
Полная версия:
Issız Köşe
Anay-Kıs: Anay-Kıs, Eres’in nişanlısı ve Şivilig Kolhozundaki çalışma arkadaşıdır. Eres askerdeyken bir mektupla ondan ayrılır ve Eres’in arkadaşı Lapçar ile evlenir. Issız Köşe’nin yan karakteri olan Anay-Kıs, Lapçar’la birlikte üçlemenin ikinci romanı Uzak Bulut’un başkahramanlarından biridir.
Lapçar’ın babası: Lapçar’ın babası İrbijey, Tuva’nın zengin toprak ve hayvan sahiplerinden biridir. Sosyalist romanlarda feodal beyler genellikle olumsuz karakterler olarak karşımıza çıkarken, Issız Köşe’de İrbijey olumlu nitelikleriyle ön plana çıkarılan biridir. Oldukça varlıklı olan İrbijey, dostu Oyun-Herel’e ve onun ailesine kol kanat germiş, gözü tok, haksızlıklara katlanamayan bir tabiata sahip biri olarak tasvir edilmiştir. Tüm mal varlığını, diğer zenginlerin aksine israf etmemiş ve kolhoza bağışlamış; kendisi de kolhozda çobanlık yapmaya başlamıştır. Lapçar onun biricik oğludur ve bu yüzden onu biraz şımartmıştır. Ancak Lapçar’ın Eres’e yapmış olduğu davranışı şiddetle cezalandırmıştır.
Çazaradır Dede: Çazaradır Dede, eserde 1920’li yıllarda köyünü basan eşkıyaları köyden çıkartıp Agılıg vadisinde pusuya düşürülmesine yardımcı olan ve eşkıyaların reisi tarafından vurularak öldürülen bir ihtiyardır. Devrim’in gelişini heyecanla karşılayan Çazaradır’ın mezarı buraya yakın bir alana yapılır ve bu önemli tarihsel olayın unutulmaması için adı bu mevkiye verilir.
Gazeteci: Romanın epilog bölümünde karşımıza çıkan gazeteci, aslında kendisi de bir gazeteci olan Kızıl-Enik Kudajı’yı temsil eder. Eserin olay örgüsüne Çoduraa Kolhozu ile ilgili bir haber yapmak için görevlendirildiğinde dahil olan gazeteci, her yıl iyi mahsul alan bu kolhozu araştırmak için gönülsüzce yola çıkar ve farkına varmadan yolda Eres’in aracına biner. Ondan kolhozun ve kolhozcuların hikayesini dinler ve bunu bir gazete yazısına dönüştürür. Epilogun sonunda bu yazma sürecini ve kendi rolünü şöyle dile getirir: Bu hikâyeyi yazan ben değilim, onu yazan hayatın ta kendisi. Ben sadece onun yazdıklarını derleyip altına imzamı atma bahtına sahip oldum.
