Полная версия:
Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı-
41
Cevdet Tarihi’nin 11’inci cildine ilave olunan vesikalar arasında bu hadiseyi tenvir eden iki tezkere sureti vardır. Nişancı Hâlet Efendi’den Berberbaşı Ali Ağa’ya yazılan birinci tezkerede şöyle deniliyor:
“Çırağan önünden güzel sada ile geçerken çağırılarak kendisine birkaç beste şarkı okutulan Gülhane hademesinden Hüseyin nam kimsenin Enderunu Hümayun ağaları zümresine ithal ve seferli koğuşuna çırağ buyurulması yeniçeriler tarafından duyulmakla böyle bir adamın Enderun’a alınmasına Sultan Süleyman kanununun müsait olmadığı beyanile bir fesat tohumu çıkarılmak istenildiği anlaşıldı. Aman efendim. Şu fesadın def’i için ne yapılmak lazım ise yapılması.”
Berber Ali Ağa da şu cevabı veriyor:
“Tezkerenizin vürudundan önce Serçukadar Ömer Ağa işin bu şekil alacağını kavrayarak şevketlu efendimizin huzuruna çıkmışlar ve barit muamelelerle meseleyi açıp ve padişaha yakışacak kelamlar bulup kendilerini kandırdıkta: ‘Benim pederim. Sen ne veçhile münasip görürsen sana izin verdim, öyle yap.’ buyurulduğundan sezilen fesadın önü kestirilmek için mezkûr Hüseyin’in yüz kuruş maaş ile yatağını verip saraydan çıkarmış olduğu malumunuz olmak üzere…”
Not: Bu vesikalar uzundur: Tahammül olunamayacak kaba bir üslupla yazılmıştır. Biz telhis ettik. (y.n.)
42
Bu nişan taşıma merasimini Vakanüvis Esat Efendi Üssü Zafer adlı eserinde müstehzi bir lisanla hikâye eder. Daha fazla tafsilat almak isteyenlere o kitabı okumalarını tavsiye ederim. (y.n.)
43
Hikâyemizin cereyan ettiği tarihlerde Bahçekapısı’ndaki bekâr odalarına “melek girmez” derlerdi. Bu odalar yeniçerilerden otuz bir cemaatin idaresi altındaydı. Bu cemaat mensubu olan külhaniler, yakaladıkları kadınları “melek girmez” mıntıkasına aşırırlar ve akla sığmaz edepsizlikler yaparlardı. Şanizade tarihinde okunduğuna göre, büyük bir taun hastalığından istifade olunarak yerine şimdiki Hidayet Camisi yapılmak üzere bu odalar yıktırıldığı vakit birçok kadın ölüleri bulunmuştu. Nitekim Üsküdar’daki bekâr odaları kaldırılırken de piçlendirilmiş kadınların kullandıkları sayısız beşiklere tesadüf olunmuştu!.. (y.n.)
44
Tüysüz, bıyıksız yeniçerilere civelek derlerdi ki, aşağı yukarı yaver demektir. Bunlar külahlarının üstüne çaprazvari sarık sararlardı, arkalarına kırmızı salta, bacaklarına mavi şalvar, ayaklarına kırmızı yemeni giyerlerdi. Bellerine madenî kemer bağlarlardı. Civelekler ocak mutfağında çalıştırılır ve sokağa çıkışlarında -taarruza uğramamak için-yüzlerine peçe örterlerdi. Ocağın tefessüh devresinde kabadayı ağaların her biri, üç beş civelek istihdam etmeye başlamıştı. (y.n.)
45
Bektaşiler kurban kesmeye tığlamak derlerdi. (y.n.)
46
Yeniçeriliğe intisap edenlere sofa tezkeresi adı verilen bir vesika verilirdi. Bektaşi tarikatına girmek için yapılan ilk ayine de ikrar vermek denilirdi. İleride bu merasimi de anlatacağız. (y.n.)
47
Mescud: Secde edilmiş. Kendisine secde edilmiş olan. (e.n.)
48
Bektaşiliğe hurufilik de derin surette karışmıştır. Aşkname, Hakikatname, Mahşername, Hidayetname gibi hurufiliğe ait kitaplarda tekâmül etmemiş vicdanları kaba bir anthropomorphisme’e sürükleyen bu gibi telkinler çoktur. (y.n.)
49
Yeniçerilerin padişahları mühimsemediklerini belirten ilk hadise olmak itibarıyla kısaca anlatalım: İkinci Selim tahta çıktığı vakit ocaklıya bahşiş vermekte tereddüt göstermişti. Babasının cenazesiyle beraber Belgrad’dan İstanbul’a gelip de şehre girince yeniçeriler saflarını sıklaştırarak, onun yürümesine engel olmuşlardı. Beyazıt Meydanı’nda vezirlerden Pertev Paşa ileri geçerek, safları yürütmek ve zemheri soğuğu altında sıkıntıdan terleyip duran padişaha yol açmak istedi. Yeniçeriler “Bre mastibacak fitne. Biz senin kölen miyiz!” diye bağırdılar ve bir harbi darbesiyle onu attan düşürdüler, biraz sonra boy gösterip “Yoldaşlar, ayıptır!” demek isteyen Kaptan Piyale Paşa’yı da “Yıkıl be züğürt gemici!” diye attan yıktılar, bir hamam külhanına sığınmak zorunda bıraktılar. Nihayet Sultan Selim, aczini anladı, yeniçerilerin dileklerini yerine getirdi. (y.n.)
