
Полная версия:
Kartal Pençesinde Bir Güzel
Kuşluk vakti olduğunda karabasan çökmüş gibi sıçrayıp uyandı. Yavrularının yanına gelen boz kartal davetsiz “misafirin” üzerinde pervane olmuş uçuyordu. Yuvanın önünü kapatıp yatan bu karaltının ne tür bir mahlûk olduğunu anlamak ister gibi avcının yanından tekrar tekrar kanat çırparak geçiyordu. Sonunda karar verdi. Kanatlarını topladı ve yumak gibi kapanıp doğruca ihtiyarın üzerine inişe geçti. Kartaldan gözünü ayırmadan oturan avcı, paniklemeden derhâl bıçağını kınından sıyırdı ve hemen yerinden kalktı. Kartal, ayakta duran adama yine saldıramadı. Birden kanatlarını açıp hızla gökyüzüne yöneldi, oldukça yüksekte uçuyordu. Ancak kartalın bulunduğu nokta yakındı, yavrularını bırakıp gidecek yeri yoktu. O yüksek yüksek tepelerin üstünde kanat çırpıyordu, aniden gözleri kör olmuş gibi kanatlarını kapatıp yuvaya doğru iniyordu fakat insandan korkup geri çekiliyordu. Bu şekilde yavrularını koruyarak uzun süre uçtu. En sonunda çare bulamayıp ihtiyarın başucu tarafındaki sivri uçlu bir taşın üzerine kondu. Keskin bakışlarını avcının içinden geçirecek gibiydi. Onun başını dik tutup iki yana sallaması oldukça heybetliydi. Ancak avcıya gözü ilişince, nedense onun ihtişamı kayboluyordu. “Ey, cihanın hükümdarı insanoğlu! Ben kendimi tüm kanat çırpan özgürler âleminin sultanı sayıyorum. Senin bakışlarının yetişemeyeceği, mermilerinin ulaşamayacağı yerlerden avımı yakalayabiliyorum. Yüksek yüksek dağlarda, kumlu kumlu çöllerde dolaşan, süratte rüzgâr ile yarışan sürü sürü geyikler de ceylanlar da tavşanlar da benden korkup yere yapışır. Ancak senin karşında hünerlerim aciz. İnsanın kudreti daha fazla, hilesi daha çoktur. Lakin üstün olsan da iyi bil ki kartal sağken yavrularını elinden aldırmaz.” Onun heybetli bakışlarından bu mana anlaşılıyordu.
Ana kartal, deli cesareti gösterip zıpladı ve yuvanın ağzına kondu. Yavru sevgisi, annelik duygusu ölüm korkusundan üstün geldi. Anne, kendi canını hiçe sayıp yavrularına kavuştu. Bir ihtiyara; bir yuvasına bakıyordu. Sonra pençelerine kıstırıp getirdiği bir çift kekliği çabucak parçalayıp açlıktan ağızlarını açan minik kartalları beslemeye koyuldu. İhtiyar da ana kartalın bu sevimli hünerine hayran kalmış sakin sakin izliyordu.
Yavrularını besledikten sonra kartalın gözü tekrar ihtiyara dikildi. Yırtıcı kuşun keskin bakışı avcının içinden geçip gitti ama ihtiyar da kartalın kin dolu bakışlarına hiç çekinmeden gözlerini dikti. Gözlerle kurulan teke tek savaşta insanoğlu aciz kalmadı.
Pelen Avcı’dan gözlerini ayırmadan duran kartal “Bu beladan yavrularımı nasıl kurtarsam ki?” diye düşünüyor gibiydi. Her ne olursa olsun, böyle aylak aylak durmaktan bezdi. Ama uzaklara uçup gidemedi. Dolaştı, dolaştı tekrar yuvasına döndü. Avcı onu umursamıyor gibiydi ancak bıçağını da elinden bırakmıyordu. Kartal, ihtiyara dikkatli baka baka nihayet kendi yavrularına ondan bir zarar gelmeyeceğini anlamış gibi uzaklaşıp uçtu gitti. İhtiyarsa yine yalçın kayanın üzerinde tek başına kalakaldı.
O şimdi ne yapsın? Neyle ilgilensin? Dört bir taraftan üzerine abanıp duran düz kayalar, deve büyüklüğündeki koca koca taşlar, istemeden kafese düşen insanın çaresiz hâline oldukça seviniyormuş gibi görünüyordu. Bu vaziyet ihtiyarı huzursuz etti. Onun aklından sayısız düşünce gelip geçiyordu: “Ah, dostlar, şimdi iki taşın arasında esir mi kalacağım? Köyden arayıp soran olmaz mı ki? Arayıp bulurlarsa iyi de, fakat ya bulamazlarsa… Hayır, onlar beni mutlaka bulmalı, izim de bellidir. Ya da taşların arasında izim kaybolup gitti mi ki? Neyse umutsuz olmayayım. ‘Çıkmamış candan ümit kesilmez.’ demişler. Ancak kendime bir uğraş bulmalıyım.”…
İhtiyarın yeni “mekânının” etrafı tamamen kayalarla çevrili olsa da sekinin el uzanabilecek yerindeki koca bir taşın dibinde kurumuş çer çöp görünüyordu. Paniğe kapılan ihtiyar, onları önceden fark etmemişti. Sadece bir hamur teknesinin ağzı kadar olan küçücük alanda ot bitmiş olmasına hayret etti. Sonra sekinin üzerinde yattığı yerden elini uzatıp bıçağıyla orayı kurcalamaya koyuldu. Bıçak taşa değmedi, aksine nemli yumuşak kum çıkmaya başladı. Sırasıyla bir sağ elini bir sol elini kullanarak acele etmeden kazmayı sürdürdü. Bu meşakkatli işle gün boyu uğraştıktan sonra, sonunda topak tutmuş ıslak kum taneleri görünmeye başladı. Yitirdiğini bulmuş gibi, yorgun ihtiyarın kollarına kuvvet geldi. Oyuğun yukarısından bir soğuk damla aniden, biraz terlemiş olan eline damlayıp bedenini titretti. Çukurun dibini, yan taraflarını aceleyle yoklayan parmaklar ıslandı. Dağın nemli katmanlarından sızıp çıkan duru su damlaları parıldayarak aşağı sızıp yavaşça akıyordu. “Vay, Hasar’ın uzanıp yatan ufak taşlarına bile ayağın takılsa altından su çıkar diye söylerlerdi; hakikaten de aslı varmış.” Taşın arasından su bulduğuna kendi bile inanamayan ihtiyar, elini tekrar tekrar çukura sokuyor; her defasında da eli ıslanarak çıkıyordu. Çektiği zahmete değen Pelen Avcı’nın keyfi yerine geldi. Sanki buraya sırf su aramaya gelmiş gibi tüm derdi tasası birden yok oldu. Kısacası, o artık susuz kalmayacaktı.
İhtiyar, su kabını “pınarın” kaynağına denk gelecek şekilde bıraktı. Uzun süre damlayan damlalardan boğaz ıslatacak kadar su birikti. Boğazı kuruyan ihtiyarın artık beklemeye takati kalmadı. Turna gözü gibi berrak suyu ağzına doldurup içti. Dağın soğuk suyu ihtiyarın tüm bedenine cıva misali yayıldı, onun bitkin gönlünü şenlendirdi, yüreğine huzur verdi. Azık torbasındaki son parça ekmeğini çıkartıp iştahla çiğnemeye başladı. Sertleşen ekmeğin kenarları suyla karışıp aç boğazdan tıpkı ilik gibi kayıp geçiyordu…
Ertesi gün kartal geldiğinde önceki gibi çekinmedi, ürküp beklemedi. Gelir gelmez yuvasının ağzına kondu, getirdiği yiyecekleri yavrularına paylaştırmaya koyuldu. Ancak “Hâlâ kamp kurmuş yatıyorsun hey!” der gibi Pelen Avcı’ya ara sıra sakınmadan bakış atıyordu. Kendi görevini tamamladıktan sonra da “misafirinin” yüzüne dikkatli bakmadı. Kartal, uzaklara göz gezdiriyor; bir sonraki azığının kaygısını çekiyordu.
