Читать книгу Antikacı Dükkânı (Чарльз Диккенс) онлайн бесплатно на Bookz (7-ая страница книги)
bannerbanner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
Antikacı Dükkânı

4

Полная версия:

Antikacı Dükkânı

– Evet, evet, dedi. Şimdiki gibi yaşayacağımıza, öyle olsun daha iyi. Üzgünsen ben de nedenini öğrenip seninle üzüleyim; takatten düşüyorsan, her gün biraz daha solup zayıflıyorsan, bırak da sana bakıp avutmaya çalışayım. Sen fakirsen, birlikte fakir olalım; yeter ki senin yanında olmama izin ver, bırak da seninle beraber olayım. Sen böyle değişirken nedenini benden gizleme, çünkü ben de yürek üzüntüsünden öleceğim. Sevgili dedeciğim, hadi yarın bu üzüntülü yeri bırakıp gidelim, kapı kapı dilenelim.

Dede yüzünü elleriyle örttü, yattığı kanepenin yastığı içine sakladı.

Çocuk, bir kolunu yaşlı adamın boynuna dolayarak:

– Hadi, gel dilenci olalım, dedi. Yeteri kadar kazanç sağlamamaktan korkum yok benim, mutlaka kazanacağız, buna eminim. Yürüye yürüye köylere gidelim, tarlalarda, ağaç diplerinde uyuyalım, bir daha da parayı ya da seni üzen başka şeyleri hiç düşünmeyelim. Geceleri dinlenelim, gündüzleri de güneş, rüzgâr yüzümüze vursun, birlikte Tanrı’ya şükredelim. Bir daha karanlık odalara, üzüntü dolu evlere adım atmayalım da dilediğimiz gibi, orası senin, burası benim, dolaşalım. Sen yorulunca bulabildiğimiz en güzel yerde dururuz, dinlenirsin, ben de gider ikimiz adına dilenirim.

Çocuk başını yaşlı adamın boynuna bırakırken sesi hıçkırıklar arasında kayboldu. Yavrucak tek başına ağlamıyordu.

Bunlar başkalarının kulaklarına uygun kelimeler olmadıkları gibi manzara da başka gözlere göre değildi. Yine de orada başka kulaklar, gözler vardı, olup bitenleri hırsla kapmaya çalışıyorlardı. Üstelik, bunlar B. Daniel Quilp’den başkasının gözleri, kulakları değildi. Çocuk yaşlı adamın yanına gittiği sırada görünmeden içeri girmiş, konuşmayı yarıda kesmekten –incelik gösterip– kaçınmış, yüzünde o alışılmış gülümsemeyle durmuş, konuşulanları dinlemişti. Yalnız, daha önce hayli yol yürümekten yorulmuş bir kimse için ayakta durmak gerçekten usandırıcı bir iştir. Cüce de, her gittiği yere kolayca alışabilen tiplerden olduğundan, çok geçmeden gözüne bir koltuk kestirmiş, görülmemiş bir çabuklukla koltuğun üzerine atlayıp ayaklarını da koltuğun oturulacak yerine basacak şekilde arkalığına oturmuş, bulunduğu yerden rahatça odadakileri seyredip konuşmalarını dinlemeye koyulmuştu. Maymun gibi acayip hareketler yapma tutkusunu da yerine getirebildiği için de pek memnundu. İşte böylece, bir eli çenesine dayalı, başı biraz yana dönmüş, çirkin yüzü sinsice bir sırıtışla karmakarışık olmuş, oturuyordu. Bir süre sonra yaşlı adam da o yana bakınca en sonunda cüceyi gördü, anlatılamaz bir şaşkınlık duydu.

Çocuk da, bu sevimli yaratığı görür görmez, hafif bir çığlık kopardı. O da, yaşlı adam da, ilk şaşkınlıkları sırasında, gördüklerinin gerçek olmasından da biraz şüphelenerek ne diyeceklerini bilememiş, şaşkın şaşkın cüceye bakakalmışlardı. Bu karşılama töreninden hiç de alınmayan Daniel Quilp, istifini bozmadan, hoşgörür bir tavırla, başını iki üç kere sallamakla yetindi. En sonunda, yaşlı adam cüceye adıyla seslendi, oraya nasıl geldiğini sordu.

