Читать книгу Cinci Hoca (M. Turhan Tan) онлайн бесплатно на Bookz (7-ая страница книги)
bannerbanner
Cinci Hoca
Cinci Hoca
Оценить:
Cinci Hoca

5

Полная версия:

Cinci Hoca

“Voyvoda Kızı’nın anası Mehlikayi Efsuni’nin sarayında otuz yıl masalcıbaşılık yapmıştır. Kızı da anasından binlerce masal bellemiştir, haspa dillidir, ferasetlidir, kaş göz sahibidir. Sözü kadar yüzü de güzeldir. Şahişahan kendisini birkaç kere davet etti, bir yolunu bulup gitmedi.”

Düzenci Molla Hüseyin, padişahı oyalamak için saz âlemlerini de nizam altına aldı. Dürretüttac Hazretleri’nin sarayında böyle, Nurülkamer’in sarayında böyle yapılıyor diyerek her gece iki saat saz çalınmasını ve padişahın fasıl yapılırken mutlaka hazır bulunmasını kabul ettirdi. Köçekler, cüceler, soytarılar nöbetle bu saz âleminde vazife alacaklar, hüner göstereceklerdi.

Molla Hüseyin, avrat pazarını teşkilata bağlamayı da ihmal etmedi. Kısa kısa dualarla, mini mini muskalarla kendisine sık sık tatlı rüyalar gördürdüğü Kösem Sultan’la anlaşarak pazarı darmadağınıklıktan kurtardı. Kadınlık vaziyetleri padişahla aşk oyunu yapmaya müsait olmayan, fakat dilbazlıklarıyla, zekâlarıyla, düzenbazlıklarıyla halayıklar üzerinde nüfuz yürütecekleri hissedilen Hubyar Kadın’ı başkâhya yaptırdı. Şekerpare, Şekerbulu, Saçbağı isminde üç kadını müşavir sıfatıyla onun emri altına verdi. Bu komisyon, hiç sezdirmeden padişahın halayıklarla temasını kontrol edecek, cümbüşte ifrata gidildiğini görür görmez valide sultana haber verecek, o da Cinci Hoca’yla görüşüp oğlunun cinlerin eline düşmemesini temin ettirecekti.

Plan bu kadarla kalmıyordu. Padişahı devlet işleriyle alakalandırmayı da hedef tutuyordu. Zeki Safranbolulu bu ciheti düşünürken Deli İbrahim’e yine cin padişahlarından örnekler göstermiş ve şu biçimde tavsiyeler yapmıştı:

“İnsanlar gibi cinler de yetmiş iki buçuk millete ayrılmıştır. Her milletin bir padişahı vardır. Bunların hepsi silahtar adı ile birer gözde kullanır. Çünkü silah, kudretin timsalidir. Rahmetli kardeşiniz de nereden öğrendiyse cin padişahlarını taklit etti, o biçimde bir silahtar kullandı, âleme şan verdi. Hâlbuki sizin henüz muteber bir silahtarınız yok. Cin hanlarından, hakanlarından niçin aşağı görünesiniz. Hemen bir münasip kulunuzu silahtar yapın, tantananızı yükseltin.”

Şahişahanlardan, Mehlikayi Efsunilerden, Nurülkamerlerden, Dürrettaclardan ve hele kardeşi Sultan Murat’tan geri kalmayı kendine yakıştıramayan Deli İbrahim, saltanat kudretinin timsali denilen silahtarlığı hangi bir gözdeye vereceğini kestiremediğinden sordu:

“Bu işin ehli kim ola, ne dersin?”

“Cenabınıza malumdur ki göz kamaştıracak silahtar boylu boslu, son derece yakışıklı ve güçlü kuvvetli olur. Erkek gözdelerin de sıfatları budur.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Muadele: Anlaşılmaz iş. Muamma.(e.n.)

2

Dek etmek: Olmayan bir şeyi uydurup olmuş gibi konuşmak. (e.n.)

3

Hamyaze: Kötü hareket, fena iş. (e.n.)

4

Mekr-ü al etmek: Hile kurmak, aldatmak (e.n.)

5

Kösem’in ammisi dediği Birinci Mustafa’dır ki tam manasıyla zırdeliydi. Fakat onu rahmani meczup ve veli sayanlar da vardı. (y.n.)

6

Tebadül: Değişim (e.n.)

7

Cıl veye cil malum olduğu üzere düşmanlık, yiyicilik, yerine göre de alışkınlık, yakınlık ve sebebiyet ifade eden bir edat olup isimlere eklenir: Adamcıl, tavşancıl, ölümcül kelimelerinde olduğu gibi. Biz kadıncıl kelimesini kullanmakla kadına yakın, alışkın ve düşkün manasını ifade etmek istedik. (y.n.)

8

Riyazi: Matematiksel. (e.n.)

9

Hurde: Pek ince ve küçük. (e.n.)

10

Kâm almak: Bir şeyden olabildiğince zevk almak, keyfini çıkarmak. (e.n.)

11

İpliğini boyamak: Hile hazırlamak (e.n.)

12

Say: Çalışma, çalışıp çabalama. Gayret sarf etme. (e.n.)

13

Dâhiye: Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi. (e.n.)

14

Germi vermek: Ateşlendirmek, hızlandırmak. (e.n.)

15

İstikbal etmek: Karşılamak. (e.n.)

16

Tezyif etmek: Aşağısamak, küçüksemek, alay etmek, eğlenmek. (e.n.)

17

Tehzil etmek: Alaya almak. (e.n.)

18

Emirgân. (y.n.)

19

Köftehor, Fatih’in kanunnamesinde şuna buna kadın götüren sefil adam mevkisinde kullanılmıştır. (y.n.)

20

Tenezzüh: Gezinti. (e.n.)

21

Tecellüt: Tekellüfle celadet göstermek. Kendini şecaatli ve cesaretli göstermeğe çalışmak. (e.n.)

22

Fürce: Methal, girecek yer, boşluk, açıklık, çatlaklık. (e.n.)

23

Evliya Çelebi bu köçekleri şöyle tarif eder: “İbrahim Han’ın malumuydu. Süğlünşah, Mahmutşah, Nazlı Yusuf gibi meypare hayvanlar diba, zerbaf ve zerdûz, çarkubab etekliklerle meydan-ı muhabbette tavusu bağı İrem gibi reftar ettiklerinde âdem dembeste olup ol dem meftun olur.” (y.n.)

24

İbram: Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek. (e.n.)

25

“Davul, zuma ve çengi şeştar sedası Ayasofya minaresinde müezzinlere ezan yanıltırdı.” (y.n.)

26

Hammer, Osmanlı müverrihlerinden Kâtip Çelebi’nin, Kara Çelebizade’nin, Nasuh Paşa oğlunun, Naima’nın Sultan İbrahim hakkındaki ifadelerini çok güzel bir şekilde icmal ederek şu satırları yazıyor: “Boyuna tazelenen arzuları her an yeni bir zevk aramakta alan padişah, muhayyilesinin icat ettiği ve saltanat kudretinin istihsaline müsait olduğu her türlü sefahate gark olup gitmekteydi. Kadınların tesiri kuvvet buldukça kendi kuvveti zâf buldu. Yirmi dört yaşına gelmiş olan hararetli ve bünyesi kuvvetli delikanlı birçok kadına malik olunca itidal bilmeyen arzularına sonsuz bir inkişaf verdi. O hâlde ki fıraşını yirmi dört saat içinde -birbiri ardınca- yirmi dört cariyenin ziyaret ettiği vakiydi.” (Ellinci Kitap)

Naima da şöyle diyor: “Zümrei nisvan furce bulup uzun mahpes ıstırabı çeken ve henüz o ıstıraptan kurtulan sadedil şehriyarı şivekârlıkla şikâfı amikul ka’rı heva vü lezzete düşürüp zendostluk fenninin garib meselelerini talim ettiler.” (C. 4, s. 236)

27

Düğün, gürültü, kavga, şamata. (y.n.)

28

Taabbüt: İbadet etmek. Kulluk etmek. (e.n.)

29

Fodla: Genellikle imarethanelerde yoksullara dağıtılan, kepekli undan yapılmış, pideye benzer bir tür ekmek. (e.n.)

30

Emsile Arapça fiillerin nasıl tasrif olunduğuna numune verilmek üzere, fakat tek bir fiilin tasrif cetveli olarak yazılmış bir risaledir. Bu risaleden sonra “bina”ya geçilir ve Arapça gramerde ileri gidilmiş olur. (y.n.)

31

İntizar: Birinin gelmesini, bir şeyin olmasını bekleme, gözleme. (e.n.)

32

Kulluk: Kamu düzenini korumakla görevli daire, karakol. (e.n.)

33

Tevcihat: Atama. (e.n.)

34

Ümniyye: Umut, niyet. (e.n.)

