Goşa(*) Değirmen’den çıkan göçle birleşilecekti.

Hoşyaylak, göçerleri hoş karşıladı. Tepelerde henüz erimemiş kar olsa bile, dağ havası yumuşaktır. Hoşyaylak’a yaz geç geliyordu. Oğuz hanın sefere çıktığında en sevdiği yerdi bu yaylaklar. Yemyeşil otlardan seçip seçip yiyen koyunlar, keçiler meraya yayıldı. Çocuklar sevinçten uçtular, yaylağın tadını çıkardılar. Kadınlarsa hemen yere tandır kazıp günlük işlerine koyuldular, kendi aralarında fısldaşmaya, sohbet etmeye başladılar:

“Süleyman’ın annesi! Bu yaylak çok iyiymiş. Moğol, buraya da geldi mi ki?”

“Burada bir yıl kalabilsek, eğer Moğol gelmese; izimizden Kalecik’e dönmek için bir menzilmiş.”

“Yurt tutulacak yermiş burası ama bizimki gibi meşesi, çınarı, söğüdü, akça ağacı, ok ağacı yokmuş..”

“Oğuz Ata’mız çok severmiş, Hoşyaylak adını da o vermiş..”

“Bana göre de, doğrusu hiçbir yeri, Kalecik’in bir taşına değişmem. Üstümüze eğilip duran Beyli Dağı’nı görmek yine nasip olur mu ki bize?”

Son kadının bu konuşmasından sonra sesler kesildi.

Herkes kendi işiyle uğraşmaya başladı.

Uzaktan gelen iki atlının kendilerine taraf yöneldiklerini gören çocuklar gelip haber verdiler. Atlılar yakına geldiklerinde Kaya Alp ile Çakır Bayat karşıladı. Onlardan biri bozuk bir Türkçe ile konuştu:

“Uğur ola, hayrola mihmanlar! Bizim obaya gelesizmi?”

“Yok. Bizler yolcuyuz, göçeriz. Hiçbir obaya yük olmak istemeyiz. Daha arkamızdan gelenler var diye bekliyoruz. Siz kimsiniz?”

“Biz, bu taraftan, Ebr obasından. Sizde satılık koyun, keçi var mıdır?

“Ay, bizde satılık mal yok. Yolda yetecek kadar. Doğacak olan olursa, yol azığımız olur. Baksana, çoğuz.”

“Satsanıza. Biz alıcıyız. Uzun yollara bunlarla çıkmak zor olur sizin için.”

“Ay! Konuşmayı uzatmayalım. Bizde satılık şey yok.”

Atlılar, sakallarını sıvaya sıvaya, meleşen koyunlara, kuzulara baka baka atlarına binerek geldikleri gibi geçitten ağıp gözden kayboldular.

Obanın erkekleri, uzun yol yorgunluğunu atmak ve Bayat obasının gelenlerini beklemek üzere burada, bu gece ve birkaç gece kalmayı uygun gördüler. Yükler indirildi. Develerin eğilip duran boyunları düzelir gibi oldu, çünkü bütün ağırlık onların üzerindeydi, ağır çadır keçeleri dahil. Koyunlar kesildi, kazanlar kuruldu, çörekler pişirildi. Gecenin geç vakitlerinde Bayat obasının habercileri geldi. Obalılar uzakta değilmiş. Gece çöktüğü için Suvdağlan dağlarında mola vermişler, sabah kuşlukta yetişeceklermiş.

Gecenin bir yarısına doğru sesler kesildi. Öndeki mola Harakan obasında, sonraki mola da Bestam’da olsun diye karar verdiler. Gece uykusuzluk çeken gençler, tan vaktine yakın Hoşyaylak’ın soğuk rüzgarıyla irkildiler. Dağ başının soğuk havasıyla uzun yolun yorgunluğu birleşince tatlı bir uyku getiriyordu. Uykusuzluk çekenler, çoban yamakları gecenin içinde koyunları, keçileri kaçıştıran hırsızları duymamışlardı. Köpek havlamaları dağları inletti. Önceleri neyin ne olduğunu anlayamayan erkekler kılıçlarına, yaylarına yapıştı, köpeklerin sürüye doğru ürdüğünün farkına vararak;

– “Sürüye kurt daldı hov! Yetişin hov! Sürünün önünden gelin, yanından gelin..” Diye bağrıştılar ve çevresini kuşattılar.

Bu gürültü-patırtı içinde keçilerin, koyunların her birisi bir tarafa kaçışmıştı. Varıp gördüler ki sürünün ortasında emeklemeye çalışan dört-beş kurt var. Oklar, yaylar çekildiğinde, durumun kötüye gittiğini anlayan “kurt”lar, ayakları üzerine dikildiler! Oklarını çekip bekleyenler, iki ayaklı kurtları görerek şaşırıp kaldılar. Bir de baktılar ki bunların arasında gündüz gelen koyun alıcıları da var. Kurt postuna bürünen iki ayaklı hırsızların elleri bağlandı. Kaya Alp’in yanına getirdiler.

“Demek ki siz kurtsunuz! Gündüz gelip tuzumuzu yiyip, gece de çadırırmızın baş köşesine pisleyecektiniz öyle mi? Ben size söyledim ya; bu sürü, şu giden çoluk-çocuğun, kadınların, kızların, erkeklerin yol ihtiyacı diye. Utanmadınız mı obanıza gelenleri soymaya, talan etmeye, gelip geçene eziyet etmeye? Şimdi biz, sizi obanıza götürüp teslim edelim. Kethudanız vardır, beyiniz vardır; bırak, cezanızı onlar kessin. Fakat sırtınızdaki kurt postunu çıkarın. Kurt kapsa, canına minnet olsun. Kurt, kendi avını kendi gücüyle avlar ve yer. Sizin gibi iki ayaklı sahte kurtlar ise hırsızlık yapmadan, haram yemeden yaşayamazlar.”

Hırsızlar, Kaya Alp’in ayaklarına kapandılar. Pişmanlık duydular. Obamızın önünde, çocuklarımızın yanında bizi küçültme diye yalvardılar. Hayretlik yanı şu ki ağlama sesleri karşı dağlarda yankılanıyor ancak gözlerinden bir damla yaş görülmüyordu.

Kaya Alp içinden geçirdi:

“Vah! Kurt postuna bürünenler, yalan ağlamalar, sahte sözler; bunları bir insan nasıl içine sığdırabilir ki! Bundan böyle yolumuz, bunlar gibi kurt postuna bürünmüş tilkilerle doluysa! Bunlar gündüz insan, gece tilki. Büyük yola düşseydik, belki de böyle şeyler olmayacaktı. Babam Ataman Alp’in; “Yabancının yanında olmaktansa, yandağın(*) dibinde ol” dediği gibi. Tez zamanda hısım akrabalarımıza bir kavuşsak..”

Çakır Bayat, Kaya Alp’a bakıp usulca akıl vermeye çalıştı:

“Bunlarla kötü olmayalım. Sürüye bir şey olmadı. Gitsinler yollarına.”

“Vah, Çakır dost! Senin düşüncen doğru fakat bu yoldan geçenlerin ne başıyız, ne sonuyuz biz. Gelip geçeni her zaman soyar bunlar. Ağızlarına soğan doğramak gerek!”

Çevreden; “Doğru! Doğru!” diyenlerin sesinden ürken hırsızlar birbirlerine sokuldular. Sahte ağlayışlarının fayda etmediğini anlamışlardı. Gelene geçene yalvarıp durdular. Bu olaydan sonra hiç kimsenin gözüne uyku girmemişti. Kuşluk vakti, Bayatlılar dağdan aştılar. Geldiklerinde elleri bağlı adamları görüp sordular. Yol kesen hırsızlar olduğunu öğrendiler. Kervan yolunda toplaşmak üzere anlaşarak, öğle sonu yine yollara düştüler.

Yol uzun, ayrıca menzilin, mekanın da neresi olduğu belli değil. Üç günlük yol mu, beş günlük yol mu olduğunu gelenlerin içinde de bilen yoktu. Hepsinin gönlünden geçen; bu dağdan aşsak Bestam görünecek, o dağdan aşsak Harakan obası çıkacak gibiydi. Birkaç dağ geçidinden, tepeden aştıkları halde, bazı yerlerde çadır kurmuş konargöçerlere denk gelmeseler ne yol, ne de bir şehir görünüyordu. Süleyman, koyun hırsızlarının yanına vardı.

“Obanız daha uzakta mı?”

“Bizim obadan geçtik, biz..”

“Peh! Neredeymiş sizin obanız, geçtiysek?”

“Hoşyaylak’a yakın, Ölen obasında oturuyoruz.”

“O halde niçin ağzınıza su alır gibi geliyorsunuz!”

“Bizi obamıza götürmeyin Türkmenler, beyimiz derimize tuz serpip güneşte kak eder!”

“Aslında bunu biz yapmalıydık. Ama…”

“Baba! Alp baba! Biz bu uğruların obasından geçmişiz. Söylememişler. Sordum söylediler.”

“O zaman bunları Harakan’a varınca çarıklarını çıkarıp dağın taşlı yollarında yürütelim. Sonra da çekip gitsinler. Bize yol gösterirler. Geri dönüp Türkmen malına el uzatmasınlar diye ellerini kesip göndeririz.”

Bozuk bir Türkçeyle konuşan hırsız, söylenenleri anladı. Kendi dilleriyle arkadaşlarına anlattı. Gelip tekrar Kaya Alp’in ayağına kapandılar. Gözlerinden gerçek yaşlar akmaya başlamıştı..

“Ağalar ağası! Hanlar hanı! İşte, bizim obamız şu sulu dereden geçtiğimiz yerde. Abri Mücen diyorlar. Sadece Türkmenlerin değil, kalan ömrümüzde hiç kimsenin malına el uzatmayacağız, söz veriyoruz. Elimizi kesmeyin, obamızın beyine teslim edin…”

“Haa.. Şimdi, doğru yolu buldunuz. Ben, şu keçe kalpaklı Türkmenlerin en merhametlisiyim. Bundan sonra geleceklerin malına el uzatırsanız, kesilecek çok yeriniz olur. Haydi, şimdi söyleyin, Harakan obasına ne zaman ulaşırız?”

“Ağalar ağası! Gün aşar aşmaz varırsınız. Suçumuzu bağışlayın..”

“Olur. Sizi yük etmeye de vaktimiz yok. Eğer ki bu yolda bir hırsızlık, talancılık olduğunu duyarsam, Abr Müce’ne şu kılıcını sıyırıp duran delikanlılardan beş-altısını gönderirim. İşittin mi? Anladın mı?”

“İşittim ağalar ağası! Çarığımızı çıkarıp, bırakıp gidiverelim mi?”

“Yok olun gözümün önünden! Çarığınızı da götürün babanızın başucuna..”

Süleyman, bu adamların yalanına, gerçeğine akıl erdiremeden şaşırıp kaldı. Aklından şunlar geçiyordu: “Yalan söylemek, Kalecik’te çok ayıp sayılırdı. “Yalan söyleyen, Allah’ın düşmanıdır” diyen Burla nine, oturup kalktıkça torunlarının kulağına bunu fısıldardı.

“Bu adamların Tanrısı yok mu ki? Sabahtan beri ne kadar çok yalan söylediler. Alp babam bunların yalan söylediğini nereden bildi ki? Kollarının kesileceğini duyunca, beylerinin derilerini tuzlamasına razı oldular. Babam, gerçekten de bunların kollarını kesecek miydi?”

Süleyman, Kaya Alp’in yüzüne baktı. Babasının yorulmuş, solgun yüzündeki telaş ve endişeyi görmüştü. Vatan ayrılığı, Burla ninenin gerilerde kalması, Miriş ile Tanatar’ın belirsiz yolculuğu, ardına düşüp gelenlerin yükü… Bütün bunların hepsi Kaya Alp’in omuzlarındaydı…

* * *

Hırsızlar, belki de ömürlerinde ilk defa korkuyla, doğruyu söylüyordu. Dedikleri gibi gün batar batmaz, gür bir bahçeye dönüşmüş Harakan obasına eriştiler. Obanın ortasından akan buz gibi soğuk suyla ellerini yüzlerini yuyup temizlendiler. Boş kaplarını doldurup sürülerini, at, katır, develerini suladılar. Obanın kethudası karşıladı. İhtiyarlar evlerine davet ettiler.

“Davetinize minnettarız ağa! Biz, atamız Ataman’dan Ebul Hasan Harakani hazretleri hakkında çok şeyler duyardık. Harakani hazretlerinin makamına varıp bir dua edelim. Bu ağır göçü, obanın dışında bir yerde yerleştirdikten sonra yine haberleşiriz.”

“Yok, biz sizin gibi gelip geçici görmüyoruz, sizi. Göçü bizim adamlarımız yerleştirir. Harakani hazretleri, atalarımızdandır. Onun nasihati şudur ki:

“Kapıma kim gelirse gelsin; dinini, inancını sormam. Konuk edip yemek, çörek verin. Çünkü Ulu Allah ona ruh ve can verip ulu katında yaşamaya layık görmüşse, Ebul Hasan Harakani’nin sofrasında da çörek yemeye hakkı vardır.”

Sizden ricamız, sözümüzü geri çevirmeyin. Harakani hazretlerinin sözü bizde hükümdür…

Büyük Veli’nin yüksek tepenin üstüne yapılan mezarına vardılar. Dua ettikten sonra kethudanın evinde misafir oldular. Süleyman, obadaşlarının yanındaydı. Konuklar, bu gece, uykusuzluk çekmemişti. Zira obadakiler sürüyü teslim almışlar, onları istirahata göndermişlerdi.

Süleyman’ın birkaç günlük yolculukta görüp duydukları bir bir gözlerinin önünden geçiyordu. Kalecik’in karşısındaki Beyli Dağından daha büyük dağ yok mu ki, diyordu ancak Hoşyaylak’ın çevresini kuşatan büyük dağlara çıktığında, gökyüzüne elini uzatsa değiverecek gibi oldu. Belki de yeryüzünde bundan daha ulu bir dağ yoktur, diye düşündü. Dünyanın yüzü yemyeşil ormanlık gibi görünürdü Kalecik’te yaşıyorken. Ancak “yer ala, yurt ala”(*) denilir ya, buraların dağları çıplaktı. Arça(*) ve dikenli ağaç olmasa, başka şey yok. Tam tersine obaları gür bağlık. Bahar geldiğinde meyve bahçelerinde çiçekler açar. Otsuz bitkisiz dağları Cüveyn’e giderken görmüştü ancak bu dağlar daha da farklı..

Cüveyn aklına düştüğünde Süleyman’ın yüreği cız etti. Bir yorganda büyüdüğü Tanatar’ı, aynı obada ayrılmaz birer dost olarak yaşadığı Miriş’i ve dört örüm saçını beline bağlayan, yanakları gamzeli Nurbike’yi hatırladı.

Şimdi onlar Süleyman’dan çok uzaklarda idiler. Belki da ömür boyu uzaklarda kalacaklardı. Süleyman ağır ağır soluklanıp bir o yanına bir bu yanına dönüp dururken uyuyakaldı…

* * *

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

“Koç yiğitler göç eylese,

Ocak yiter, yurt iniler.”

Türkistan’dan Şama’a kadar kimin parmağına diken batsa,bilin ki benim parmağıma batmıştır.Birinin ayağına taş deyip ağrıtıp incitse,bilin ki benim ayağım da ağrır.Bir yürekte bir acı, hasret olmuş olsa,bilin ki benim yüreğim duymuştur.Ebul Hasan Harakani (ks.)

Gökyüzünde kanat çırpan kartalın kursağına gelen ok, kuşu yere düşürdü. Süleyman göğe baktı. Biraz önce yukarıda çırpınan kartalın kıpkızıl kanı bir anda çevresine saçılmıştı. Süleyman yere düşen kuşun yanına vardı. Göğsündeki oku çekip çıkardı. Şaşılacak şey! Kuş, kurtarıcısına kızgın gözlerle bakıyordu. Uçmaya çabaladı, kanatlarını çırpa çırpa çevresini toz duman etti. Uçamayacağını bile bile var gücüyle biraz yükseldi. Kanatlarına zarar gelmemiş olmamalı ki bir miktar daha yükseldi. Birdenbire hiç beklenmedik bir hamleyle kendini sert kayaya vurdu. Tüyleri parça parça olup döküldü. Kuş birden dillendi:

“Yaradan bize uçmaya, size yerde göçmeye ferman verdi. Biz; bulutların üstünden uçup insanların erişemeyeceği kayalıklarda yuva kurarak, dağ başlarını güçlü kanatlarımızla aşabilen kartal… Şimdi gel gel de bir namert ok ile elinize düşeyim öyle mi! Hem vurursun hem merhamet edip göğsümdeki oku çıkarırsın? Ey âdem oğlu! Siz yeryüzünü kan bulamaya doymamıştınız, şimdi gökyüzünü kana bulamaktasınız.

Benim kanatlarıma bulut değmese, sert yellerin karşısında gücümü gösterip uçamasam, ta şu uzakta yalçın kayadaki yuvamda beni gözleyen yavru kartalıma mertçe ölmeyi öğretemesem!..”

Kuşun kocaman gözleri, son sözlerini söyleyemeden donup kaldı. Süleyman: ”Ben de senin gibi bir dağ kartalıydım, gökyüzünde vurulup yaralanaaaaan!” diyerek, kendi sesine uyanıp doğruldu. Yorganın altında terleyip su içinde kalmıştı. Vücudu titredi. Sesine koşup gelen Ay-senem elini alnına koydu.

“Hiiih.. Çok ateşin var balam! Vah, şimdi ne yapsam ki! Ey erlerim, pirlerim yetişiverin. Oğlum! Gözlerini aç hadi. Gözlerini aç hadi. Düş mü görüyordun? Haykırıp kalktın da..”

“Evet, anne.. Korkulu bir rüya gördüm.”

Aysenem, oğlunun konuşmasına fırsat vermedi. Eliyle ağzını kapattı.

“Hadi, yerinden kalk da iki yanına tü tü et. Belalar, kötülükler dışa çıksın de. Rüya iyi değilse, yorup durma, oğul! Hadi, başını bir ovalarsam, bir şey kalmaz..”

Aysenem, Kaya Alp’in kuşak kayışını ikiye katlayarak, oğlunun başını iki katı arasına aldı. Kayışı sertçe çekip;

“Benim elim değil, Lokman Hekim’in eli. Benim elim değil, Kayı’nın Burla hatununun eli. Benim elim değil, Ayşe- Fatma’nın eli..” diyerek silkeledi.

“İşte oğul, bütün derdin, belan gitti. Oğluma gelen dert-bela dağlara, taşlara gitsin.”

“Anne, dağların taşların ne suçu var? Ben kendi derdimi kendim çekerim!”

“Oğlum, dağlar yüksektir, dayanıklıdır; dert çeke çeke gelmiştir. Dertlilere derman olan dağlar insanların tabibidir, iyileştiricisidir.”

Süleyman gerçekten dertleri uzaklaşıp gitmiş gibi yerinden kalktı. Dertleri dağlara mı sindi, taşları mı sindi bilinmez, baş ağrısı kesildi.

* * *

Harakan ovasının güzelliği bir başka imiş. Obanın ortasından akan derenin sesi, yola çıkan göçerlerin sesini bastırırcasına gürül gürül akıyordu. Süleyman, ‘kara meşik’ dedikleri deriden dikilmiş su kaplarını dolduran kadınların az ilerisine geçip elini yüzünü yıkadı. Suyun sesine dikkat kesildi. Sabaha karşı gördüğü rüya aklına düştü. Kartalın kocaman gözlerini hatırladı. İnce bir sesle kendine geldi.

– “Suyun o tarafı uygun değil, buradan alayım mı?”

Süleyman arkasında duran uzun boylu, akça pakça, gözleri parıl parıl, dört boğum saçlarının ucu gotaz saç-bağlı kızı gördü. Kız tebessüm edip elindeki su kabını gösterdi.

“Yukarıdan alacaktım da ancak su çok güçlü akıyor. Kabım büyük olduğu için gücüm yetmez, akıntı alır götürür diye düşündüm.

“Ver meşiği ben doldurayım.”

Kız, elindeki su kabını uzattı. Süleyman doldurdu, kıza bakarak;

– “Meşiğin ağırmış. Bunu taşıyan deveye acımıyor musun?”

– “Yok, bu, yol meşiğimiz değil. Durak meşiğimiz. Annem, sürekli benim için su getirmiyor deyip duruyor da!”

Uzaktan gelen, “Yazçiçek, boynun devrilmesin kız Yazçiçek! Gittin, gelmedin. Nerdesin?” sesini, ikisi de duydu. Kız hemen meşiği güçlü kollarıyla alıp yürüyüverdi. Süleyman’ın ağzı açık kalmıştı.

Kız, su doldurduğu bu kara meşiği zorla kenara çıkarmış ama onu gık demeden alıp gitmişti. Kızın adı tanıdık geldi. Yazçiçek… Hatırlayacak olsa da aklına düşmedi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner