
Полная версия:
Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi
Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nin akabinde siyasî, ekonomik ve sosyal alanda pek çok değişiklik yaşanmıştır. Değişimin en çok hissedildiği alanlardan biri de kadının toplumsal konumuyla ilintilidir. Kadın özgürleşmesi ve kadının sosyal hayatta var olması sorunu, Marksist-Leninist ideoloji içinde önemli bir yer tutuyordu. Çünkü Marksist ideolojide bir toplumun gelişim düzeyi ile o toplumdaki kadının konumu arasında sıkı bir ilişki söz konusuydu5. Kadının toplumsal gelişimi, bir toplumun gelişmişlik düzeyine ışık tutan en önemli ölçütlerden biriydi. Bu sebeple Lenin de Marks’ın görüşlerine uygun olarak kadın sorununu acilen çözülmesi gereken bir sorun olarak görmüştür. O, 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Rusya’da değişen her şey gibi, “kadın”ın da değişmesi, eski dönemde “kapatıldığı kafesten” Ekim Devrimi ile kurtarılması ve sisteme uygun olarak dönüştürülmesi için köklü değişiklikler yapmıştır.
Lenin’e göre, kadının kurtuluşu her şeyden önce kadın ve erkeğin yasa önünde eşitliğine bağlıdır. Yasalar önünde eşitlik ise kadının toplumsal konumu ile ilişkilidir. Kadın kendisini boğan, aptallaştıran ev işlerini bir kenara bırakarak, içinde bulunduğu dört duvar arasından çıkmalıdır. Ancak bu şekilde kadın özgürleşerek toplumsal üretime katılabilir. Bu görüşler, Ekim Devrimi ile iktidarın kadına yönelik politikasının temelini oluşturmuştur (Hasdemir 1991: 82).
Lenin, kadının toplumdaki konumunu iyileştirmeye yönelik olarak yasalarla kadın-erkek eşitliğini tesis etmeye çalışmış, kadının toplumsal hayata katılımını artıracak düzenlemeler yapmıştır. O, özellikle de kadın eğitimine büyük önem vermiştir (Hasdemir 1991: 82).
Kadın- erkek eşitliği, kadının da tıpkı erkekler gibi sosyal hayatta birey olarak var olması gerektiği, Devrim’den sonraki ilk yıllarda sosyalist/ komünist ideoloji tarafından çeşitli şekillerde devamlı surette tekrarlanır. Kadın haklarını iyileştirmeye yönelik düzenlemeler hızlı bir şekilde gerçekleştirilir. Çarlık dönemindeki evlenme ve boşanma yasaları iptal edilir. Çarlık devrinde ucuz iş gücü olarak görülen kadınlar, Devrim’den sonra “eşit işe eşit ücret” ilkesiyle erkeklerle yasalar önünde eşitlenir.
Rusya’daki kadınlar, en önemli vatandaşlık hakkı olan oy hakkına da yine 1917 Ekim Devrimi sonrasında kavuşur (Çakır 2013b: 84).
Ekim Devrimi sonrasında 1919 yılında Komünist Parti bünyesinde Kadın Bölümü (Jenotdel) adı altında özel bir birim de kurulur. Bu birim vasıtasıyla kadın ve çocuk eğitimi ile ilgilenilerek kadınların devrimden sonraki yeni hayata uyumunun sağlanması için faaliyetler yürütülür. Aleksandra Kollontai6 gibi kadın liderler öncülüğünde, özgüvenli, cesur, evlerinin dört duvarı arasından çıkarak sosyalizmin inşasında herkes gibi sorumluluk alan “yeni bir kadın” tipi yaratılmaya çalışılır (Riasanovsky-Steinberg 2011: 625). Ancak Jenotdel’in yalnızca on bir yıllık bir ömrü olur.
1920’li yıllarda kadın meselesi konusunda yapılan hızlı düzenlemelerin ardından, Sovyetler Birliği’nde gerçekten kadınlar evlerinden dışarı çıkar, hayatın her alanında yer alır, akla gelebilecek her iş sektöründe erkeklerle birlikte en ağır şartlarda bile çalışırlar.
1930’lu yıllarda Stalin iktidarında, kadınlar için zorlu bir süreç başlar. Jenotdel 1930 yılında kapatılarak kadın konusunda ayrı bir birim gereksiz görülür. 1930’lu yıllarda yaşanan büyük sanayileşme hareketleri sırasında kadının özgürleştirilmesi, daha çok üretime katılım noktasında kalır. Bu dönemde sanayileşme nedeniyle kadın istihdamı daha önce hiç olmadığı kadar artar (Riasanovsky-Steinberg 2011: 625).
Kadınlar, Stalin döneminin siyasî çalkantılarının da kurbanı olur. Bu dönemde çeşitli gerekçelerle eşleri kovuşturmaya uğradığında, onlar da eşleriyle birlikte suçlu kamplarına sürgün edilir, çalışma kamplarında her türlü eziyete maruz kalır ve Sovyetlerde tesis edilen kadın-erkek eşitliğinden olumsuz olarak nasiplenir (Figes 2011: 335, 337, 347, 363; Figes 2013). Stalin’in Büyük Terör döneminde “vatan haini” suçlamasıyla tutuklanan erkeklerle evli olan kadınlar, kocalarıyla “eşit” bir şekilde cezalandırılır ve kendileri için tesis edilen çalışma kamplarına gönderilirler. Bu çalışma kamplarının en çarpıcı örneğini, Kazakistan Karaganda kamp kompleksine bağlı olarak Akmolinsk’te açılan Vatan Hainlerinin Eşleri İçin Akmolinsk Kadın Çalışma Kampı (ALZhIR) oluşturur. Sovyetler Birliği sınırları içinde ALZhIR, yalnızca kadın mahkûmların gönderildiği en büyük çalışma kampıdır. Sovyet rejimi tarafından “halk düşmanları”nın eşlerini kapatmak için acil hapishane ihtiyacını karşılamak amacıyla alelacele kurulmuş ve ilk kadın mahkûm gruplarını 1938 yılının Ocak ayında almaya başlamıştır (Figes 2011: 360, 397).
II. Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde, Sovyet kadınlarının üstündeki yükün tamamen arttığı görülür. Savaş yıllarında kadınlar hem işgücü olarak hem de orduda aktif görevler üstlenir. Ancak savaştan sonraki dönemde, yeniden Sovyet coğrafyasında kadınların evcil rolleri öne çıkarılarak, aile kurumu içindeki konumları yüceltilir.
I. Bölüm
Sovyet Edebiyatı ve “Devrim’in Kadınları”
1917 Ekim Devrimi’nin ardından kurulan Sovyetler Birliği’nde, kültürel ideolojik bir aygıt olarak edebiyata, toplumu eğitmek, yönlendirmek ve nihayetinde yeni bir “Sovyet toplumu” inşa etmek için çok önemli bir misyon yüklenmiştir.
1917 Ekim Devrimi’nin ardından Rusya’da edebiyatın toplum hayatı içindeki işlevi değişmiştir. Çünkü Lenin, eski Rus edebiyat anlayışına karşı çıkarak edebiyata büyük bir sorumluluk yüklemiştir. O, edebiyatta “yazar canı istediği zaman yazar, okuyucu da hoşuna gideni okur” şeklindeki Oblomovcu7 eski Rus anlayışına şiddetle karşı çıkmıştır (Marx-Engels-Lenin 2006: 198). Ona göre edebiyat, mutlaka “toplum için” yapılmalıdır. Lenin’e göre sanat halkın malı olmalıdır. Sanat, gücünü emekçi halkın en derinliklerinden almalıdır. Dolayısıyla edebiyatta da emekçi halkın duyguları, düşünceleri, istekleri yer almalı, emekçi halk Sovyet devrinde oluşan edebiyatta kendini bulmalıdır.
Ekim Devrimi ile değişen edebiyat anlayışı içinde, Sovyet yazarı yalnızca içinden gelenleri yazmaz. O, edebî bir faaliyet içerisindeyken kendini Lenin’in deyimiyle komünizm kuruluşunda ve sosyalist bir Sovyet toplumunun inşa edilmesinde görevli “küçük bir çark” ve “küçük bir vida” olarak hisseder. Dolayısıyla Sovyet yazarının kendi duygularını ve düşüncelerini yazma “lüksü” yoktur. Sovyet yazarı, toplum için yazmak zorundadır. Sovyet yazarının öncelikli hedefi ve yükümlülüğü, Sovyet Hükümeti’nin ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ideolojisini propaganda etmekten ibarettir.
Rus entelektüellerinde devrimci bilincin gelişmesinde önemli rol oynayan Rus yazarı Saltıkov Şedrin (1826-1889) daha Ekim Devrimi’nden çok önce edebiyatı doğrudan ideolojik bir araç olarak görür ve edebiyatın propaganda aracı olduğunu söylemekten de çekinmez:
Edebiyat ve propaganda tek ve aynı şeydir. Bu aslında yeni bir şey değildir, ama henüz edebiyat bilincine o kadar az yerleşmiştir ki, tekrarlamakta yarar vardır. Edebiyatın dile getirdiği tüm büyük ve soylu fikirler, aydınlattığı her yeni gerçek, öylesine büyük yankı yapar ki, edebiyatın karanlıkları yarma gücü, önyargılarında inatla direnen insanları ikna gücü karşısında saygı duymamak mümkün değildir. Hatalar için de aynı şey söz konusudur. Kuşkusuz, sorumsuzluğu ve günübirlik yaşamayı öğütleyen bir edebiyat, dünyayı sonuna kadar etkileyebilme şansına sahip değildir, ama yine de, ilerleme davasına ciddi zararları olabilir ve etkilediği kişiler, sonunda birer insan olarak etki altında kalmaya elverişli olduklarından, davaya ciddi darbeler vurabilir. (Zelinski 1978: 64)
Edebiyat, halkın hizmetinde olan bir sanattır ve Sovyet edebiyatı da bu bağlamda Sovyet halkının hizmetindedir. Tanınmış Sovyet yazarları Gorki, A. Tolstoy, Şolohov, Fedin, Fadayev, Leonov, Sovyet edebiyatının komünizm ideolojisini ve bu ideolojinin yerleşmesi konusunda halkın verdiği mücadeleyi, kahramanlıkları anlatmakla yükümlü olduğu görüşündedirler (Zelinski 1978: 299). Karakaş da Sovyet edebiyatının propaganda edebiyatı olduğuna işaret eder. Sovyet edebiyatı, “Prensipleri Komünist Partisi tarafından belirlenen ve partinin programını edebî türler ve edebî tipler vasıtasıyla telkin ederek benimsetmeye ve hayata geçirmeye çalışan bir propaganda edebiyatıdır. Bu edebiyat, daima Sovyet ideolojisine hizmet maksadını güderek bütün halkları Sovyet hayat tarzına göre terbiye etmek üzere en önemli siyasî eğitim vasıtalarından biri olarak kullanılmıştır” der (Karakaş 2008: 461). Buna bağlı olarak Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Hükümeti’nin “kadın meselesi” çerçevesinde hızla gerçekleştirdiği değişiklik ve yeniliklerin dile getirilmesi ve “kadın meselesi” konusunda Sovyet Hükümeti’nin yaklaşımını propaganda etmek için de edebiyat bir araç olarak kullanılmıştır. Sovyet Hükümeti’nin kadınlar konusunda aldığı kararlar, edebî eserler ve edebî kahramanlar aracılığıyla Sovyet toplumuna benimsetilmeye çalışılmış ve Devrim sonrasında yeni bir kadın kimliği inşa edilirken Sovyet edebiyatı araç olarak kullanılmıştır.
1917 Ekim Devrimi’nden sonra “Sovyet toplumu”nu inşa aracı olarak görülen Sovyet edebiyatında, “yeni kadın”, “Devrimci kadın” kimliği inşa edildiği görülür8. Özellikle Ekim Devrimi’nden sonraki 1920’li yıllarda neredeyse edebiyatın bütün türlerinde “kadın meselesi”ne sıklıkla değinilmiştir. Yazılan edebî eserlerde, iyi eğitimli, hayatın her alanında var olan, erkeklerle eşit haklara sahip, kendi ayakları üzerinde durabilen, her bakımdan donanımlı bir “Sovyet kadın kimliği” ve “Devrim kadını” kimliği inşa edilmeye çalışılmıştır.
Devrim sonrasında kadına dair siyasî alanda yapılan hızlı değişiklikler edebiyatın hemen hemen her türünde kendini hissettirmiştir. Devrim öncesi Rus edebî yapıtlarında kadın kahramanların görünüşleri neredeyse yok gibidir. Rus kurgularında kadın, sadece toplumda var olan erkeğin eşi konumundadır. Erkeğin eşi olmaktan başka hiçbir statüsü olmayan bu kadın kahramanlar, asla evlerinin dışında görülmezler ve söz sahibi değillerdir (Gasiorowska 1968: 93). Ancak Devrim ile birlikte Sovyet kurgularında ideolojiye uygun ideal kadın kahramanlar yaratılır. Devrim ile birlikte bu kadın kahramanlar yalnızca dışarıda çalışmakla kalmadıkları gibi, kimliklerine, adlarına, yeni toplumun inşasındaki ideolojik sorumluluklarına da sahip olurlar (Gasiorowska 1968: 95).
Devrim sonrası edebî eserlerinde sıklıkla anakahraman olan ve hatta pek çok esere ismini veren (Kazak edebiyatında mesela Akbilek/Jüsipbek Aymavıtulı, Botagöz/Sabit Mukanov, Ayşa/Saken Seyfullin vb.) Devrim’in kadınları, Devrim sayesinde “özgürlüklerine kavuşan” kadınlardır. Sovyet edebiyatının bu yeni kadın kahramanları, pasif konumda olan eski Rus kadın kahramanlarının aksine, Devrim sürecini bizzat yaşamış, mücadeleli ve çileli bir dönem geçirmiş, çektikleri her türlü sıkıntıya rağmen ayakları üstünde dimdik durmayı başarmış ve ardından Devrim ile “bileklerinin hakkıyla” özgürlüklerine kavuşmuş aktif Sovyet kadınlarıdır. Bu kadın kahramanlar aynı zamanda ideolojik sorumluluk da taşırlar. Her bakımdan donanımlı olan bu kadın kahramanlar arasında, Sovyetlerin “kadın meselesi”ne dair konularla ilgilenmekle görevli Sovyet memurları da vardır. Onlar, Sovyet devrinin kadına verdiği hak ve özgürlükleri, Sovyet kadınları arasında yaymakla ve uygulamakla sorumludurlar. Her biri eğitimli ve yenilikçi olan bu kadınlar aynı zamanda pek çok “Devrim kadını” adayına da yol açar, bir rol model görevini de üstlenirler.
Sovyet Devri Kazak Tiyatrosunun İlk Yılları
Modern Kazak yazı dili ve edebiyatı oluşmadan evvel, Kazak halkının çok zengin bir sözlü edebiyat kültürü vardı. Kazak modern yazı dili ve edebiyatı da bu zengin sözlü kültür temelleri üzerinde inşa edilmiştir. Dolayısıyla Kazak edebiyatında modern anlamda tiyatro türü ortaya çıkmadan önce, Kazaklar arasında tiyatronun işlevini gören ve halk arasında yaygın olan bazı türler de elbette vardır. Bu türler, Kazak sosyal hayatı içinde modern anlamda tiyatro türü teşekkül edene kadar tiyatronun yerini tutarak halkın ihtiyacına cevap vermiştir.
Kazaklar arasında yaygın olan ve içinde tiyatral ögeler barındıran geleneksel türler arasında oyın-savık (oyun ve eğlencelerde söylenen şiirler), än men küy (şarkı ve türküler), jar-jar men bet aşar (düğünlerde söylenen türküler), estirtüv men joktav (ağıtlar), aytıstar (atışmalar), tolgavlar (övgü şiirleri), küldirgi ängimeler (fıkralar) bulunmaktadır. Anadolu’da âşık atışmaları olarak bilinen atışma türü de Kazaklar arasında aytıs geleneği olarak yaygındır ve bu gelenek Kazak tiyatrosunun temelinde yatan millî bir gelenektir denilebilir. Aytıs geleneği içinde tiyatral ögeler sıklıkla yer almaktadır. İrticalen söz söyleyen ozanlara dinleyiciler de katılmaktadır. Dolayısıyla Kazakların zengin aytıs geleneği, bazı araştırmacılar tarafından da Kazak tiyatrosunun başlangıcı olarak değerlendirilmiştir (Gücü-yeter 2013a: 80-81).
Kazaklar arasında sal serilik olarak bilinen millî gelenek de Kazak tiyatrosunun temelini teşkil eden ilk örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Kazaklar arasında sözlü şiir geleneğinin temsilcisi ve kültürel bellek taşıyıcılarından olan sal seriler, Kazak geleneksel tiyatrosunun baş aktörleridir. Sal seriler, Anadolu’daki meddahlara benzerlikleriyle dikkat çeken, bulundukları ortamı coşturan, eğlendiren, söz ustası olan, sıradışı giyim kuşamlarıyla etraflarında dikkat çeken kişilerdir. Sal seriler, Anadolu’daki âşıklık ve meddahlık geleneğinin icracılarıyla da büyük bir benzerlik gösterirler (Adiyeva-Turan 2013: 202). Dolayısıyla sal serilik geleneği de millî Kazak tiyatrosunun temelini oluşturan geleneksel edebî türlerdendir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Kazak topraklarında modern anlamda tiyatro türü gelişmeye başlamıştır. İlk olarak Rus grupları profesyonel anlamda Kazakistan’ın çeşitli bölgelerinde tiyatro faaliyetleri yürütmüştür. 14 Ocak 1869 tarihinde Orenburg şehrinde ilk tiyatro kurulmuş ve Rus sanatçılar bu tiyatroda sahne almıştır. Orenburg’un dönemin eğitim ve kültür merkezi olması, burada açılan tiyatro vasıtasıyla tiyatronun Kazaklar arasında da yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Orenburg’da yaşayan Kazak öğretmen ve öğrenciler de kendi aralarında düzenledikleri eğlencelerde buradaki tiyatro sanatçılarından öğrendiklerini uygulayarak Kazakların ilk tiyatro oyunlarını sahnelemişlerdir. Böylece Kazaklar arasında da ilk tiyatro denemeleri görülmeye başlamıştır. Rus tiyatro gruplarının yanı sıra Kızıljar, Semey ve Oral gibi şehirlerde Tatar tiyatro grupları da kurularak Kazak topraklarında tiyatronun gelişmesine katkı sağlamıştır. Tatar gruplarının tiyatro çalışmaları, Kazak gençlerinin Kazak millî tiyatrosunu kurmaları ve millî oyunlarını yazmaları konusunda onları cesaretlendirmiştir (Gücüyeter 2013a: 81).
Devrim öncesinde Rus-Tatar tiyatrosunu yakından tanıyan öğrenci ve yetenekli Kazak gençlerinin düzenlediği ilk eğlence geceleri Kazak tiyatrosunun kurulmasında önemli bir basamak olmuştur. Ekim Devrimi’nden sonra ise Kazaklar arasında millî bir tiyatro kurma işi önemli bir mesele olarak görülmüştür. Gazete ve dergi sayfalarında bu konuda makaleler yayınlanmıştır. Yayınlandığı dönemde herkese ulaşan ve etki alanı olan Eñbekşi Kazak gazetesi de Kazakların millî bir tiyatrosunun kurulması ile ilgili gündem oluşturan makaleler yayımlamıştır (Nurgali 2002: 133).
XX. asrın başında Kazak gençlerinin çabalarıyla düzenlenen edebiyat ve eğlence geceleri, sahne sanatlarının ve tiyatronun zeminini oluşturmuştur. Tiyatro türü esas olarak halkın aydınlatılması merkezinde gelişme göstermiştir. Bu sebeple ilk repertuardaki eserler, halkı sanat sahibi ve bilgili olmaya, gelişmiş ülkelerin medeniyetlerini öğrenmeye, onlardan örnek almaya, eskinin zincirlerinden kurtulmaya çağıran didaktik ve halkı yönlendirme yönü güçlü olan eserlerdir. Böylece Kazaklar arasında düzenlenen sanat geceleri Kazak tiyatrosunun doğmasına ve ilk piyeslerin yazılmasına vesile olmuştur. Kazakistan’ın her yerinde düzenlenen bu faaliyetler, Ekim Devrimi ile birlikte hız kazanarak yeni bir aşamaya geçmiş ve millî Kazak tiyatrosunun ortaya çıkmasını sağlamıştır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 88) Tiyatro, genel olarak ideolojinin halka ulaştırılmasının en etkili yollarından biridir. Tiyatro, kendine özgülükleri olan bir sanattır. O, çok hassas ve çok büyük bir emek işidir. Tiyatroda başka işlerde olduğu gibi hatalar, yanlışlıklar ve uygunsuz durumlar oluşursa bütün bunları tekrardan düzeltmek mümkün değildir. Sahnede doğru yapılırsa sonuçları da olumlu olur, eğer yanlış yapılırsa da iş işten geçer ve artık bunu düzeltmek mümkün değildir. Dolayısıyla tiyatro, olumlu ya da olumsuz fark etmeksizin sonucu çok hızlı alınan, insanlar üzerinde tesiri oldukça güçlü bir sanat dalıdır.
Sovyet rejimine yön veren Vladimir Lenin, Lev Troçki, Anatoli Lunaçarski, Aleksandr Bogdanov, Pavel Gaydeburov gibi önemli isimler, tiyatronun halk üzerindeki etkisinin farkındadırlar. Bu isimler, tiyatronun ideolojik propaganda aracı ve halkın moralini yükseltebilecek bir yöntem olarak kullanılabileceğine dair görüşlerini devamlı surette dile getirmişlerdir. Bu nedenle Devrim sonrasında tiyatro sanatı gelişimini hızlandırarak devam ettirmiştir. Sovyet rejimi tiyatrodan iki şekilde faydalanmayı hedeflemiştir. Bir yandan tiyatrolarda Devrim propagandası yapılarak halk Devrim’e alıştırılırken, öte yandan tiyatro vasıtasıyla halkın ideolojik ve kültürel eğitimi gerçekleştirilmiştir. Özellikle Devrim sonrasında tiyatroya büyük bir ilgi gösterilerek tiyatro sahnesi, rejim ile halk arasında aracılık görevi üstlenmiştir. O günkü şartlar içinde Rusya’da okuma yazma oranı düşük olan halk kitleleri için tiyatro sahnesi, âdeta bir gazete işlevi görmüştür (Gürsoy 2016: 287-289).
1917 Ekim Devrimi sonrasında yeni kurulan Sovyet yönetiminin halka kabul ettirilmesi noktasında özel bir tür olan tiyatro, halk üzerindeki etkisi bakımından önemli bir edebî tür olmuştur. Tiyatro sanatı, Sovyetlerde oldukça işlevsel bir sanattır. O, sadece sanat olmanın ötesinde, doğrudan pratik bir araç ya da propaganda veya halk yığınlarının eğitimi olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla Ekim Devrimi’nden sonra yeni kurulan Sovyet Hükümeti tarafından edebiyatın bütün türleri gibi tiyatro da Devrim’in başlangıcından itibaren yeni bir toplumun inşası için ideolojik kültürel bir aygıt olarak görülmüştür (Vernadsky 2011: 483). Bu nedenle de Hükümet tarafından da özel olarak ilgilenilen ve önemsenen bir sanat dalıdır.
Sovyet devrinin ilk yılları olan 1920’li yıllarda, hem merkezde hem de çevrede olduğu gibi, Kazak edebiyatında Kazak tiyatro türüne de bazı sorumluluklar yüklenmiştir. Sovyet insanının hayatını ve faaliyetlerini yeterli derecede iyi bilmek, emekçi insanların düşüncelerini, görünüşlerini derinlemesine edebî olarak açabilmek, Sovyet Kazak tiyatro türünün görev ve sorumlulukları arasında yer almaktadır. Ayrıca Gabit Müsirepov’un SSSR Yazarlar Birliği’nin 12. pleniumunda ifade ettiği gibi, bunların yanı sıra Komünist Parti ve halkın talepleri de bütün Sovyet yazarlarının olduğu gibi Kazak tiyatro yazarlarının da yerine getirmesi gereken talepler arasında yer almaktadır (Müsirepov 1970: 240-241).
1925 yılında Kazakistan Halk Eğitim Komiserliği, 28 Ekim’de halkı eğitme hizmetleri konusunda bir toplantı yaparak Kazak tiyatrosunu kurma meselesini değerlendirmiştir. Bu tarihe kadar çalışan ve okuyan Kazak gençler kendi gayretleriyle arada sırada tiyatro oyunu sahnelemektedir. Ancak bu tarihten sonra Hükümet, Kazak tiyatrosunu kurma işiyle bizzat kendi ilgilenmeye başlamıştır. Bu işi ciddi anlamda ele alarak tiyatro açmak, konuyla ilgili kişileri çağırmak Eğitim Komiserliği’ne görev olarak verilmiştir. O dönemde Kazakça yazılan piyeslerin sayısı çok az olduğundan, üstelik hepsi de sayısız defa oynandığı için ilgi çekiciliği kalmadığından, iyi piyes yazanlar için yarışmalar düzenlenmesine de karar verilmiştir (Nurgali 2002: 134). Eğitim Komiserliği’nin faaliyetleri sonucunda, sanatkârlar o dönemin başkenti Kızılorda şehrinde toplanmaya başlamışlardır.
Sovyet Kazakistan’ın ilk başkenti Kızılorda şehrinde millî tiyatronun açılmasıyla birlikte Kazak edebiyatında tiyatro, modern anlamda edebî bir tür olarak büyük bir gelişme göstermiştir. Söz konusu tiyatro, “Kazakistan Merkezi Devlet Tiyatro Trubu” adıyla 1926 yılında 18 artist ile teşekkül etmiştir (Togan 1981: 522). 13 Ocak 1926’da tiyatro, Koşke Kemengerulı’nın Altın Sakiyna adlı piyesi ile perdelerini açmıştır9 (Karenov 2013: 48). Bu tiyatroda ilk günlerde her ne kadar dekorasyon dahil olmak üzere çeşitli sıkıntılar yaşanmış olsa da, 1927 yılında Kızılorda’da kış mevsimi içinde 42 defa oyun sahnelenmiştir. O günün imkânsızlıklarına rağmen filizlenmekte olan Kazak Millî Tiyatrosu’nda sahnelenen eserlerin en bilinenleri Muhtar Avezulı’nın Karagöz, Enlik-Kebek, Baybişe-Tokal adlı eserleri; Jüsipbek Aymavıtulı’nın Şerniyaz, Kanapiya-Şerbanu, Mansapkorlar, Rabiyga, El Korganı, Sılan Kız, Taş Mihman (Puşkin’den), Sarak Siri (Puşkin’den); Jumat Şanin’in Arkalık Batır, Torsıkbay Kuv; Sa-ken Seyfullin’in Kızıl Sunkarlar; Beyimbet Maylin’in Şanşar Molda, El Mektebi, Neke Kıyar, Kemengerılı’nın Altın Sakiyna, Paraşıldar adlı eserlerdir (Togan 1981: 522).
Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında Sovyet devrinde diğer bütün edebî türlerde olduğu gibi, tiyatro türü de kendisine biçilen sorumlulukları yerine getirmeye çalışmıştır. Bu sebeple 1920’li yıllarda Kazak tiyatrosu toplumdaki eski ve yeni çatışması üzerinden doğmuş ve gelişme göstermiştir (Müsirepov 1970: 238). Tiyatronun halkın üzerindeki doğrudan ve güçlü tesiri dikkate alınarak 1920’li yıllarda sıklıkla eski-yeni, zengin-fakir çatışmalarının işlendiği, eskinin kötü yönlerinin hicvedildiği ve yeni değerlerin savunulduğu tiyatro oyunları sahnelenmiştir. Bu dönemdeki hemen hemen bütün piyeslerin konuları, Kazak avulunun10 eski yaşamının ve Devrim sürecinde yaşanan siyasî-sosyal olayların görünüşlerinden ibarettir.