c) Issız Köşe’nin Olay Örgüsü:
Eserin olay örgüsünde Tuva edebiyatında tahkiyeye dayalı pek çok eserde karşımıza çıkan prolog ve epilog kullanımı dikkat çekmektedir. Kızıl-Enik Kudajı üçlemeyi oluşturan tüm romanlarda olay örgüsünü bu şema üzerine kurmuştur. Prolog, 27 bölüm ve epilogdan oluşan eserin olay örgüsü şu şekilde özetlenebilir:
Prolog : Bir güz tasviriyle başlayan prologda orta yaşlı bir kadın, ormanda at sürerken önce bir denk bulur. İçinde içecek ve yiyecekler bulunan bu dengi alan kadın, bir müddet sonra çalılıkların arasında tiz bir ses duyar. Duyduğu ses bebek ağlamasıdır. Bebeği alıp hızla evine götürür. Eserde adı verilmeyen kadın ve kocası Oyun Herel’in kendi çocukları yoktur ve kimseyi bilgilendirmeden bu terk edilmiş bebeği evlat edinerek adını Eres “Yiğit” koyarlar. Bu bölümde bulunan bebeğin hasta çocuklarla ilgili eski bir Tuva inanışından dolayı bir yiyecek dengiyle birlikte terkedildiği anlaşılmaktadır. Şamanizm ve Lamaizm’in batıl inançları eserde Oyun Herel tarafından eleştirilir. Diğer ailelerden uzakta yaşayan bu aile oldukça fakirdir. Ahırlarında hayvanları azdır. Oyun Herel, evlat edindikleri çocuğun geleceği için endişelenmeye ve MÇAE adı verilen kooperatiflere azıcık hayvanını verip orada çalışmayı düşünmeye başlar. Herellerin evlat mutluluğu kısa süre sonra evlerine Mıyıs-Kulak takma adıyla tanınan Monguş Kodanmay’ın gelişi ile tehlikeye düşer. Mıyıs-Kulak köye döndüğünde bu durumu yetkililere haber verir ve bir dedikodu yayılmasına sebep olur. Yayılan dedikoduyu Oyun Herel’e de haber veren kendisidir. Oyun Herel, 1920’li yıllarda Tuva’da iç savaş devam ederken bir eşkıya tarafından vurulmuş ve şans eseri hayatta kalmıştır. Ona ve eşine göre yüzü maskeli eşkıya, Mıyıs-Kulak’a oldukça benzemektedir ve bu nedenle ondan her zaman şüphelenmişlerdir. Oyun Herel ve eşi buradan Şivilig’e, Oyun Herel’in arkadaşı İrbijey’in yanına göçmeye karar verir ve bir sabah yaşadıkları yeri kimseye haber vermeden terk ederler.
1. Bölüm : Eres, asker olarak görev yaptığı Çukotka’dan Kızıl’a babasının cenazesi için geri döner. Bu yolculuk süresince kendi aile tarihini düşünür; İrbijey’in oğlu Lapçar ile arkadaşlarını hatırlar. Kızıl’da uçak bileti bulamaz. O esnada, soyadı Kırgıs olan bir kız ona kendi biletini verir ve uçakla memleketine gider. Bileti daha sonra o kızı bulabilmek ve bilet ücretini ona verebilmek için saklar. Eres, babasını defneder; nişanlısı Anay-Kıs onu bekleyeceğini söyler. Eres Çukotka’ya geri döner.
2. Bölüm: Bu bölümde Tuva’da kolhozlaşma çalışmaları, ÇAE ve MÇAE’lerin kuruluşu, Şivilig köyünün doğal güzellikleri ve Eres’in Şivilig köyü kolhozunda Anay-Kıs ile yaşadığı aşk anlatılır. Çukotka’ya döndükten sonra nişanlısının Eres’e gönderdiği mektuplar birden kesilir. Eres endişelenir. Israrlı bir şekilde mektup yazan Eres’e ayrılık mektubu gelir. Eres bu esnada kendisine biletini veren kızı bulabilmek için Ulug-Hem pasaport dairesine bir dilekçe yazar ancak bir sonuca ulaşamaz.
3. Bölüm : Eres askerlik hizmetini tamamlayarak Kızıl’a döner. Uzun süre uzak kaldığı köyüne, anne ve babasının mezarını ziyaret etmek için gider. Orada eski nişanlısı Anay-Kıs ve çocukluk arkadaşı Lapçar İrbijey’in evlendiğini ve çocukları olduğunu görür. Lapçar ondan hal diliyle özür dilemeye çalışır. Çok üzülen Eres sabah erkenden Kızıl’a geri döner ve Komsomol bürosuna giderek ıssız bir köşede çalışmak istediğini bildirir. Onu gerçekten de gözden uzak Agılıg eteklerindeki Çoduraa kolhozuna görevlendirirler.
4. Bölüm : Bu bölümde Agılıg köyü ve bu köyde yer alan Çoduraa kolhozunun hikayesi anlatılır. Eres Agılıg köyüne gelir, köyün ve kolhozun genel manzarasını gözlemler. Orada roman boyunca eleştirilecek olan kolhoz müdürü Konçuk ile kolhoz memurları ve büroda kendilerine harman kaldırmak için yeterli adam verilmemesini protesto eden Dolaana ile tanışır.
