Читать книгу Yetişkin Olmak (Lara E. Fielding) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Yetişkin Olmak
Yetişkin Olmak
Оценить:
Yetişkin Olmak

3

Полная версия:

Yetişkin Olmak

İşleri daha da zorlaştıran bir şey var: Yapma, düşünme ve hissetme biçimlerimiz daha bir alışkanlık haline gelip daha bir otomatikleşirken farkındalığımızın da dışına çıkarlar. Jessica tekrar tekrar telefon açar ya da mesaj atarken bilinçli bir niyetle hareket etmiyordu. Sadece eskimiş, çok sık başvurduğu güven arama alışkanlığını yeniden kullanıyordu.

Bir alışkanlık kalıbı daha otomatik bir hal aldığında, onu tam da böyle, bir alışkanlık kalıbı olarak görmek daha zorlaşır. Bir zamanlar ihtiyaçlarımızı karşılamakta işe yarayan şeyin artık nasıl da işe yaramadığını pek göremeyiz. Döngüye kapılmışızdır. Daha derinlere bakmadan önce fark ettiğimiz tek şey mutlu olmadığımız, hedeflerimize doğru ilerlemediğimiz ya da sadece takılıp kaldığımız ve motivasyonumuzun düştüğüdür. Kulağa tanıdık geliyor mu?

ARA Durup düşünün lütfen, bu kitabı neden seçtiniz? Şu anda hayatınızın hangi alanlarında saplanıp kalmış, motivasyonsuz ya da mutsuz hissediyorsunuz? Günlüğünüze birkaç satır karalayın.

ÇÖZÜM SORUN HALINE GELIR

Eddie majör depresyonunun tedavisi için bana gönderilmişti. Bütün klasik keyifsizlik semptomlarıyla mücadele ediyordu: İlgisizlik, yorgunluk ve olumsuz düşünme; kimi zaman artık yaşıyormuş gibi hissetmiyordu. O kadar rahatsızdı ki, günlerini canla başla daha iyi hissetmenin, daha az kötü hissetmenin yollarını arayarak geçiriyordu: uyumak, çöp yiyecekler tüketmek, internette porno izlemek ya da TV izleyerek uyuyakalmak. Çok yalnızdı ama sosyal ortamlar onu kaygılandırıyordu. Bu nedenle de çok iyi tanımadığı insanlardan uzak duruyordu. Kısacası Eddie’nin hayatı duygusal alışkanlıklarıyla tükenip gidiyordu. İçinde hissettiği rahatsızlığa bulduğu çözüm sorun haline gelmişti.

Duygusal alışkanlıklar, hemen hoşnut olmak uğruna uzun vadeli hedefleri feda eden düşünme ve yapma biçimleridir. Hayatın acıları karşısında kısa vadeli bir rahatlama sunabilirler. Ama uzun vadede bedelleri olur. Elbette ki bazı duygusal alışkanlıklar daha belirgindir. Madde kullanımı, sigara içme, sağlıksız yiyecekler tüketme, kontrolsüz cinsel pratikler bunun en açık örnekleri olabilir. Ama rahatsızlığı azaltan ya da hazzı artıran herhangi bir düşünme ve yapma alışkanlığı, önemsediğimiz şeylerin önüne geçmeye başladığında sorun haline gelebilir.

NE İŞIME YARAR?

Duygusal alışkanlıklar topyekûn bir yargıyla “iyi alışkanlıklar” ya da “kötü alışkanlıklar” değildir. Burada ilgilendiğimiz alışkanlıklar rahatı artırmaya, rahatsızlığı azaltmaya öyle bir ayarlanmış alışkanlıklardır ki asıl amacınızı ve istediğiniz yetişkinlik hayatını yolundan çıkarırlar. Daha ince bazı duygusal alışkanlıklar, bütün insanların yaptığı normal işlermiş gibi sinsice içinize işleyebilir. Kim kendisini bir dizinin bütün bölümlerini kısa sürede izlemeye çalışırken, sosyal medyada kaybolmuş ya da zaman zaman yemeye içmeye aşırı düşkün bir halde bulmamıştır ki? Aslında sorun ne yaptığınız değil, sizi sabote etmeye başlayan alışkanlığın amacı ya da işlevidir.

Görünürde “iyi” alışkanlıklar bile istediğimiz esin dolu, canlı, tatmin edici hayatı kurmamıza müdahalede bulunan duygusal itkilerin güdümünde yapma ve düşünme kalıpları haline gelebilir. Mükemmeliyetçilik, aşırı egzersiz yapma, işkoliklik bunun iyi örnekleridir. Hepimiz galip gelme hissini, en iyiyi ortaya koymayı, başarılarımızdan ötürü övgü almayı severiz. Ama özsaygımızı artıran bu şeylere aşırı bağımlı hale gelmemiz de sorunlar yaratabilir. Belirsizlik ve hayal kırıklığının kırılganlığını deneyimlemeye istekli olmamak özgün amaçlarımızı izlemek yerine bizi başka yüksekliklere tırmanmaya yöneltebilir.

ARA Kısa vadede daha iyi hissetmenizi sağlayan ama uzun vadeli hedeflerinize ilerlemenizde o kadar yararlı olmayan bazı alışkanlıklarınız nelerdir, hiç düşündünüz mü? Bunları günlüğünüze not alın.

Instagram akışı şöyle bir gözden geçirildiğinde Nina’nın gönderilerinde eğlence sektöründeki havalı işinde çok başarılı olduğu, muhteşem erkek arkadaşıyla yemeklere çıktığı, yüzünde büyük bir gülümseme olduğu görülüyordu. Kesinlikle her şeyi başarmış gibi görünüyordu. Ama Nina’nın kaygısı ve asabiyeti dışarıya sızmaya başladığından ötürü eski duygusal kontrol alışkanlıkları biraz yıpranmışlık işaretleri veriyordu. Nina, onun geriliminin artmasından kaygılanan erkek arkadaşının ısrarı üzerine beni görmeye gelmişti.

Ofisime serinkanlı ve kendisine hâkim tavırlarla girdi. Bir terapist olarak işim başkalarının duygusal işaretlerini okumak ve ihtiyaçlarını anlamaktır. Ama Nina’yı okumakta zorlanıyordum. Birlikte çalışmamız sırasında, bunun Nina’nın duygusal alışkanlık örüntüsünün bir parçası olduğunu keşfettik. Onun mükemmeliyetçiliği ve duygusal sinyalleri kapaması, rahatsızlık veren kaygı ve hayal kırıklığı hislerini telafi etmesini sağlıyordu.

Nina küçük bir kızken, çok çalışıp mükemmeli yakalarsa, etrafında durmak bilmezmiş gibi pervane olan kaygılı ebeveynlerini durdurabildiğini öğrenmişti. Performansı onları rahatlatmış, ona da yapmak istediği şeyleri yapma özgürlüğü gibi bir ödül kazandırmıştı. Nina’nın davranışının nasıl güçlendiğini görebiliyor musunuz? Duygularını ifade etmesi, bastırılmış, bunaltılmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Kaygısını örtmesi iltifat ve istediği şeyleri yapma özgürlüğünü getiriyordu. Bütün bunlardan yetişkinlik hayatına taşıdığı anlam “Başkalarına ihtiyaç duyarsam, beni bunaltacaklar” olmuştu.

BIR ZAMANLAR İŞE YARAYAN ŞEY İŞE YARAMAMAYA BAŞLAYINCA

Yetkin ve kendisine hâkim görünmek okulda ve işte de Nina’nın işine yaramaya devam etti. Ama bir terfi sonrasında yeni işine başladığında alışkanlıkları o kadar da iyi iş görmemeye başladı. En acil sorun, Nina’nın sosyal ortamlarda giderek artan bir kaygıyla karşı karşıya kalmasıydı. Mükemmellik aşina olunan işlerin idaresinde ve statükonun korunmasında müthiş işe yarayabilir ama sosyal açıdan öldürücü olabilir!

İnsanlar sizi ne yaptığınızdan çok, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinize bakarak severler. Nina’nın soğuk mükemmeliyetçiliği, içten gelen kaygılarının güdümünde olsa da yeni meslektaşlarınca pek dostane bir tutummuş gibi yorumlanmıyordu. Meslektaşları yansıttığı yetkinlik görüntüsü nedeniyle gerçekten de onunla bir bağ ve ilişki kuramıyordu. Bu da ona karşı daha az dostane davranmalarına, yeni rolüne geçiş sürecinde ihtiyaç duyduğu desteği vermeye daha az istekli olmalarına yol açıyordu. Doğal olarak bütün bunlar da Nina’nın sosyal kaygılarını artırıyordu!

Duygusal alışkanlık kalıplarımızı zaman içinde geliştiririz, çünkü bir noktada bu kalıplar tümüyle kendimizi daha iyi hissetmemiz ya da daha az kötü hissetmemiz ya da ihtiyaçlarımızın karşılanması konusunda işe yaramıştır. Ama hayatımızda stres yaratan büyük bir olay ya da geçiş dönemiyle karşı karşıya olduğumuzda işe yaramayı kesme gibi sinir bozucu bir yönleri vardır. Bilin bakalım, hayatınızda ne zaman hiç olmadığı kadar fazla stres yaratan etkenle, geçiş süreciyle karşı karşıya kalırsınız? Evet, tam da bir işe başlarken! Yeni okullar, yeni işler, yeni sevgililer, yeni daireler: Hayatınızın bu döneminde her şey yenidir ve değişiyordur!

Geçiş dönemleri doğal olarak streslidir, çünkü değişiklik psikolojik kaynaklarınıza yüklenir. Bu nedenle alışkanlıklarımızı güncellememiz gerekir. Her zamanki manavınıza gitmişsiniz de her şey yeniden düzenlenmiş gibi, yani artık hiçbir şey onları bulmaya alışık olduğunuz yerde değil. Bu ne kadar sinir bozucudur dersiniz? İlk birkaç seferde, kendinizi aradığınız ürünün eskiden durduğu yere, sağa doğru yürürken bulabilirsiniz. Ama artık durmanız, bakınmanız, kendinizi yeni duruma uyarlamanız gerekir. Ürün artık dükkânın sol tarafındadır. Manav ortamının yeni gerçekliğine kendinizi uyarlamanız gerekmektedir. Ama hayatta değişiklikler sürekli ve daha inceden inceye meydana gelir. Dolayısıyla durma, bakınma ve uyum sağlama ihtiyacımızda o kadar da açık değilizdir.

ARA Kısa süre önce meydana gelmiş bazı değişiklikleri (ya da değişiklik ihtiyaçlarını) ya da karşı karşıya kaldığınız stresli durumları tanımlayabilir misiniz? Bunları günlüğünüze yazıp sizi etkilemiş olabilecek bağlamsal etkenleri belirtin.

Ortamdaki, bağlamdaki değişiklikleri o kadar açıkça fark etmediğimizden, çoğu kez işlerin olmaları “gerektiği”ni sandığımız kadar iyi gitmediğini fark ederiz. Peki ilerleme kaydetmiyorsak ya da olmak istediğimiz yerde olmadığımız için kendimizi çok kötü hissediyorsak ne yaparız? Çoğu kez eskiden işe yarayan şeyi iki katına çıkarmaya çalışırız. Küçük bağımlılıklar gibi, daha iyi hissetme-daha az kötü hissetme alışkanlığınızın dozunu yine işe yarayacağı ümidiyle artırmaya çalışabilirsiniz. Ama bir noktada, aynı şeyin daha fazlasını yapmanın giderek daha az işe yaradığını anlarsınız.

Aslında sıklıkla kırılganlık ya da rahatsızlık sorununu çözmek için yaptığınız o şey ya da benimsediğiniz düşünme biçimi yeni bir sorun halini almıştır. Jessica’nın güven araması evde işine yarıyordu ama üniversitede daha fazla yalnızlaşmasına ve yalıtılmasına yol açıyordu. Nina’nın mükemmeliyetçiliği okulda ve bildiği işlerde işe yarıyordu ama başkalarının ona yaklaşması olasılığını azaltıyor, onun sosyal kaygılarına katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramıyordu. Eddie’nin sosyal ortamdan kaçınması ve sağlıksız alışkanlıkları kısa vadede işe yarıyordu ama depresyon ve kaygı semptomlarını ağırlaştırıyordu. Anladınız mı? Çözüm işte böylece sorun haline gelir.

Bu kitapta sık rastlanan bazı duygusal alışkanlık kalıplarını ve kendi alışkanlık kalıplarınızı nasıl tanımlayacağınızı öğreneceksiniz. Şimdilik asıl önemli olan nokta, duygusal rahatsızlığımızdan kaçınmak, onu kontrol altına almak ve en aza indirmek için yaptığımız doğal ve otomatik şeylerin bizim için kör nokta olan duygusal alışkanlıklar haline gelebileceğidir. Bunlar tepkisel, otomatik ve bilincimizin dışındadır. Ama bu gündelik alışkanlık kalıplarının kendilerini nasıl gösterdiğini büyük resimde hissetmenin iyi bir yolu, kişiliğinizin tayfındaki iki uca bakmaktır.

DUYGULARINI AŞIRI DÜZENLEYEN ILE YETERINCE DÜZENLEMEYEN KIŞILIKLER

İnsanların kişilik hakkında sık sık genel ifadeler kullandığını işitiriz. “Ah, bu onun kişiliği” derler, sanki kişilik taşa kazınmış bir şeymiş, göz renginiz gibi değişmezmiş, dönüşü olmayan bir anlaşmaymış gibi. Ama genetik olarak belirlenmiş çoğu özelliğin hayat deneyimlerinin ve çevresel etkenlerin etkisiyle oluştuğunu biliyoruz artık, aynı şey kişilik için de geçerlidir.

Kişilik tipik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarındaki bireysel farklılıklar olarak tanımlanır. Kişiliğimiz kalıpların toplamı, bu kalıplar da alışkanlıklarımızın toplamıysa, kişilik tanımı gereği akışkan bir şeydir. Alışkanlık kalıplarımızı değiştirebiliriz! Elbette başladığınız belli bir nokta vardır. Ama duygusal alışkanlıklarınız, kişiliğinizin ve hayatınızın alacağı yön üzerinde büyük bir etki yaratacaktır.

Kişilik gelişiminin önemli bir veçhesi iki kutup arasındaki bir tayfta gerçekleşir (Luyten ve Blatt 2013). Büyürken kimlik ihtiyaçlarımızda bir denge tutturmaya can atarız. Bambi gibiyizdir, neyi savunacağımızı, kendi benliğimizi bulmaya çalışırız. Bu yolda bir uçtan diğerine savruluruz. Tayfın öbür ucunda kişilerarası ilişkiler kurma ihtiyacımız vardır. Başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmak için kimi zaman arzularımızdan taviz vermemiz, vazgeçmemiz gerektiğini çok çabuk öğreniriz. Çevremizde bizi destekleyen, hayatlarımızı paylaşan insanlar mutluluğumuzun temel birer parçasıdır. Bu tayfın öbür ucunda öz tanım yer alır. Kimi zaman tutarlı ve benzersiz bir kimlik kurmak amacıyla başkalarına sınır koymamız, onları durdurmamız gerekir. Bu kez kendi ihtiyaçlarımızı öne sürüp sınırlar çizme ihtiyacı duyarız. Çocukluğunuzda biriktirdiğiniz psikolojik alışkanlıklar bu iki kutup arasında bir denge tutturma girişimlerinizi yansıtır.

Her iki uçta da aşırıya kaçmak tam olarak gelişmiş duygusal bir yetişkin olarak ilişkilerimizi, kariyer hedeflerimizi ve özgürlüklerimizi başarıyla müzakere etmek için ihtiyaç duyduğumuz esnek, uyarlanmaya müsait tepki biçimini kaybetmemize neden olabilir. Her iki uçtan da bazı niteliklere sahip olmayı, koşullara bağlı olarak hangi tarafa yöneleceğinizi bilmeyi istersiniz. Bu kişilik özellikleri, duygularını yeterince düzenlemeyen ya da aşırı düzenleyen biri olma eğiliminizin temelinde yatıyor olabilir.

ŞATO VE KÖY METAFORU

Şato ve köy metaforu bu kuramı basitleştirebilir, böylece alışkanlık kalıplarınızın nasıl üst üste eklendiğini, yararlarını ve bazı bedelleri büyük resimde görebilirsiniz. Bu bölümü okurken bu tarzlardan birine diğerine nazaran daha yakın olup olmadığınıza bir bakın: Şato sakini, duygularını aşırı düzenleyen biri olmaya daha mı meyillisiniz? Yoksa bir köy sakini gibi duygularını yeterince düzenlemeyen biri misiniz? Bu size gündelik duygusal alışkanlıklarınızda kitap boyunca neler aramanız gerektiğini hafifçe gösterecektir. Küçük beyliklerle dolu bir dünya düşünün. Her beylikte de bir kralı ya da kraliçesi, köy sakinleri olan bir şato var.

ŞATO SAKINLERI

Şato sakinleri erişilemeyecek bir yerde, bir tepenin üstünde, titizlikle örülmüş duvarların ardında yaşar. Bütün iyi şatolarda olduğu gibi bu duvarların amacı bir güvenlik ve üstünlük görünümü vermek, kırılganlığı saklamaktır. Şato sakinleri bu erişilmezlik görüntüsünü korumaya çok fazla zaman ve enerji harcar. Statülerinde fiziksel ve finansal her başarı etraflarındaki koruma duvarını güçlendirir.

Bu duvarların amacı krallar ve kraliçeleri duvarların dışında bulunanların kargaşası ve tehlikelerinden korumaktır. Bu durum, birçoğumuzun kırılgan stres hislerine ve güçlü duygulara ayak uydurma (ya da ayak uyduramama) biçimimize benzer. Bu, bazı durumlarda çok etkili bir yol olabilir. Şato sakinleri, Nina gibi, dışarıdan bakıldığında her şeye sahipmiş gibi görünür. Saygı ve hayranlık uyandırabilir, sıklıkla grupları iyi örgütleyebilir, diğerlerinin de bir yardım eli uzatmasını sağlayabilir. Aslında kendi kendini koruma biçimi olarak bu yaklaşım bazı durumlarda, örneğin liderlik konumunda ya da bir kriz sırasında çok etkilidir. Kimi zaman bir şato duvarı inşa etmek, kendimizi işgalcilerin içeri sızmalarından korumak için yapabileceğimiz sağlıklı ve olumlu bir şeydir.

“Eh peki, işe yarıyorsa o zaman neden yapmayayım?” diyebilirsiniz. Mesele şu: Nina’nın da öğrendiği gibi, katı bir biçimde yaslandığınızda bu kendi kendinizi koruma stratejisinin sorunları vardır. Bu ayak uydurma kalıbının başlıca bedeli bölünme ve yalıtılmaya yol açabilecek olmasıdır. Bazı durumlarda yüksek ve kudretli duvarlar bir öfke ya da kıskançlık kaynağı olabilir, dışarıdan saldırılara neden olabilir. Böyle saldırılar geldiğinde şato sakinleri hemen işe koyulup bir koruma katmanı daha ekleyebilir. Köprüleri kaldırıp kapıları kapatırlar.



Fazlasıyla güçlendirilmiş bu duvarlar sık rastlanan iki soruna yol açabilir. Birinci sorun şudur: Duvarlar giderek kalınlaştıkça, şato sakinleri kendilerini daha güvende hissettikçe duvarların dışını görme becerilerine ne olur dersiniz? Zaman içinde, kalın duvarların ardında dışarıdaki şeylerin görüntüsü daralır ve çarpılır. Böylece duvarlar yükselmeden önce gördükleri şeyin tam tersine ilişkin bilgiler içeri girmez. Buradaki sorunu görebiliyor musunuz? Şato duvarının dışındaki dünya (ya da bağlam) değişirken şato sakinleri kendilerini eski bilgilere dayanarak koruyordur. Şato sakinleri hayatlarını değiştirecek bir olay ya da geçiş dönemi yaşarken bu durum özellikle sorunlu bir hal alır.

