
Полная версия:
Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı
12
ÇARE
Dahhâk keseye parmaklarının ucuyla tuttuktan sonra yine bırakıyordu. Kese yere düştü. Bir şangırtı daha koptu. En ufak bir patırtıdan korkan İbrahim telaşla keseyi yerden alarak:
“A canım! Bu senin kesen değil mi?” dedi.
Dahhâk gülerek cevap verdi:
“Oda aydınlık olmadığı için farkına varmıyorum. Rica ederim, ışık yakınız.”
“Aydınlık istiyorsunuz, haydi mehtaba çıkalım, orada keseyi tanırsınız.”
İbrahim bu sözleri söyledikten sonra Dahhâk’ın elinden tutarak dışarı çıkarmak istedi. Fakat Dahhâk sabit bir ağaç gibi yerinde dikili kaldı. İbrahim başına bela kesilen bu adam ile işi tatlıya bağlamak lüzumunu hissederek:
“Paranı eksilmiş zannediyorsan daha fazla veririm.” dedi.
Dahhâk teşekkür makamında başını eğerek cevap verdi:
“Fakat nukudu Yusufiye’den isterim. Başka para almam. Haberin olsun ha!”
İbrahim bu sözler üzerine meraklı meraklı düşünmeye başladı. Acaba bu aptal adam kendisinin para değişimi ile uğraştığını biliyor mu? İbrahim bunu uzak ihtimal görüyordu. Fakat bu adamı her ne suretle olursa olsun defetmek istiyordu.
“Evet, nukudu Yusufiye vereceğim. Merak etme.” dedi.
Dahhâk gülerek:
“Demek daha değiştirmedin.”
İbrahim Dahhâk’in öyle görüldüğü gibi ahmak, budala bir herif değil kendisinin bütün sırlarını bilen bir adam olduğunu anlıyor. Hatta başkaları tarafından bir entrika ile geldiği hâlde görünüşte aptal tavrı takındığını ihtimal vererek korku ve telaşa düşüyordu. Bu ihtimali bertaraf etmek için onu odadan çıkarıp defetmeye çalıştı. Fakat buna bir türlü başaramıyordu. Odadan çıkaramayınca utanır çıkar ümidiyle Dahhâk’a “Buyurunuz oturunuz.” dedi. Dahhâk bu daveti çoktan beklermiş gibi derhâl yere oturmakla beraber İbrahim’in elinden çekerek onu da yanına oturttu. İbrahim artık ne yapacağını bilmiyor, sonuca bakarak Dahhâk’a elinde olmayarak boyun eğiyordu. Oda büsbütün karanlık değildi. Mehtap kapıdan giriyor açık duran paralar en küçük bir bakış ile göze çarpıyordu. Dahhâk paraya doğru bakarak dedi ki:
“Paraları toplamak için size yardım edeyim mi? Üzerlerindeki Yusufiye damgasını kaldırıp yerine Haccâciye yazayım mı? Bu teklifi kabul etmek herhâlde hıyanetin ortaya çıkmasından iyidir, zannederim.”
Pek açık söylenen bu sözler üzerine korkudan tüyleri ürpermeye başlayan İbrahim yalvaran bir tavır takınarak:
“Artık! Allah aşkına olsun kim olduğunuzu ne maksat ile yanıma geldiğinizi doğru söyleyiniz. Göstermek istediğiniz gibi ahmak, budala bir adam değilsiniz, kimsiniz?”
Dahhâk cevap verdi.
“Benim ismim Dahhâk, çok gülen demektir. Beni tanımıyorsanız işte sarığım, cübbem, ayakkabılarım hep dediğimi ispat eder daha başka delil ister misin?”
“Rica ederim, şaka ile beni aldatmaya uğraşmayınız. Bana doğruyu söyleyiniz benden ne isterseniz veririm.”
“Öyle ise size doğruyu söyleyeyim. Bana ağlatıcı Dahhâk derler fakat bu büyük muazzam askeriyenin hazinedarı olan sizin gibi bir değerli insanın ağlamasını arzu etmediği temin ederim.”
“Tekrar rica ederim. Ne iseniz açıktan açığa söyleyiniz. Her istediğinizi yapmaya hazırım.”