5. Bölüm : Eres kolhozda harman yerinde çalışmaya başlar. Farklı hasatların harmanları orada birikmiştir. Kolhozdaki tarım aletleri bozuktur. Çalışma ekipleri verimsiz bir şekilde oluşturulmuştur. Yöneticiler kolhozdaki aksaklıkları görmezden gelmekte, köyde eli ayağı tutan erkekler işleri kadınlara bırakarak kolhoz müdürünün yanında aylaklık etmektedir. Eres harman yerinde Biçiiney, Tos-Taŋma ile tanışır. Dolaana’yla karşılaşır. Eres kendi inisiyatifiyle harman yerine çeki düzen verir, kızları örgütler ve harman makineleri tamir eder.
6. Bölüm: Tos-Taŋma abla kolhozdaki yönetim sorununu kendi üslubunca anlatır. Eres kaldığı yeri değiştirip Şırbaŋ-Kök’ün evine geçer. Şırbaŋ-Kök, Mıyıs-Kulak’ın babasıdır. Eres böylece yine Mıyıs-Kulak ile karşılaşmış olur.
7. Bölüm: Kolhozda harman bitmiş, çalışma ekipleri ot biçmeye gönderilmiştir. Kolhozdaki organizasyon sorunları ciddi boyuttadır. Eres kendine zaman ayırmaya ve kolhoz çalışanlarını tanımaya başlar. Bir akşam köy kulübünde film izlemeye gider. Orada Dolaana ile dans eder ve ondan çok etkilenir.
8. Bölüm: Kolhozda harman öncesi hazırlıklar başlar ancak eli ayağı tutan erkek kolhozcular çalışmalara katılmayıp özel işleriyle ilgilenmeye başlar. Bu bölümde kolhoz müdürü Konçuk’un diline doladığı seferberlik kavramı eleştirilir. İş gücünün doğru yöneltilmediği, çalışanlara gerekli sosyal imkanların sağlanmadığı dile getirilir. Konçuk, konuşmalarından tedirgin olduğu Eres ile özel olarak görüşür ve Eres müdürün yönetim becerisini sorgulamaya başlar.
9. Bölüm: Eres Dolaana ile yakınlaşmaya başlar. Ugaanza eve döner. Romanda “altın kadroların ideal genci” olarak ön plana çıkarılan Eres’in karşıtı olarak verilen Ugaanza, karakteri ve aile ilişkileri yönüyle eleştirel olarak okuyucuya sunulur.
10. Bölüm: Eres bahar arifesinde görevli olarak kışlaktaki besici arkadaşına yardımcı olmak üzere atıyla yola çıkar. Agılıg vadisi boyunca yaptığı yolculukta Tuva Halk Cumhuriyeti’nin 1920’li yıllardaki manzarası anlatılır. Beyazlar ve Kızıllar arasında yaşanan çatışmalarda halkın gördüğü zarar ve komünistlere karşı silahlanan eşkıya çetelerinin tarihçesi hikâye edilir. Köyü basarak babasını vuran eşkıyaların pusuya düşmeleri, ihtiyar Çazaradır’ı katletmeleri ve bu nedenle vadinin daraldığı yere Çazaradır-Köşkezi adı verilişinin hikâyesi anlatılır. Eres büyük bir tipiye yakalanır, yolunu şaşırır ve atıyla beraber bir çukura düşer. Dolaana’nın hayalini görerek o çukurdan çıkar ve kar yığınlarının arasında kendinden geçer.
11. Bölüm: Büyük tipi kolhozda paniğe yol açar. Kolhozun hayvanları tehlike altındadır. Konçuk ve parti yöneticisi Dajısaŋ acil eylem planı hazırlarlar. Dajısaŋ ve Konçuk arasındaki karakter farkı burada dile getirilir. Dajısaŋ mantıklı ve tedbirli bir yönetici olarak kolhoz çalışanlarını örgütler. Konçuk bundan rahatsız olur. İş bölümünde Dolaana, Şırbaŋ-Kök’ün oğlu Ugaanza ile eşleştirilir.
12. Bölüm: Ugaanza ile Dolaana yola çıkmak için hazırlık yapar. Ugaanza Dolaana’yı etkilemek için çabalamaktadır ancak Dolaana onun gerçek karakterini bildiği için bu çabalarına anlam veremez. Atlı kızakla tipide yol alırken Ugaanza Dolaana’yı sıkıştırır. Dolaana kaçar. Ugaanza başına gelecekleri bildiğinden ondan af diler ve besicinin evine giderler. Ugaanza besicinin evine çalışmaya değil misafirliğe gelmiş gibi davranır ve içki içmek ister. Besici ihtiyar bundan rahatsız olur ve o gece içip sızan Ugaanza bir bahaneyle kolhoza geri gönderilir.
13. Bölüm: Eres bir tesadüf eseri yolu o tarafa düşen çocukluk arkadaşı Lapçar tarafından kurtarılarak onun evine getirilir. Burada tedavi edilen Eres Lapçar ile eski nişanlısı Anay-Kıs ile tekrar karşılaşmış olur. İyileşen Eres Agılıg’da ekilmeyen verimli toprakları görür ve burayı işleme kararı alır. Daha önceden buraları tarıma açmaya çabalayan bir komsomolcunun bu mevkide öldürüldüğünü öğrenir. Lapçar kolhozların sosyal alanlara muhtaç olduğunu düşünmekte ve çalışanların bu tesisleşmeye ihtiyacı olduğunu dile getirmektedir.
14. Bölüm: Eres Agılıg sırtlarını atıyla gezer. Oraları işlemek isterken öldürülen komsomolcunun mezarını ziyaret eder ve onun mezarı başında bu yarım kalan işi tamamlamaya ant içer. O esnada Çazaradır-Köşkezi yakınlarında tuzağa yakalanmış bir tilki görür. Onu takip eder ve kurtarmak ister. O esnada kaldırdığı bir kayanın altından bir beze sarılı tabanca ve mermiler çıkar. Tilkiyi kurtarıp köye geri döner.
15. Bölüm: Eres tabancayı temizlerken Mıyıs-Kulak gelir ve onun ne yaptığını görür. Eres, Agılıg sırtlarını ekme planını müdür Konçuk’a açar ve tartışırlar. Eres hayal kırıklığına uğrar ama planından vazgeçmez. Polisi arayarak bir tabanca bulduğunu bildirir. Ne var ki tabanca evden çalınır. Polis bu nedenle onu göz altına alır. Hapisteyken ona Biçiiney ve Dolaana’dan mektup gelir. Ancak Eres uğradığı bu ihanet karşısında Agılıg’dan, ıssız köşesinden soğumuştur. Agılıg’a dönmeme kararı alır. Karakolun komutanı onu serbest bırakır.
16. Bölüm: Eres serbest kaldıktan sonra MTS ile iş görüşmesine gider. Agılıg kolhozuyla ilişiğini kesmek için köye döner. Dolaana ile vedalaşıp ona aşkını itiraf etmek ister ancak Dolaana onun yanından kaçıp gider. Eve döndüğünde masasının üstüne bir günlük bırakılmıştır. Sabah yola çıkan Eres, Agılıg’a büyük bir ıstırap çekerek veda eder.
17. Bölüm: Bu bölüm masasına bırakılan günlüğe ayrılmıştır. Günlük Dolaana’ya aittir ve onun hayatından farklı bölümler içermektedir. Eres Dolaana’nın ailesini, eşkıyaların köy baskınını öğrenir. Bu günlüklerde Kızıl havaalanında bileti verenin aslında Dolaana olduğunu keşfeder. Ayrıca Dolaana evlenmiştir. Kocası Agılıg sırtlarını ekmek isterken öldürülen komsomolcu Sendi’dir. Dolaana’nın Kolya’yı doğurduğu gece kocası Sendi atlarını çalan biri tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.