Kartal, kayadan yükselip yola koyulduğunda ihtiyarın yüreğinde garip bir endişe beliriyordu. İhtiyarlamış kalp, huzursuz çarptı. Özgürce kanat gerip giden kartalın uçuşuna yufka yüreği heves etti. Fakat onun kanatları kırıktı. Kötü düşüncelerden sıyrılıp dikkatini başka noktalara çekmek için, sekinin üzerinde iki tarafa gide gele adımlarını saymaya başladı…
Pelen Avcı, hanımına “Yarın öğlen gelirim.” deyip çıkmıştı. Doyduk Hanım gönlü rahat, sabırlı bir kadındı. Ava kendini kaptırdığında kocasının iki üç güne bile eve dönmediğini bilirdi. Ama onun bu defaki kadar çok geciktiği olmamıştı. Kendisi de “Üç güne kadar geri dönmezsem aramaya çıkarsınız.” derdi. Ancak bu defa dört gün geçti. Beşinci gün oldu. Gün kavuştu, karanlık çöktü, yatsı oldu, gece yarısını geçti. Avcı gelmedi. Gece boyu gözüne uyku girmeyip Pelen’i bekleyen Doyduk Hanım evde daralıp dışarı çıktı. Parlayan yıldızların ışığı altında dağ, bir karaltı şeklinde görünüyordu. Yüreğini endişe kaplayan Doyduk Hanım, gül yâri hayat arkadaşının yoluna bakarak bin bir türlü kötü düşünceye daldığından yeryüzünün aydınlandığını bile fark edemedi. Evine girdiğinde de gönlü rahat etmedi, durduğu yerde duramayıp ocağın etrafında gezindi durdu. Kime danışacağını düşünüyordu. Pelen Avcı’nın evlenmiş iki kızından başka yakın akrabası da yoktu; onlar da uzakta, çölde yaşıyordu.
Ancak Pelen Avcı’nın sevdiği tek bir dostu, akranı vardı; adına Nunna Ağa derlerdi. O da ömrünün çoğunu çobanlıkla geçirmişti. Artık iki oğlu büyümüş ve onun eğri değneğini elinden almışlardı. Fakat tüm ömrünü çalışarak geçirdiği için boş boş yatamazdı. Ot biçer, çalı keser, eşeğiyle odun taşırdı.
Doyduk Hanım beriden selam verip geldiğinde de Nunna Ağa çoktan bir yerlere gitmek için hazırlık yapıyordu:
“Aleykümselam Doyduk, sağlığın sıhhatin yerinde mi? Avcımız bu kez uzun süredir dönmedi, sanırım.” diyerek, Doyduk Hanım’dan önce davrandı.
“Evet, ben de tam bunu diyecektim, merakta kalıp yanına geldim. Yarın gelirim deyip gitti. Bugün, tam altı gün oldu. Kötü bir şey olmasa bu kadar gecikmezdi. Dünden beri kalbim bir tuhaf atıyor. Başına bir bela gelmediyse iyidir.”
“Aaa, kötü bir şey yoktur. Eli boş gelmeye içi el vermediğinden ceylanların peşinde koşturuyordur. Ama sen vesvese getirme aklına. Ne yapmak gerekirse biz çaresine bakarız. Sen rahat ol.”
“Peki, tamam, size zahmet olacak. Muhtemelen kartallı kayaya gitmiştir.”
Doyduk Hanım evine döndü. Nunna Ağa dostunun başına bir hâl geldiğini hissedip işini bıraktı. Doyduk Hanım’ın endişesi, şimdi onu da huzursuz etmişti. Köyde sözünün geçtiği kişilere danışmaya çıktı. Avcıyı aramaya çıkmaya karar verdiler.
Onlar, biri eşekli üç kişi olarak öğleye doğru köyden ayrıldılar. İkindi olduğunda vadiye girip mola verdiler. Dinlenene kadar hava karardı. Aysız gecede iz sürme imkânı yoktu. Onlar sabah olunca ne yapacaklarına karar vermeyi uygun gördüler.
Şafak söktü. Onların her biri bir tarafa yöneldi. Nunna Ağa vadinin içini arayarak gidiyordu. Arkadaşlarından ses ulaşma mesafesi kadar arayı açtığında önüne eşeğin leşi çıktı. Kurtlar onun kellesi hariç her yerini keyifle didik didik etmişlerdi. Onun ayağına bağlanan ip bile çözülmemiş, diğer tarafında ise eyeri duruyordu. Nunna Ağa, eşeği kafasından tanıdı. Seslenip çağırması üzerine arkadaşları da onun yanına geldi. Nunna Ağa kendi fikrini söyledi:
“Arkadaşlar, Pelen’in binip gittiği eşek, işte bu. Bu leşin üzerinden epey süre geçmiş olmalı, değilse böyle kurumazdı. Pelen de kısa süre dolaşıp gelme niyetiyle gitmiş ama dönmemiş. Eğer yaşıyor olsa eşeğini kurtlara yem etmezdi. Muhtemelen, şu kayaların bir yerinden yuvarlandı. Ancak ne olursa olsun, her şeye hazırlıklı geldik; yakın civarı iyice arayalım. Bir yerlerde sakatlanıp kalmış olabilir.
Kayıp avcıyı arayanlar, o gün de sonraki gün de bir sonraki gün de dağda kaldılar. Onların çıkmadığı yokuş, aramadığı vadi kalmadı. Ancak kayıptan iz bulunamadı. Taştan taşa, yamaçtan yamaca tırmanıp ayakları, elleri kabarmış ve mosmor olmuş üç adamın bağıra bağıra sesleri kısıldı ancak dağlar, kayalar cevap verse de kayıp avcı cevap vermedi. Nunna Ağa, arkadaşlarının konuşmalarından ve tavırlarından onların artık köye dönmek istediklerini anladı: “Böyle dolaşıp durursak bizim de leşimizi bulmaları külfetli olur.” Yakın dostunun, akranının cesedini bulmadan eve gitse Doyduk Hanım’ın yüreğinde onulmaz yara açacağını Nunna Ağa biliyordu. Ama arkadaşlarının da gönlünü kıramadı.
Ancak bulunmayı bekleyen ihtiyar dünyadan bihaber, gece gündüz kayanın kucağında, kurtulmanın yollarını arıyor; çare bulamıyordu. Fakat tek bir dakika bile umudunu elden bırakmıyordu.
“Misafirine” yüz vermeden gittiği günün ertesi, kartal ganimetle geldi. Pençesine sıkıştırıp büyük bir tavşan getirdi. Yine “misafirine” merhamet etmeden “başköşeye” geçiverdi. Yuvasının ağzına silkinip yerleşti ve getirdiği azığı paylaştırmak için leşe gagasını vurdu. O anda da pençesinden kurtulan tavşanın leşi, kartalın gagasından fırladı ve Pelen Avcı’nın yanına pat diye düştü. Kartal onun peşinden zıplayacak oldu ama duraksadı. Gözlerini oynatarak ihtiyarın yüzüne dikkatlice baktı. “Avımı geri ver, yoksa…” diye tehdit savurur gibiydi. İhtiyar acele etmeden belinden bıçağını çıkardı ve tavşanın etini doğramaya başladı. Sonra da parçaladığı etleri tavşanın derisine sarıp yavaşça yerinden kalktı. Kendisinden ürküp geri çekilen kartala dikkat bile etmiyordu. Adamın bu tavrına kartal şaşkın şaşkın bakıp ne yapacağını bilemedi, onun elinden eti çekip alma fikrinden vazgeçti. Bu esnada da kendisine doğru uzatılan bir parça et kartalı iyice şaşırttı. Tereddüt ede ede adamın elinden et parçasını çekip aldı ve doğruca ağzına attı. Pelen Avcı, kartalları besleyip kendine bıraktığı bir lokma eti boğazından geçirebilmek için dermansız gövdesini yere bıraktı. Onun her daim yanında taşıdığı ağzı büzülmüş beyaz renkli tuz torbası, bu kötü günde de çok işine yaradı. Tuzlu çiğ eti başta midesi kaldırmayacak gibi oldu. Gittikçe aç damarların ağzı açıldı ve tuzlu et dünyanın en lezzetli yemeğine dönüştü.
Böylece, yavuz insanla kartalın karşılıklı yardımlaşma serüveni başladı. İhtiyar, kartal yavrularına su veriyordu, onları eline alıp okşuyordu, onlarla “konuşuyordu”. Ana kartalın getirdiği “çeşit çeşit” leşleri paylaştırıyordu, kendisi de onların ucundan ölmeyecek kadar yiyordu.
Pelen Avcı’dan iz bulamadan dönen kişiler onun evine yas götürdü. Gece gündüz gariban Doyduk Hanım’ın sesi dinmedi. Tek dayanağını, hayat arkadaşını yitiren biçare kadın ağlayarak feryat ediyordu: “Ah Tanrı’m, ömür boyu garip bırakmayı az mı buldun? Her insanın ölümü gibi bir ölümü de ona reva görmedin. Hani senin keremin, hani sende adalet? Gözlerim kör oldu, kapılarım kapandı. Nerelerde feryat edeyim, nerelerde ağlayayım? Aslan Pele-nimi kaybettim, gül bahçemi soldurdum.”
Ne olursa olsun, hayat insana kendi istediğini yaptırıyor. Matemli yüreğe yavaş yavaş sakinlik gelmeye başladı. “Ahh ne oldu?” diyerek gelen kadınların yanında kendini tutamasa da artık Doyduk Hanım ağlamalarını kesti. Can çıkmadıkça geçim derdi devam ediyordu. Başkasının kapısına varıp el açmak olur mu? Doyduk Hanım geçinmek için onun bunun işlerini yapmaya başladı.
Bir gün yanına Nunna Ağa gelip hâlini hatırını sordu, köydeki yeniliklerden haber verdi.
Köyümüze şehirden bir grup adam gelmiş. Kim fakir, kim zengin sayacaklarmış. Yurdun idaresini yoksullar ele geçirmiş diyorlar. Onlar fakir fukaranın yanında olan bir hükümet kurmuşlar.
Bu büyük haber, kalbi kırık biçarenin kulaklarına hoş gelip onu mutlu etmedi. Derin bir nefes alıp işittiği haberle kendi iç derdine yandı:
“Garibanın yanında olan bu dostlar, bahtı kara Pelen’in dönemine denk gelmedi.”
Nunna Ağa yalnız kalan biçare kadının, kaybolan ihtiyardan başka hiçbir şeyle ilgilenmediğini anlayıp asıl gelme sebebini söyledi:
“Geçen gece arkadaşım rüyama girdi. Doyduk, eğer kabul edersen ben kapımdaki keçiyi alıp geleceğim. Onu kurban keselim. Sağ ise başının sadakası olur, değil ise…”
Boğazı düğümlenen Doyduk Hanım’ın dili dönmedi. Yeni kurumaya başlayan gözlerinin pınarından akan damlalar buruşmuş yanaklarından aşağı yuvarlandı. Şalının ucuyla gözlerini silip derin bir iç çekti ve fısıldar gibi konuştu:
“Pelen’e hürmet edene Allah da hürmet etsin. Biz de gün gelir karşılığını yaparız desem yalancı çıkarım, Nunna. Oğlunla, kızınla mutlu ol. Ancak Pelen’i bu kapıdan ebediyete uğurlamadığımdan onun ecelinin geldiğine de bir türlü inanmak istemiyorum. O sağdır. ‘Pelen sağ salim gelsin.’ diye adakta bulunup kes keçini. Böyle yaparsan gönlüm rahat edecek.”
“Benim de asıl niyetim bu.” deyip Nunna Ağa hemen kalktı…
Tuzağa düşen ihtiyarın ise zor günleri birbiri ardınca geçip gidiyordu. Ama sırtı “yüklü” geçiyordu. Kartalın getirdiği leşlerden, aslında, ölmeyecek kadar yiyordu. Ancak bir iki defa kartal “misafirini” kurbağa ve fare leşi ile ağırlamıştı. İhtiyarın tüm içi dışına çıkmıştı. Buna rağmen yiyeceğe iştahla saldıran kuşlara imrenerek tahammül etmiş ve kendi payını boğazından geçirmişti. Ancak bu tuzlu etler ihtiyara kuvvet vermiyordu, aksine günden güne onun takati kesiliyordu. Yerinden kalksa hemen başı dönüyordu, üzerine yalnız olmanın hüznü çöküyordu.
Uzaklardan ganimetle gelen kartala gözü iliştiğinde ihtiyarın kervanı ticaretten gelmişe döner; canlanır, ayağa kalkardı, misafirperver kuşu karşılardı. İnsana iyice alışan kartal, kendi getirdiği azığının ihtiyar tarafından paylaştırılmasına hayran kalıp izlerdi. Üç kuş ile bir insan aynı “sofradan” yemek yerlerdi. İhtiyar, uzun süre ayakta durmaya gücü yetmediğinde sekinin üzerine uzanırdı; anne kartal da hüzünlenen ihtiyarın gönlüne teselli vermek ister gibi onun yanına zıplayıp konardı ve ufuklara bakıp dalardı. Pelen Avcı onunla “sohbet” ederdi: “Mert kuş olduğunu işitmiş olsam da bu kadarını tahmin etmezdim. Ben senin yavrularına kastetmek için çıkıp geldim ama sen onların boğazından kesip beni besliyorsun… İnsanlardan daha cömert hayvanlar da varmış. Pinti Hesip Bey de kendisini adam zannederdi. Fakat o halkın gariban evlatlarının ağzındakini çekip alırdı.”
Her ne olursa olsun, kartal insan değil; adamın dilinden anlamıyor, dostluk hasreti çeken ihtiyarın sözlerine cevap vermiyordu. Bu yüzden de avcı kendi kendine konuşuyor, başından geçen zulümleri hatırlıyor, cefalı ömrünün tek tük de olsa güzel geçen günlerinden sohbet açıyordu. Derin düşüncelere dalan ihtiyar “sohbet arkadaşı” kartalın çoktan uçup gittiğini ise sonradan fark ediyordu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов