Читать книгу Kadın Avcısı (M. Turhan Tan) онлайн бесплатно на Bookz (5-ая страница книги)
bannerbanner
Kadın Avcısı
Kadın Avcısı
Оценить:
Kadın Avcısı

5

Полная версия:

Kadın Avcısı

Halı tacirinin üst üste gönderdiği mektuplar, işte bu hevesini tazelemişti. Mektupların yazılışına göre, tacir beyin kime hitap ettiğinden haberi olmadığı muhakkaktı. Bu meçhul erkek, sürtük bir kadına değil, bir aile kızına söz söyler gibi lisan kullanıyordu. Kendisinin asıl ismini, ara sıra uğrayageldiği baba yadigârı evini de öğrenerek -Hacer Hanım’a hitaben- nameler yollayıp duruyordu. Bir tacir için orta malı bir kadını, ilk tesadüf ettiği meyhaneden veya kaldırımdan yakalayıp götürmekten kolay bir iş olmayacağına nazaran, mektup sahibi, Kızgın Melahat’i tanımıyor demekti.

Bu düşünceler üzerine Sümüklü Hacer, kuvvetli bir kaprise kapıldı. Kendisine taaşşuk etmiş görünen adama bir oyun oynamayı ve onunla evlenmeyi tasarladı. Emeline muvaffak olduğu takdirde arkadaşlarına da bir sürpriz yapmış olacaktı. Şöhretli ve kirli bir alüffe mevkisinden zengin bir halı taciri karısı mevkisine atlamak, büyük bir muvaffakiyetti ve meslektaşlarının hepsini ayrı ayrı hasetten kudurtacak bir zaferdi.

Bu sebeple, bol rakı içip zihnini canlandıra canlandıra bir iki gece düşündükten sonra cevabını yazdı; “evine mektup gönderilmesinin haysiyetine leke getireceğinden” tutturarak uzun boylu namusluluk tasladı ve “Namuslu bir kıza aşk değil, izdivaç takdim olunur!” diye bir çırpıda bir de evlenme teklifinde bulundu.

Hacer, vesikalı bir kahpenin mahiyetini anlamayacak ve ona gönül verecek kadar kısa görüşlü ve kısa düşünüşlü olan bir erkeğin pek kolaylıkla tuzağa düşeceğini umuyordu. Bu maksadı temin için biraz masum görünmeyi, temiz bir kız rolü oynamayı kâfi buluyordu. Şu kadar ki fahişeler için namuskâr kadın vaziyeti takınmak ağırdır. İğreti namus bile namussuzları sıkar! Sümüklü Hacer de hayli rahatsız olacağını takdir ediyordu. Fakat meseleyi çabuk yürüterek bu sıkıntıdan bir ayak evvel kurtulacağını umuyordu. Halı tacirini görüp yola getirdikten, nikâh ve zifaf işini bitirdikten sonra arkadaşlarını maceradan haberdar etmeyi ise katiyyen kararlaştırmıştı.

Artık sükûn ve ümit içinde günleri hesaplıyordu. Mektubuna alelacele cevap verileceğine emin olduğu için fazla beklemeye lüzum görmüyordu. Bu sebeple, cevabını gönderdikten iki gün sonra adres gösterdiği posta şubesine uğradı. Yol boyunca ve bilhassa posta şubesi civarında etrafını tetkik etmekten geri kalmadı. Âşık beyin oralarda dolaşması, sevdavî bir gözlemde bulunması ihtimalini göz önünde bulunduruyordu.

Posta şubesinde tek bir memurdan başka kimse yoktu, o da para saymakla meşguldü. Sürtük kadın, kıvrak bir sesle memur efendiyi paralardan ayırdı:

“Nermin ismine bir mektup bekliyorum. Postrestandır, var mı efendim?”

Memur efendi, yorgun başını arka taraftaki kafesimsi rafa çevirdi, bir hücreden elli altmış mektup aldı, sessizce gözden geçirmeye başladı, sekizinci zarf, Nermin ismini taşıyordu. Memur efendi o zarfı ayırdı.

“Varmış, Melahat Hanım.” dedi. “İsminizi değiştirmişsiniz ama sesinizi muhafaza etmişsiniz.”

Hacer dudaklarından ayırmadığı boyalı tebessümü biraz genişletti:

“Demek ki beni tanıyorsunuz.”

“Ben, Divanyolu, Sirkeci, Eminönü yoluyla evime giderim.”

“Bu söz neyi ifade eder?”

“Her akşam size tesadüf ettiğimi!”

“İsmimi de kaldırımlarda mı okudunuz?”

“Hayır arkanızdaki fısıltılardan ve sizi oyalayanların hikâyelerinden öğrendim.”

“Bu kadar şöhretli olduğumu bilmiyordum. Âdeta koltuklarım kabardı.”

Memur efendi eğlenerek gülümsedi:

“Henüz…” dedi. “Şöhretiniz tam değil, hele iki, üç zabıta vakası ihdas ediniz. Bir delikanlıyı kandırıp felakete sürükleyiniz, arkasından siz de tentürdiyot filan içip bir aşk fedaisi rolü oynayınız. Bu suretle gazetelerin birinci sayfasına resimleriniz konsun, maceralarınız yazılsın. İşte o zaman, en meşhur kadınlar sırasına girersiniz.”

“Aman, Allah esirgesin. Öyle hayırsız şöhretleri istemem!”

“İstersiniz küçük hanım, istersiniz. Melahat Hanım otomobile binerken, Melahat Hanım ifade verirken, Melahat Hanım paltosunu çıkarırken, Melahat Hanım muhabirlerle tokalaşırken gibi radyum kâşifine, Flammarion’un karısına, Monako Prensi’ne bile layık görülmeyen itinalarla resimlerinizin gazetelere konulmasını istemez misiniz?”

“İstemem memur bey, istemem. Ben alçak gönüllü bir kadınım.”

“Ben kibirlisiniz demedim. Alçak gönüllü olduğunuz yaşayışınızdan belli!”

“Herhâlde şakacı bir beysiniz, tanıştığımıza memnun oldum.”

Memur efendi, bu memnuniyete mukabele etmek zahmetini göstermedi. Önündeki zarfları tekrar toplayıp yerlerine koymaya hazırlandı. O sırada diğer bir zarfın da Nermin ismine yazılı olduğu gözüne çarptı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Nevadir: Az olanlar, nadirler. (e.n.)

2

Nedret: Az bulunan. (e.n.)

3

İstiğrak: Kendinden geçercesine sessiz bir coşkuya dalma. (e.n.)

4

Mütereddi: Soysuzlaşmış, alçalmış. (e.n.)

5

Mütecanis: Bir cinsten olan, diğerleriyle aynı cinsten olan, bağdaşık. (e.n.)

6

İlm-i sima: Yüz okuma ilmi. (e.n.)

7

Mebhas ül-kıhıf: Kafatası ilmi. (e.n.)

8

İstiap: İçine alma, sığdırma. (e.n.)

9

İstidlal etmek: Kanıtlara dayanarak bir sonuca varmak. (e.n.)

10

Bihakkın: Hakkıyla. (e.n.)

11

Anha minha: Aşağı yukarı, yaklaşık olarak. (e.n.)

12

İstuvar: History, tarih. (e.n.)

13

Tehevvür: Çok kızma, öfkelenme, köpürme. (e.n.)

14

Tevehhüm: Kuruntuya düşme. (e.n.)

15

Lema: Parıltı, ışıltı, parlamak, şimşek gibi çakmak. (e.n.)

16

Mütenasip: Orantılı, oranlı, uygun. (e.n.)

17

Talakat: Kolayca düzgün söz söyleme durumu. (e.n.)

18

Hacm-i istiabî: Bir şeyin içine alabildiği miktar. (e.n.)

19

Kisbi: Sonradan edinilen. (e.n.)

20

Behemehâl: Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka. (e.n.)

21

İstizah: Herhangi bir konuda açıklayıcı bilgi isteme, bir sorunun açıklanmasını isteme. (e.n.)

22

Ispazmoz: “Aşırı titreme, kasılma.”

23

Biihtiyar: Elinde olmadan. (e.n.)

24

Tahakkuk etmek: Gerçekleşmek. (e.n.)

25

Muhavere: İki kişi arasında karşılıklı olarak yapılan konuşma. (e.n.)

26

Deruhte etmek: Üstlenmek. (e.n.)

27

Taaşşuk: Âşık olmak. (e.n.)

28

Kariha: Düşünme gücü. (e.n.)

29

Ahlat-ı erbaa: İnsan vücudunda varlığı kabul edilen dört unsur. (e.n.)

30

Bikayt: Kayıtsız, şartsız. (e.n.)

31

Cabelsa: Malum olduğu üzere ruh ile rüya arasında öteden beri bir münasebe tasavvur veya tevehhüm olunur. O sebeple rüyayı tarif ederken: “Ruhun bir müddet bedeni terke dip seyahata çıkmasıdır!” derler. Bu akide, bilhassa şarkta taammüm etmiştir. Bir çok mütefekkirler, rüyayı o şekilde tarif ediyorlar ve: ruhun bedeni muvakkaten bırakıp Cabelsa ve Cabelka hıttalarında dolaştığını ve bu dolaşma sırasındaki müşahedelerin rüyayı teşkil ettiğini söylüyorlar. Erzurum’lu meşhur İbrahim Hakkı’nın Şark âleminde pek maruf olan Marifetnamesinde bu bahse müteallik hayli tafsilât ve izahat vardır. (y.n.)

32

Bi-n-nefs: Kendi kendisi. (e.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...345
bannerbanner