18. Bölüm: Eres MTS’de çalışmaya başlar. Biçiiney de bölgeye gelmiştir. Kütüphanecilik eğitimi almaktadır. Sürekli Eres’i çalıştığı yerde ziyaret eder ve Eres’in çalışma arkadaşları ona “küçük yengemiz” lakabını takarlar. Eres bundan rahatsız olmaya başlar. MTS’de Komünist Parti’nin kolhozların makineleşmesi kararı tartışılmaktadır. En çok eleştirilen kolhoz Çoduraa’dır. Bir gün parti yöneticisi Dajısaŋ ile karşılaşır. Dajısaŋ Eres’i Agılıg sırtlarının ekilmesi ve kolhoza traktör alınması konusunda cesaretlendirir ve ona yeni bir görev teklif eder. Eres Biçiiney’e onunla ilgilenmediğini, Agılıg’dan soğuduğunu söyler.
19. Bölüm: Eres Çoduraa’nın yeni traktör ekip şefi olmuştur. Yeni alınan paletli traktörlerle köye doğru yola çıkar. Yolda Tos-Taŋma ablayı alır. Traktörlerin gelişi ile yapılan törende Tos-Taŋma abla müdürü eleştirir ve kolhozların nasıl olması gerektiği Tos-Taŋma’nın sözleri ile dile getirilir.
20. Bölüm: Eres, müdüre Dajısaŋ’ın da desteği ile Agılıg sırtlarının tarıma açılması fikrini kabul ettirir. Ugaanza sarhoşken Eres’e çalışma sözü verir. Sonraki gün Eres onu traktör ekibine alır. Ugaanza bunu gönülsüzce kabul eder. Konçuk Ugaanza’nın neslini eleştirir. Eres, 1920’li yıllarda, Tuva’da devrimin ilk yıllarında savaşan ve hizmetleri olan ancak yenilikçi olmayan Konçuk’un geçmişteki mücadelesine saygı duyar.
21. Bölüm: Tarlaların ekimi sırasında Eres, Dolaana ile nöbet tutmaya başlar. Yağmurlu bir gecede traktör kabininde Eres, Dolaana’ya havaalanında kendisine bilet verdiğini hatırlatır ve ikisi birbirine aşklarını ilan eder.
22. Bölüm: Ugaanza Dolaana’ya olan ilgisinden vazgeçmez. Eres bundan rahatsız olmaya başlamıştır. Eres ile Dolaana STS’den ekipman almak için bölgeye giderler. Orada Dolaana’nın annesini ve Kolya’yı ziyaret ederler. Eres, Kolya’yı kendi oğlu olarak benimser.
23. Bölüm: Nihayet Agılıg sırtlarındaki ekim hızlanır. Eres ile Dolaana motosikletle tarlalara giderken Tos-Taŋma abla ile karşılaşırlar. Tos-Taŋma abla onların motosikletlerini huş ağacı çiçekleri ile donatır ve bu çifti “güzel zamanlarda doğmuş, bahtlı gençler” olarak kutsar.
24. Bölüm: Ugaanza dayısının cenazesi nedeniyle izin alır. Dedesi Mıyıs-Kulak bir gece sırrını ona açar. Ugaanza dedesinin herkesten sakladığı sırları öğrenir. Mıyıs-Kulak Ugaanza’ya bir silah verir. Bu Eres’ten aldığı tabancadır ve onunla torunundan Eres’i öldürmesini ister. Ona bir mektupla para dolu bir çıkın bırakır.
25. Bölüm: Eres ile Dolaana motosikletle tarlalara giderken Ugaanza önlerini keser. Silahını doğrultur ancak onları öldürecek cesareti yoktur ve tabancası elindeyken düşüp bayılır. 26. Bölüm: Dajısaŋ ve Konçuk Mıyıs-Kulak’ın bir şeyler planladığını anlar ve onu takip etmeye başlarlar. Mıyıs-Kulak’ı atıyla Çedi-Saŋ tepesine çıkarken bulurlar.
27. Bölüm: Eres Ugaanza’nın koynundaki mektubu bulup okur. Mıyıs-Kulak aslında Eres’in babasını vuran, Çazaradır dedeyi ve Sendi’yi öldüren eşkıyadır. Mektupta “acımasız Sovyet hükümetiyle öte dünyada hesaplaşacağız” yazmaktadır. Mıyıs-Kulak intihar etmek niyetindedir. Eres nereye gittiğini öğrenir ve Dajısaŋ’la Konçuk’tan önce Mıyıs-Kulak’ı yakalar. Artık büyük sır aydınlanmış ve Agılıg refaha kavuşmuştur. Çoduraa artık verimli ve çalışkan bir kolhoza dönüşmüştür.
Epilog: Anlatıcı, bir gazetecidir. Editörü ona izin gününde Çoduraa kolhozunun başarısının sırrını haber yapma görevi verir ve onu Agılıg’a gönderir. Yola isteksiz çıkan gazeteci yolda kim olduğunu bilmeden artık ekip başı olan Eres Herel’in kullandığı bir arabaya biner. Şivilig ve Agılıg kolhozları birleşmiş, bu iki kolhoz Lapçar’la Eres’in dilediği gibi tesisleşmiş ve tarlaları verimli, mahsulü bol bir kolhoza dönüşmüştür.
KAYNAKÇAArıkoğlu, E. (1998), “Tuva Türkleri Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı,Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, ss. 491-500, Ankara.
Arıkoğlu, E. (2002), “Tuva’nın XX. Asır Siyasi Tarihi”, Türkler Ansiklopedisi, C20, Yeni Türkiye Araştırmaları, ss. 173-179, Ankara.
Barnes, I. (2022). Rusya, Huzursuz İmparatorluk, Bir Tarihsel Atlas, vb. Yay.
Dırtık-ool A. O. (2017). Sovetskiye preobrazovaniya v Tuvinskoy avtonomnoy oblasti (po materialam ekspozitsiy Tuvinskogo kraevedçeskogo muzeya), Noviye issledovaniya Tuvı. No:4, ss. 109-124.
Kombu, S. (2012), “Kudajı Kızıl-Enik Kırgısoviç”, Tuvinskaya Literatura, ss. 106-113, Nauka, Novosibirk.
Kudajı, K. K. (1965). Irjım Buluŋ, Tıvanıŋ Nom Ündürer Çeri, Kızıl.
Kudajı, K. K. (1971). Irak Bulut, Tıvanıŋ Nom Ündürer Çeri, Kızıl.
Kudajı, K. K. (1983). Irlıg Bulak, Tıvanıŋ Nom Ündürer Çeri, Kızıl.
Monguş, D. A. (1980) Russko-tuvinskiy slovar, Russkiy Yazık, Moskva.
Monguş, D. A. (2003), Tıva dıldıŋ tayılbırlıg slovarı, C.I, Nauka, Novosibirsk.
Monguş, D. A. (2011), Tıva dıldıŋ tayılbırlıg slovarı,C.II, Nauka, Novosibirsk.
EKLER
Resim 1: K. S. Lanza, “Kolhozda Yeni Hayat” tablosu, Tuva Ulusal Müzesi Koleksiyonu

Resim 2: Kaa-Hem Kolhozunda bir mısır hasadı.

Resim 3: Şivilig köyü manzarası.


ISSIZ KÖŞE
Prolog
Güz…
Güzün son demleri…
Bulutlar alçak alçak.
Bulutlar kara kara.
Bulutlar sanki gökten yere doğru akıp duruyor.
Bulutlar parça parça olmuş kirli keçeler gibi.
Bulutlar, sadece Ulug-Hem’in2 iki kıyısında birer şerit gibi uzanan yüksek taygaların zirvelerinde yükseliyordu sanki.
Bozkırlar ıssızdı. Dağların eteklerinde, sulama kanallarının kenarlarında hasat edilmiş engebeli tarlalar uzanıyordu.
Rüzgâr estikçe, boz renkli döngele3 yığınları ovaları geçip dağ geçitlerini aşarak büyük kar fırtınalarında sığınak arayan hayvanlar gibi hızlı hızlı bir yerlerde toplanıyordu.
Çekirge sesleri, uzun zamandır duyulmuyordu. Yeşil dağ servili taygalarda geyikler birbirlerini izliyordu. Hiç kış görmemiş buzağılar çok geçmeden dört ayaklarının üstünde durmaya çalışarak kederli kederli böğürmeye başlayacaklardı.
Göçe geç kalmış turnalar, dalbıy4 gibi hizalanmışlar, alçaktan sessizce uçup güneye doğru gidiyordu.
Çayırlardaki gölcükler, ta geceden buz tutmuş gibiydi. Güz sadece kuzeyde değil tüm yönlerde, gökte ve yerde de kendini hissettiriyordu.
Kızıl çalılıklarla karışmış öbek öbek sepetçi söğütlerinin arasında, birisi ağır ağır at sürüyordu. At, gebe bir kısrak gibi semiz ve şişkindi; ahşap tabaklara benzeyen geniş toynaklarını, ayaklarına kum dolu çuvallar bağlanmışçasına yavaş yavaş hareket ettiriyordu. Kulaklıkları arkasına bağlanmış kuzu derisi haptıga5 giymiş, eskimiş pamuklu yazlık elbisesine solmuş kırmızı bezden bir kuşak bağlamış olan orta yaşlı kadın, atını mahmuzluyor ama bir türlü hızlandıramıyor; sadece rengi uçmuş kara deriden yapılmış eyerden bir hışırtı sesi yükseliyordu. Kadın çalılıkların arasından bir an önce çıkmak için söğüt dalıyla atını kırbaçladığında, atın sağ yanından topraklar fışkırıyor, geride sadece tabanlarının geniş izleri kalıyordu.
Yol başka izlerle doluydu. Anlaşılan birkaç gün boyunca burada çok iş görülmüştü. Yük kızakları yolun her iki tarafında bir sürü iz bırakmıştı; çalılıklarda biriken kucak kucak saman sapları, baharda küçükbaş hayvanların döktüğü tutam tutam tüyler gibi sallanıyordu. Ağır ağır giden at bunlardan rahatsız olmuyor, ürkmüyordu.
Gür çalılıklar…
Kıvrıla kıvrıla giden yol…
Ormanda küçük açıklıklar…
At birdenbire kulaklarını kazık gibi dikip irkildi. Kadın yuları öfkeyle çekerek “N’oldu seni canavar!6” diye atını azarladı.
Ancak at, sahibinin homurdanmasına kulak asmadı; daha da sola döndü, gürültüyle kişnedi. Kadın iyice öfkelendi, ayakları acıyana kadar topuklarıyla atı mahmuzlamaya başladı.
Kadın atını ürküten tarafa doğru bakınca yol kenarına bırakılmış, dolu olduğu için şişkince duran bir deri eyer çantası gördü; atın fark edip ürktüğü şeye şüpheyle yaklaştı. Yerde eyer denklerinden biri tek başına duruyordu, diğer denk ise ortada yoktu.
Bir süre atından inmedi; “Yolcunun biri düşürüp ormana mı gitmiş acaba, denklerden biri neden yerde, neden bırakılmış?” diye kendi kendine düşündü.
Kadın dizginlerini eyer başına bağlayıp yavaşça atından indi, dengi incelemeye başladı. Etrafta hiç hareket yoktu. Çantayı eline alıp uzun uzun baktı, içi doluydu, sallayınca bir şıngırtı duyuluyordu.
Bulutların arkasında görünmez olan güneş, dağları aşıp kaybolmaya başlamış; alacakaranlık çabucak çöküvermişti. Hava epeyce soğumuştu. Kadın, yanağına bir esinti değince ürperdi.
Kadın “Dengi güneyde hasat yapanlar düşürmüş olmalı!” diye düşündü:
– Bunu alıp gideyim, çalmış olmam, sahibini bulup veririm muhtemelen.
