
Полная версия:
Yetişkin Olmak
İyi haber şu ki, öğreneceğiniz araçlar ve becerilerle davranışınızın altında yatan sisteme girmeye, duygusal alışkanlıklarınızı belirlemeye, bu nedenlerin bazılarını aydınlatmaya başlayabileceksiniz – kendi kontrol alanınızda yer alanları! Elbette her zaman sizin kontrolünüz dışında şeyler de olacak, bu hayatın bir parçası sadece. Ama yine de Yunan filozof Epiktetos’un dediği gibi “Önemli olan başınıza ne geldiği değil, ona nasıl tepki verdiğiniz.”
Dolayısıyla yetişkinlik denen şeyde ustalaşmanız için kendi kendinizi güçlendirmenin ilk adımı, takılıp kaldığınız duygusal alışkanlıkların temelinde yatan, birbiriyle ilişkili parçalardan oluşan sistemi (bütün insanların donanımını) anlamaktır. Geçen bölümde ister şato ister köy insanını kendinize daha yakın bulmuş olun, bütüncül sisteminizin işleme biçiminin temel mekanizmasını bilmek, hayatınızda istediğiniz değişikliği yapma gücünü size verecektir. Bu bölüm uyarıcı ile cevap, neden ile sonuç arasındaki kayıp halkaları oluşturan iç tepkilerinizin bileşenlerini anlamanıza katkıda bulunacak. Elinizde bu bilgi olduğunda, benzersiz hikâyenizin sisteme nasıl bağlanabileceğini ve takılıp kalıyor olabileceğiniz yerleri görebileceksiniz!
ZIHIN-BEDEN ARACINIZI TANIMAKMutluluğunuz ile hayatınız arasındaki karmaşık etkileşim üzerine düşünmenin iyi yollarından biri de zihninizi-bedeninizi hayat yollarında sürdüğünüz bir araç gibi düşünmektir. Şu anda bu sözcükleri okurken içinde oturduğunuz beden sizin aracınızdır, doğduğunuz günden itibaren, ilkokul, ortaokul, lise yılları boyunca, şimdiye dek öyle olmuştur. O araç içinde hayatın bütün yollarından geçip de bu âna geldiniz. Hayat yolunu rahat ya da rahatsız olarak algılayıp deneyimlemenizi sağlayan şey araçtır.
Elbette ki farklı büyüklükler, renkler, yapılar ve modellerde birçok farklı araç türü vardır. Bazıları daha hantaldır, SUV’lar gibi, ağır yükleri taşıyabilir, hayatın yokuşlarını iyi tırmanabilirler ama çok çabuk hızlanamazlar ya da birkaç kör noktaları olabilir. Bazıları daha spordur, ortalıkta hızla dolanabilir ama asfalt dışındaki yollarda o kadar iyi gidemez, belki biraz daha fazla bakıma ihtiyacı olabilir. Her birimiz her tür farklı güç ve hassasiyetin bir araya geldiği benzersiz araç tipleriyiz.
ARA Ne tür bir araçta yaşıyor olabilirsiniz? Günlüğünüze betimleyin. Aracınız dayanıklı mı hassas mı? Yoldaki diğer araçlara benziyor mu yoksa farklı mı? Dikkat çekici parlak bir rengi var mı yoksa daha mı belirsiz? Aracınızın özel güçleri ve hassasiyetleri neler?
Zihniniz, içinde bulunduğunuz zihin-beden aracının tipiyle ilgili görüşler üretmeye başladı mı, farkına varın. Bu çalışmaya başladığınızda ve bedeniniz üstüne düşündüğünüzde, içinde yaşadığınız makineyle ilgili düşünce ve görüşlere kolayca kapılıp gidebilirsiniz. Bedeniniz eski bir travmayı yaşıyorsa ya da şu anda bir rahatsızlık kaynağıysa fiziksel bedeninizle ilgilenmek sizi zorlayabilir. Şimdilik sizi bedeninizi ulaşım aracınız olarak görmeye davet ediyorum. Kendi kendinize şu soruyu sorun: Bir SUV mu kullanmak daha iyi, yoksa spor bir araba mı? Bu soruya vereceğiniz cevapla ilgili güçlü bir görüşünüz ya da düşünceniz olabilir. Ama gerçek şu ki SUV’lar spor arabalardan daha iyi ya da daha kötü değildir, iş bir andan diğerine değişen yolun taleplerine bağlıdır.
Belli bir anda yaşadığınız rahatlık ya da rahatsızlığı kısmen belirleyen şey yolun talepleri ile araç arasındaki uyumdur. Ama araç (ya da biyolojiniz) nasıl hissettiğinize, gitmek istediğiniz yere ne kadar başarılı ulaştığınıza katkıda bulunan bileşenlerden sadece biridir. Araca ne kadar iyi bakıldığına, sürücünün becerisine dikkat etmek de bir o kadar önemlidir; buradan alınacak asıl ders de budur. Gerçek bir arabanın tersine, bu aracı verip yenisini alamazsınız. Sahip olduğunuz tek araç bu, o nedenle ona özen göstermek kilit önemdedir! Bu kitap, içinde yaşadığınız araca özen göstermeyi, kendinizi hayatınıza neşe ve anlam getiren yöne götürmeyi konu alıyor. Öğreneceğiniz farkındalık ve özen becerileri, içinde yaşadığınız bu muhteşem makinenin performansını en iyi duruma getirmenize yardımcı olacak!
ARA Şimdi, bu sayfadaki sözcükleri okurken gözlerinizin ardında, yüzünüzün ardında, bu sayfadaki sözcükleri gören bir siz olduğunu fark edebiliyor musunuz? Baskı, ısı, dokunma gibi bazı fiziksel duyumlar hissettiğinizi fark edebiliyor musunuz? Bu kitabın ya da onu okuduğunuz Kindle’ın, iPad’in ağırlığını hissedin. Gözlerinizin, yüzünüzün ardından bakarken kendi aracınızın içinden dışarı bakıyorsunuz. Kim fark ediyor? Sürücü kim?
İyi iş çıkardınız. Ara pratiğini okuduktan sonra bu metaforun ne anlama geldiğini hissettiniz mi? Sizin sadece aracınızdan (bedeniniz) ya da iç deneyimlerinizden (zihniniz) ibaret olmadığınız daha açık hale geldi mi? Zihninizin ve bedeninizin ürettiği deneyimler üstüne farkındalıkla düşünebilen bir siz var. Bu nedenle, bu deneyimler üstüne düşünebiliyorsanız, bu düşüncelerin ve hislerin ardında olan bir parçanız, bilinçli bir parçanız var. Bir anlam ifade ediyor mu? Sürücü sizsiniz!
Duygusal alışkanlıkların ötesine geçmek, aracınızı gitmek istediğiniz yere götürmek için direksiyon hâkimiyetini kazanmakla ilgilidir! Sizin için önemli olan şeylere yönelmek, yolda karşınıza çıkan kaçınılmaz rahatsızlığı idare edebilmek için gerekli becerileri kazanmakla ilgilidir. Hiç kuşku yok ki hepimiz, sanki biz o deneyimlermişiz gibi kendi tepkisellik repertuvarlarımıza çekilebiliriz. İnsanların sık sık “Ben böyleyim” ya da “O böyle” dediğini işitiriz. Sanki gerçekten de bizim, deneyimlerimiz olduğumuza inanıyoruz. Ama biraz önce gördüğünüz gibi bilinçli insanlar olarak geri çekilip bilincimizde bir alan yaratıp deneyimimizi gözlemlemek gibi benzersiz bir beceriye sahibiz. O gözlemci kısmınız her zaman orada. Aslında gerçekten siz olan bir yer, bir tür ruh yeri varsa, ben gözlemcinin bulunduğu yerin orası olduğunu söylerdim!