50
Genç Osman, isyan başlayınca, ağa kapısına iltica etmişti. Yeniçeriler, ağayı parçalayarak, kendisini oradan aldılar, adi bir beygire bindirdiler. İlkin kışlalarına, sonra Yedikule’ye götürdüler. Sırtında sade bir entari vardı. Başı açıktı. Yolda “Canım Osman Çelebi. Meyhane basıp yeniçeri yakalamak, onları denize atmak hoş muydu?” diye kendisiyle eğleniyorlardı. Bu arada Altıncıoğlu denilen biri de “Ne yumuşak etin var!” sözüyle baldırlarını sıkmıştı. (y.n.)
51
Sadrazam Hafız Paşa’nın ve on yedi saray adamının idamını isteyerek kazan kaldıran ocaklılar, o sırada henüz pek genç olan Dördüncü Murat’ı ayak divanına çıkarmışlar ve etrafını sararak “Ya istediklerimizi verirsin yoksa iş başkalaşır!” dedikleri gibi bir aralık yumruklarını sıkarak üzerine de hücum etmişlerdi. (y.n.)
52
Meş’ur: Şuurlu. Kendini bilen. (e.n.)
53
Beliye: Felaket, keder, tasa. (e.n.)
54
Astar, ocaklı kavuklarından birinin adıdır. Buna “nefer kalafatı” denir ve astar adı da verilmesinin sebebi kavuğun üstüne açık kahverenginde bir astar sarılmasıdır. Bu astar, toplu iğnelerle kavuğa tutturulurdu. (y.n.)
55
Suriş: Karışıklık, kargaşalık.(e.n.)
56
Teşviş etmek: Karıştırmak, karmakarışık etmek, bulandırma. (e.n.)
57
Taaffün: Kokuşma. (e.n.)
58
İkinci Mahmut’un tahta çıkışı, malum olduğu üzere, tesadüfidir. Alemdar Mustafa Paşa, tahttan indirilmiş olan Üçüncü Selim’i gene padişah yapmak istiyordu ve bu maksatla saraya girmişti. O sırada tahtı işgal eden Dördüncü Mustafa, mahpus tutulan Selim’i öldürttü. Veliaht Mahmut’u da öldürtecekti. Muvaffak olamadı ve Mahmut, Alemdar’ın emriyle tahta çıktı. Pek az bir zaman sonra yeniçeriler Alemdar’ı intihara mecbur edip de saraya saldırınca Mahmut, bir dolaba saklanmış olan kardeşi Mustafa’yı yakalattı, anasının gözü önünde yorgan ipiyle boğdurttu. Yoksa yeniçeriler onu atıp yerine gene Mustafa’yı çıkaracaklardı. (y.n.)
59
Beht: Şaşkınlık. (e.n.)
60
Rükudet: Durgunluk, durulma. (e.n.)
61
Kavsikuzah: Gökkuşağı. (e.n.)
62
Ayin-i cem, Bektaşi tarikatında olanların -kaçsız, göçsüz- yaptıkları içkili, danslı toplantılara denilirdi. Bu ayin için en çok kış geceleri seçilirdi. Ayinden önce “gözcü” adı verilen canlar paçaları sıvarlar, mıntıkalarını tarassut altında bulundururlardı. Gece olunca köy, oba veya mahalle halkı, yani ikrarı alınmış Bektaşiler toplantı yerine giderlerdi. Ayine erkekle kadın müsavi haklarla girerlerdi. Yani üstünlük ve ayrılık gayrılık yoktu. Baba, yüksekçe bir mindere oturmuş bulunduğu hâlde cemaati beklerdi. Onun oturuşu da muayyen bir şekilde olurdu. Yani ellerini dizlerine dayar, koltuklarını açardı.
Ayin yerine girecek olanlar kapının önünde dururlar, boyun keserlerdi ve baba destur ettikten sonra içeri girerek babanın avucunun içini öperler, geri geri çekilirler ve gene onun desturuyla oturabilirlerdi.
Ayinlerde “yasacı” denilen bir adam bulunurdu. Onun vazifesi sakileri, raksa ve semaya çıkacak olanları ayırmak, taşkınlık edenleri terbiyeye davet etmek, yüksek sesle konuşanları susturmaktı. Kadınlar ancak babanın ve yasacının emriyle sakilik yapıp semaya kalkabilirlerdi. Sakiler ilkin dem tablasının kenarına ellerini koyup boyun keserlerdi, sonra dönüp herkese dem sunarlardı.
Ayin-i cemlerin sonunda yemek yiyenler, gülbanka çekilirdi. Evlenmeyen erkeklerin ve kadınların ayinlere girmeleri caiz değildi. (e.n.)
63
Dem tablası: İçine içki veya şerbet bardaklarının konduğu, derinliksiz düz kap. (e.n.)
64
Beyhuş: Aklı başından gitmiş. (e.n.)
65
Sakaf: Çatı, dam. (e.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов