
Полная версия:
Yeni bir hayat
Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Giz’ini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. “Ama sizden bir ricada bulunacağım” diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. “Güzel” demiş bilge, peki yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”
Utanan delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.
“Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”
İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntıları ile anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. “Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi. “Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun Giz’i dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.”
Yaşamda çevremize, ailemize, işimize karşı sorumluluklarımızı temsil eden kaşıktaki yağı dökmeden de anı yaşayabilmeyi, güzellikleri görmeyi becerebilirsek, mutlu olmayı öğrenmeye başladık demektir.
Mutlu olma arayışında bir grup insan, çevresini, sorumluluklarını bir kenara iterek, yaşama karşı sorumluluklarını umursamadan sadece ve sadece anı yaşamaya, günü yakalamaya kendini kaptırırken, diğer bir grup sorumluluklarını gerçekleştirme tutkusu ile kendini harcar ve yaşamı ıskalar.
Doğru olan dengeyi bulmaktır. Hikayedeki gibi sorumlulukların bilincinde, onların altında ezilmeden günü yakalayan insan olmaktır.
Mutluluğun gizi burada yatıyor işte.
Yaşamda başarının ve mutluluğun sırrı dengeyi korumakta yatıyor.
Bunu siz de başarabilirsiniz.
İsteyin yeter. Hem yaşama, hem kendinize hem çevrenize odaklanabilir, dengeyi yakalayabilirsiniz. İşte o zaman gerçekten yaşamış olursunuz bu dünyada.
ZİHİNSEL FİTNESS1. Dengeyi tutturabildiniz mi hayatta? Tutmadıysa ne tarafa doğru kaybettiniz dengeyi?
2. Dengeyi sağlamak için ne yapmanız gerekiyor düşündünüz mü?
SİZDEN BAŞKALARI DA VAR…
Narkissos’un, kendi güzelliğini her gün bir gölün sularında seyretmeye giden bu yakışıklı delikanlının efsanesini biliyor musunuz?
Bir nehir, karşısına çıkan bir orman perisini sularının içine hapseder. Suyun içinden Narkissos doğar. Yıllar geçer Narkissos on altı yaşına gelir. Henüz tam bir erkek değildir, fakat çocuk da değildir. Olağanüstü güzelliğe sahip olan Narkissos’a bütün periler ve melekler aşıktır. Onunsa tek ilgisi avlanmaktır. O kimseyle ilişki kurmaz, her tür insani ilişkiyi küçümser.
Bir gün Echo adlı bir su perisi gelir. Echo, tanrıça Hera tarafından başkasının ağzından çıkan sözleri tekrar etmeye mahkum edilmiştir. Echo Narkissos’a yaklaşmaya çalışır, fakat Narkissos onu reddeder. Kendine kayıtsız kalan Narkissos’un aşkına karşılık alamayan Echo, acılar içinde ölür. Ölürken de Narkissos’un son sözlerini yansıtan kendi sesini dünyada bırakır, “Kendimi sana vermektense ölürüm daha iyi.”
Bütün su perileri ve melekler, acı içinde kıvranmaktadır. Narkissos tarafından reddedildikleri için Echo’nun intikamının alınmasını isterler. Tanrılar bu dileği kabul ederler. Narkissos aşık olacak, fakat aşık olduğuna asla kavuşamayacaktır.
Narkissos bir gün ormanın içindeki bir göle gelir. Su içmek için eğildiği sırada sudaki kendi yansımasını görür. Olağanüstü güzel bir yüzdür. Sudaki yansımasına hayran hayran bakarak konuşmaya başlar. Kendine aşık olduğunun farkında bile değildir. Gölün kıyısında aç, yorgun, sefil bir yaşam sürmeye başlar. Güçsüz düşen Narkissos, günün birinde göle düşüp boğulur.
Narkissos’u aramaya çıkan su perileri onun öldüğü yere gelirler ve Narkissos’un yerinde bir çiçek görürler. Onun göle düşüp de boğulduğu yerde açan bu çiçeği “Nergis” diye biliyoruz.
Oscar Wilde, bu efsaneyi farklı bitirir. Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman perilerinin gölü bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulduklarını yazıyor Oscar Wilde.
–Neden ağlıyorsun? diye sormuş periler göle.
–Narkissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl.
–Ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman perileri.
–Bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebilirdin yakından.
–Narkissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl.
–Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık vermiş iyice şaşıran periler.
–Her gün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu!
Göl bir süre sessiz kalmış. Sonra şöyle konuşmuş:
–Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç farketmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.”
İşte güzel bir hikaye…
Herkes kendi yaşamının biriciğidir, vazgeçilmezidir.
Herkes kendi dünyasının sultanıdır. Sultanıdır, fakat kendini Narkissos ölçüsünde sevmeye de tıp dilinde “Narsizm” denir. Ve hastalıktır.
Kendini narsist bir ölçüde sevmek, sevgi anlamında kendine odaklanmak sevgisizlik demektir. Paylaşacak sevgisi olmayanların sevgisi, sevgi değildir.
Diğerleri olmazsa varlığımızın anlamı ne olur ki? Bizi biz yapan, bizi farklı kılan çevremizdekilerdir. Eğer farklıysak diğerlerinden bunu da diğerlerine borçluyuz. Bir papatya tarlası düşleyin. Bembeyaz bir örtü. Bu beyaz örtünün içinde kırmızı bir gelincik düşleyin şimdi de. Ne kadar da kendini gösterir o gelincik beyazlığın içinde. Yüzlerce, binlerce papatyanın arasında ortaya çıkan gelincik farkedilmesini, farklılığını papatyalara borçludur. Unutmayın yalnız değilsiniz, iyi ki de değilsiniz.
ZİHİNSEL FİTNESS1. Hayal edin çevrenizde kim/kimler olmasaydı daha mutlu ve iyi bir hayatınız olurdu?
2. Peki şimdi tekrar düşünün bakalım o/onlar’ın hayatınza, size kattığı öğrettiği hiç mi bir şey yok? Emin misiniz?
SAHİPSİZ AT…
Milton Erikson’ın bir hikayesi yaşam yolunda, çevremizle ilişkimizde, kişisel liderlik yolculuğumuzda bize ışık tutuyor.
“Ben çocukken bir çiftlikte yaşadım. Günün birinde bu çiftliğin avlusuna sahipsiz bir at çıkageldi. Bu atın nereden geldiğini hiç kimse bilmiyordu, çünkü üstünde kimliği veya geldiği yeri gösteren bir işaret yoktu. Atı sahiplenmemizin de olanağı yoktu, çünkü böyle bir atın bir sahibinin olacağı kesindi.
Babam bu atın sahibini bulmaya karar verdi. Ata binip, onu çiftlik yoluna çıkardı ve sadece atın içgüdüsüne güvenerek onun kendi evini bulmasına güvendi. Babamın ata tek müdahalesi atın yoldan çıkıp yol kenarında bir şeyler otlamak için hareket ettiğinde oluyordu. At her yoldan çıkışta babam tarafından güçlü bir şekilde yola geri dönmesi için yönlendiriliyordu.
Bu şekilde çok zaman geçmeden atın sahibinin çiftliğini bulduk. Sahibi atı tekrar karşısında görünce çok şaşırıp kaldı ve babama; ‘Atın buraya, bize ait olduğunu nasıl bildiniz?’ diye sordu. Babam, ‘Ben bilmedim, atınız bildi. Benim tek yaptığım onu yolun üzerinde tutmaktı.’ dedi.”
Sizce yaşamımızı nasıl yönetmeli ve yönlendirmeliyiz?
Günü yakalayın.
Anı yaşayın.
Yaşam kendi yolunu bulur. Siz onu sadece beyin ve yürek dengesinde tutun yeter.
Kendinizi geçmişinize, geçmişin mutluluklarına, mutsuzluklarına bağlı bırakmayın. Önünüze bakın. Her yeni gün yenilenebilir, hayata yeniden başlayabilirsiniz. Anı yaşamıyorsanız huzuru, mutluluğu bulamazsınız. Şimdiki zamanda olma yeteneğine sahip olmalısınız. Daha önce binlerce kez geçtiğiniz yolları, yüzlerce kez bulunduğunuz mekanları sanki ilk defa görüyormuş, yepyeni bir yermiş gibi yaşamalısınız. İş arkadaşlarınıza, sevdiklerinize, arkadaşlarınıza, konuştuğunuz, iletişim ve ilişki içinde bulunduğunuz herkese onlarla ilk kez karşılaşıyormuşcasına daha önce konuşmamışcasına dikkatinizi verin. Gerçekten orada olun. Bugünde olun. Tek bir şeyi bile atlamayın. Bugünün geçmiş olmasını beklemeden tadını çıkarın.
Çoğumuz geleceğe, geleceklerimize umutla bakar, ona bel bağlarız. Kimi gelecekte yaşar, kimi geçmişte. Kiminin hayallerini daha ulaşamadığı, ulaşacağı da şüpheli olan bir dünya süslerken, kiminin de rüyaları geçmiştedir. Bunların hepsi bizi bugünden uzaklaştırır. Bu anın dışında bırakır. Hayallerinizden vazgeçin demiyorum, geçmişi silin atın da demiyorum. Ancak bu anı yaşayın, yaşadığını anın tadını çıkarın diyorum.
Geçmiş arkamızda kaldı bir şey yapamayız, geleceğin ne getireceğini de bilemeyiz ancak bugün bizim için gerçektir. Onun değerini bilebiliriz. Bugünü anlarsak ve yaşarsak işte o zaman geleceği de kurabiliriz. Elimizde olan tek zaman dilimi bugündür. Yaşamdaki en zorlu mücadelelerimizden biri, bugünü hakkı ile yaşamaktır. Bu gerçekten büyük mücadele gerektirir. Sadece ve sadece bugün tüm olanakları içerir. Gerçek olan bugündür. Geçmişi ve geleceği bir tarafa koyduğunuzda bugünün değerini daha iyi anlayabiliriz. Kendimizi sürekli yolun üstünde tutmak zorundayız.
ZİHİNSEL FİTNESS1. Geçmişe mi, geleceği mi daha çok takıntılısınız, hangisini daha çok düşünüyorsunuz?
2. Peki günün tadını çıkarmasını, günü yaşamayı bilip ve şükrediyor musunuz?
SEVMEK Mİ, KORKMAK MI?
Korku toplumuyuz. Bize sevgi ile yaklaşılacak her şeye korku ile itaat etmeyi öğrettiler.
Annemizden, babalarımızdan korkarak, çekinerek büyütürler bizi. Komşu teyzelerden, bakkal amcalardan, abimizden, ablamızdan korkarak büyürüz.
Mahallenin delisinden, ev sahiplerinden, okul müdürümüzden, öğretmenimizden, bizi koruyan polis amcalardan, ablalardan, başbakandan, vergi dairesinden korkarız.
Camideki imam dini bize korkutarak öğretir, yemeğimizi yemezsek bizi öcüler alacaktır, dersimizi çalışmazsak dayak yemekten korkarız.
Çimlere özgürce basmaktan, içten gelerek kahkahalarla gülmekten, hüngür hüngür ağlamaktan, yayılarak oturmaktan korkarız hep…
Büyürüz yine korkarız.
Trafik polisinden, dişçiden, doktordan korkarız. Otobüs, minibüs şoföründen korkarız.
Karımızdan, kocamızdan korkarız. İşyerlerimizde amirimizden, şefimizden, genel müdürümüzden korkarız.
Askerde çavuşumuzdan, komutanımızdan korkarız.
Hayatı bize hizada yaşatırlar. Tüm amaç bizi hizaya sokmaktır. İtaat etmemizi isterler.
Korkularımız bizi endişelendirir, güçsüz bırakır, huzursuz eder, strese sokar.
Zaten istenen de budur ya.
İnsana has bir duygudur korku. Ancak biz biraz daha fazla korkarız. Yok biraz değil, çok çok fazla korkarız.
Bizi AB’ye almayacaklar diye korkarız, laiklik elden gidiyor, din elden gidiyor diye korkarız, diktatörlük gelecek diye, savaş çıkacak diye korkarız.
Çocuklarımızın geleceğinden, kendi geleceğimizden korkarız. “Ne olacak bu memleketin hali?” der yine korkarız.
Kimimiz insanlardan korkar, kimimiz hayvanlardan. Kimi doğadan korkar, kimi şehirden. Kazandıklarımızı kaybetmekten, koltuğu kaybetmekten, hayallerimizin gerçekleşmemesinden korkarız.
Korktuğumuz şeyin başımıza gelmesinden de korkarız. Soru sormaktan, özgürce düşünmek ve sorgulamaktan, farklı olmaktan korkarız. Sevmekten bile korkarız. Korkuyu hepimiz yaşarız her gün, her an.
Her geçen gün daha fazla nüfusu artan bir korku toplumu olur çıkarız farkında bile olmadan.
Çığ gibi büyür korkularımız. Korkularımızdan kurtulmak için de bir şey yapmayız, ya da yapamayız. Yapmaktan korkarız belki de.
Başaramamaktan korkarız. Eğer yaparsak sonucun ne olacağını bilmediğimizden korkarız. Belki de en iyi bildiğimiz şey korkmaktır. En çok korku duygusunu severiz. İçten içe korkarız. Sadece korkarız.
Korkma işini de korkutma işini de çok iyi yaparız. Kendine güvenmekten, cesaretli olmaktan, inançlı, tutkulu, coşkulu yaşamaktan daha iyi yaparız bu işi.
Korktuğumuz şeylerin çoğundan neden korktuğumuzu bilmeden korkarız. Çünkü itaat etmek öğretilmiştir bize dedik ya.
Sorarsak, sorgularsak başımıza kötü şeyler gelir diye korkar susarız. Sorgusuz, sualsiz korkuları kabul ederiz. Eğer bilirsek neden korktuğumuzu, korkmanın bir alemi olmadığını da biliriz.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов