
Полная версия:
Yeni bir hayat
Özgüvenimiz, heyecanlarımız, coşkumuz, dürüstlüğümüz, cesaretimiz, öğrenme isteğimiz, hayata tutunma kararlılığımız…
Yitiriveriyoruz hepsini yaşamımızdan birer birer. Güneşin doğmasının güzelliğini, yağmurda ıslanmanın tadını, aşık olmayı, basit bir öpücüğün heyecanını, seni seviyorum demenin, seni seviyorum denilmenin güzelliğini, çok susamışken kana kana, lıkır lıkır içilen bir gazozun boğazınızı yakarken hissedilen doyumu, bir bakışın delip de geçmesini yüreğini, eve erken gelen bir babanın sevincini, pazar sabahları hep birlikte yapılan kahvaltıların güzelliğini, tüm ailenin yine bir arada olmasının verdiği huzuru ve güveni, sıcacık bir çıtır simitle birlikte içilen demli bir çayın keyfini, eşinle, belki de çocuklarınla birlikte olmanın mutluluğunu yitiriveriyoruz yaşam soframızdan, kanıksıyoruz, sanki bir ömür boyu bizimleymiş bize tapuluymuşlar gibi yaşıyoruz.
Bizi mutlu eden, bizi biz yapan, bizi insan kılan ufak şeylerin farkındalığını yitiriyoruz farkında bile olmadan. Evlilik yıldönümleri, yaş günleri, anneler, babalar günleri görev günleri oluveriyor asıl amacından saparak. Oysa her gün o gün olmalı.
Her günü evlilik yıldönümü, ilk öpüştüğümüz gün, ilk elini tuttuğumuz gün, onu ilk gördüğümüz gün, doğum günü, anneler-babalar günü gibi kutlasak ne olur? Öyle yaşasak her günü ne kaybederiz?
Zaten kaybediyoruz, zaten sıradanlaştırıyor, vasatlaştırıyor, görevler haline getiriyoruz ilişkilerimizi. Bayramları artık tatil diye seviyoruz. Şehirden kaçmak için bahane olarak görüyoruz. Evdeysek bile kapıları açmıyor deliklerden usulca bakıyoruz çıt bile çıkarmadan. Telefonları açmıyor, şöyle bir rahat rahat uyusak diyoruz içimizden. Oysa unutuyoruz ölümün uyumak demek olduğunu ve zaten er ya da geç hepimizin bir gün istediği kadar uyuyacağını.
Uyuyarak hayatı kaçırıyoruz. Bayramdan kaçarak ilişkileri yitiriyoruz, ruhumuzu bilmeden öldürüyoruz. Zul geliyor bize bayramlaşmak artık. Oysa çocukluğumuza geri dönünce şimdiki çocuklar için anlamı tatil olan bayramların anlamı değişiveriyor birden bizim için.
Kent Şekerlerinin reklamları hatırlatıyor bize çocukluğumuzu ne yazık ki.
Yanımızda ihtiyacımız olduğu zaman bize öğüt verecek bir anne, bir babayı onlar yaşarken bile bile yitiriyoruz. Unutuyoruz bir yerlerde bizi bekleyen yüreklerin olduğunu.
Unutuyoruz sesimizi duydukça keyiflenen, bizi gördükçe, sarıldıkça bize, bize öğüt verdikçe, konuştukça bizimle gittikçe gençleşen birilerinin olduğunu.
Kart atmayı da unuttuk almayı da. Mektuplara “Uzun süredir yazamadım ama…” diye başlamayı da…
SMS’leşiyoruz. Şimdilerde twit atıyoruz, face’ten haberleşiyoruz.
Umarsız oynanan kartopları, yapılan kardan adamlar,
Çok sevdiğin bir ayakkabıyı giymek,
Kendini her geçen gün daha iyi hissetmek,
Gelen misafirlerin, gidilen misafirliklerin güzelliği,
Aşk acısı çekmenin, saatlerce telefon başında beklemenin mayhoş tadı,
Ve daha nice şeyler…
Ortalama yaşam süresi uzuyormuş Türk insanının.
Bana ne! Uzasa ne olacak ki? Yitiriveriyoruz hayatımızdan tüm güzellikleri ışık hızıyla…
ZİHİNSEL FİTNESS1. Şöyle bir bakın geçen yıllara. Çocukluğunuza, gençliğinize bakın neler eksilmiş hayatınızdan tekrar bir hatırlayın ve yitirilenleri yazın…
OLAĞANÜSTÜ BİR YAŞAM…
Sıradan mısınız? Herkes gibi bir hayat sürdürüyor, herkese benzer düşler kuruyor, herkesin yaptıklarına benzer şeyler yaparak yola devam ediyorsanız heyecanlarınız da, hedefleriniz de yaşamınız da sıradandır.
Sıradan bir insansanız başarının anlamı da sizin için sıradan olacaktır. Sıradan olmak vasat olmaktır. Normal olmaktır. Fiziksel, ruhsal anlamda normal olmak iyidir. Ancak düşünceler, heyecanlar, inançlar, tutkular, coşkular anlamında normal olmak, sıradan olmaktır. Çevrenizde birçok sıradan insan var. Onlar gibi olmak başkalarının başarı tanımları peşinde koşmanıza neden olur. Başkalarının gösterdiği hedeflere ilerlersiniz, başkalarının beklentilerini gerçekleştirmeye yol alırsınız.
Peki ya siz? Sizin hedefleriniz, sizin beklentileriniz, sizin hayalleriniz? Bunun için normalden ayrılmalısınız. Yaşamda yenilikleri oluşturanlar sıra dışı düşünen ve hareket edenlerdir. Normaller onları takip ederler. George Bernard Shaw, “Normal insanlar, kendilerini içinde bulundukları dünyaya adapte ederler. Sıra dışı insanlarsa dünyayı kendilerine adapte etmeye çalışırlar. Bu nedenle bütün gelişmeler ve değişimler sıra dışı insanların eseridir.” diyor.
Hayatta takip eden mi, takip edilen mi olmayı tercih etme seçimi size kalmış.
Benim asıl mesleğim doktorluk. Ben bir tıp doktoruyum. Yedi yıl aktif doktorluk yaptım, polikliniklerde, sağlık ocaklarında, hastanelerde, acil servislerde çalıştım. Fakat bugün başka bir kulvarda hayat koşuma devam ediyorum. Kitabın girişinde yazmıştım.
Eskiden bu güne hayalimde çok da yeri olmayan doktorluk, eminim birçok kişinin hayallerini süslüyor. Birçok insanın hayali benim ellerimdeydi, onu elde etmiştim. Ancak benim hayalim değildi. Onu geri çevirdim. Biliyorum ki benim hayallerim de başkalarının geri çevirdiği şeyler. Ben hayatta bu değişim kararını alana kadar takip eden, taklit eden konumdaydım. Bilinçsizce bir takip ve taklit. Herkes doktorluğu iyi, kalıcı, yüce bir meslek olarak görüyordu. Gerçekten de öyledir. İnsanlarda ölüm ve hastalık korkusu oldukça doktorluk gücünü koruyacaktır. Fakat benim hayalim o değildi. Anlamıştım. Ben vasat düşüncenin içine düşmüştüm. Bu vasat, sıradan yaklaşım bana sıra dışı, bana özgü, gerçekten istediğim şeymiş gibi de geliyordu. Oysa ben başkalarının beklentilerini hayallerini gerçekleştirme yolunda hızla ilerliyordum. Ben de sıradan insanlardan biriydim. İçimde başka heyecanlar, tutkular yanıp tutuşurken sıradan yaşam sürüyordum. Değiştirdim. Ben yaşam kulvarımı değiştirdim. Hem de tek kulvar yerine birçok kulvarda yoluma devam ediyorum. Ben çevremi, dünyayı kendime adapte etmeye çalışıyorum. Kolay olmuyor, ancak müthiş keyif alıyor, heyecan duyuyorum.
Kendimi gerçekleştirme, kendimi bulma yolunda adım adım ilerliyorum. Beni başarı motive ediyor. Hayatımı başarı odaklı hale getirdim. Hayallerimi, isteklerimi, tutkularımı başarı ile gerçekleştirmeye odakladım kendimi. Yaşam, atletizim pistlerindeki bazı yarışlar gibi kesin çizgilerle ayrılmış kulvarlardan oluşmuyor. Hayat dediğimiz şey, istediğinizi elde etmek, düşlerin peşinden koşmak kısa mesafeli bir koşu değil. Kulvarınızın dışına çıkmanıza engel olacak kurallar yok. Mutlu ve mutsuz insanlar arasındaki en önemli fark koştukları kulvarların sayısıdır. Mutlu olanlar birden fazla kulvara sahiptirler. Hayattaki seçenekleri fark etmiş ve kendi seçeneklerini yaratmışlardır. Aslında kulvarın dışına çıkarak yol almak önemli. Kulvarın dışına bir kez çıkarsanız da başarının tanımının, mutluluğun ve hayatın tanımının değiştiğini görürsünüz.
Başarının temeli içsel başarıdır. Önce kendinizle barışık olmalı, kendinize karşı başarılı olmalısınız. Kendi yaşamının bilincinde olan insan hayata farklı bakar. Aynanın karşısına geçip kendinize baktığınızda ne düşünüyorsunuz? Gözlerinizin içine baktığınızda neler hissediyorsunuz? Kendi ile yüz yüze gelemeyen insan için başarının anlamı maddiyattır. Oysa başarmak bir sonuç değildir. Mutluluk bir sonuç değildir. Başarı ve mutluluk yaşam yolculuğunda hedeflerinize, vizyonunuza ilerlerken elde ettiğiniz bir yan üründür. Asıl ürün sizsiniz, sizin hedeflerinizdir.
Başarının ve mutluluğun sırrı, hayatta gerçekten istediğiniz şeyleri yapmak ve o yolda ilerlemektir. O yolda ilerlerken başarı da, mutluluk da sizin adresinize mutlaka uğrayacaktır. Başarı ve mutluluk için vasatlıktan kurtulmalısınız. Vasat düşünmekten, normal olmaktan, herkes gibi olmaktan sıyrılın.
Megolaman olun. Kendinize inanın. Hedeflerinize inanın.
Patolojik boyutta bir hastalık olarak değil, özgüven, kendine inanç, saygı ve kararlılık anlamında megolaman olun. Kendinize güvenin. Var olanı kenara bırakın, var olmayanı var etmeye çalışın. Başarı burada yatıyor…
Diğerlerine bakmayın, onları geçmeye, onlara ulaşmaya çalışmayın sadece ve sadece kendinizden daha iyi olmak, kendinizi aşmak için çaba gösterin. Çıtayı sürekli yükseltin. Sonuçta herkesin önünde olduğunuzu göreceksiniz.
Peki ya başarısız olmak? Başarısız olup da vazgeçmek?
Vazgeçmek demek, kapıları kapatmak, pes etmek demektir. Düşünün hayatta vazgeçmeyip devam ettiğiniz inatla üzerine gittiğiniz kaç işte başarılı oldunuz? Yüzmeyi düşünün, araba kullanmayı öğrendiğiniz günleri, bisiklete binmeye çalıştığınız günleri düşünün. İlk seferinde vazgeçseydiniz, bugün yapabiliyor olabilir miydiniz? Bugün yaptığınız, size çok kolay ve sıradan gelen birçok şeyi vazgeçmeyerek öğrendiniz.
İlk denemenizde vazgeçseydiniz şimdi ne durumda olurdunuz? Vazgeçmemenin değerini bilin, mücadale ruhunuzu kaybetmeyin.
Başarısızlık da başarı yolunda önemlidir. Vazgeçmeyin. Başarı için ilerlemek, risk almak demektir. Risk almadan ilerleyemezsiniz. Risk kültürünün, yaratıcılık kültürünün en önemli parçası başarısız olmaktır. Başarısızlıklarınızı sevin. Onlardan ders alın. Başarısızlıklarınızdan hızlı öğrenin.
Başarının standardı yoktur.
Başarının sonu yoktur.
Başarı taklit edilemez.
Başarı kopya edilemez.
Başarı sizsiniz. Başarı sizin yaptıklarınıza katmış olduğunu anlam ve değerdir.
Her attığınız yeni bir adım başarıdır.
Paranoyak olun.
Sürekli bulunduğunuz yerden, yaptıklarınızdan yeterlilik anlamında kuşku duyun. Daha iyisinin, daha yenisinin, yapılmamışının, bir adım ötesinin peşinde olun. Başarının çıtasını siz koyar ve ancak onu siz aşabilirsiniz. Birileri çıtayı yükseltir, fakat kendi çıtasını yükseltir. Siz de kendi çıtanızı sürekli yükseltmelisiniz.
Yaşamı, yaptıklarınızı sürekli sorgulayın.
Hayata doyumsuz bir merakla yaklaşın.
Hayatta birçok konuda yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak durumunda kalmıyor muyuz?
Çoğumuz için önceden çizilmiş bazı sınırlar var ve biz o sınırlar içinde hareket edebiliyoruz.
Sanki maymunların hikayesini bize yaşatıyorlar.
“Bir kafese beş maymun koyarlar. Ortaya bir merdiven ve tepeye de büyük bir hevenk muz. Her bir maymun merdiveni çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine basınçlı soğuk su sıkarlar… Her maymun aynı denemeye giriştiğinde soğuk su ile ıslatılır. Bütün maymunlar denemelerinin sonunda sırılsıklam olurlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.
Bir süre sonra su kapatılır ve maymunlardan biri çıkarılarak yerine yeni bir maymun konur. Yeni maymunun yaptığı ilk işi merdivenlere tırmanmak olur, fakat diğer eski dört maymun yeni maymunu engeller ve döverler. Daha sonra ıslanmış eski maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir. Yeni maymun merdivene yaptığı ilk atakta dayağı da yer. Bu yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven kafese ilk konan yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni maymun ilk atağında diğerleri tarafından cezalandırılır. Kalan iki ıslak maymun hariç diğerlerinin en yeni maymunu neden dövdükleri konusunda bilgileri yoktur, fakat döverler. Son olarak dördüncü ve beşinci ıslak maymun da yenileri ile değiştirilir. Tepede bir hevenk muz olduğu halde artık hiçbir maymun merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir…”
Bazen düşünüyorum da acaba biz ıslanmış maymunlardan mıyız, yoksa diğerlerinden mi?
Yaşamda “Böyle gelmiş böyle gitmektedir” diye düşünmeyelim. “Böyle gelmiş böyle gitmez” diye sorgulayalım.
Anlayışımızın değişmesi gerekiyor. Hiçbir şeyi oluruna bırakmayın. Kontrolü ele alın. Yeteneklerinizi, hayallerinizi, yüreğinizi küstürmeyin. İçinizde bir yerlerde sıkışıp kalmış “Gerçek Siz”i çıkarın ortaya. Onların da bizden istediği bu zaten; yüreğimizdeki, ruhumuzdaki, beynimizdeki yangını söndürmek, bizi kısıtlamak, bizi sınırlamak istiyorlar.
Onların istediği gibi olmamızı istiyorlar bizden. Sıradan, vasat, normal dedikleri insanlardan olalım istiyorlar.
Gelecek sıra dışı insanların eseridir. Bu geçmişte de böyle oldu, gelecekte de böyle olacak.
Yaşamı yaşanabilir kılan şeyler sıra dışı şeylerdir. Sizi o kalıplara sokmalarına izin vermeyin. Direnin. Olağanüstü yaşamın kapılarını aralayın. Sesinizi yükseltin. Bir yangının külünü yeniden yakıp geçin…
Peki ya siz kendiniz olmayı, farklı olmayı, yenilikler yapmayı, yaşamınızı olağandışı kılmayı göze alabiliyor musunuz? Almalısınız…
ZİHİNSEL FİTNESS1. Taklit bir yaşam sürdüğünüzün göstergeleri nelerdir?
2. özgün bir hayat yaşadığınızın göstergeleri nelerdir?
HARCARKEN ÖLÜYORUZ…
Hayatımızı harcamak üstüne kurmuşuz. Sürekli bir şeyler satın alıyor, bir şeyler satın almanın hayalini kuruyoruz.
Harcarken hayatımızı harcıyoruz. Harcayıveriyoruz kendimizi.
Yaşamda ayakta kalma maliyetimizi sürekli yükseltiyoruz farkında olmadan. Maliyet yükseldikçe bedel de yükseliyor. Yaşam standardını artırmak mutlu etmiyor insanı.
Artırmamız gereken standart yaşam kalitemiz olmalı. Yaşam kalitesi de çok kazanıp çok harcayarak elde edilecek bir şey değil. Hayatta ayakta kalma maliyetiniz, yani standardınız ne kadar yüksek olursa ondan kolay vazgeçemezsiniz.
Ve mutluluğu onda aramaya başlarsınız, fakat yetmez. Asla yeterli olmaz. Standardı sürekli yükseltmek zorunda hissedersiniz kendinizi.
Doygunluk noktasına gelince başka arayışlar başlar bu sefer. Paranın, gücün, satın alınabilecek her şeye sahip olmanın aradığınız şeyi getirmediğini görürsünüz.
Bu kadar yüksek maliyetle ayakta kalma ya da hayatta kalma mücadelesi sırasında insanlığımızı yitiriyoruz. İnsani özellikleri kaybolmuş insancıklar oluyoruz.
Kazanıp harcamaya bakıyoruz. Dün bizi mutlu eden bir şey ki bu yeni alıp da ilk kez giydiğimiz bir gömlek, ayakkabı, elbise, etek de olabilir bir araba, ev, takı, CD de ya da gittiğimiz bir bar ve orada içtiklerimiz, dinlediklerimiz de. Ertesi gün tüm bunlar bizi mutlu etmemeye başlıyor.
Mutlulukların tekrar gösterimi reyting getirmiyor. Paraya odaklayarak elde ettiğimiz her şey bir seferlik, bir anlık bizi mutlu kılıyor. Sonrası yeni arayışlar, yeni mutluluk kaynakları, yeni harcamalar.
Ve her seferinde bir öncekinden daha fazlası…
Yalnızlığımızı, sorunlarımızı, bağımlılıklarımızı, korkularımızı, endişelerimizi harcayarak çözmeye çalışıyoruz ya da harcama, zenginlik hayalleri ile. Hiçbir sorunumuzun farkına doğrudan varamıyoruz.
Hayatımız birbirinin aynı tek düze akıp gidiyor avcumuzdan. Bu akıntı içinde de hayatımızdaki hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimize inanmaya başlıyoruz. Bu inanç yavaş yavaş olduğu için buna karşı koyamıyoruz da. O zaman nasıl yaşıyorsak öyle yaşamaya devam etmeye başlıyoruz. Her şeyi olduğu gibi kabul edip, değişime direnmeye başlıyoruz.
Bu noktada da mutsuzluğumuz başlıyor. Mutsuzluğumuzun, huzursuzluğumuzun esas kaynağı bu. Mutsuzluğumuzdan da para kazanıp harcayarak kurtulmaya çalışıyoruz.
Harcama herkese göre değişiyor. Önemli olan hayatı bir şeyler satın alma üstüne kurmamaktır. Harcama üstüne kurulan bir yaşam sizi tatminsiz kılar. Tatminsizlikse insanı mutsuz kılar.
Oysa ruhsal tatmin, huzur satın alınacak şeyler değildir. İçinizden gelir. İnsan olmanın niteliklerini tekrar hatırlar ve yaşama geçirirsek parayı amaç olmaktan çıkarabiliriz.
Başarabiliriz. Paranın hiç mi önemi yok. Para tabi ki önemli. Para ile mutlu olabileceğin bir hayatı yaratabilirsin, olanaklarını artırabilirsin.
Para mutluluğu satın almaz derler. Alır, hem de nasıl alır. Sizi mutlu edecek şeyleri almanıza yarar para. Ancak diğer taraftan da doğrudur bu söz. Ancak bu parasız kalmak için bir gerekçe değildir.
Güç, kariyer, ün, şöhret, servet ancak ve ancak istediğiniz duyguları, mutluluğu sağlıyorsa yaşamın tadını artırabilir. Gerisi boştur, boş…
İnsan parası olmadan da zenginliği yakalayabilir. Zenginlik dediğimiz şey kişiseldir ve ihtiyaçlarınızla, isteklerinizle bağlantılıdır. Zengin olmak için paraya ihtiyacınız yoktur.
Sahip olduğunuz manevi unsurların değerini bilmek de zenginliktir.
Sevenler, dostlar, nefes alabilmek, yürüyebilmek, düşünceleri ifade edebilmek. Sahibi olduğunuz her şey sahip olmayan birine göre bir zenginliktir. Bu açıdan bakınca her şey bir zenginlik olabilir. Eninde sonunda parayla da parasız da ihtiyaç duyduğumuz veya sonuçta elde ettiğimiz şey duygularımızdır.
Mutluluk dediğimiz şey beklediklerinizin ötesine geçmek değil midir? Beklediğinizden fazlasını elde etmeniz sizi mutlu eder. Beklentilerin altında kalmak mutsuz, beklentilerinizi tam olarak yakalamak ise doyum sağlar. Mutlulukları oluşturan şeyler ise küçük küçük mutluklardır.
Beklentilerinizi yükseltmek yaşam standardınızı da yükseltir. Çıtayı yüksekte tutmak ulaşmayı da zorlaştırır. Bu durumda mutsuzluk kapıdadır.
Daha önce yaşamadığınız her basit deneyim önce sizi mutlu eder, sonra yetmez olur. Basit bir giysi bile önce size keyif verirken, modeli ve fiyatı ne olursa olsun ilk aldığınız araba sizi mutlu ederken modeller yükseldikçe, fiyatlar arttıkça o keyif duygusunun artık kalmadığını görürsünüz. Bu nedenledir ki para belirli bir süre sonra sizi mutlu etmez. Mutluluğu başka şeylerde aramaya başlar o döngünün başına gelirsiniz. Yine kendinizle baş başasınızdır. Mutluluğu kendi içinizde aramaya başlarsınız. Mekanlarda, arabalarda, takılarda, giysilerde değil, dostlarda, sevdiklerinizde ararsınız. İşte bu sadece gücün, kariyerin, paranın mutluluk getireceğini varsaymanın doğru olmadığının göstergesidir.
Önce kendiniz dışında mutluluk kapıları ararsınız sonra yine kendinize dönersiniz. Bu dönüşü sağlayan para, kariyer, güç ile elde etmiş olduğunuz yaşanmışlık, tatmin duygusu değil bunların sizi gerçekten mutlu etmeye yetmediğini ve sürekli çıtanın yükseklere çıktığını fakat hala beklediğiniz sonuca ulaşamamış olduğunuzu anlamış olmanızdır. Başka bir şey değildir.
Gün gelir sahip olmak için yanıp tutuşup da sahip olduğunuz her şey size sahip olur. Ancak her şeyinizi kaybettiğiniz ve dibe vurduğunuz zaman hayat yeniden başlar.
Sizi güçsüz kılan sahip olduklarınızı kaybetmeniz sizin özgürlüğünüz olacaktır.
Züğürt Ağa filmini tekrar seyredin beni daha iyi anlayacaksınız.
ZİHİNSEL FİTNESS1. Kendinize bakın bakalım son bir haftada, ayda, yılda gereksiz ne harcamalar yapmışsınız?
2. Ruhsal tatmini harcama yerine nelerde bulabiliriz ve neden bu kadar harcıyoruz?
3. Züğürt Ağa’dan çıkardığınız ders nedir? Yoksa hala seyretmediniz mi?
SİMYACI…
Paulo Coelho “Simyacı”da İspanya’dan yola çıkarak Mısır Piramitlerinin eteklerinde kendi hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago’nun yolculuğunu bize anlatıyordu.
Simyacı “Mutluluğu nasıl bulacağız?” sorusunu cevaplamamız için bizlere öğütler veriyor ve bilip de unuttuğumuz veya görmezden geldiğimiz bir gerçeği bizlere sunuyordu. Mutluluk ve aradığımız birçok şey aslında yanı başımızda. Bize kalan onu görebilmek sadece…
Romanda bir bölümde genç çoban güneşle konuşuyordu.
“…
–Bunun için Simya var, dedi delikanlı. Her insanın kendi hazinesini arayıp bulması ve daha sonra, daha önceki hayatında olduğundan daha yetkin olmayı istemesi için. Kurşun, dünyanın artık kurşuna gereksinimi kalmayıncaya kadar görevini yerine getirecek; o zaman altına dönüşmesi gerekecek.
–Simyacılar bu dönüşümü gerçekleştirmeyi başarıyorlar. Olduğumuzdan daha yetkin bir varlık olmaya çalıştığımız zaman, çevremizdeki her şeyin daha iyi olduğunu gösteriyorlar bize.
–Peki, benim Aşk’ı tanımadığımı niçin söylüyorsun? diye sordu güneş.
–Çünkü Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk, Evrenin Ruhu’nu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun, yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu, onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin Ruhu’nu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşk’ın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman…”
Aşk’ın gücü, yaşamda daha iyi olmamız için bize yol gösterecektir.
Yaşama, insanlara, düşlerimize, hedeflerimize, inancımıza, amaçlarımıza karşı olan aşkımız çok şeyi değiştirecektir.
Gelecekte daha iyi ya da daha kötü olmamız bizim elimizdedir.
Bizi mutsuz kılan unsurlar arasında denge ve uyumu sağlama çabası göstermezsek, huzuru elde etme konusunda şansımız yok demektir. Evren’in ruhu ve kendimizle bir olmak; kendimiz için nelerin doğru olduğunu bilmek ve uygulamak, kendimizi evrendeki düzenle uyumlu hale getirmek ve düzene uymak anlamına gelir.
Biz daha kendimiz için neyin doğru olduğunu tam bilmeden, başkalarına kendi doğru sandıklarımızı dayatıyoruz. Birçoğumuz ne kendimiz, ne de doğal düzen ile uyumlu olarak yaşamayı başaramıyoruz. Ne istediğimiz, neyin doğru olduğunu bilemiyoruz. Doğru sandıklarımız, ya da biliyor sandığımız şeyler ise aslında başkalarının arzu ve istekleri.
Hayatta birçok şey için oturup saatlerce, günlerce, aylarca planlar yapıyoruz. Kendimiz dışında herkesi, her şeyi ciddiye alıyor, dinliyor, tanımaya çalışıyor, çözüm bulmaya uğraşıyoruz. Kendimize de biraz zaman ayırmayı başarsak, günde bir kez sessiz bir köşede içimizden gelen sesi dinlemeye çalışsak, bundan vazgeçmesek, sürekli yinelesek, bir alışkanlık haline getirsek uyumu yakalayabilir miyiz? Bunu yapabilirsek bebek adımları ile yaşamda yeni bir yolda ilerlemeye başladığımızı da görebiliriz.
Bence denemeye değer.
ZİHİNSEL FİTNESS1. Eskiden doğru olduğuna inandığınız ancak bugün size doğru gelmeyen inanç ve düşünceleriniz neler?
HAYAT DENİLEN HAPİSHANE…
Hepimiz hayat dediğimiz hapishanenin içinde kendi ateş çemberimizin kıskacında yaşıyoruz akrepler gibi. Hani akrep etrafındaki ateş çemberini geçemez ve sonunda kendi kendini sokarmış ya işte tam akrep misali hayatımız.
Hepimiz bu çemberin içinde kıvranıp duruyoruz. İşin şaşırtıcı yanı bu ateş çemberini yapan da biziz. Gittikçe daralan çemberin sıkıcı, ruhumuzu yıkıcı, her günü birbirine benzeyen kopya hayatlarından kaçmak istemeyen kaç kişi var aramızda? Her yaşadığımız gün bir öncekinin aynı değil mi sanki? Neredeyse neler olacağını bile saniye saniye bildiğimiz bir yaşam…
Bu sakin, bilinen hayattan dolu dolu bir hayata kaçımız kaçmak istemiyoruz ki? Peki alıkoyan nedir bizi bunu yapmaktan?
Kulağıma Candan Erçetin’in “Arada Bir” şarkısı geliverdi birden.
“Arada bir bir yanımKaçsam diyor uzağaKatsam diyor önümeCanımı yorganımıArada bir bir yanımDüşsem diyor tuzağaGeçsem dünyanın derdiniVarsam cennetime diyorAma o öbür yanım var ya öbür yanımAmman öbür yanım korkak diğer yarımKurtulmak kolay mı kendindenSıyrılmak kolay mı derdindenArda bir bir yanımYıksam diyor şu dağıGörsem diyor ardınıYarimi yarınımıArada bir bir yanımKüstüm diyor o yanaSenden dost olur muKorkarsan kaybettin diyor”İşte diğer yarımız bizi alıkoyan. Düşlerimizde gitmek istediğimiz yer, yaşamak istediğimiz hayat puslu bir görüntüdür çoğu zaman. Bir hayaldir asla gerçekleşeceğine inanmadığımız. Hüznümüzün nedeni biziz aslında. Olması gerekenlerle, olmasını istediklerimiz arasına sıkışıp, ezilen insanlarız.
Normal denilen yaşamın olması lazım gelenlerine karşılık, içimizdeki ateş ve içimizden fışkıranlar. Kendimizden sıyrılamamanın sıkıntısı, gerginliği yer bitirir bizi.
Görünen yüzlerimizin altında görünmeyen yüzler taşıyoruz. Hayatımızı kendimize yarı kapalı hapishane haline getiriyoruz. Yüzümüzü parmaklıklara dayamış şekilde sürünerek yaşıyor, kendimizden korkuyoruz, diğer yarımızdan değil.
Sadece arada bir bir perdeyi aralıyor ve dalıyoruz hayallere, asla gerçek olabileceğine inanmadan.
ZİHİNSEL FİTNESS1. Hayatı size hapishane yapan şeyleri düşünün, neler bunlar?
2. Bu hapishaneden kurtulmak için bir planınız var mı?
3. Yoksa plan yapmak için neden bekliyorsunuz?
MUTLULUĞUN SIRRI…
Yine Simyacı’dayız. Mutluluğu aramaya çıkan çoban Santiago’nun yolculuğunun bir bölümünde bir öykü anlatır yazar, “Mutluluğun Gizi”.
“Bir tüccar Mutluluğun Gizi’ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen kahramanımız girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırası gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.