Nina açısından eski mükemmeliyetçilik alışkanlıklarına sarılma ve kendisini kapatma girişimleri fiili koşulların taleplerine cevap vermemesi anlamına geliyordu. Yeni meslektaşlarıyla tanışmak, ihtiyaç duyduğunda yardım istemek yerine, hiç istemeden sözsüz bir biçimde “uzak dur” mesajları veriyordu. Alışkanlıkları yeni işinde ihtiyaç duyduğu desteği almak için yaratıcı problem çözümünün önüne geçiyor, onun daha yalıtılmış, daha desteksiz hissetmesine yol açıyordu.

Şato sakinlerinin ikinci sorunu kendilerinin ve başkalarının duygularını dinleyip tolere etme yetileriyle ilgilidir. Şato gözcüleri rahatsız edici duyguları ve düşünceleri kendi bilinçlerinden uzak tutma konusunda sıklıkla mükemmel bir iş çıkarır. Ama birazdan öğreneceğiniz üzere duygularımız bizim için derin anlam taşıyan şeyler hakkında bize kılavuzluk eder. Şato savunmasının aşırı kullanımı (aşırı düzenleme) ilgi eksikliğine ve gerçekten ne istediğinizi bilemediğiniz hissine yol açabilir. Aynı zamanda bu tipler başkalarının ifade ettiği duygularla ilişki kuramadıklarında karşı karşıya kaldıkları saldırganlığa da anlam veremeyebilirler. Şato insanları epey yargılayıcı bulunabilir. Yargıları genellikle şuna benzer, “Ben karmaşık duygularımı kesmekte o kadar mükemmel bir iş çıkardım ki, diğerlerinin de aynısını yapabilmeleri gerekir!” Duyguların, zorlayıcı düşüncelerin sarıp sarmalanıp saklanması, kontrol altında tutulması gerekir. Şato modunda olduğumuzda empati kurmak zordur. Er ya da geç şato duvarları saldırılar ya da eleştiriler karşısında yıkılabilir hale geldiğinde, şato insanları kendi duygularını hissetme pratiğine sahip değildir. Dolayısıyla bir kez aşıldığında duvarlar güçlü bir duygusal fırtınayla yıkılabilir.

KÖY SAKINLERI

Öte yandan köy sakinleri tam tersi eğilimdedir. Köy sakinleri duygularını hissetme konusunda epeyce deneyime sahiptir. Bu duyarlı ruhlar yaratıcı tiplerdir: sanatçılar, aktörler, yazarlar vb. Güçlü duygularını hayatlarında yarattıkları şeylere, işlerine, evlerine, sevdiklerine yansıtırlar. Köylüler çok fazla sevgi ve nefret deneyimler, yakın yoğun ilişkiler içindeyken serpilip gelişirler.

Aslında kimi zaman yakın bağlar onlar için o kadar temel önemdedir ki, gerçekten istedikleri şeyi gözden kaçırabilirler. Bağdan yoksunmuş gibi hissetmek onlar için o kadar tatsızdır ki tercihleri birlikte oldukları kişi tarafından belirlenebilir. Köy sakinleri bu bağlı olma hissini korumak için kendi ihtiyaçlarını bir kenara bırakma, sıklıkla aşırı ikramda bulunma eğilimi gösterir. Çoğu kez bunu başkalarını memnun etmekten hoşlandıkları ve cömertliklerinden ileri gelen bağlılık hissini sevdikleri için yaparlar. Ama bağın koptuğunu hissettiklerinde ya da başkalarının onların iyiliklerini verili kabul ettiğini ya da onlardan iyilik beklediğini hissettiklerinde içerleme ve öfke biriktirebilirler.

Jessica’nın deneyimlediği şey buydu. Çalışmamız sırasında Jessica, işitildiğini hissetmediği zaman ayak uydurmakta özellikle zorlandığını keşfetmişti. İnce duyarlılıklara sahip bir insan olarak en ufak değişiklikler bile gözünden kaçmıyordu. Yeni tanıdığı insanlarla gündelik sohbetlerini banal ve sinir bozucu buluyordu. Anlaşıldı ki çocukken ailesinin onun iyi davranışlarını görmezden geldiğini hissetmişti; ancak onların yardımını gerektiren bir tür kriz yaşadığında kendisine anlamlı bir ilgi gösterilmişti. Jessica’nın içselleştirdiği anlam, kendisini yoğun bir biçimde ifade etmesinin ihtiyaçlarının karşılanması için temel önemde olduğuydu, bu onun duygusal alışkanlığı haline gelmişti.

Şimdi, köylüler duygularını gayet kuvvetli hissettiklerinden, duygularına dayanarak hareket etmemeleri çok zordur. Bu Jessica’nın sık sık söz ettiği bir zorluktu, kendisi duygularından ötürü paralize olduğunu açıklardı. Duygularının algıları üstündeki etkisini engelleyen şato sakinlerinin tersine, köy sakinleri duygularıyla yönetilme eğilimindedir. “Hissediyorsam, gerçek olması gerekir!” inancı vardır burada. Bunun köyde nasıl çok fazla kargaşa ve krize yol açabileceğini görebilirsiniz.

Köy ilişkilerinin de birçok inişi ve çıkışı olabilir. Köylüler kavga eder, barışır. Severler, nefret ederler ama bu tipler sahicidir! Başka türlü olmak onlara acı verir. Duyarlı ve hisseden köylüler için sorun, kimi zaman köydeki bütün iniş çıkışların ve yaşam yoğunluğunun ezici bir ağırlığa sahip olabilmesidir. Köylülerin içindeki güçlü duygular içlerindeki en iyi yönleri ortaya çıkarabilir ve onların sevdikleri şeyleri yapma, yaratma ve bağ kurma becerilerini etkileyebilir.

ARA Hangi tarzla daha fazla ilişkilisiniz? Aşağıdaki tablodaki hangi nitelikler sizi betimliyor? Hangi yöne meylettiğinizi görmek için hepsini günlüğünüze not alın.

Tablo 1.1 Duygusal Alışkanlık Kalıplarının İki Kutbu

UÇLARDA YAŞAMANIN BEDELLERI

Hemen herkes kendisinin şato sakini ya da köy sakini ya da her ikisi birden olduğunu görebilir. Kimi zaman farklı durumlar bir moda karşı diğerini daha fazla öne çıkarır. Köy modunda olduğumuzda, iç huzursuzluğumuzla “oturmak” daha zordur. Sıkıntı toleransının düşük olması uzun vadeli hedeflere bağlı kalmayı çok zorlaştırabilir. Köylüler daha tutarlı bir biçimde güçlü, derin duygular hisseder. Duygular güçlendiğinde odak noktasını kaybetmek, uzun düşünceler ve kaygılarda kaybolup gitmek kolaydır. Duyguların yeterince düzenlenmemesi ruh hali, kaygı ya da davranış sorunlarıyla ilgili kronik mücadelelere yol açabilir.

Öte yandan duygularını aşırı düzenleyen şato sakinleri duyguları, ihtiyaçları ve arzularıyla bağlantı kurup onları “dinleme” konusunda daha büyük bir zorluk çeker. Bu durum bir motivasyon, ilgi, hayatiyet eksikliğine, gerçekten neyi dert ettiklerini bilmemelerine neden olabilir. Tehdit duygusu yüksek olabilir, ödüllendirilmeye duyarlılık da daha az olabilir, bu da aşırı kontrolcü olma girişimlerini artırır (Lynch 2018). Renk vermeyen gerçek şato sakinlerinin yardım çağrısında bulunması sıklıkla daha uzun zaman alır. Ama yardım istediklerinde bunun nedeni genellikle, önemsedikleri birinin yardım almalarında ısrar etmesi ya da şato duvarlarının ciddi bir darbe almasıdır. Çektikleri zorluklar kişilerarası anlaşmazlık olarak sızma eğilimi gösterir, kimi zaman bunlar öfke yönetimi, çok büyük bir sıklıkla da sosyal kaygılarla ilgilidir. Nihayetinde nüfuz edici yalnızlık ve yalıtılmışlık hisleri sonucu depresyon ortaya çıkabilir.

Nina klasik şato, Jessica ise klasik köy kalıpları sergiler. Onların betimlemeleri ofisimde tekrar tekrar gördüğüm kalıpların derlenmiş halidir. Araştırmalar bu gözlemleri haber veren olası etkenleri de betimler. Araştırmalar, ebeveynler (performansa dayalı) koşullu sevgiyi vurguladıklarında mükemmeliyetçi özeleştiri ve kendi kendini büyük görmek gibi yararı olmayan şato özelliklerinin gelişebileceğini ortaya koyuyor (Curran, Hill ve Williams 2017). Öte yandan iki uçta yer alan ebeveyn müdahalesi daha ziyade köy özellikleriyle ilişkili bulunmuştur: çocukların sorunlarını ve krizlerini çözmeye aşırı odaklanmak ya da tam tersine çocuğun iç duygularına ya da hislerine kulak vermemek ya da onları değersizleştirmek. İlk davranış biçimi daha sonradan kaygıya, depresyona, hayattan memnuniyetin ve refahın daha düşük olmasına neden olabilir (LeMoyne ve Buchanan 2011; Nelson, Padilla-Walker ve Nielson 2015; Schiffrin vd. 2014). İkincisi ise sıkıntı toleransının düşük olması ve kişilerin ilişkilerde duygularını düzenleme konusunda çektiği zorluklarla ilişkilendirilmiştir (Fruzetti, Shenk ve Hoffman 2005; Sturrock ve Mellor 2013).

BAĞLARDAN KURTULMAK: DUYGUSAL ALIŞKANLIKLARI BIRAKMAK

Hedeflerimizin peşinden giderken duruma bağlı olarak duygularımızı idare etmekte her iki kutuptan özellikleri en etkili biçimde kullanmamız gerekir, en iyisi budur. Kimi zaman bağımsızlığınızı korumak için şato duvarlarını yükseltmek, dolayısıyla bağlantısızlık ve yalıtılmışlık hislerine tahammül etmek en etkili yoldur. Kimi zaman da başkalarıyla bağ kurmak ve birlikte yaratmak için kırılgan olmanın rahatsızlığını hissetmek en etkili yoldur. Yetişkinliğe başarılı bir geçiş yapmanın ve yetişkinlikte başarılı geçişler yaşamanın anahtarı, belli bir bağlamda işe yarayan şeylere beceriyle ve esneklikle nasıl uyum sağlanacağını öğrenmekte yatar.

Bundan sonraki bölümlerde kendi kendinizi keşif yolculuğunuzda size kılavuzluk edeceğim. Her bölüm kendi kendinizi anlamanıza yeni bir katman ekleyecek ve size hayatınızın hikâyesini, okumayı istediğiniz gibi kurma yolunda bir yol haritası sunacak. Bütün büyük keşif gezileri gibi bunda da korku, sıkıntı ve hayal kırıklığı yaşadığınız anların yanı sıra huşuya kapıldığınız, zafer duygusunu hissettiğiniz anlar olacak. Peki diğer seçeneğiniz ne? Aynısının daha fazlası mı? Gelin: Bu sözcükleri yetişkin olma yolculuğunuzdaki ekmek kırıntıları olarak kabul edin.

İKİNCİ BÖLÜM

Zihin-Beden Aracınız: Bütüncül Sisteminiz

New Mexico’da bir kelebek kanadını çırparsa Çin’de bir kasırga görebiliriz.

– KELEBEK ETKISI, MATEMATIKTEKI KAOS KURAMINDAN

Her şey birbirine bağlı, ey insanlar!

Her şeyin bir nedeni var. Bu nedenlerin ne olduğu her zaman bilinemeyebilir. Yine de neden yakın da olsa uzak da olsa her şey birbirine bağlıdır. Bir toplantıya geç kaldığınızda bunun bir nedeni vardır. İlişkiler çetin olduğunda bir nedeni vardır. Bir kargaşaya takılıp kaldığınızda, kendinizi çekip çıkaramadığınızda bir nedeni vardır. Hedeflerinizi belirleyip onlara doğru ilerleyemiyormuş gibi göründüğünüzde… evet, her zaman bir nedeni vardır.

bannerbanner