35

Naima, Cinci Hoca’nın hayatında bir dönüm noktası teşkil eden bu hadiseyi şu şekilde anlatır:

“Cinci Hüseyin Efendi talib-i ilim kıyafetinde İstanbul’a gelip Haşan Efendi oğlu Şeyh Mehmet Çelebi’ye dânişmend oldu. Çelebi Süleymaniye Medresesi’nden İzmir kazasına çıktıkta fakir Molla Hüseyin’i istihkar edip mülâzim etmediğinden maada İzmir’e bile götürmeyip İstanbul’da bıraktı. Fakir ağlayıp efendisinin bazı ihvan ve ehibbasından istişfa ettikte anlar dahi ‘Şu biçareye yazıktır. Bu kadar zaman dânişmendiniz oldu. Bile götürün.’ deyu rica ettiklerinde ‘Behey efendi bizim ırzımız vardır. Avrat ve oğlana efsun okuyan bir sehharı nabekârı bile götürüp mansıbımızda bednam mı olalım.’ deyu reddeyledikte biçare Cinci mükedder, nâlân ve giryan kaldı.” (C. 4, s. 35)

36

Naima, bir münasebetle Cinci Hoca’dan bahsederken “Kaviyyülbünye ne garip bir Türk’tü.” diyor. (C. 4, s. 334)

37

Ufunet: Pis koku. (e.n.)

38

Massetmek: Emmek, içine çekmek. (e.n.)

39

Atâ: Bağışlama. (e.n.)

40

İsticvap: Sorguya çekme, sorgu. (e.n.)

41

Sihri tarife çalışanların ifadeleri şöyle telhis olunabilir: Sihir, göklerin ve yıldızların vaziyetiyle bunlardan her birinin insanlarla, hayvanlarla, otlarla, madenlerle alakalarını göz önünde tutarak akla sığmaz, anlaşılmaz birtakım suretlerle o alakalardan birtakım hükümler çıkarmaktır. Hintliler sihir için “nefsin tasfiyesi çaresi”dir, dediler. “Miratül Meanî fi İdrakülâlemülinsanî” adını taşıyan bu eser, bu akideyi izah maksadıyla yazılmıştır. Nabatiler, muayyen ve erbabınca münasip zamanlarda müessir dua ve efsunlarla sihir yürütebilir diyorlardı. Kuru ağacı yeşermiş göstermek, sakin ve berrak havada şimşekler belirtmek, cinlerle söyleşmek gibi şeyler onlarca mümkün olup Sihrünnabt adlı kitap bu kanaate göre kaleme alınmıştır. Eflakin ve yıldızların teshirini ve bu sayede gaipten haber vermeyi kabil gören zümre de Kitabı Taymavüs ve Gayetülhakîm gibi kitaplarda bir sürü kaideler tespit etmişlerdir. Kitabül Cümhüre de o ayarda bir kitaptır. (y.n.)

42

Zenebüddeccac, tavuk kuyruğu demekse de bir yıldızın da adıdır. Cinci Hoca şuradan buradan kapıp bellemek suretiyle bu gibi lügatleri, ıstılahları gelişigüzel kullanıyordu. (y.n.)

43

Teşyi etmek: Yolcu etmek, geçirmek, uğurlamak. (e.n.)

44

Hazakat: (hekimlikte) El uzluğu, ustalık, bilgililik. (e.n.)

45

“Sonsuz iftiralar yüzünden bütün bünyesi müteessir oldu, zaafa uğradı, derin bir hüzne kapıldı, çeşit çeşit ızdıraplar çekmeye başladı. Bu vaziyette reyine müracaat olunan hekimbaşı Hamalzade Mehmet Efendi, kendisine itidalden ve istirahatten başka bir ilaç tavsiye etmediği cihetle nazardan düştü, Büyükada’ya sürüldü. Yeri -şüphe yok ki nabzına göre şerbet vermeyi daha iyi bilen- İsa Efendi’ye verildi.” (Hammer, 49. Kitap)

46

Tevsik: Vesikalandırmak. Vesikalamak. Sağlamlaştırmak. (e.n.)

47

Hamel burcu: Koç burcu. (e.n.)

48

Sevr burcu: Boğa burcu (e.n.)

49

Cevza burcu: İkizler burcu (e.n.)

50

Cinler ve şeytanlar üzerine -tesdit ve tağlizle- hüküm yürütmek ilmi ki Azayim adını taşır, bu gibi formüllerden terekküp ederdi. Verdiğimiz numune o ilme göre tertip olunan azimetlerden bir parçadır. Hintçe, İbranice ve Arapça kelimelerle uydurulmuştur. O ilme inananlar bu azimeti saraya tutulanlar için kullanırlardı. Başına bir besmele koyup yazdıktan sonra mavi muşambaya sararlar ve en üstüne de yeşil bez sarıp hastanın boynuna asarlardı. (y.n.)

51

Çördük, sinirleri tembih eden, kuvvetlendiren güzel kokulu bir ottur. Eski pharma- cologie’de tonique bir madde olarak kullanılırdı. (y.n.)

52

Tesanüt: Dayanışma, omuzdaşlık. (e.n.)

53

Matuh: Bunamış, bunak. (e.n.)

54

Firaş: Döşek, yatak, yere serilen şey, minder, şilte. (e.n.)

55

Meks: Durma, eğlenme, bekleme. (e.n.)

56

“Tarihî Simalar”, Ahmet Refik, s. 16.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...567
bannerbanner