Sözlü halk edebiyatı oldukça zengin olan diğer Türk halklarının tiyatrosunda olduğu gibi, Kazak tiyatro türü de ilk yıllarda iki temel kaynak üzerinden gelişme göstermiştir. Bunlardan biri, zengin halk folkloru ve tarihî konular iken, diğeri ise Sovyet ideolojisini ortaya koyan ve Sovyet toplumunun inşasını ele alan konulardır (Müsirepov 1970: 242).
Özellikle modern Kazak tiyatrosunun ilk yılları olan 1920’lerde Kazak halk edebiyatından ve tarihî konulardan faydalanmak Kazak tiyatro yazarları için elzem olmuştur. Çünkü yeni bir tür olan tiyatro konusunda hiçbir tecrübesi olmayan Kazak tiyatro yazarları, ancak Kazak halkının bu zengin kültürünü kullanarak bir üretim yapabilmişlerdir. Bu bakımdan ilk Kazak tiyatrosu, Kazak edebiyatının zengin folklorik malzemesi üzerinden filizlenmeye başlamıştır. Diğer taraftan, o kadar dindar olmasa da Kazak halkını mescit, işan, molla ve hocalardan uzaklaştırıp tiyatroya, oyuna ve eğlenceye getirebilmek için halkın kendi üretimi olan sözlü edebiyatın rolü büyük olmuştur. Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında, halkı bilgilendirme, öğüt verme ve halkın anlayacağı dilde ifade etme açısından Kazak sözlü edebiyatı son derece önemli bir misyon üstlenmiştir. Kazak sözlü geleneği, Kazak halk şarkıları ve türküleri halkı aydınlatma amacı güden yeni inşa edilmekte olan Kazak Sovyet tiyatrosunun ilk malzemesi olmuştur (Müsirepov 1970: 242).
Jüsipbek Aymavıtulı, Mirjakıp Duvlatulı, Muhtar Avezulı, Saken Seyfullin, Jumat Şanin gibi ilk Kazak tiyatro yazarlarının eserleri Kazak tiyatrosunun temelini oluşturmuştur.
Millî dramanın ve sahne sanatının oluşup gelişmesi, ilk filizlenmesi döneminde en çok emeği geçenlerden biri Jüsipbek Aymavıtulı’dır. “Başka halkların edebiyatına bakıldığında, tiyatro sanatının nüvesi halkın örf âdetlerinden, oyun ve eğlencelerinden, şarkı ve türkülerinden, şiirlerinden başlamıştır…” diyen Muhtar Avezulı’nın düşüncesinin doğruluğunu Jüsipbek Aymavıtulı’nın eserlerinden fark etmek mümkündür (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 99).
Küçük yaşlardan itibaren Kazak kültürünün zenginliği içinde yetişen Aymavıtulı, ailesinden aldığı bu zengin kültürü kendi yeteneği ile birleştirmiş, Kazak tiyatrosunun oluşmasına ve gelişmesine büyük bir katkı sağlamıştır. O, Semey’de okuduğu dönemden başlayarak tiyatro sanatı ile içe içe olmuştur. Aymavıtulı, Kazak topraklarında filizlenen ve Kazak yurdu için yeni olan tiyatro sanatının kök salıp gelişmesine özel bir çaba harcamıştır (Gücüyeter 2013b. 35).
Aymavıtulı da 20’li yıllardaki pek çok yazar gibi çok yönlüdür. Kazak topraklarında ilk defa oyun yöneten rejisör, aktör, türkücü ve dombıracı, kompozitör Aymavıtulı, edebiyatın bütün türlerinde çok sayıda eser bırakmıştır. O, Kazak Millî Tiyatrosu’nun esasının oluşturulup gelişmesine özel bir emek harcamış yetenekli bir yazardır. 20’li yıllardaki tiyatro ile drama sanatını geliştiren gerçek bir sanatkârdır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 99-100).