Dengin ağzını tereddütle çözdü, içinden insan göğsü kadar büyük bir matara çıktı. Mataranın nemli ağzından güz sütünden yapılmış içkinin buram buram kokusu geliyordu. Mataranın yanında bir de ahşap kadeh vardı. Dengin diğer tarafına büyükçe bir bezin içine oldukça semiz, haşlanmış et konulmuştu. Bunlardan başka gerilmiş peynir, dövülmüş buğday, kurutulmuş kurut….
Sonra aklına bir sürü düşünce üşüşüverdi:
– Çalınmamış bir şey yolun üstünde ne arıyor?7
– Sahibi dengi üzengiye de mi bağlamamış?
– Bütün matarayı içip bitirmem, kalanı sahibine bırakırım…
Mataranın ağzını biraz açtı, kadehi yarısına kadar doldurdu. Yere oturup hemen yanındaki ak sorguç otunu kopardı, kadehin içine soktu, otla dört yöne doğru saçı8 yapmaya başladı:
– Çalmadım, yolda buldum, bereketli taygam!9
Kadehteki içkiyi son bir yudum kalana kadar içti, son yudumu da yere saçtı. Sonra bir kadeh daha içti, kalanları yine saçı yaptı. Elini dengin içine sokup yokladı, başka bir bezin içinde yağlı bir kaburga kemiği buldu. Soğuk eti çiğneye çiğneye yedi.
Çok geçmeden hava daha da karardı. Soğuk içki onu önce ürpertti, ardından sabahtan beri bir şey girmemiş midesini ısıtıverdi. Gözleri alacalanmaya başladı. Dengin sahibi çıkıp gelse ondan bile çekinmeyecekti!
Kadın atına binmek için hazırlanmaya başladı. Ağzını kapatıp matarayı yerine koydu. Oldukça ağır olan dengi atına yüklemek için yüksekçe bir tepeye gitti. Ayakta uyuklayan atını yanında götürdü.
Tam bu esnada, keskin bir ses tam yanı başındaki karanlık çalıların altından duyuluverdi:
– Ingaa!
Ağır dengi yere bıraktı, gözleriyle karanlığı taradı.
O tiz ses yine duyuldu. Kadının yüzü köz gibi kızarıverdi. Dizlerinin bağı çözüldü. Dengi yüklemeden hemen atına bindi. Ganimet düşünecek hali kalmamıştı. Atına biner binmez birden aklı başına geliverdi.
Korkunç çığlık yeniden duyuldu:
– Ingaaa!
Kadın atını sürüp hemen oradan uzaklaşmak istedi. O esnada “Ya kulaklarım çınlıyor ya da bu duyduğum baykuş sesi olmalı!” diye geçirdi aklından. Atını ses gelen çalılıklara doğru sürdü. Hayvan kulaklarını dikti ve olduğu yere mıhlandı. Çalılıkların altında beyaz bir şey görünüyordu: Hem çocuk paltosuna hem de bir parça beze benziyordu. Kadın yaklaştı, var gücüyle eğilip çalılıklara baktı. Az önceki ses daha tiz, daha korkunç duyuldu.
– Ingaa, ıngaa!
Atını geri döndürdü, yola yakın bir yere bağladı:
O tiz ses korkunç da olsa insanı oldukça etkileyen bir tarafı vardı. Korkmuş bir kişinin aklına düşünceler çakan şimşekler gibi aniden geliverir:
– Bu zamanda iblis, şeytan diye bir şey olmaz; eğer iblis10 varsa bile böyle yerde durmaz, dikenli çalılardan korkar, uzak durur.
– Baykuş da değil… Baykuş böyle uzun uzun ötebilir mi? İnsandan korkar, kaçar elbette!
– Bu bir bebek! Bu soğukta bu bebeği buracıkta bırakıp gidecek miyim? Donup ölür! Annelik nedir bilmem ama benim kadın yüreğim buna müsaade etmez!