banner banner banner
Sanatçının Mektupları
Sanatçının Mektupları
Оценить:
Рейтинг: 0

Полная версия:

Sanatçının Mektupları

скачать книгу бесплатно


Joyce, hastanede yatan Lucia’ya daha yakın olabilmek için Fransa’daki Vichy’e taşındı.

EDEBİYATTA NE OLDU

Flann O’Brien: At Swim-Two-Birds

Christopher Isherwood: Hoşçakal Berlin

Hemingway: Klimanjaro’nun Karları

Steinbeck: Gazap Üzümleri

TARİHSEL OLAYLAR

İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain, Münih Konferansı’yla silah bırakmayı kabul ederek Almanya karşısında taviz verdi. Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle İkinci Dünya Savaşı başladı.

1940

YAZARIN HAYATI

Fransa’nın Naziler tarafından işgal edilmesinden sonra Zürih’e kaçtı.

Herbert Gorman’ın Joyce biyografisi yayımlandı.

EDEBİYATTA NE OLDU

Greene: The Power and the Glory

Thomas: Sanatçının Genç Bir Köpek Olarak Portresi

Hemingway: Çanlar Kimin İçin Çalıyor

Arthur Koestler: Gün Ortasında Karanlık

Carson McCullers: Yalnız Bir Avcıdır Yürek

Angela Carter doğdu.

TARİHSEL OLAYLAR

Alman ordusu tarafından Dunkirk’te kuşatılan İngiliz, Fransız ve Belçikalı müttefik kuvvetleri, Dunkirk limanından “mucizevi bir şekilde” tahliye edildi.

Britanya Savaşı’yla Almanya, İngiltere üzerine gönderdiği hava kuvvetleri ve sürekli hava bombardımanıyla Kraliyet Hava Kuvvetleri üzerinde üstünlük kazanmaya çalıştı.

1941

YAZARIN HAYATI

Joyce, elli dokuz yaşında Zürih’te öldü. Nora’nın isteği üzerine herhangi bir dini seremoni olmadan Fluntern Mezarlığı’na gömüldü.

EDEBİYATTA NE OLDU

Nabokov: Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı

Jorge Luis Borges: Yolları Çatallanan Bahçe

Brecht: Cesaret Ana

TARİHSEL OLAYLAR

Hitler, Rusya’yı işgal etti; Alman birlikleri Leningrad’ı kuşattı.

Japonya, Pearl Harbor’daki Amerikan donanmasına saldırı düzenledi.

İngiltere Başbakanı Churchill ile ABD Başkanı Roosevelt savaşın gidişatına dair bir görüşme yaptı. Amerika savaşa girdi.

ÖNSÖZ

Kudret Emiroğlu

24 Nisan 1916 Paskalya sabahı, İrlanda Cumhuriyeti Kardeşlik Örgütü lideri Patrick Pearse,[1 - Patrick Pearse ve William Pearse için, Joyce’un teyzesine yazdığı 23 Ekim 1922 tarihli mektubun dipnotuna bakınız.] annesine şöyle diyordu:

“Benim ve arkadaşlarımın vurulacağı, yok olacağı gün geliyor.”

Annesi, öteki oğlu William’ı sorduğu zaman, “Willie mi? O da öbürleri gibi vurulacaktır. Hepimiz öleceğiz…” diyordu.

Aynı sabah, İrlanda Sosyalist Cumhuriyeti Partisi kurucularından James O’Connolly, İrlanda Nakliye Genel İş Sendikası’nın merkezinden ayrılırken, William O’Brien’a, “Katledilmeye gidiyoruz,” der. O’Brien’ın, “Başarı şansımız hiç yok mu?” sorusuna yanıtı şudur: “Kesinlikle yok.”

Öyle de olur. İrlanda Paskalya Ayaklanması, İngilizlerin ilgisiz kişileri de öldürmeleriyle 1000 ölü, yangın ve idamlarla bastırılır.

* * *

James Joyce 2 Şubat 1882’de doğdu. John Stanislaus Joyce (1849–1931) ve Mary Jane Murray Joyce’un (1859–1903) beşi yaşayan on çocuğunun en büyüğüydü. John Joyce, siyasal etkiyle 1880’den 1892’ye kadar çalıştığı Vergi Toplama Dairesi’nin sağladığı gelirle, oğlu James Joyce’u en iyi Katolik okulu Clongowes College’da okuttu. Mali durumu bozulunca, James Joyce Belvedere College’a devam etti ve 1902’de University College Dublin’in sanat bölümünden mezun oldu. Cizvit hocaları James Joyce’ta dinsizlik işaretleri görseler de o, okulun en iyi öğrencilerinden biriydi. 6 Ekim 1891’de İrlanda Milliyetçi Partisi’nin lideri Charles Stewart Parnell öldüğünde dokuz yaşındaki James Joyce, “Et Tu Healy” şiirini yazmış ve şiir Dublin’de dağıtılmıştı. Joyce, daha sonra Dublinliler adlı öykü kitabına temel olacak “Siluetler”i, Oda Müziği adlı şiir kitabına temel olacak “Duygular”ı bu yıllarda yazmaya başlamıştı. Arkadaşları İrlanda sorununu, ahlak ve sosyalizm konularını tartışırken Joyce, kendisini sanatçı olarak tanımlamıştı. W.B. Yeats’in The Countess Cathleen adlı oyununu protesto etmek için imza toplandığında, imza vermeyen tek öğrenci James Joyce’tu. 1900’de İrlanda’da ahlak tartışmasına konu olan Ibsen’le ilgili bir makalesi ve 1901’de W.B. Yeats, George Moore, Edward Martyn’in, İrlandalı edebiyat yaratmak amacıyla kurdukları İrlanda Edebiyat Tiyatrosu’nu, İrlanda’yı Avrupalı değil “acayip” yapmaya çalıştıkları için eleştiren makalesi yayımlandı: “The Day of The Rabblement”. Joyce önce George Russell, onun çevresinde Yeats, Lady Gregory gibi yazarlarla tanıştı. “Parlak Bir Karar”, “Düş Malzemesi”, “Parlak ve Karanlık”, “Tecelliler” gibi oyun, şiir, düzyazı ve düzyazı-şiirlerini yazıyordu. James Joyce, tıp öğrenimi görmek için Paris’e gitmeye karar verdi. Yazları İngilizce ders verecek ve ailesinin katkılarıyla geçinecekti. 1 Aralık 1902’de gittiği Paris’ten, ailesinin ona ve onun yurduna duyduğu özlemle yılbaşında geri döndü. 23 Ocak 1903’te Paris’e tekrar gitti. Annesinin hastalığı nedeniyle Paris’ten 10 Nisan’da çağrılınca Dublin’e geldi ve annesi 13 Ağustos 1903’te kanserden öldükten sonra da dönmedi. Tıp öğreniminden vazgeçmişti. Şiir, roman, öykü yazmak ve estetik kuramını oluşturmak istiyordu.

Sınıf arkadaşı Oliver St. John Gogarty ile anlaşarak, 1804’te Fransa’ya karşı İngiltere ve İrlanda kıyılarında yaptırılan 74 kuleden biri olan Kingstown Sandycove’daki Martello Kulesi’ne yerleşmeye karar verdi. Joyce otobiyografik romanı Stephen Hero’yu yazacak, Gogarty de şiir ve konuşmalarla özgürlük incilini kaleme alacaktı. Martello Kulesi, Delfi Tapınağı’ndan sonra dünyanın Yeni Helenizm merkezi olacaktı. Gogarty Ağustos’ta kuleye taşındı. Ev işlerini yüklenerek orada kalacak olan Joyce 9 Eylül’de Gogarty’ye katıldı. Fakat Gogarty, Joyce’un bütün yazarlarla alay ettiğini görüyor ve ona patron, ev sahibi ya da romanı için malzeme olmak istemiyordu. Kulede birlikte kaldıkları Samuel Chenevix Trench’in, kâbusunda panter görüp uyandığı bir gece silahını ateşlemesinin ardından ondan silahı alan Gogarty, Joyce’un yatağının üstünde asılı olan kap kacağa ateş etmeye başladı. Joyce hemen giyinip çıktı, kuleyi terk etti.

Ocak 1904’te Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin taslağını yazdı. Joyce bu kitapta otobiyografisini ve sanat anlayışını anlatıyordu. Yeni yayımlanmaya başlayan Dana dergisi Joyce’un yazısını basmayı reddetti. Dana ve Irish Homestead’te öykü ve şiirleri yayımlanmaya başladıysa da, bir zaman sonra reddedildi. Irish Homestead ikinci öyküden sonra okurlarının, öykülerin basılmamasını istediklerini bildirdi.

İrlanda toplumunda karşılaştığı baskıların, yoksulluğun, İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşının, aile, din, ülkeyle ilgili baskıların aşırı boyutlarda günah duygusu yaratmasının, bireyin özgür davranmasını, bireysel gelişimini ve sanatçı olmasını engellediğini düşünen Joyce, 8 Ekim 1904’te İrlanda’yı terk etti.

* * *

On dokuzuncu yüzyılın objektif materyalist görüşü, 20. yüzyılda yerini sübjektif materyalist gerçekçilik görüşüne bıraktı. Darwin, Einstein, Freud, Pavlov, Marx’ın madde, insan ve toplumla ilgili bilimsel çalışmaları, gelenekleri ve inançları sarsan bir bilgi birikimi yaratmıştı. On dokuzuncu yüzyılın ilerleme ve gelişmeyle topluma mutluluk vaat eden çerçevesi, liberalizmin ortadan kalkması, toplumsal devrimler, siyasette “Avrupa Sistemi”nin yıkılmaya başlamasıyla dağılmıştı. Bilgi birikimiyle toplumsal ilişkiler arasındaki çelişkilerin çözümü, “yazar”ı, “anlamak” ve “anlaşılmak” sorunuyla karşı karşıya getiriyordu. Değişen yaşam biçimiyle, bilimsel ve siyasal değişimlerle, 20. yüzyılda değişen bir sanat anlayışı ortaya çıktı.