Yetişkin olma girişimlerinizde çıkış noktasını söylemesini istediğiniz kişi o, belki bir kez işe yaramış ya da sizi zorluklardan aşırmış ama artık gerçek yolunuzdan ayrı düşmenize neden olan eski, yıpranmış, otomatik pilota bağlı duygusal alışkanlıklar değil. Sürücü olarak kimi zaman geçmeniz gereken yollar aracınızın gücüyle uyumlu değildir. Bu da uğraşmanız gereken işlerin farklı tipte aracı olan başkalarına göre daha zor olacağı anlamına gelir. Kimi zaman talihli olacaksınız, yolda başkalarına nazaran daha rahat sürüp gideceksiniz. Hayat her zaman böyle güzel değildir. Ama hayatın engebeli arazisini daha hünerle müzakere etmeyi tepkisellikten ziyade bu sahiplik alanından öğrenebilirsiniz.

Hangi tip bir aracın içinde yaşadığınızdan bağımsız olarak, sürüş keyfini çıkarabilmenizin altında yatan, birbiriyle ilişkili parçalardan oluşan standart bir sistem vardır. Arabanızda olduğu gibi, her parçanın bakımı için bazı ihtiyaçların karşılanması gerekir. İşte bu nedenle aracınızın kaportasının altında neler olup bittiğini öğrenmek için bir dakika ayırmaya değer, böylece araçta sorun çıktığında, sorunun kaynağını aramak için nereye bakmanız gerektiğini bilirsiniz.
Bütün arabalarda aynı asal parçalar vardır: bir motor, bir direksiyon ve aracın içinde sürüşün rahatlığını etkileyen tekerlekler. Aynı şekilde bütün insanlarda da psişemizin tıkır tıkır işlemesini sağlayan, günlük ruh halimizi ve motivasyonumuzu etkileyen parçalar sistemi bulunur. Aracın dışında gerçekleşenleri, içinde hissettiğimiz Duygular, Düşünceler ve Eylem itkileri (DDE) sayesinde işler ve algılarız.
Benim (bileşenleri hatırlamaya yarayan kullanışlı bir kısaltmayla) DDE regülatörü dediğim bu zihin matrisi hayatlarımızın gerçekleriyle ilgili algılarımızı (mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz) yaratmak üzere arka planda kesintisiz olarak çalışır. Her parçanın bütüncül sisteminize nasıl katkıda bulunduğunu anlamak daha sonra düzenlemeyi artırma ya da azaltma ihtiyacı duyduğunuzda gerekli değişiklikleri yapma becerilerinizi daha büyük bir farkındalıkla kullanabilme yolunda atacağınız ilk adımdır.
DUYGULAR: BIZI SÜREN MOTORBiz insanlar duygularımızla biraz çatışmalı bir ilişki içindeyizdir. Hepimiz neşe, esinlenme, huşu ve sevgi gibi iyi duygulara daha fazla sahip olmak isteriz. Ama üzüntü, hayal kırıklığı, kaygı ve (tanrı korusun) utanç gibi rahatsızlık verici duygulardan kaçınmak için elimizden geleni yaparız. Kahretsin, muhtemelen siz de böyle yetiştirildiniz. Anne babalarından “Canım, ben sadece senin mutlu olmanı istiyorum” klişesini işitmiş olanlar ellerini kaldırabilir mi lütfen? Doğru, öyle değil mi? Bu kitabı satın almanızın bir nedeni de bu muhtemelen. Size mutlu olacağınız söylendi!
Elbette ki ebeveynleriniz sizi mutluluğa teşvik ederken en iyi niyetlerle hareket ediyorlardı. Bu hâlâ müthiş bir hedef! İşleri berbat edebilecek şey o “sadece” kısmıydı. Benim kuşağım ve benden öncekilerin bilmediği ama sizlerin çocuklarınıza aktarabileceğiniz şey şu: Nasıl ki bir arabayı tümden kapatmadan, motorunun bir parçasını çıkaramıyorsak bütün duyguları kısmadan bazı duyguların önünü kesemiyoruz. Zihin-beden aracımız bazı duyguları kapatacak şekilde tasarlanmadı. İşe yaramaz.
ARA Şu deneyi yapın. Şimdi bu sözcükleri okurken, dikkatinizi oturduğunuz sandalyede poponuzu (ya da somut başka bir duyumu) hissetmeye yöneltin. Peki, poponuzu hissediyor musunuz? Poponuz var mı? Güzel! O duyumlar hep oradaydı, ama dikkatinizi bu fiziksel duyumları bilincinize taşımaya verdiniz. Şimdi şunu deneyin. Poponuzu hissetmemeyi deneyin. Hissetmeyi bırakın. Deneyin, bekliyorum.
Bir kez farkına vardıktan sonra bir şeyi (bu örnekte poponuzu) hissetmemekte şansınız yaver gitti mi? Elbette ki hayır! Bir şey hissettiğimizde, öylece hissetmemeyi başaramayız! Ama bunu duygularımızda o kadar sık deneriz ki. Aklımıza başka bir şey getirmekte sınırlı bir başarı elde edebiliriz. Dikkati dağıtmak çok güzel işe yarar, kısa bir süreliğine. Ama rahatsızlığınızı azaltmak için bir alışkanlık olarak dikkatinizi dağıtmaya aşırı yüklendiğinizde odaklanma kaslarınıza ne olur sizce? Muhtemelen şunun farkına vardınız, poponuzu ne kadar çok hissetmemeye çalıştıysanız o kadar çok hissettiniz!
Duygularımızı hissetmemeye çalıştığımızda da benzer bir şey olur. Onlardan ne kadar kurtulmaya çalışırsak, onlara daha fazla saplanıp kalmaya meylederiz. Bunun nedeni duygularımızın sadece hayatta kalmamız için değil, bizim için önemli şeylerin peşinden giderken de temel bir işlevi yerine getirmeye hizmet etmesidir.
DUYGULARIN AMACIDuygularınızı en son ne zaman tüm bedeninizde duyarak deneyimlemiştiniz hatırlıyor musunuz? En son ne zamandı yakıcı gözyaşlarınız, üzüntüden kızarmış yüzünüz, hızla çarpan göğsünüz, kaygıdan terlemiş avuçlarınız, öfkeyle kısılmış gözleriniz ve gerilmiş kaslarınız, şefkatle açtığınız kollarınız, sevgiyle yumuşacık dudaklarınız? Bu hazla dizgininden boşalmış şelaleler bizi yüceltici ya da korkutucu olan kendi sanal gerçekliğimize yöneltebilir. Ama onlar olmasaydı avlanmak, özen göstermek, yaratmak ve bağ kurmak için ihtiyaç duyduğumuz itkiye sahip olmazdık.
Duygularımızın somut deneyimi insanların hayatta kalmasını ve bir tür olarak bizim başarımızı garanti altına almıştır. İlk insanların duyguları olmasaydı ne olurdu? Dümdüz bir örnek olarak korkuyu alalım. Diyelim ki ilk insanlardan birisiniz, dışarıya avlanmaya çıkmışsınız. Çalıların arasında dolanıyorsunuz ve birden arkanızda bir dalın çıtırdadığını duyuyorsunuz, boynunuzda sıcak bir nefes hissediyorsunuz, son olarak da derinden gürültülü bir kükreme duyuyorsunuz. Bir sonraki hamlenizi sakince düşünürken tümüyle mantıklı olsaydınız –duygularınız hiç olmasaydı– ne olurdu?
ÖLÜRDÜNÜZ!
Atalarımız genlerini bir sonraki kuşaklara geçirebilecek kadar uzun süre yaşamak için hayatta kalma mücadelesi verirken kılıç dişli bir kaplan ya da sıkıntı verici başka bir tehdit tarafından öldürülmemek için son derece hızlı hareket etmeleri ve tepki vermeleri gerekiyordu. Öyle değil mi? Bu evrimin ilk öncülüdür: Hayatta kal ve genlerini aktar: Uygun olanın hayatta kalması. İçimizdeki en temel saik duygularımızdan gelir!
Modern çağ ve onun bütün rahatlıkları istemeden bizi en derin doğamızdan ayırmıştır – her ağrı için bir hap içmenin rahatlığı, gerçekliğin ıstıraplarından uzaklaşmamızı sağlayan sonsuz sayıda eğlence ya da bütün sorunları çözecek bir uygulama (ya da annemiz) içimize dönüp duygularımızın anlamlı mesajlarını dinleme becerimizi en aza indirdi. Hayatta kalmaya yönelik hayvansal güdülerin üstünde ve ötesinde, duygularımız bilinçli varlıklar olarak en derindeki özlemlerimizde bizim kılavuzlarımızdır da. Duyguların üç temel iletişim işlevi vardır.
DUYGULAR BAŞKALARIYLA İLETIŞIM KURARDiyelim ki bir dostunuz anlamlı ve önemli bir şey paylaşmak için size geliyor. Bu sahneyi nasıl hayal ediyorsunuz? Belki de onun kaşlarını çatmış, gözleri yaşlarla dolu, her zamankinden farklı bir ses tonu ya da temposuyla size yaslandığını görüyorsunuz. Bütün bu “duygusal işaretler” daha yakından dikkat sarf etmenizi bekliyor. Arkadaşınız hiçbir şey söylemese bile bu duygusal işaretler, onun sözcüklerinden daha güçlü.
Tam tersine, ya siz bir dostunuzun desteğini arıyorsanız ve hiçbir duygusal ifadeyle karşılaşmıyorsanız? Dostunuz ses tonunuza ve ifade biçiminize uyumla karşılık vermiş olsaydı kendinizi daha anlaşılmış hissederdiniz muhtemelen. Duygusal iletişimlerin kırılgan mekânında empati yoluyla bağ kurarız. Başlıca duygularımızın ifadeleri konuşma öncesi, evrensel ve kültürler arasıdır. Bir gülümsemenin karşınızdakinin mutlu olduğu, gözyaşlarınınsa mutsuz olduğu anlamına geldiğini hiç kimsenin size öğretmesi gerekmez. Bu nedenledir ki ifadelerimiz, dil engellerini aşarak bizi bir araya getirir. Nina’ya neler olduğunu bir düşünün. Duygusal sinyallerini engellediğinden, başkaları onunla ilişki kuramadı ya da çok istediğinde ona destek vermedi. Duygularımızı kapatırsak iletişim ve bağ kurmanın temel bir parçasını yitiririz.
DUYGULAR EYLEM İTKILERINI MOTIVE EDERÇok meşhur “savaş, kaç ya da don tepkisi” ötesinde her duygu belli bir zorunlu eylem eğilimi yaratır. Duyguların biyolojik temelleri hızla hareket eden, ama hafif bedensel duyumlar aktarır, biz bunları ihtiyaçlarımız için gerekli bir eyleme geçme yönündeki itkiler olarak deneyimleriz. Üzüntü bizi geri çekilip iyileşmeye motive eder, korku bize kaçmamızı ya da kaçınmamızı söyler, öfke bizi bir adaletsizlikle mücadele etmek ya da bir sınırı korumak için daha da büyümeye ve daha yüksek ses çıkarmaya motive eder, suçluluk da bizi özür dilemeye yöneltir. Son olarak, sevgi olmasaydı bütün o çığıran, ağlayan, altlarını pisleten küçük insanlara ne olurdu sizce? Asal Duyguların İşlevleri’ni özetleyen kullanışlı bir tabloyu http://www.newharbinger.com/41931 adresinde bulabilirsiniz. Burada önemli olan, asal duygularımızla bağlarımız koptuğunda, en derin arzularımızın peşinden gitme ve ihtiyaç duyulan eylemleri yapma güdümüz ve motivasyonumuzu yitirmemizdir.
ARA Motivasyon eksikliği bu kitabı seçme nedenlerinizden biri mi?