Quilp, başparmağını omzunun üstünden geriye doğru uzatarak:

– Kapıdan geldim, dedi. Anahtar deliklerinden içeri girebilecek kadar minik değilim! Keşke öyle olsaydım! Seninle özel olarak konuşmak istiyorum; ama, yalnız olmalıyız. Yanımızda kimse bulunmamalı, komşum. Güle güle, küçük Nelly.

Nell, yaşlı adama baktı, o da kıza başını sallayıp çekilmesini işaret etti, yanağından öptü.

Cüce dudaklarını şapırdatarak:

– Ah, dedi. Bu ne güzel bir öpücük böyle! Tam da kırmızı yere isabet etti. Ne enfes bir öpücük!

Bu sözler üzerine Nell çarçabuk odadan kayboldu, Quilp kızın arkasından yan gözle hayran hayran baktı, çocuk kapıyı kapayınca da yaşlı adama torununun güzelliğinden dem vurup iltifat yağdırmaya başladı. Kısa bacağını ovuşturarak:

– Açmaya hazır ne alçak gönüllü küçük bir tomurcuk, komşum! dedi. Gözlerini de durmadan kırpıştırıyordu. Ah, ne de nonoş, totoş potoş tomurcuk şu küçük Nell!

Yaşlı adam buna zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi, büyük bir sabırsızlık içinde olduğunu gizlemekte zorluk çektiği de belliydi. Bu, adamcağıza işkence yapmaktan hoşlanan Quilp’in de gözünden kaçmamıştı. Zaten Quilp, eline imkân geçirdi mi, karşısına çıkan herkese işkence etmekten hoşlanırdı.

Ağır ağır konuşarak, kendini bu konuya enikonu kaptırmış görünerek:

– Kızcağız ne de ufacık, ne de dolgun, ne de güzel, ne de kusursuz yaratılmış! dedi. Üstelik, o mavi damarlarıyla, o saydam derisiyle öylesine de hoş ki! Ya o küçücük ayakları, insanı büyüleyen davranışları yok mu! Peki ama, sen sinirlisin yahu! Ne oldu, komşu, nen var senin? Sana yemin ederim ki… Cüce, bunları söylerken koltuğuntepesinden inip, yukarıya fırlayışındaki çabukluğun tersine, koltuğun oturulacak yerine ağır ağır yerleşti. Sana yemin ederim ki eski kanın damarlarda bu kadar çabuk akacağını, böylesine kaynayabileceğini hiç bilmiyordum; yoluna zoraki devam ettiğini, serin, adamakıllı serin olduğunu sanıyordum. Öyle olması gerektiğine de aşağı yukarı eminim. Seninkisi çığrından çıkmış galiba, komşum.

Yaşlı adam iki eliyle başını tutarak:

– Galiba öyle olmuş, dedi. Burada yanan bir ateş var, ara sıra da ad vermekten korktuğum bir şey duruyor burada.

Cüce hiçbir şey söylemedi; yalnız, yaşlı adamın tedirgin olmuş bir hâlde odanın içinde bir aşağı, bir yukarı gezinişini seyretti. Biraz sonra, adamcağız gelip yerine oturdu. Başı göğsüne düşmüştü; bir zaman yerinden kıpırdamadan durdu, sonra birdenbire başını kaldırarak konuştu:

– Sana ilk ve son defa soruyorum. Bana para getirdin mi?

Quilp:

– Hayır, dedi.

Yaşlı adam çaresiz bir hâlde ellerini birbirine kenetleyerek yukarıya doğru baktı.

– Öyleyse çocuk da, ben de mahvolduk.

Quilp ona ciddi ciddi bakıp, dikkatini çekebilmek için parmaklarını iki, üç kere masaya vurdu.

– Komşum, dedi. Bırak da seninle açık konuşayım. Bütün kâğıtların senin elinde bulunduğu, benim de bunların arkalarından başka bir şey göremediğim zamanlarda olduğundan daha dürüst bir oyun oynayayım. Şimdi senin benden gizli bir şeyin yok artık.

Yaşlı adam titreyerek başını kaldırıp baktı.

Quilp:

– Şaşırdın, dedi. Eh, kim bilir belki de bunu pek olağan karşılamak gerek. Bak sana söylüyorum: Artık benden gizli bir şeyin yok işte. Hayır, bir tek şeyin bile yok, çünkü artık bütün o paraların benden aldığın borçların, malzemenin yerlerini bulduğunu biliyorum. Yerin adını söyleyeyim mi?

Yaşlı adam:

– E, söyleyeceksen söyle, dedi.

Quilp:

– Kumar masaları, diye karşılık verdi. Senin gittiğin yerler oraları işte. Servet kazanmak için hazırladığın o değerli tasarı da buydu, değil mi? Benim paramı yatıracağım o gizli kaynak da buydu ama, senin sandığın kadar aptal olsaydım! Senin o bitmek tükenmek bilmeyen altın madenin, El Dorado’n da buydu ha?

Yaşlı adam parlayan gözlerle cüceye dönerek:

– Evet, diye bağırdı. Öyleydi, yine de öyle, ben ölünceye kadar da öyle kalacak!

Quilp ona nefretle baktı:

– Bir bayağı, süprüntü kumarbaz beni kör edecekti ha? dedi.

Yaşlı adam, hırsla:

– Kumarbaz değilim ben! dedi. Tanrı biliyor ya, asla kendi kazancım ya da oyun aşkı uğruna oyun oynamadım; her oyunda parayı ortaya koyarken içimden o öksüz yavrunun adını söyledim, Tanrı’ya bu tehlikeli işte yardımcı olması için yalvardım. Hiç de yardımcı olmadı. Kimi zengin etti? Birlikte oyun oynadıklarım kimlerdi? Yağmacılıkla, düzenbazlıkla, kavgacılıkla yaşayan kimselerdi; altınlarını kötülük yaparak harcayanlar, ortalığa kötülük yayanlardı. Ben onlardan kazanacaktım, benim kazandıklarım son kuruşuna kadar da körpe, günahsız bir çocuğa hediye edilecek, bu paralar onun hayatını tatlılaştırıp mutluluğa kavuşturacaktı. Neyi azaltacaklardı? Yıkma yollarını, kötülüğü, sefaleti azaltacaklardı. Böyle bir amaç uğruna kim umuda kapılmaz ki? Şunu söylesene bana: Kim benim gibi umuda kapılmazdı ki?

Quilp yaşlı adamın üzüntüsüyle, öfkesiyle bir an için alaycı havasından uzaklaşmıştı.

– Bu çılgınca işe ne zaman başladın? diye sordu.

Yaşlı adam elini alnına götürerek:

– Ne zaman mı başladım? dedi. Acaba ne zaman başlamıştım? Buna başlamak için ne kadar az para biriktirdiğimi, bu parayı biriktirebilmenin ne kadar uzun zaman aldığını, benim yaşımda birinin ömrünün ne kadar az kalmış olabileceğini, yavrucağın da şu amansız dünyada, sefaletin eşiğinde nasıl yapayalnız kalacağını düşündüğüm günden daha iyi bir zaman olabilir miydi? İşte bunu düşünmeye de o zaman başladım.

Quilp:

– Değerli torununu apar topar denize göndermen için bana geldikten sonra mı? diye sordu.

– Ondan kısa bir süre sonra. Bunu uzun bir süre düşünmüştüm, ayrıca rüyalarıma girmişti. Sonra da başladım işe. Oyundan hiç zevk almamıştım, zaten alacağımı da ummuyordum. Şimdiye kadar da bana tasalı günlerden, uykusuz gecelerden, sağlığımı, iç huzurumu kaybetmekten dolayı bitkinlik, üzüntü getirmekten başka ne işe yaradı ki!

– Önce oyuna yatırdığın parayı kaybettin, sonra bana geldin. Dediğine göre, servet yaptığını düşünürken kendini dilenci yapıyormuşsun, ha? Vay canına! Senin toparlayabildiğin ne kadar süprüntü varsa hepsinin güveni, malın satış faturası da bana aitti elbette! Cüce bunları söyledikten sonra ayağa kalktı, sanki hiçbir şeyin alınmamış olduğuna kanaat getirmek istiyormuş gibi çevresine bakındı. Peki ama, hiç kazanmadın mı?

Yaşlı adam:

– Hayır, hiç! diye inledi. Kaybettiklerimi hiç geri alamadım.

Cüce:

– Ben de, bir insan yeteri kadar uzun bir süre oynarsa eninde sonunda mutlaka kazanır sanıyordum, diye alaylı alaylı söylendi. Hiç değilse, oyundan yenik çıkmaz diye düşünüyordum.

Yaşlı adam, birdenbire yerinden fırlayıp o bitkin, çaresiz hâlinden kurtuldu, heyecanla:

– Nitekim öyledir de! diye bağırdı. Öyledir. Bunu ben işin başından beri seziyorum; öteden beri de biliyordum ama, duygularım asla şimdiki kadar kuvvetli olmadı. Üç gece rüyamda aynı miktarda büyük bir para kazandığımı gördüm, Quilp. Daha önce, sık sık denediğim hâlde, böyle bir rüya görememiştim. Şimdi elime bu fırsat geçmişken beni yüzüstü bırakma. Senden başka başvuracağım bir yer yok. Bana biraz yardım et de son bir defa talihimi deneyeyim.

Cüce omuzlarını silkip başını salladı.

Yaşlı adam, eli titreye titreye, cebinden birkaç kâğıt çıkardı, cücenin kolunu yakalayarak:

– Bak iyi kalpli Quilp’çik, dedi. Şunlara bak, yeter. Şu sayılara bak, bunlar uzun bir hesaplamanın, acı veren korkunç deneylerin sonucudur. Muhakkak kazanacağım. Ancak bir kerecik daha bir parça yardım istiyorum, birkaç lira, yani iki destecik lira yeter, Quilp’çiğim.

Cüce:

– Son verdiğim borç yetmiş liraydı, dedi. O da bir gecede gitti!

– Gittiğini biliyorum ama, o en büyük talihsizlikti, daha vakit gelmemişti, Quilp, düşün, düşün! Yaşlı adam öyle tir tir titriyordu ki elindeki kâğıtlar rüzgâra tutulmuş gibi uçuşmaya başlamışlardı. Ah, şu öksüz çocuk! Yalnız olsaydım, sevine sevine ölürdüm; belki öylesine eşitsizlik içinde hüküm süren kadere bile hak verirdim. Kuvvetli, mutlu insanların en üstün oldukları sırada karşılarına çıktığı hâlde çaresizlik içinde ondan medet uman fakirleri, zavallıları görmemezlikten gelen kaderi haklı görebilirdim. Ne var ki yaptıklarım hep o kız içindi. Yavrucağın hatırı için bana yardım et, yalvarıyorum sana! Kendim için değil, yavrucak için!

Quilp, kendini iyice toparlamış bir tavırla saatine bakarak:

– Özür dilerim, dedi. Şehirde birine sözüm var, öyle olmasa seve seve yarım saat daha kalıp kendini azıcık toplamanı beklerdim.

Yaşlı adam cücenin eteklerine sarılarak:

– Benim iyi yürekli Quilp’çiğim! diye soluk soluğa inledi. Bundan önce de seninle ikimiz, bir kere değil, birkaç kere, yavrucağın zavallı annesinin başından geçenleri konuşmuştuk. Kimbilir belki de yavrucağın sefalete düşmesi korkusu daha o zaman içimde yer etmişti. Bana sert davranma! Şunu da hesaba katıver: Benim sayemde çok kazanç sağladın. Ah, şu son umut uğruna bana parayı bağışlayıver!

Quilp, alışılmamış bir kibarlıkla:

– Vallahi, bunu yapamama imkân yok, dedi. Yalnız, bak sana ne söyleyeceğim: Şunu unutma ki içimizde en akıllı olan bile yanılıp hata işleyebilir. İşte ben de Nelly ile yapayalnız sürdüğün o yoksul hayata öylesine aldanmıştım ki!

Yaşlı adam:

– Ne yaptımsa hepsi o cazip serveti çekebilmek uğruna para biriktirmek, yavrucağızın zaferini büyültmek için yapılmıştı! diye bağırdı.

Quilp:

– Evet, evet, bunu anlıyorum, dedi. Benim söylemek istediğim şuydu: O sefil hâlin, komşularının senin zengin olduğunu söylemeleri, benden aldığın borçları kısa zamanda üç kat, dört kat farkla ödeyeceğine dair verdiğin sözler beni öyle aldatmıştı ki hiç beklenmedik bir zamanda senin gizli yaşayışını öğrenmemiş olsaydım şimdi bile istediğin parayı bir imza ile verirdim.

Yaşlı adam, çaresiz bir hâlde:

– Tembihlerimi hiçe sayarak bunları sana anlatan kimdi? diye sordu. Hadi, adını ver bana… Kimmiş, açıkla.

Kurnaz cüce, çocuğu ele verirse yarattığı havanın etkisini kaybedeceğini, bundan da hiçbir şey kazanmayacağını düşünerek, saklamanın daha doğru olacağını kararlaştırdı. Sustu. Sonra: “E, bunu kim yapabilir dersin?” diye sordu.

Yaşlı adam:

– Kit olacak, dedi. O oğlan olsa gerek. Casusluk yaptı, sen de onu rüşvetle konuşturdun mutlaka!

Cüce acıklı bir sesle:

– Onu düşünmek de nereden aklına geldi? diye sordu. Evet, söyleyen Kit’ti. Zavallı Kit!

Cüce böyle diyerek dostça bir tavırla başını eğdi, gitmeye hazırlandı. Dış kapıyı biraz geçtikten sonra büyük bir sevinç içinde gülümsedi.

– Zavallı Kit! diye mırıldandı. Bir meteliğe herkese gösterilen cücelerin en çirkini olduğumu söyleyen de, yanılmıyorsam, Kit’ti. Hah-hah-ha! Zavallı Kit!

Cüce böylece söylene söylene yoluna gitti.

10

Daniel Quilp, yaşlı adamın evine kimseye görünmeden giremediği gibi çıkarken de görünmemezlik edememişti. Hemen tam karşıda, ana caddeden ayrılan bir sürü geçitten birinin dönemecinin gölgesinde birisi gizlenmişti. Akşam güneş batmak üzereyken burada yerini alan bu kimse, büyük bir sabırla, uzun bir süre orada beklemek zorunda olduğunu, böyle şeylere de iyice alıştığını belirten bir tavırla, duvara dayanmış, duruyordu. Bir saat içinde de yerinden hiç kıpırdamamıştı.

Bu sabırlı bekleyici, oradan gelip geçenlerin pek ilgisini çekmediği gibi o da gelip geçenlere pek önem vermiyordu. Gözleri hep bir tek noktaya bakıyordu: Çocuğun önünde oturmayı âdet edindiği pencereydi bu. Gözlerini oradan ancak komşu dükkânlardan birindeki saate bakmak için oynatıyor, sonra gözlerini gene, büyük bir ciddiyetle, dikkatle, eski hedefe çeviriyordu.

Bu kimsenin gizlendiği yerde hiçbir yorgunluk belirtisi göstermediğini söylemiştik; gerçekten de, beklediği kadar yorgunluk duymadı. Yalnız, zaman geçtikçe saate daha sık, pencereye de daha az umutla bakarak kaygılanma, şaşırma belirtileri göstermeye başladı. En sonunda, birtakım kıskanç kepenkler saati ondan sakladılar; sonra da kilisenin çanları gecenin on biri olduğunu ilan ettiler. Sonra on biri çeyrek geçti. En sonunda, oralarda oyalanmasının artık gereksiz olduğu düşüncesi zihnine saplandı.

Bu düşüncenin hoşa gidecek cinsten olmadığı, adamın hiç de bu düşünceye boyun eğmek istemediği, oradan zoraki uzaklaşmakta oluşundan anlaşılıyordu. Gözleri hâlâ arkada, zoraki adımlarla yürüyüşünden, hafif bir ses duyunca duraklamasından, bir ışığın sönmesi üzerine umutlanarak geriye dönmeye hazırlanışından da bu anlaşılıyordu. En sonunda, umudunu iyice kaybedince, niyetinden vazgeçti, sanki kendini zorla oradan uzaklaştırmak istiyormuş gibi koşmaya başladı. Ayaklarının olanca gücüyle koşuyordu. Geri dönmek isteğine kapılmamak için, arkasına bir kere olsun bakmadı.

Bu esrarengiz kimse, hızını hiç eksiltmeden, soluk almak için bir an olsun duralamadan, bir sürü sokaktan, dar yollardan hızla geçti. En sonunda, dört köşe büyük bir avluya varınca, koşmaktan vazgeçip yürümeye koyuldu. Penceresinden ışık sızan küçük bir evin kapısı önünde durdu, sürgüsünü kaldırıp içeri girdi.

Bir kadın hızla kapıdan yana dönerek:

– Tanrım bizi korusun, kim o? diye bağırdı. Ha, sen misin, Kit?

– Evet, anne, benim.

– Aman, ne kadar yorgun görünüyorsun, oğlum!

Kit:

– Yaşlı bay bu gece dışarı çıkmadı, onun için kız da hiç pencerenin önüne gelmedi, dedi.

Geçti ateşin karşısına oturdu. Pek tasalı, mutsuz görünüyordu.

Kit’in bu şekilde oturduğu oda son derece sefildi ama, huzur dolu havası, temizliği, derli topluluğu sayesinde tam bir yuva havasını taşıyordu; yoksa, pek berbat bir yer olabilirdi. Gerçekten de temizlik, düzenlilik bir dereceye kadar söz sahibi olabiliyor. İçerideki Hollanda tarzı saatten de anlaşılacağı gibi gecenin çok geç bir saatiydi ama, zavallı kadıncağız hâlâ bir ütü masasının başında harıl harıl çalışmaktaydı. Küçük bir çocuk ocağın yanı başındaki beşikte uyuyordu; bir başkası da, iki, üç yaşlarında, başında sımsıkı bir takke, vücuduna göre pek küçük görünen gecelik giymiş, bir çamaşır sepetinin içinde dimdik oturuyor, sepetin kenarından iri yuvarlak gözlerini fal taşı gibi açmış, sanki bir daha uyumamaya kesin karar vermiş gibi bakmıyordu. Zaten uyumak istemediği için yatağından alınmış, akrabalarına, arkadaşlarına bir neşe kaynağı olmuştu. Garip görünüşlü bir aileydi bu: Kit, annesi, çocuklar birbirlerine tıpatıp benziyorlardı.

Çoğumuzun sık sık yaptığı gibi Kit de hani neredeyse huysuzlaşacak gibiydi ama, önce derin derin uyuyan en küçük çocuğa, sonra çamaşır sepetindeki kardeşine, ondan sonra da sabahtan beri hiç yakınmadan iş gören annesine baktı, neşeli durmanın daha güzel, daha iyi bir şey olacağını düşündü. Onun için de, ayağıyla beşiği salladı; çamaşır sepetindeki yaramaza dilini çıkardı; çocuk da bunu görünce hemen neşelendi. Kit ayrıca gevezelik etmeye, hoş görünmeye de iyice karar vermişti. Kocaman çakısını çıkarıp annesinin ona saatlerce önce hazırlamış olduğu ekmekle etten kocaman bir parça kesti.

– Ah anneciğim, dedi. Sen ne eşsizsin! Biliyorum, senin gibisi pek bulunmaz.

Bn. Nubbles:

– Benden çok daha iyi bir sürü anne vardır sanırım, Kit, dedi. Kilisedeki papazın dediklerine bakılırsa böyleleri varmış, olmalıymış da.

Kit, nefretle:

– O bunu pek iyi bilir ya! dedi. Bakalım o da senin gibi tek başına kalsın, senin kadar çok çalışsın, yine senin gibi neşesini sürdürebilsin de o zaman ben kendisine dünyanın kaç bucak olduğunu sorar, söylediğine de kılı kılına inanırım!

Bn. Nubbles, konuyu değiştirerek:

– Şey, dedi. Senin biran orada, pencerenin kenarında duruyor, Kit, dedi.

Oğlu şarap tasını alarak:

– Gördüm, anne, dedi. Senin sevgine, anne! İstersen papazın da sağlığına olsun! Ona karşı bir kin beslemiyorum, benim bir alıp veremediğim yok onunla.

Bn. Nubbles:

– Demin o beyin bu gece dışarı çıkmadığını mı söylemiştin? diye sordu.

Kit:

– Evet, dedi. Talihsizlik, işte!

– Buna talih eseri desen daha doğru olur, çünkü Nelly yalnız kalmamış oluyor.

Kit:

– Aha, bunu unuttum! dedi. Talihsizlik dedim, çünkü saat sekizden beri gözlediğim hâlde onun gölgesini bile göremedim.

Annesi işini bırakıp çevresine bakınarak:

– Kız bunları bilse, acaba ne der? diye bağırdı. Her gece kendisi –zavallı yavrucak– yapayalnız pencerenin önünde otururken sen onun başına bir dert gelmesi korkusuyla sokak ortasında bekliyorsun, kendisinin evinde güven içinde olduğuna inanmadan bekleme yerinden kıpırdamıyorsun, evine gelmiyorsun… Bunları bilse demek istiyorum.

Kit, kaba yüzü kızarır gibi olarak:

– Onun ne diyeceğini bırak şimdi! dedi. Çünkü o bunu hiçbir zaman öğrenemeyecek, onun için de bir şey demeyecek elbette!

Bn. Nubbles, birkaç dakika sessiz sessiz ütüsüne devam etti. Sonra, başka bir ütü almak üzere ocağın başına geldi, ütüyü tahtanın üzerine koyup üzerinin tozunu alırken de yan gözle Kit’e baktı. Yeniden masasının başına dönünceye kadar bir şey söylemedi. Ütünün sıcaklığını ölçmek için tehlikeli bir şekilde yanağına yaklaştırdığı sırada gülümseyerek çevresine bakınarak:

– Başkaları buna ne derler biliyorum ben, Kit, dedi.

Kit, bundan sonra söylenecek sözlerden iyicene korkarak:

– Saçma! diye annesinin sözünü kesti.

– Ama, mutlaka söyleyeceklerdir. Kimisi senin kıza aşık olduğunu söyleyecektir… Biliyorum, mutlaka diyeceklerdir bunu.

Kit bu sözlere, utanç içinde elini, “Dışarı çık” der gibilerden sallamakla karşılık verdi, sonra kollarıyla, bacaklarıyla havada garip şekiller çizerek oyalanmaya çalıştı.

Bunlar da onu aradığı rahatlığa kavuşturamayınca, ekmekle etten kocaman bir lokma ısırdı, içkisinden de acele bir yudum içti. Böylece yapma yardımlar sayesinde duygularını boğdu, konuyu değiştirmeye çabaladı.

Bir süre sonra annesi yine aynı konuya dönerek:

– Doğrusunu söylemek gerekirse, dedi. Şaka bir yana, bu davranışın pek yerinde, pek düşünceli; tam senden beklenen bir davranış. Hiç kimseye de bundan söz etme. Yalnız, inşallah günün birinde Nelly bunu öğrenir, çünkü o zaman sana minnet duyacaktır. Sevgili yavrucağı orada kapalı tutmak zalimce bir iş. Yaşlı adamın bunu senden gizlemek istemesine de şaşmam.

– O yaptığını zalimce bir iş olarak görmüyor ki; böyle davranmayı da istemiyor, bilse yapmaz. Yeryüzünün bütün altınlarını, gümüşlerini ona verseler de bunu yapmaz bence, anne. Hayır, hayır, yapmaz! Bunu bilecek kadar tanıyorum ben onu.

Bn. Nubbles:

– Öyleyse niye yapıyor, senden de niye böyle titizlikle saklıyor? diye sordu.

Oğlu:

– İşte onu bilmiyorum, dedi. Yalnız, benden böyle titizlikle saklamaya çalışmasaydı ben de durumu hiç öğrenemeyecektim, çünkü beni geceleri eskisinden çok erken eve göndermek istemesi merakımın uyanmasına yol açtı. Hişt! Bu da ne?

– Dışarıda biri var besbelli.

Kit sesi dinlemek üzere ayağa kalktı.

– Buraya gelmek üzere karşıdan karşıya geçen biri bu, dedi. Hem de pek hızlı geliyor. Ben geldikten sonra oda dışarı çıkmışsa, ev yanıyorsa, anne!

Oğlan içindeki korkunun etkisiyle, yerinden kıpırdama gücünü bulamayıp olduğu yerde kalmıştı. Ayak sesleri yaklaşıyordu. Kapıyı telaşlı bir el açtı, çocukcağızın kendisi solgun, soluğu kesilmiş, telaşla bir iki giyeceğe yalapşap sarınmış bir hâlde aceleyle odadan içeri girdi.

Anayla oğul birlikte:

– Ne oldu, Nelly? diye bağırdılar.

Kız:

– Bir dakika bile kalamam, dedi. Dedem çok hasta. Yerde tepinir buldum…

Kit, kenarsız şapkayı kavrayarak:

– Ben doktora koşayım, dedi. Hemen oraya gelirim, şey ederim…

Nell:

– Hayır, hayır! diye bağırdı. Orada birisi var, seni istemiyor. Sen… Sen bir daha bizim yanımıza yaklaşmayacakmışsın.

Kit:

– Ne! diye kükredi.

Kız:

– Bir daha hiç gelmeyeceksin, dedi. Neden diye sorma bana, çünkü ben de bilmiyorum. Yalvarırım, sorma. N’olur, üzülme! Yalvarırım, bana da kızma. Benim hiçbir suçum yok!

Kit, gözleri fal taşı gibi açılmış, kıza baktı, birçok kereler ağzını açıp kapadı ama ağzından bir tek kelime çıkmadı.

Nell:

– Senden şikâyet ediyor, sövüp sayıyor, dedi. Ne yaptın, bilmiyorum ama, umarım ki çok kötü bir şey değildir.

Kit:

– Ben mi yapmışım? diye kükredi.

Çocuk yaşlı gözlerle:

– Çektiklerinin hep senin yüzünden olduğunu bağıra bağıra söylüyor. Avaz avaz haykırıp seni çağırdı. Dediler ki onun yanına bir daha yaklaşmamalıymışsın, yoksa ölürmüş. Bir daha bizim yanımıza dönmemeliymişsin. Bunu sana haber vermeye geldim. Bir yabancı yerine benim gelmem daha doğru olur diye düşündüm. Ah, Kit, ne yaptın sen? Sana o kadar da güvenmiştim. Hemen hemen tek arkadaşım sendin.

Zavallı Kit genç hanımına gittikçe daha büyüyen gözlerle bakıyordu ama, hiç kımıldamıyor, hiç konuşmuyordu. Kızcağız, kadına bakıp:

– Kit’in haftalık ücretini getirdim, dedi. Parayı masanın üzerine bıraktı. Biraz da fazla getirdim, çünkü o bana karşı her zaman iyi, şefkatli davranıyordu. İnşallah yaptıklarına pişman olur da başka yerde daha iyi çalışır, bundan dolayı da pek üzülmez. Ondan bu biçim ayrılmak beni pek üzüyor ama, başka çaremiz de yok. Ayrılmak zorundayız. İyi geceler!

Çocukcağız, gözyaşları yüzünden aşağı sel gibi akarak, arkada bıraktığı sahnenin verdiği acıyla, geçirdiği sarsıntının, biraz önce yerine getirdiği görevin ağırlığıyla, bin bir acı, şefkat duygularının etkisiyle nazik vücudu tir tir titreyerek, telaşla kapıya doğru gitti, geldiği gibi çarçabuk gözden kayboldu.

Zavallı kadıncağız oğlundan kuşkulanmak için ortada hiçbir neden göremiyordu; tam tersine, onun dürüst, doğru bir çocuk olduğuna her bakımdan inanıyordu. Onun için, oğlunun kendini korumak için bir tek söz bile söylememesi yüzünden şaşkına dönmüştü. Zihninde kabadayılık, haydutluk, soygunculuk sahneleri canlandı. Oğlan geceleri evde bulunmamasını pek acayip bir şekilde açıklamaya kalkışıyordu. Kadının aklına bunları kanun dışı işlere bağlamak gibi düşünceler gelmişti; onun için, oğlunu sorguya çekmekten korkuyordu. Kadıncağız, bir sandalyeye oturdu, ellerini ovuşturup acı acı ağlayarak sallanmaya başladı. Kit annesini avutmak için hiçbir harekette bulunmadan, iyicene sersemlemiş bir hâlde kalakaldı. Beşikteki bebek uyanıp ağladı; çamaşır sepetindeki oğlan sırtüstü düştü, sepetin altında kaldı, görünmez oldu; anne gittikçe daha şiddetli ağlayarak daha hızlı sallanmaya koyuldu; Kit ise bütün bu gürültü patırtının farkında bile değildi, iyicene aptallaşmış bir hâldeydi.

1...56789...12
bannerbanner