İnsan-doğa ilişkisinde izlenime verilen önem, aklın kavradığı somut bir evrene yöneldi. Nesnelerin özünü kavramak, görünüme değil düşünceye ağırlık vermekle olanaklı olacaktı. Sanat, doğanın ve nesnelerin anlatımı değil, sanatçının meydana getirdiği kendine özgü bir varlık olarak anlaşılmalıydı. Doğanın taklidinin sanatı bozduğu düşüncesiyle, sanatın doğanın deformasyonunu ve salt kuramsal bir doğayı savunduğu anlayış doğdu. Sanat, çeşitli öğelerin oluşturduğu bir yapısal düzen ise, sanatın ilişki kurduğu gerçek görgül bir varlık söz konusu olmamalıydı. Sanat, doğa orantılarına karşı sanat orantılarını kurmalı ve bireysel ayrılıkların reddiyle insanı sanatın içine sokmayı amaçlarken duygusallıktan ve soyut madde kavrayışından ayrılmalıydı. Sanat ve yaşamın bir ve aynı olmasına çalışılmalıydı.

1922’lerde Sovyet ressam Kazimir Maleviç, ekonomik sistemle var olan dünya tümden değişeceğine göre, doğadan, nesneden ve duygusal dünyanın üstünden, sürekli deney ve çaba isteyen insanın pratik realizminin dünyasına karşı savaşarak, hayvan-insanın sanatına karşı ontolojik gerçeğin idesiz ve içeriksiz sanatını yapmaya çalışıyordu.

Yirminci yüzyılda gelişen iletişime, gazete vb.nin yarattığı ortama, ticari kitapların yayımlanmasına karşılık, kültürel homojenleşmenin mutlaklığı söz konusu olmamaktadır. Her sanat türünün kendi toplumsal tabanı, kültürel çokçuluk da söz konusu değildir. Altkültürlerin tamamı, gerçek yaşam kesiminde egemen olan kültürün davranış kalıplarını benimsememek zorundadır ve homojenleştirme, toplumun kendini yeniden üretmesinde bir noktadan sonra sistemle çelişkili olarak ortaya çıkacaktır. Kendini farklı nitelikte kesimlerle karşı karşıya bulan yazar aşacağı bilgi duvarının kalınlaşması karşısında farklı bir metin ortaya koyacaktır.

Yazarın yeni konumuyla edebiyat, anlattığına yorumunu katmadan, zaman dizinsel süreci izlemeden ve birden çok kişiyi kahraman edinerek, kahramanın izleniminin doğrudan aktarıldığı bilinçakışı yöntemini kullanmaya başlıyordu. Yirminci yüzyılın başında James Joyce’la birlikte Thomas Hardy, Joseph Conrad, D.H. Lawrence, Virginia Woolf, E.M. Forster yenilikçi İngiliz romanının, bilinçakışı yönteminin öncüleri oldular.

Estetik kuramcısı Lukács, burjuva ideolojisinin kendini savunmaya geçmesiyle burjuva gerçekçiliğinin bunalıma girdiğini, kişilik gücünün, inisiyatifin ve bağımsızlığın burjuva dünyasının yaşamından her gün biraz daha kaybolması ile edebiyatta gerçekçilik, doğallık ve biçimin parçalanışı olarak açıklamaktadır durumu.

“Bütün öteki alanlarda olduğu gibi, kapitalist üretimin gelişiminden değil, fakat aynı zamanda onun gelişim noksanından çekiyoruz…. Modern güçlüklerle yan yana, eski ve antikalaşmış üretim yöntemlerinin beraberlerindeki günü geçmiş toplumsal ve politik koşullarla birlikte eskinin malı birçok güçlüğün baskısı altındayız, yalnızca yaşayandan değil, aynı zamanda ölüden de çekiyoruz” anlayışından yola çıkan Lukács, yazarın, bugünkü toplumsal yaşamı betimleme uzmanlığı yapan bir edebi anlatım uzmanına, bir virtüöze dönüştüğünü düşünür.

Lukács’ın gerçekçilik mirasının, edebiyatın artistik üstünlüğü ve popülerliğinin temeli olan gerçekçiliğin örneği olarak gördüğü Gorki şöyle demektedir:

“Gerçekçiliğimizdeki bazı şeyler, yani oldukça ender ve olumlu şeyler tamamen olduğu gibi betimlenmeli, başka türlü değil. İdeal insani duyguların böyle ender belirtilerinin herhangi bir güzel dogma hatırına bir sanatçı tarafından keyfi olarak çarpıtılmasına hâlâ razı olamıyorum.”

Sanatın yalnızca tarihe hizmet eden değer taşıdığını, yazarın toplumsal gerçekleri edebi gerçeklere dönüştürüp, eleştirmenin görevinin de bunları gerçek yaşamdaki haline dönüştürmek olduğunu savunan Plekhanov’un görüşünü paylaşan, yeni topluma yeni sanat için “Proletkult” yazarlar örgütlenmesini “proleter ideolojinin laboratuvarı” olarak karşılayan Bogdanov, geçmiş sanatın yok edilmesi gereğini “Rafael’i yakın” sloganıyla özetleyen Mayakovski, dünya kültürü Rönesans’tan beri gerilemekte olduğuna göre, dünya edebiyatında burjuvazinin rolünü çok abartılmış bulan Gorki, sonuçta Radek’in şu soru ve yanıtıyla karşı karşıya kalmaktadırlar:

“James Joyce mu, toplumcu gerçekçilik mi; Joyce kurtların kaynaştığı pislik yığınıdır.”

* * *

Zürih’te öğretmenlik yapmak için Nora Barnacle’la yola çıkan Joyce, orada kendisini bekleyen böyle bir işin olmadığını öğrendi ve bugün Hırvatistan’da bulunan Pola’da bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Trieste’de Berlitz Okulu’nda öğretmenliğe başladı. Temmuz 1905’te oğlu Giorgio doğdu. Ekimde kardeşi Stanislaus’u da Trieste’ye getirtti.

1906 Temmuzu’nda Roma’da bir bankada çalışmaya başlayan Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin taslağını Stephen Hero adıyla romanlaştırdı. George Russell’ın önerisiyle Irish Homestead için yazmaya başladığı Dublinliler adlı öykü kitabını bitirdi. Joyce, Dublinliler’de çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve günlük yaşam olarak bölümlediği Dublin yaşamından kesitler vererek İrlanda’nın ahlak tarihini yazmayı amaçlamıştı. Dublinliler’i bastırmak için yayıncı Grant Richards’la anlaştıysa da kitap basılmadı. Yayıncılar öykülere itiraz ediyordu.

Oda Müziği’nin basılması Joyce için fazla değişiklik yaratmadı. Şubat 1907’de Trieste’ye ve eski işine döndü. Temmuz’da kıza Lucia Anna doğdu.

Stephen Hero’yu, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adıyla tekrar yazmaya başladı. Joyce, otobiyografisiyle birlikte sanat anlayışını ve “Katolik, milliyetçi, sosyalist” olarak tanımlanmaya çalışılan İrlanda’da yalnızlığını ve İrlanda’yı terk edişini bu romanında anlattı.

1909’da Dublin’e gitti. Eski sınıf arkadaşlarından Vincent Cosgrave’in Nora ile ilişkisi olduğu yalanı Joyce’u çok sarstı. Babasına parasal yük olan kız kardeşi Eva ile birlikte Trieste’ye döndü. Eva’nın önerisiyle, Dublin’e film getiren bir şirket olmamasından yararlanarak Trieste’den film sağlamak amacıyla tekrar Dublin’e gitti. George Roberts’la Dublinliler’in basılması için anlaşarak bu kez kız kardeşi Eileen’le döndü. Fakat film şirketi çalışmadı. 1912’de ailesini özleyen karısının peşinden Dublin’e gitti, George Roberts’la yaptığı görüşmeden bir sonuç alamadan, üstelik Dublinliler’in basıma hazır provalarının yakılmasını önleyemeyerek Trieste’ye dönmek zorunda kaldı. Joyce bundan sonra İrlanda’ya hiç gitmedi.

1913 Kasımı’nda Sürgünler’i (oyun) yazmaya başladı. Joyce’un Yeats ve Ezra Pound ile tanışıklığı ona olanaklar sağladı. The Egoist dergisinde Şubat 1914’ten Eylül 1915’e kadar Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi tefrika edildi. Ve yazımından dokuz yıl sonra, Haziran 1914’te Dublinliler basıldı. Joyce, 1906’da Dublinliler’e ekleyeceği öykü olarak tasarladığı Ulysses’i 1915 Martı’nda yazmaya başladı.

Joyce, Ulysses romanında Odysseia’dan esinlenerek, bir gün içinde modern yaşamı, İsrail ve İrlanda uygarlıklarından hareketle Hıristiyan-Katolik dünyasını, her çağda aynı kalan yaşamı, eski-yeni İngilizceyi, çağrışımları kullanarak, bütünün semantik şeması olarak kendi tekniğini yaratacak biçimde anlatmayı amaçlıyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve kardeşi Stanislaus’un gözaltına alınmasından sonra Joyce, 1915 Haziranı’nda Zürih’e yerleşti. Karısının bir akrabasının, Kraliyet Edebiyat Fonu’nun ve Harriet Shaw Weaver’ın yardımlarıyla geçindi. Bayan Weaver, Joyce’un kitaplarının basılması için de çalıştı. 1907’de başlayıp 1915 Eylülü’nde tamamladığı Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi 1916’da basıldı. 1918’de Sürgünler basıldı ve 1919’da Almanya’da oynandı. Joyce, Zürih’te, İngiliz Oyuncuları Tiyatrosu’nu kurdu.

Savaşın bitmesiyle Trieste’ye döndü. Fakat savaş sonrası Trieste, Joyce için elverişli ortam sağlamıyordu. Ulysses’in de basımını sağlamak amacıyla Paris’e gitti. Burada Pound’un çevresiyle ilişki kurdu. Sürgünler sahnelendi, kitapları basıldı, çevrildi, hakkında eleştiriler yayımlandı. Fakat Ulysses’i bastırmak mümkün olmuyordu. Ulysses’in baskısını yapmayı Amerikalı Sylvia Beach üstlendi. Nisan 1912’de Paris’teki kitabevinde, aynı caddedeki kitapçı Adrienne Monnier ile birlikte Ulysses için kampanya başlattılar. Tanınmış yazar-eleştirmen-çevirmen Valery Larbaud Aralık 1912’de bir konferansla kampanyaya katıldı. Kitap için siparişler gelmeye başladı. Ulysses, Şubat 1922’de Paris’te 1000 adet basıldı. Ekim 1922’de Londra’da 2000 adet basıldı, 500’üne New York posta yetkililerince el kondu. Ocak 1923’te Londra’da 500 adet üçüncü baskısının 499’una gümrük yetkililerince el konuldu. Roman, Ocak 1924’te Paris’te tekrar basıldı.

Nisan 1922’de, Ulysses’i okumaya istekli olmayan Nora çocuklarıyla birlikte, Joyce’un itirazına karşın İrlanda’ya gitti, içsavaşın içine düştüler. Joyce, Nora’dan esinlenerek Nisan 1923’te Finnegans Wake’i yazmaya başladı.

Finnegans Wake bir geceyi anlatıyordu. Joyce, Hint-Ari dillerin yapısından yararlanıp çağrışımlara sınır tanımayarak, düşte hep aynı yaşı taşıyan bilincin gece yaşamının dilini; lirik ve alaycı bir biçimde kişi ve olayların devreden yinelenmesini; standartlaşmış yaşama karşı çıkarak yaşamı ve yaşamdan farklı olmayan edebiyatı gerçekleştirmek istiyordu.

1924–1930 yıllarında Finnegans Wake’in bölümleri dergilerde yayımlandı. Finnegans Wake, birçoklarınca kötü karşılandı. Joyce’un edebi yeteneğini harcadığı, anlaşılmazlığı ve çıldırdığı söylendi. Pound ve Lewis ile arası açıldı, birçokları ondan uzaklaştı. Joyce, 1927’de son şiirlerini Pomes Penyeach adıyla yayımladı. Edebi yeteneğinin doruğunda olduğunu ve dilini amacına göre kullandığını kanıtlıyordu. Çevresinde yeni bir arkadaş grubu oluştu. Ford Madox Ford, T.S. Eliot, Adrienne Monnier, Ernest Walsh, Eugene ve Maria Jolas dergilerinde Finnegans Wake’in bölümlerini, Joyce hakkında makaleler yayımladılar.

Joyce, 1929’dan 1931’e kadar, sesi çok iyi olmasına rağmen hak ettiği yere gelemediğine inandığı, yaşamını kendi yaşamıyla özdeşleştirdiği İrlandalı-Fransız opera sanatçısı John Sullivan’ı tanıtmak için çalıştı. 1931 yılı Joyce için aile sorunlarının ağır bastığı bir yıl oldu. Nora Barnacle’la resmen evlendi. Aynı yıl oğlu evlendi ve babasının ölümünün yarattığı acısını torunu Stephen’in doğumu hafifletti. Fakat 1932’de kızı Lucia’nın şizofreni olduğu anlaşıldı. Joyce’u çok etkileyen bu hastalıktan sonra gelini Helen de akli dengesini yitirdi. Joyce torununun sorumluluğunu üzerine aldı. Her zamanki geceli gündüzlü çalışma temposuyla Finnegans Wake’i 1938’de bitirdi.

Finnegans Wake 1939’da basıldı. Oğlu karısından ayrılmış, torun Bayan Jolas’ın okuluna verilmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla okul Saint-Gérard-le-Puy’e taşındı. Joyce’lar da torunlarının peşinden gitti. Paris’in düşmesinden sonra birçok sürgün, Samuel Beckett, Paul ve Lucy Léon dahil, kasabaya geldiyse de Fransa’da kalmak uygun görülmüyordu. Bayan Jolas’ın da Fransa’yı terk etmesinden sonra Joyce, İsviçre’ye gitmeye karar verdi. İsviçre yetkililerince ilk başvurusu kabul edilmedi. 17 Aralık 1940’ta, gözlerinden on bir kez ameliyat olmuş ve hasta olarak Zürih’e geldi. Joyce’un mide ağrılarının birkaç yıl önce Paris’te konan teşhisteki gibi sinirsel olduğu sanılıyordu. 10 Ocak’ta, morfinle dindirilemeyen ağrılar nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Ülserden ameliyat edildiyse de kurtarılamadı. 13 Ocak 1941’de öldü.

* * *

Toplum içinde sanatçının yeni ilişkileriyle oluşan yeni edebiyatın iki işlevi vardır:

Yenilikçi edebiyat çağdaş gerçekliği, yaşantıyı, duyguları dile getiren bir gerçekçilik anlayışıyla liberal bir işlev yüklenir. Sanatçı insancıl yaklaşımıyla, topluma karşı eleştiri görevini yerine getirir.

Sanatçı tüm sanat değerlerini yok ederek, kendi içinde bütünselliği olan, ancak okunmasında okurun da çabasıyla anlam kazanan estetik bir bütün, yetkin bir yapıt sunmakla görevlidir.

Kuramla uygulama arasındaki uyum, gerçekçilik, sanatın kendi yasalarına bağlı olarak günlük yaşamdan ayrışarak, soyutlanarak, onun üretimine girebilmesinde yatar. Gerçekle günlük yaşam arasındaki farklılaşma (ideoloji) toplumsal ilişkiler çözülmedikçe, bilim, sanat ve siyasette, insan bilincinde etkisini gösterecektir. Bilinç, bu farklılaşmanın anlaşılması; edebiyat eleştirisi, yapıtın soyutlamadaki olumlama ve ayrıştırma değerini, günlük yaşama ilişkin nesnelleşme birikimini açığa çıkarmaktır. “Günlük yaşamdan bilim ve sanata ve bunun tersine sürekli bir akışın zorunluluğu, her üç yaşam alanının ilerleyebilmesinin koşulunu oluşturur.”

* * *

İngilizler ayaklanmayı haber almıştı. İrlanda’ya silah getiren Alman gemisi batırıldı, silah sağlamakla görevli Casement, karaya ayak bastığı yerde, 21 Nisan’da tutuklandı. Yüze yakın lider 23 Nisan günü tutuklandı. Kardeşlik Örgütü’nün liderlerinden MacNeill, ayaklanmanın iptalini istedi ve isteği gazetelerde çıktı.

İrlanda’nın bağımsızlık savaşı, yazar Sean O’Faolain’e, “Geçmişimizin kalıntılarının çoğu harabeler, şarkılarımızın çoğu acı ve isyan türküleridir,” dedirtecek kadar uzun ve yenilgilerle dolu olmuştu. İspanyol, Fransız ya da Alman desteği aranarak Britanya İmparatorluğu’na karşı verilen savaşta İrlandalıların – İngiltere için değil, İrlanda için— Katolik, milliyetçi ya da sosyalist, bağımsız İrlanda’nın kuruluşu için savaşarak Birinci Dünya Savaşı’nı bir fırsat olarak değerlendirmeleri gerekiyordu.

İnsanları kesin ölüme getiren İrlanda toplumsal yapısında, İrlandalılığı ve Katolikliği yaşayan Joyce’un, “kişiliğini geliştirme” ve “sanat”ı, insan ile sanatçıyı, gerçek ile yapıtını çakıştıran anlayışı, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nden Finnegans Wake’e olan üretimi, insanlığın “felsefe” ile “yaşam biçimi”nin çakıştırılmasına giden yolda, 20. yüzyılın yükselen “yaşam standartları”nda ve “yaşayandan ve ölüden çektiren” niteliksizliğinde değerlendirilmelidir.

* * *

Plekhanov, Paskalya Ayaklanması’nı zararlı bir hareket olarak anlar. Lenin, Paskalya Ayaklanması için, “toplumsal devrimlerin, küçük burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlamaları ve yarı proleter kitlelerin, toprak ağalarının, kilisenin, kralların, başka ulusların ve unsurların baskılarına karşı çıkmaları olmadan gerçekleşebileceğini hayal etmenin, toplumsal devrimi reddetmek olduğu”nu yazar.

    Ankara, 1983



1982’de yayımlanmasını hayal dahi etmeden çevirmeye başladığım James Joyce’un mektuplarını, Aziz Nesin, Düşün Yayınevi’nin Mektup dizisinde 1983’te yayımlamıştı. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi ilk kez 1966’da yayımlanmış, ikinci baskısı 1983’te yapılmıştı. Sürgünler Kültür Bakanlığı tarafından 1979’da yayımlanmıştı. Dublinliler 1987’de yayımlandı, 1988’de ikinci baskısı yapıldı. Ulysses’in Türkçesi 1996’da çıktı. Richard Ellmann’ın James Joyce Hayatı ve Eserleri kitabı 2012’de yayımlandı. Joyce çevirileri ve yeni baskıları sürüyor. Mektupların az genişletilmiş, az düzetilmiş ikinci baskısı İmge Kitabevi tarafından 1991’de yapılmıştı. Mektupların şimdi üçüncü baskısı, Notos Kitap’ın özenli editörlüğüyle çıkıyor. Mektuplara “önsöz” yazmak istemezdim, fakat mektupları tamamlayan bir yaşamöyküsü de gerekiyordu. 12 Eylül darbesi 1983’te zafere erişmişti; bu nedenle mektupların sunuşu da böyle yazılmıştı. Yeni baskısında bu sunuşu değiştirmek istemedim, ama artık Yugoslavya olmadığı için Pola şehrinin Hırvatistan sınırları içinde olduğunu belirtmek gerekti. Notos emekçilerine saygılarımla, okurun hoşgörüsüne sığınarak…

    Ankara, 2015

HENRIK IBSEN’e[2 - Henrik Ibsen (1828–1906) Norveçli romancı, oyun yazarı. Danimarka’ya bağlı İsveç’te şiirleriyle halkı ayaklanmaya kışkırttı. Yılda iki oyun yazdığı tiyatrosunda açık sevişme yanlısı görülerek hakarete uğradı. Ülkesini terk ederek önce Venedik’e, sonra Roma’ya yerleşti. Eserleri bütün Avrupa’da oynandı. On yıl sonra ülkesine dönerek Oslo’da öldü.]

Mart 1901

8 Royal Terrace, Fairfield, Dublin

Saygıdeğer beyefendi, size yetmiş üçüncü yaş gününüzde selamlarımı sunmak ve bütün ülkelerde size iyi dileklerini sunanların arasına sesimi katmak için yazıyorum. Son oyununuz Biz Ölüler Uyanınca’nın yayımlanmasından kısa bir süre sonra İngiliz dergilerinden birinde (The Fortnightly Review)[3 - Joyce’un Ibsen’le ilgili makalesi The Fortnight Review dergisinin 1 Nisan 1900 tarihli sayısında çıktı.] bir değerlendirmemin çıktığını anımsayabilirsiniz. Yazımı gördüğünüzü biliyorum, çünkü kısa bir zaman sonra William Archer[4 - William Archer (1856–1924) Ibsen’in İngilizce çevirmeni.] bana, sizden birkaç gün önce aldığı bir mektupta, “James Joyce’un, dil bilgim yeterli olsaydı teşekkür etmek istediğim cömert değerlendirmesini The Fortnightly Review’da okudum, daha doğrusu heceledim,” diye yazdığınızı bildirdi. (Sizin diliniz hakkında bilgim, gördüğünüz gibi, fazla değil fakat ne demek istediğimi anlayacağınıza güveniyorum.)[5 - Joyce’un Danca-Norveççeye çevirdiği bu mektubun yalnızca İngilizce taslağı günümüze ulaşmıştır.] Mesajınızla ne kadar sevindiğimi anlatamam. Ben genç, çok genç biriyim ve belki duyguların böyle oyunlarından söz etmem sizi güldürecek. Fakat eminim hayatınızda geriye, benim içinde bulunduğum gibi üniversite yıllarınıza dönerseniz ve size, benim size duyduğum kadar saygı duyduğunuz birinin bir sözü gelse nasıl hissedeceğinizi düşünürseniz duygularımın ne olduğunu anlarsınız. Yalnızca bir şeye pişmanım, o da olgunlaşmamış ve aceleci makalemin sizin övgünüze daha layık ve daha iyi olabilecekken karşınıza çıkması. Yazıda kasıtlı bir aptallık yok ama gerçekten daha fazlasını da söyleyemem. Çalışmalarınızın bir delikanlının insafına kalması sizi tedirgin edebilir ama eminim fevriliği, duygusuzluğa ve “kültürlü” paradokslara yeğlersiniz.

Daha ne diyeyim? Sizin bilinmeyen ya da az ve bulanık bilinen adınızı kolejde cüretle andım. Dram tarihinde hak ettiğiniz yeri sizin için savundum. Sizin büyük üstünlüğünüzün, kişisel olmayan yüce gücünüzün ne olduğunu, kendi gördüğüm şekliyle, anlattım. Küçük iddialarınızı; alayınızı, tekniğinizi ve orkestra uyumunuzu da öne çıkardım. Beni kahramanlara tapan biri sanmayın, öyle değilim. Ve sizin hakkınızda tartışılan toplantılarda konuştuğumda da gereksiz laf kalabalığıyla dikkatleri çekmedim.

Fakat biz en değerli şeyleri kendimize saklarız. Onlara, beni size neyin bu kadar bağladığını anlatmadım. Sizin yaşamınızı biraz olsun sezmenin benim için nasıl bir övünç olduğunu, savaşlarınızın (gözler önündeki maddi savaşların değil, alnın gerisinde verilip kazanılan savaşların) bana nasıl ilham verdiğini, yaşamın gizleriyle mücadele etmedeki kararlılığınızın bana nasıl cesaret verdiğini ve halkın sanat anlayışına, çevreye ve törelere mutlak aldırmazlığınızla nasıl da kendi kahramanlığınızın ışığında yürüdüğünüzü onlara söylemedim. Şimdi size yazıyorum. Dünyada işiniz bitiyor ve sessizliğe yakınsınız. Sizin için karanlıklar geliyor. Birçokları böyle şeyler yazıyor, ama bilmiyorlar. Siz yolu daha yeni açtınız – bu yolda gidebileceğiniz kadar, John Gabriel Borkman’ın[6 - John Gabriel Borkman, Ibsen’in 1896’da yazdığı son oyunu.] sonuna ve onun ruhsal gerçekliğine kadar gitmiş olabilirsiniz, çünkü anlıyorum ki son oyununuzun apayrı bir yeri var. Fakat eminim ki daha yüce ve kutsal aydınlık ileride yatıyor.

Konuştuğunuz genç kuşaktan biri olarak size selam veriyorum; ben sönük, sizse parlak ışıklar altında olduğunuz için alçakgönüllülükle değil; siz yaşlı, bense genç bir adam olduğum için üzüntüyle değil, ne küstahlıkla ne de duygusallıkla, fakat neşeyle, umutla ve sevgiyle size selam veriyorum. Saygılarımla.

    JAMES JOYCE

LADY GREGORY’ye[7 - Lady Gregory (Augusta Persse), Joyce’un Yeats aracılığıyla tanıştığı İrlandalı yazar. Gregory (1852–1932) İrlanda efsanelerinin çevirilerini yapmış, halk kültürüne dayalı oyunlar yazmış, bireyci İrlanda milliyetçilerinin tiyatrosu Abbey’in kuruluş ve yönetiminde önemli rol oynamıştır. Türkçede Kulaktan Kulağa, Ay Doğarken gibi oyunları yayımlanmıştır.]

[Kasım 1902]

7 S. Peter’s Terrace, Cabra, Dublin

Sayın Lady Gregory, buradaki tıp öğrenimimi bırakıyorum; sizi bir tarihçeyle biraz sıkacağım. Kraliyet Üniversitesi Edebiyat Bölümünden mezun olduktan sonra burada tıp okumayı planlamıştım. Ama okul yöneticileri beni öğrenimden yoksun bırakmaya kararlı; nerdeyse, kalbimden geçtiği gibi konuşabileceğim rahat bir konumda olmamı engellemek istediklerini söyleyeceğim. Doğruyu söylemek gerekirse, okul harcını ödeyecek durumda değilim. Yeteneksizlik iddiasında bulunarak ineklememi, öğrenimimi, sınavlara girmemi engelliyorlar; oysa benim geçtiğim sınavları veremeyenlere bunları sağladılar ve sağlıyorlar. Tıp diploması almak istiyorum, böylelikle çalışmalarımı güvenle geliştirebilirim. Küçük ya da büyük olsam da kendimi ortaya koymak istiyorum, çünkü biliyorum ki kilisem için insanoğlu kadar tiksindirici hiçbir sapkınlık ya da felsefe yoktur. Dolayısıyla Paris’e gidiyorum. Paris Üniversitesi’nde tıp öğrenimi görmek ve İngilizce öğreterek geçimimi sağlamak niyetindeyim. Bir başka ülkeye tek başıma ve arkadaşsız gidiyorum – Montmartre yakınlarında yaşayan birini biliyorum ama onu hiç görmedim— ve size, herhangi bir biçimde bana yardım edip edemeyeceğinizi öğrenmek için yazıyorum. Paris’te başıma neler gelecek bilmiyorum ama durumum burada olduğundan daha kötü olamaz. Dublin’den 1 Aralık pazartesi günü gece gemisiyle ayrılıyorum, aynı gece trenim Victoria İstasyonu’ndan Newhaven’a kalkıyor. Fakat umutsuz değilim, çünkü yürüdüğüm yolda başarısız olsam da bu başarısızlığın bir anlamı yok. Kendimi dünya güçlerine karşı sınayacağım. Ruhtaki inanç dışında her şey değişkendir ve bu inanç her şeyi değiştirir, kararsızlığı ışıkla doldurur. Ve yurdumdan inançsız biri gibi sürülüyormuş görünsem de, henüz benimki gibi inancı olan birine rastlamadım. Saygılarımla.

    JAMES JOYCE