DUYGULAR EN DERIN İHTIYAÇLARIMIZI HABER VERIR“Önem verdiğimiz yerden yara alırız. Yara aldığımız yere önem veririz,” diyor kabul ve bağlılık terapisini geliştiren Steven Hayes, ilham verici TED konuşmasında (2016). Duygular bize gerçekten önem verdiğimiz şeyler hakkında önemli mesajlar verir. Her duygu bize neye değer verdiğimizi ve neyi sevdiğimizi söyler. Bu önemli bir derstir, çünkü ancak siz, sizin için gerçekten neyin önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz. “Benim asıl muradım nedir?” sorusunun cevabını Google’da bulamazsınız. Asal duygularınızı gerçekten dinlemeyi öğrendiğinizde, daha derindeki isteklerinize, amacınıza, hayatınızın almasını istediğiniz yöne ilişkin ipuçlarını dinlersiniz.
ARA Asal Duyguların İşlevleri tablosuna bir bakın. Hangi duygulardan kurtulmayı dilerdiniz? Şimdi bu duyguların amaçlarını bildiğinize göre, gerçekten de tümüyle bu duygulardan kurtulmak ister miydiniz? Bunu yapmanın bedeli ne olabilirdi? Günlüğünüze cevabınızı yazın.
“KIRLI DUYGULAR”: DIKKATI BAŞKA YÖNE ÇEKEN KONUTahmin ediyorum, tam da şu sıralar “Evet ya, benim sorunum değil bu. Ben duygularımın acayip farkındayım! Şu lanet kitabı da bu yüzden aldım zaten!” diye geçiriyorsunuz içinizden. Sizi anlıyorum. Oradaki bütün köy sakinlerime sesleniyorum, size inanıyorum. Bazen duygularınızın fazlasıyla farkında olursunuz! Size sorum şu: Hangi duygularınızın farkındasınız?
Gavin çocukluğundan beri mücadele ettiği depresyona ayak uydurma becerileri kazanmak için beni görmeye geldi. Birkaç yıldır geleneksel terapi görüyor, alkolik ebeveynlerinin yol açtığı duygusal istismar ve ihmalle uğraşıyordu. Ama sizin burada yapacağınız işi yaparken, üzüntüsünün aslında ikincil (hatta belki de üçüncül) bir duygu olduğunu anladı. Başka bir deyişle, duygularıyla ilgili duygulara kapılmıştı.
Gavin’in son derece istikrarsız ailesiyle geçmişte yaşadığı deneyim, onun bir şekilde alaya alınmadan ya da cezalandırılmaksızın ihtiyaçlarını ileri sürmesini imkânsız kılmıştı. Bu nedenle doğal olarak “Başkalarından farklı ihtiyaçlara sahip olmak tehlikelidir” inancı içine yerleşmişti. Aşağıdaki resimde Gavin’in DDE regülatöründeki iki yönlü okların nasıl programlandığını görebilirsiniz. Başta hissettiği öfke duyguları hemen güçsüz olduğu yönündeki eski varsayıma çıkıyordu. Azıcık bir öfke hissettiğinde bile son derece kaygılanıyordu. Bu nedenle “adil olmama”yla ilişkili daha doğal duyguyla, öfkeyle bağ kuracağına, ihtiyaçlarındaki farklılığı güçsüzlük ve kaygıyla ilişkilendiriyordu.

Kaygıya denk düşen eylem itkisi kaçmak ya da kaçınmaktır. Gavin zaman içinde, duygusal alışkanlık kalıbı olan kaçınma nedeniyle güçsüzlük inançlarını doğrulayan daha fazla deneyim biriktirdi. Öfke onu kaygılandırdığından, uygun olduğunda kendi isteklerini ileri sürmek yerine bundan kaçınıyordu. Kaçınması da doğal olarak üzüntü, hayal kırıklığı ve güçsüzlük hislerini artırmaktan başka bir şeye yaramıyordu, çünkü farklı bir sonuç deneyimleme fırsatına hiç sahip olmamıştı. Gavin öfkenin aslında haklı bir asal duygu olduğunu anlayınca, sizin de sağlıklı ve etkili bir biçimde kendinizi ortaya koymak, kaygınızı düzenlemek için öğreneceğiniz becerileri öğrendi. Bu becerilerde ustalaştığında depresif semptomları geri çekildi.