“Dostum ne olduğumun size hiçbir ilişkisi yoktur. Merak etmeyiniz. Kabahatinizi bir kimseye söylemem. Buna emin olunuz. Yalnız sizden bir hizmet isteyeceğim. Bu hizmeti bizim için yapar mısınız?”
İbrahim bu soru karşısında kalben bir ferahlık duyarak düştüğü beladan sağ salim kurtulabileceğini ümit etmeye başladı.
“Teklif edeceğiniz hizmet ne ise söyleyiniz. İstediğiniz yapmaya hazırım.”
“İlkin şunu söyleyiniz, Ebu Müslim’in nezdinde hatırı sayılır bir yeriniz var mıdır?”
İbrahim bu soru üzerine gözlerini yere dikti. Büyük bir tereddüt içinde kaldığı hâlinden anlaşılıyordu.
“Ebu Müslim kimseye yetki veren adamlardan değildir ki nezdinde öyle bir mevkim olsun. Bu zat öyle sıradan bir insan değil. Gayet şiddetli gayet hiddetli pek nadir güler pek az söz söyler, sanki çelikten yaratılmış bir adamdır. Bütün arkadaşları, tanıdıkları kendisinden tir tir titrerler. Çünkü en küçük bir şüphe üzerine hiç acımaksızın adam öldürür. Efendiniz, Merv beyine bu akşam okuduğu imamın emrini dinlediniz, zannederim. İmam, Ebu Müslim’e her kimden şüphe edersen katletmesi emrini veriyor. Fikri, ahlakı, emeli bu yolda olan adamın nezdinde güçlü bir mevki sahibi olmak mümkün müdür? Bununla beraber kendisinden ricanız varsa yerine getirmek için bütün servetimi harcamaya hazırım.”
Dahhâk gülerek:
“Hakikaten doğru söylediniz. Bunun tersini söylemiş olsaydınız ben de sizden şüphe edecektim. O zaman hakkınızda imamın emrini yerine getirmeye hakkım olacaktı.” dedikten sonra sözüne devam etti:
“Şimdi sizden ikinci bir soru soracağım. Sır saklayabilir misiniz?”
“Size namusum üzerine söz veririm ne söylemek istiyorsanız korkmadan söyleyebilirsiniz.”
“Sizden hiç korkum yoktur. Çünkü canınız elimdedir. Ebu Müslim’in kalbinde hakkınızda şüphe uyandırmak kadar kolay ne var?”
Dahhâk bu sözleri söyledikten sonra birdenbire ayağa kalktı. Ayakkabılarını kuşağından çıkararak ayağına giydikten sonra bulunduğu yerde dik durdu. İbrahim, Dahhâk’ın bir daha deliliği tutarak o saatte kendisini komutana şikâyet etmeye kalkışabilmesinden hâlâ pek fazla korktuğu için onun o hâl ve tavrından yine telaşa düştü. O da ayağa kalktı. Dahhâk büyük bir önem verdiğini göstererek:
“Birader ne oldunuz? O sır ne ise söyleyiniz.” dedi.
Dahhâk yine şakaya vurdu:
“Sırrı evde unuttum. İşte onu getirmek için gidiyorum.” diyerek gülmeye başladı.
İbrahim, Dahhâk’ın bu bitmek tükenmek bilmeyen garip davranışlarından son derece acı içinde olduğu hâlde bir an ona uymak için o da güldü. Fakat Dahhâk’ın hâlâ kendini ahmak, budala gibi göstermeye çalışmasından ürküyor bunu ne yolda kandıracağını bilemiyordu. Yine yalvarır bir dille:
“A canım! Allah aşkına olsun artık şakayı bırakınız, ne istiyorsanız açık söyleyiniz. Hayatım elinizde olduğunu biliyorsunuz, dedim ya ne hizmet istiyorsanız yapmaya hazırım.”
Dahhâk cevap vermeyerek yürümeye başladı. İbrahim onun arkasında yürüdü. Odadan çıkıp mehtaba karşı durunca Dahhâk, İbrahim’e dönerek sordu,
“Ebu Müslim yola çıkınca ailesini beraber götürür mü?”
“Eğer ailesinden muradınız zevcesiyse… Hayır, onu beraber götürmez. Ebu Müslim zevcesini birçok bekçilerin koruması altında kendi hanesinde bırakır öylece yola çıkar. Namus noktasında çok şiddetlidir. Hatta o kadar kıskançtır ki ne bir zaman zevcesini hanesinden dışarı çıkarır ne de kendisinden başka bir erkeği evine koyar. Kadınların muhtaç oldukları eşya bacalardan içeri atılır. Hem bundan daha garibi var: İşittiğime göre Ebu Müslim zevcesiyle zifaf edeceği gün, onun bindiği beygiri boğazlattığı gibi eyeri de zevcesinden sonra ona bir erkek oturmasın diye ateşte yaktırmış.”
Dahhâk, İbrahim’in sözünü keserek sordu:
“Kadınların diyorsunuz, Ebu Müslim’in birkaç zevcesi mi var?”
“Hayır, Ebu Müslim aynı zamanda iki zevce sahibi olmuş bir adam değildir. Kendisi evlenmekten nefret eder. Evliliği âdeta bir cinnet kabul eder. Her vakit: ‘İzdivaç bir cinnettir. İnsanın senede yalnız bir defa belki evlenmek hatırına gelir.’ der, durur. Bu fikirde bulunan bir adam kadınla meşgul olur mu? ‘Kadınların’ dedikten maksadım kendisi gibi önde gelen devlet büyüklerinin malik olmaları alışkanlık hâline gelmiş olan hizmetçi ve uşak cümlesinden konağında bulunan cariye halayıklar vesaireden ibarettir.”
Dahhâk, bu sözler üzerine kendini toplamış gibi yere bakmaya başladı. İbrahim ise bu son sorunun boşuna sorulmadığını anlıyor, Dahhâk’ın durgunluğundan biraz cesaret alıyordu. Söze devam etti.
“Gerçekten bu adamın durumu gariptir. Böyle bir adam ne gördüm ne de göreceğim ihtimal, bütün inancını bu ahlak ile üzerine toplamış. Takip ettiği siyasi maksattan dolayı bu adamın gözünde dünyada hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Güldüğünü, latife ettiğini bir şey ile eğlendiğini kabul değil göremezsiniz.”
Dahhâk maksadını söylemek zamanı geldiğini hissetti.
“Şimdi size emanet edeceğim sırra gelelim. Beni dinleyiniz. Aldığım bilgiye göre Ebu Müslim bu gece bizim efendinin kızını görünce sevmiş. Onunla evlenmek ister gibi bir hâl göstermiş. Hâlbuki bu hanım diğer bir emire nişanlıdır. Eğer Ebu Müslim onu gerçekten seviyorsa ben o nişanı bozar ve kızı kendisine verdirebilirim. Fakat bu sır aramızda kalacak. Anladınız mı?”
“Birader! Benden çekinmeyiniz. Tehdide lüzum yok. Fakat Ebu Müslim’in kızı görerek sevmiş olmasına katiyen ihtimal veremem. Çünkü bu adam ırz için çok kıskançtır, iffeti gözetir bir adam olduğu için kadınlara gözünü kaldırıp asla bakmaz. İş başka türlü olmuşsa bana açıktan söyleyiniz.”
Dahhâk elini İbrahim’in üzerine koydu. Boyu kısa olan hazinedara bakmak için gözlerini aşağıya doğru dikmiş olduğu hâlde cevap verdi:
“Onu tam tersi hanım kız görmüş, beğenmiş onunla evlenmek arzu ediyor demek istiyorsunuz zannederim. Haydi, öyle farz ediniz. Bu iş için ne çare bulursunuz?”
İbrahim, Dahhâk’in yüzüne bakmak için gözlerini yukarıya kaldırarak cevap verdi.
“Buna çare Ebu Müslim’in arzu ve razılığını anlayıp öğrenmekdir. Bu iş kolay bir iş değil. Çünkü daha önce dediğim gibi Ebu Müslim evlilikten hoşlanmayan bir adamdır.”
“O hâlde bu işe razı geleceğine ümit etmiyor musunuz?”