İkincil duygularımız yani bir duyguyla ilgili bir duygumuz olduğunda duygular daha da karmaşık bir hal alır, çünkü etkisiz bir mesaj gönderirler. Kimi zaman bu dizilere ikincil duygular ya da “kirli duygular” denir; “kirli” denir çünkü asıl asal duyguyla aynı temiz iletişim değerine sahip değillerdir. Unutulmaması gereken şey şu ki, ikincil duygular dikkati başka yöne çeken konular gibidir. Asal duygunun getirdiği daha kırılgan hislerden bizi uzaklaştırırlar (ve böylece bizi korurlar). Ama nihayetinde bizi yoldan çıkarırlar, çünkü bize ve başkalarına doğru olmayan bir mesaj gönderirler.
ARA Bir kayıp ya da hayal kırıklığı nedeniyle üzgünseniz ama öfke ifade ediyorsanız hangi ihtiyacınız karşılanır? Üzüntünüz nedeniyle ihtiyaç duyduğunuz şeyler (iyileşme ve empati) mi, yoksa öfkenizin dile getirdiği (“Benden uzak dur” diyen) ihtiyaçlar mı?
Zamanla, duyguların hoş olmayan sonuçlara yol açtığı bir dizi deneyimimiz olursa, biraz “duygu fobisi”ne kapılabiliriz, çocukken köpek ısırdığı için köpeklerden korkmanız gibi. Duygularımızla tekrar tekrar olumsuz deneyimler yaşamamızın ardından doğal (ama yararsız) bir sonuca varır, duyguların kötü şeylere yol açtığını, birer tehdit olduklarını, gizlenmesi, kurtulması ya da bastırılması gereken şeyler olduğunu düşünürüz. Duygularımızla daha fazla kötü deneyimler yaşadıkça, onları hissetmekten kaçınmak için duygusal alışkanlıklarımıza daha fazla bel bağlarız, onların verdiği önemli mesajlardan uzaklaşırız ve alışkanlığımız her neyse ona daha fazla dolanırız!
ARA Geçmişte güçlü duyguların (sizde ya da başkalarında) olumsuz sonuçlara yol açtığı deneyimler yaşadınız mı? Şimdi duygular hakkında hangi inançlara sahipsiniz? Günlüğünüze bu hatıralar hakkında biraz yazın.
Gavin gibi siz de önem verdiğiniz şeylere doğru size kılavuzluk eden yararlı duygularla sizi yoldan çıkaran, dikkati başka yöne çeken konular arasındaki farkı bilmeyi öğreneceksiniz. Öğreneceğiniz beceriler bilgilendirici asal duygularınızla daha iyi bir ilişki kurmanızı sağlayacak, böylece kirli duygular gözlemcinizi esir alıp sizi yoldan çıkarmayacak!
DÜŞÜNCELER: ZIHNINIZIN YARATTIĞI BÜYÜTÜLMÜŞ GERÇEKLIKDivergent (Uyumsuz) adlı filmde ana karakter Tris korkuyla nasıl başa çıktığını değerlendiren bir sanal gerçeklik testine tabi tutulur. Testin zirve noktasında sanal bir karanlık odada hızla suyla dolmaya başlayan cam bir dolabın içine kapatılmıştır. Cama vururken, “Hey, bana yardım edin!” diye korkuyla çığırır. Korkuya verdiği “savaş, kaç ya da don tepkisi” devreye girdiğinden yumruklar, tekmeler atmaya başlar. Su cam dolabı tepesine kadar doldurur, her şey durur. Tris’in sakinleştiğini görürüz, her şey sessizliğe bürünür, Tris gözlemci moduna geçer. İşaretparmağıyla cama yavaşça vurarak, “Bu gerçek değil,” der. Cam çatlar, sonra da parçalanır. Tris suyla birlikte dışarı çıkar, dolaptan kurtulur. Tabii ki testi geçer.
Zihnimiz de Tris’in sanal gerçeklik deneyiminden pek farklı olmayan büyütülmüş bir gerçeklik yaratır. Sahip olduğumuz düşünceler beynimizi, hakkında düşündüğümüz şeyler hayali değil de sanki gerçekmiş gibi harekete geçirebilir. İster kısa süre önce hoşlanmaya başladığınız biriyle muhteşem bir randevuya çıkmanın hayalini kurun, ister mesajınıza neden hemen cevap vermediğini düşünün, o düşünceyi sanki gerçekmiş gibi yaşarsınız! Zihnimizin bizi bu sanal gerçekliğe hapsetmesinin iki yolu vardır: Varsayımlar diyarı ve yapışkan düşünceler.
ARA En sevdiğiniz dondurma hangisidir? Külahta mı yoksa kapta mı seversiniz? Üstüne sos dökülmesini, bir şeyler serpiştirilmesini ister misiniz? Dondurmanızın tadını hayal edin. Ağzınızdaki o soğukluğu sonra yavaşça erimesini. Fark ettiğiniz bir şey oldu mu? Ağzınız sulandı mı? Buzdolabında dondurma var mı diye merak mı ettiniz? Yoksa çıkıp dondurma mı alsanız? Neden böyle tepki veriyorsunuz? Burada dondurma yok. O sizin gerçeklik büyütücünüz.
VARSAYIMLAR DIYARI: DÜŞÜNCELER FARKINDALIK DIŞINDA YAŞARSABudizm’de eski bir mesel vardır, altı kör adamdan bir fili tanımlamaları istenmiş. Altı adam filin çevresine toplanmış, her biri kendi sınırlı dünya görüşüyle kendi algısını betimlemiş.
İlk kör, “Bu, dokusu koca bir duvarı andıran bir hayvan,” demiş.
İkincisi, “Tam tersine,” demiş, “Burada, ucunda bir parça tüy olan uzun, yumuşak bir yaratık var.” Filin kuyruk tarafında duruyormuş.
“Aptal olmayın!” diye atılmış üçüncü kör. “Sütun şeklinde dört ayrı hayvandan bahsediyoruz.”
Anladınız. Ne kadar gezdiğiniz ne kadar gördüğünüz umrumda değil, dünya görüşünüz sınırlıdır. Herkesin dünya görüşü sınırlıdır. Ama biz yine de kendi konumumuzun “haklı” olduğunu hararetle savunuruz, bu da bizi DDE sistemimizin katılığına ve duygusal alışkanlık kalıplarımıza saplayıp bırakır.
ARA Arayış içindeki biri olarak, kendi kör noktalarınızı açmaya başlamaya ve sizde neyin eksik olabileceğini öğrenmeye hazır ve istekli misiniz?
Biz insanlar iyi bir hikâyeyi yutuveririz! Zihnimizdeki görsel ve sözlü hikâyeleri kullanma becerisi, kabilelerimizin ve kendi kültürümüzün hikâyelerinden ders alma konusunda bize benzersiz bir yetenek verir. Bir deneyimden ders almak için gerçekten yaşamamız gerekmez. Maalesef yaratıcı hikâyeler anlatan zihnimiz bize karşı da çalışabilir. Sorun şu ki, bir inanç bir alışkanlık gibi iyi ve sağlam bir biçimde oraya yerleştiğinde, bilinç odasından varsayım odasına geçebilir. Düşünceler ve fikirler varsayımlar diyarına çekildiğinde aksi yönde bir kanıt, tutunduğumuz hikâyeyi yalanlayabilecek (ve saplanıp kaldığımız acıyı aşıp büyümemize yardımcı olacak) bir kanıt görmek gerçekten de zordur.
Deneyimlerimizden ya da kabilemizden topladığımız hikâyeler örtük varsayımlar ya da dünyanın işleyişiyle ilgili bilinçdışı kurallar halini alır. Sık sık insanların, “Ben böyle yetiştirildim” dediğini işitiriz. Jessica, başkalarının, korkularını ve kaygılarını idare etmekte ona yardım etmesi gerektiğini varsayıyordu. Nina başkalarından yardım isterse hiçbir yardımı olmayan bir ilgiyle bunalacağını sanıyordu. Her ikisi de geçmişteki deneyimlerine dayanarak doğal varsayımlarda bulunmuşlar ama yeni bilgiler toplamayı başaramamışlardı.