“Hayır, bunu demek istemedim. Razı gelmesini ümit ederim. Fakat her hâlde buna çok dikkat etmek ve temkinle çalışmak lazımdır.”
İbrahim bu sözleri söyledikten sonra bir eli ile Dahhâk’ın kuşağını tutarak sözüne devam etti:
“Sen kendini maskara şaklaban gösteriyorsun ama benden daha ziyade kurmazsın, seni pek iyi anladım. Şimdi, beni dinle maksada ulaşmak için bir çare buldum, zannederim. Ebu Müslim’e gerçekten bu zamanlarda kimse izdivaç konusunu açmaz. Her hâlde işte mühim bir nokta bulmalı, onun nazarıdikkatini çekmeli, aklına koymalı. Bu noktada inkılapla alakalı olmalı. Mesela kendisine hanım kızın ehli Şia’ya fevkalade taraftar olduğu, onlar için pek fedakârane çalıştığını, düşmanlarına karşı zafer kazanıp başarı elde etmesi için her türlü hizmete hazır bulunduğunu söylemeli. Bu sözler mutlaka onun hoşuna gider. Ebu Müslim bunu anladıktan sonra hanım da bu yolda hakiki bir gayret görürse onu almaya belki razı olur. Ben buna en iyi çare görüyorum. İhtimal ki yanılıyorum.”
İbrahim bunu söyleyerek omuzlarını kaldırdı.
Dahhâk cevap verdi.
“Hakikaten iyi bir çare buldunuz. Fakat gerek görülürse hanımın siyasi görüşünün ne olduğunun Ebu Müslim’ce kesinlikle anlaşılması için ikisi arasında görüşme meydana gelmesine aracılık eder misiniz? Bunu ben kendimden söylüyorum. Belki hanım kız buna uygunluk göstermez.”
“Ölmeden her ne gelirse bu uğurda yapacağıma size kesinlikle söz veririm.”
Bu konuşma sırasında Dahhâk’n çehresi ciddi bir şekil alarak şaklabanlıktan hemen hemen eser kalmamıştı. Fakat İbrahim’in şu son sözlerini işitince eski maskaralığı yine ele aldı. Cübbesinin önünü kaldırarak İbrahim’e doladı. Kısalığı sebebiyle eteğine sarılı kalan İbrahim, Dahhâk’in bu hareketinden ürktü. Eteğin altından sıyrılıp çıkarken sarığını yere düşürdü. İbrahim bu şakaya pek fena kızdı ise de zorlama bir gülüş ile sarığı yerden alarak başına sardı. Dahhâk dedi ki:
“Koca bir serdarın hazinedarı olsanız da benim gibi şaklaban bir hizmetkârın bu kadar cefasını çekiyorsunuz. Bu gerçekten sizin pek nadir, pek mütevazı bir adam olduğunuzu gösterir.”
“Birader! Hâlâ beni aldatmaya çalışmayınız. Siz öyle zevzek, budala bir hizmetkâra benzemezsiniz. İç yüzünüz pek önemli olmalı. Şimdi kesenizi almayacak mısınız?”
“Kese benim değil ki alalım… Aydan düşmüş bir kese… Elinize geçti, sizindir. Verdiğiniz sözleri yerine getirirsiniz. Gizlice para değişiminden, şaklaban bir hizmetkârdan korkmadan sizi zengin kılacak bunun gibi daha pek çok keselere sahip olacağınıza şüpheniz olmasın. Sözümü iyi anladınız mı? Essalamü aleyküm.”
Dahhâk bu sözleri söyler söylemez ayakkabılarını ellerine alarak oradan çekildi. Maşitanın odasına doğru süratle yürümeye koyuldu. O vakte kadar hava bozulmuş, birdenbire gökyüzünü bulutlar kaplamış, şiddetli bir kış rüzgârı esmeye başlamıştı. Mevsim ilkbahar başlarıydı. Bu zamanlarda havaların o suretle birdenbire değişimi garip bir şey değildi.
13
İNTİZAR MERAKI 9
Gülnar, maşitanın üzerine aldığı görevden çıkacak sonucun önemini göz önüne getiriyor, kendi odasında büyük bir merak ile onun dönüşünü bekliyordu. En küçük bir hareket, bir patırtı kalbini heyecana düşürüyordu. Bir şey bulup eğlenmek yahut Reyhane veya Dahhâk’tan lazım olan teselliyi veya ümitli bir haber alabilmek inancıyla odadan dışarı çıkmak istiyordu. Bir süre bulunduğu yerde daldı, kaldı. Sonra köşkün diğer bir tarafında bir deve sesini işiterek kendini topladı. Çünkü bu deve sesi elbette sevdiğinin ordugâhından geliyordu. Derken deve patırtısı çoğaldı. Gülnar meraklı bekleyişten kurtulmak için dışarı çıkmaya gerek duydu. Fakat ayağa kalkıp kulak verince artık hiçbir ses işitilmemeye başladı. Gülnar tekrar yatağına döndü. Sessizlik yine her tarafı kapladı. Kendisi de etrafı dinlemeye meraklı meraklı düşünmekle başladı.
Birkaç dakika sonra kapısının önünde yalın ayak yürüşe benzeyen hafif bir ayak sesi işitildi. Gülnar kimin ayak sesidir diye meraka düştü. Fakat bu merak bir saniyeden fazla devam edemedi. Çünkü ayak sesini odanın kilidi üzerinde gayet yavaş bir parmak tıkırtısı takip etti. Gülnar şiddetli bir yürek çırpıntısıyla ayağa kalkarak kapıyı açtı. Gelen maşitaydı. Gülnar onu görünce kalben bir ferahlık duydu. Reyhane büyük pufla kuşu gibi ayaklarını sürçtüğü, yüzünde büyük bir telaş izi görüldüğü hâlde hızlıca içeri girdi. Gülnar hemen maşitasından “Ne oldu?” diye sordu. Maşita acele etmeyiniz manasında sağ elinin parmaklarının uçlarını bir araya getirip tutmak suretiyle bir işarette bulunduktan sonra nefesi kesilmiş bir hâlde etrafına bakınarak yavaş bir ses ile “Hanımcığım biraz sabrediniz.” dedi. Hane tarafına kulak dikti.
Gülnar, sessiz sakin duruyordu. O da, maşitası gibi etrafa doğru kulak dikmiş, fakat hiçbir ses işitmeyince maşitasına meraklı gözlerle ile baktı. Reyhane hemen hemen anlaşılmaz gayet yavaş bir ses ile:
“Dahhâk’ı bularak malum olan işe gönderdikten sonra bir süre odamda kaldım. Sonra kimseye sızdırmadan usulcacık yanınıza gelmek için odadan çıktım. Fakat köşkün yazlık kısmına gelince bana yakın bir yerde bey babanız öksürdüğünü işiterek ‘Acaba beni gördü mü?’ diye korktum. Bir müddet durup bir iki dakika bekledim. Yeni bir ses gelmediğini görünce ayakkabılarını çıkardım. Parmaklarım üzerinde yavaş yavaş yürüyerek buraya geldim. Bey arkamdan geliyor mu diye yüreğim hopluyordu. İhtimal korku hâli bana bu kadar telaş verdi.”
“Bu kadar telaş ve kuruntudan gelmiş zannederim. Çünkü bey babam, bu zamana kadar uyanık kalamaz. Seni görmüş olsa bile telaşa lüzum yoktu. Şimdi bana anlat. Dahhâk ile işi nasıl planladınız?”
Maşita, Dahhâk ile nasıl konuştuğunu nasıl hazırlıkta bulunduğunu özetle anlattıktan sonra:
“Ne yaptığını anlamak için şimdi Dahhâk’ın dönüşünü bekliyorum. Bu iş için iyi bir aracı bulduğumuza eminim. Çünkü bu adam şaklabanlık ve ahmaklığı ile beraber son derece mert ve gayretli bir adamdır. Ahmaklığı, şaklabanlığı bir eğlencedir zannederim.”
“Buna nasıl ihtimal veriyorsun? Ahmak, budala gibi görünmeye neden mecbur olsun? Kendisi Arap’tır. Devlet ise Arapların elindedir. Yaradılış olarak budala olmasa akıl, dirayet dediğin gibi mertlik, gayret sahibi olsa Arap olması bu devlette mühim bir mevkiye geçmesine kâfidir. Bize uşak olur muydu?”
Maşita başı ve gözüyle haklısınız manasına bir işaret yaptıktan sonra cevap verdi:
“Ahmak, budala her ne olursa olsun sadakat ve gayretinden eminim. Sonuçta siz de göreceksiniz. Şimdi mutlaka kendi odama gidip beklemeliyim. Çünkü orada buluşmaya söz verdik.”
“Ben de seninle beraber gelmek, orada kendisiyle görüşmek isterim. Çünkü buraya getirmektense orada görmeyi tedbir için uygun görüyorum.”
Maşita hanımının maksadını anlayarak fikrini uygun buldu. Gülnar yataktan kalktı. Yorganının üzerinde bulunan içi görklü dört tarafı boyanmış ipekli kırmızı bir kumaşa sarıldı. Başını ipek işlemeli süslü bir Keşmir şalıyla örttü. Yüzünün ön tarafından başka bütün vücudu örtülmüştü. Maşita önde yürüdüğü hâlde odadan çıktılar. Maşitanın odasına doğru yürüdüler. Köşkün yazlık kısmına vardıkları zaman havanın kış gibi serinlemiş olduğunu gördüler. Gülnar havanın bu hâlinden bilinmez bir sebeple kalbinde bir üzüntü, acı duyuyordu. Maşitasına bir şeyler söylemek istedi fakat kendini tuttu bu şekilde odaya vararak içeri girdiler. Maşita kapıyı kapadıktan sonra hanımının oturması için bir minder serdi. Gülnar yüzünü kandile doğru çevirmiş olduğu hâlde oturdu. Kandilin ışığı, dışarıdaki kasırga rüzgârından kapının aralığından giren hafif ve kırgın bir titreme ile dalgalanıyordu. Gülnar minder üzerinde oturunca şalı kaldırdı. Çehresine ısınmaktan bir kat daha güzellik ve renk gelmişti. Maşita hanımın pek cazibeli pek sevimli bir şekilde tecelli eden güzelliğine bakarak bu güzellik timsaline karşı hoş bir tebessümde bulunduktan sonra hanımının başını elleri arasına alarak öptü. Sonra onun önünde diz üstü oturarak şalının temasından bozulan saçlarını düzeltmeye çalıştığı hâlde:
“Fesüphanallah! İran-Türk memleketlerinde emsali bulunmayan bu sihirli güzelliğe karşı o Horasanlı nasıl vurgun olmaz? Bu kabul müdür?” dedi.
Gülnar güzelliğinin bu övgülerine karşı üzüntü ile içini çekti. Bir süre sessiz kaldıktan sonra oraya gelirken havanın bozulduğunu görmekten hatırına gelip maşitasına söyleyemediği hislerini aklına getirerek, dedi ki:
“Reyhane! Buraya gelirken sebebini anlayamadığım bir ferahlık bir yürek sevinci hisettim.”
Maşita tebessüm ile cevap verdi:
“İnşallah her vaktiniz ferahlık ve memnuniyet ile geçer hanımcığım!” Sonra ayağa kalktı.
“Ben de öyle bir ferahlık duydum, ikimizde ortaya çıkan bu hissin sebebi bir kuruntu olduğunu hissettim. Rüzgârların esmesinden yağmur yağacağı anlaşılınca insanın kalbine bir keder gelir bunu pek çok defa tecrübe ettim. Canımın sıkıldığı, mahzun kaldığım zamanlarda yağmur yağarsa kalbime bir ferahlık gelir, giderim ortadan kalkar.” dedi.
Maşita bir süre sebepsiz aynanın önünde durduktan sonra birdenbire hanımına doğru dönerek:
“Fakat bu rüzgârdan memnun olmanıza başka bir sebep vardır. Açıkça söyleyeyim mi?”
“Söyle.”
Maşita gülerek cevap verdi:
“Çünkü kasırgalardan şiddetli yağmurlar yağar, şiddetli yağmurlardan sonra çamur çoğalır, yollar kapanır, misafirlerimiz de bu yüzden bir veya birkaç gün yolculuğu ertelemeye mecbur olurlar. Bunun alt tarafı siz de… İyi keşfetmedim mi?”
Epeyce vakitten beri can sıkıntısı, merak geçiren Gülnar, maşita-nın bu sözleri üzerine tebessüm ederek söz söylemek istedi. Fakat o sırada dışarıdan öyle patırtılı bir gülüş işitildi ki kahkahası rüzgârın sesine üstün gelmişti. Şüphesiz Dahhâk’ın her zamanki gibi ahmak bir gülüşüydü. Fakat şimdi öyle gülüşün zamanı mıdır? Gayet gizli davranacak bir zaman… Ona emanet olunan hizmet de gayet gizli… Şimdi onun öyle kahkahasıyla, patırtısıyla gelmesine ne mâni vardı? Gülnar dostane şekilde maşitasına baktı. O da hanımı gibi Dahhâk’ın hareketine hayret ediyordu. Reyhane kendini kontrol edemedi. Yavaş bir sesle:
“Hakikaten hakkınız var. Şüphe kalmadı herif ahmak, budala bir adamdır.” dedi.
Kahkahadan sonra Dahhâk’ın yanlarına gelmesini bir müddet bekleyip durdular. Fakat bu defa da gülüşü yerine yine onun diğer bir gülüşü, gülüşten sonra yüksek bir sesle şu sözler işitildi:
“Bey hazretleri! Pek doğru… Havalar bozuldu. Biraz sonra yağmur yağacak, ilkbahar yağmurları şiddetli olur. Havaların öyle gittiği gecelerde uyku uyuyamıyorum.”
Gülnar ile maşitası, Dahhâk’ın bu sözlerinden beyin hâlâ uyumadığını anladılar. Maşita beyin kendisi ile hanımın hâlâ uyumadıklarını bu odada bulunduklarını anlayarak şüpheye düşmesinden korktuğu için kandilin yanına giderek ışığın kapı deliklerinden dışarıya çıkmasına meydan bırakmayacak bir şekilde kandili örttü. Fakat bunu yapar yapmaz ilk kahkahanın işitildiği yerden daha uzak bir yerden diğer bir kahkaha onun ardından Dahhâk’ın şu sözleri işitildi:
“Efendimizin odalarından geliyor zannettiği ışık, şimşeklerin yansımasından ortaya çıkmış bir şey olduğunu, bütün köşkte efendimiz ile benden başka bu zamanlarda uyumayan kimse bulunmadığını söylemedim mi? Bey efendimiz uyanık kalırsa bütün köşkün halkının uyuması garip görülmemeli… Yatağa girinceye kadar hizmetiniz de kaldıktan sonra ben de kendi yatağıma çekilip uyuyacağım. Çünkü diğer hizmetkârlar uyuyorlar. Bütün gece beni hizmetinizde bulundurmak isterseniz emrinize hazırım.”
Gülnar bu sözleri işitir işitmez pederinin Reyhane hakkında şüpheli davranacağını, odasından ışığın sebebini araştırdığını anlayarak yüreği çarpmaya başladı. Dahhâk’ın kendisini tehlikeden o tarzda kurtarmaya çalışmasından memnun oldu. Gülnar ile maşitası sözleri dinlemeye dikkat ederek konuşmadan hareketsiz kaldılar. En küçük bir hareketi işitebilmek için nefes almamaya bile gayret ediyorlardı. Bir müddet bu şekilde geçtiği hâlde hiçbir ses gelmeyince beyin yatmak üzere kendi odasına çekildiğine, Dahhâk’ın çok geçmeden gelip kendilerini bulacağına hükmettiler.
Gülnar büyülü hislerine karşı saadet veya felaketten birini getirecek olan Dahhâk’ın getireceği haberlerin iyiliğine ya da kötülüğüne kendini hazırlıyor, rüzgârın şiddetli esmesinden ağaçların hışıltısından gök gürültüsünden Dahhâk’ın gelişini biraz uzaktan hissettirecek bir ses işiteceğini ümit etmiyordu.
14
CEVAP GETİRMEK
Gülnar ile maşitası, bir müddet daha odada sessizce vakit geçirdikten sonra kapıya pek yavaş vurulduğunu işiterek heyecana düştüler. Reyhane ayağa kalkıp kapıyı açtı. Dahhâk cübbeyi ters giymiş, sarığını pek gülünç bir şekilde sarmış, ayakkabılarını kuşağına koymuş saçını sakalını karmakarışık yapmış olduğu hâlde o pek maskara kıyafetle içeriye hızlıca girdi. Dahhâk bu uzun beklemenin sonunda birdenbire Gülnar’ı orada görünce utandı. Kendini toplamaya çalıştı. Sessizce ve yavaşça gülerek başını ve sarığını düzeltmeye başladı. Ayakkabılarını kuşağından çıkardı. Kapının yanına koydu. Sonra terbiyeli tavır ile Gülnar’ın önünde durdu. Dahhâk uzun boyu ve o hâli ile âdeta dev bir ifrite benziyordu.
Gülnar, saçının bu hâline gülmekten kendini almadı. Dahhâk, hanımının gülmekte olduğunu görünce bir eli ile sarığını diğer eli ile maşitayı göstererek:
“Hanımcığım! Bu kıyafetten dolayı beni affediniz. Sizin burada bulunacağınızı hiç zannetmiyordum. Asıl kabahat bu fesat kızdadır…” dedi.
Gülnar, Dahhâk’ın o kıyafetle içeriye kendi huzuruna girmesinden maşitanın kızmasına meydan bırakmamak için sözü bu üsluba dökmesine beğenerek güldü.
Maşita o noktanın farkında değilmiş gibi davrandı:
“Hanımımız gayret ve himmetinden pek ziyade memnundur.” dedi.
Dahhâk, maşitanın sözünü keserek yavaş bir sesle:
“Tabii… Fakat sen memnun değilsin çünkü damat senin için değil…”
Maşita, Dahhâk’a biraz sert bir bakışla baktı.
“A canım! Şakayı bırak ne ettin onu çabucak söyle. Anlaşılan hanımımızın başına yemin ettirmeden ciddi bir şey söylemiyorsun. Onun başı için ciddi konuşalım.”
Dahhâk, bunun üzerine kendini topladı. Gülnar’ın emri ile oturdu. Maşitadan ayrıldığı dakikadan itibaren nasıl gittiğini, Hazinedar İbrahim’i odasından nasıl çıkardığını, onunla ne yaptığını, neticede neye karar verdiklerini birer birer anlattı. Fakat Ebu Müslim’in kadınlara önem vermediği hakkında İbrahim’in söylediği şeylerle Gülnar’ı mutsuz etmemek nedeniyle söylemedi. Çünkü Dahhâk, Gülnar’ın Ebu Müslim’den ümidini kesmemesini arzu ediyordu. Bununla beraber Ebu Müslim’den herkes fevkalade korktuğu için ona izdivaçtan bahsetmeye kendi adamlarından hiçbirinin cesaret edemeyeceğini fakat her hâlde Ebu Müslim ile görüşecek olursa onun sadakatle sevgi göstereceğine, izdivaca talip olacağına şüphe bulmuyordu. Bu konuda Ebu Müslim’in meydana getirmek istediği siyasi değişime meyil ve gayreti görecek olursa kendisine ilgi ve alaka, evlilik konusunda istek duyacağını söyledi.
Gülnar, kulak vererek Dahhâk’ın sözlerini büyük bir dikkatle dinliyordu. Son sözleri işitince pek fena canı sıkıldı. Çünkü Ebu Müslim’in kendisi için kalben ne gibi bir his taşıdığını anlamak istiyordu. Bunu anlayamayınca üzgünce sessizliğe büründü. Maşita, Gülnar’ın bu üzüntüsünü derhâl hissetti. Ona ferahlık vermek maksadıyla Dahhâk’a dönerek dedi ki:
“Dahhâk, Allah senden razı olsun yine pek iyi iş başardın, başkası olsaydı bu kadarını yapamazdı.”
Dahhâk cevap verdi:
“Övünmeyi hiç sevmem, bu konuda övgüye layık bir şey yapmadım. Yalnız iş görebilmek için çare hazırladım. Hanım efendi arzu ederse bundan sonra ne yapmak lazım geleceğini söyleyeyim.”
Gülnar: “Söyle. Dinliyoruz.” dedi.