Читать книгу Hint mitolojisi (Arthur Berriedale Keith) онлайн бесплатно на Bookz (4-ая страница книги)
bannerbanner
Hint mitolojisi
Hint mitolojisi
Оценить:
Hint mitolojisi

3

Полная версия:

Hint mitolojisi

Soma dağlarda ikamet etmektedir. Özellikle Mūjavant dağından bahsedilir. Şüphesiz dağların aslında yeryüzüne ait olduğunu söylememize gerek yok. Soma göksel bir varlıktır ve doğumu semada gerçekleşmiştir. Gökyüzünün, güneşin ya da Parcanya’nın çocuğudur. Semanın efendisi, kuşudur. Tıpkı tanrı Sūrya gibi tüm âlemlerin üstünde durur. Mistik olarak sema olan süzgeçten geçirilip arıtıldığında damlalar havadan yeryüzüne dökülür. Damlaların gökyüzünden inişine dair bu gizem, çeşitli biçimlerde anlatılmaktadır. Bir anlatıya göre çevik kartal, damlaları ayağıyla havadan İndra için getirmiştir. Ok gibi hızlı uçarak demirden kaleleri yarıp geçmiş ve semaya yükselmiştir. Sonra İndra için aşağı inerken somayı taşımıştır. Ancak kartal bu marifeti yara almadan yerine getirememiş. Soma ile kaçarken okçu Kṛşānu onu vurmuş ve tüylerinden birini koparmıştır. Görünüşe göre efsane, kartal biçimindeki yıldırımın fırtına bulutu kalesini delip geçtiğini ve bulutun suyunu yere indirdiğini ima eder. Bulutun suyu tanrı içeceği (ambrosia) (Not 3) olarak tasavvur edilmiştir. Aynı zamanda ateşin de yeryüzüne bu şekilde geldiği düşünülmektedir.

Soma ayrıca nehirlerin kralı, tüm dünyanın kralı, tanrıların kralı ya da babası ve tanrılarla ölümlülerin kralıdır. Çoğu zaman tanrı olarak çağrılmasına karşın bir paragrafta açıkça tanrılar için ihtiyaç duyulan bir tanrı olarak isimlendirilmektedir.

Ṛigveda kadar eski zamanlarda ayın Soma ile bu şekilde özdeşleştirilmesine dair izler bulunmaktadır. Bu özdeşleştirilme süreci Brāhmaṇa döneminde tam olarak yerine getirilmiştir. Bu yüzden güneş bakiresi Sūryā’nın Soma ile evlendirildiği söylenen evlilik ilahisinde kendisinin nakṣatra’larda ya da ay konaklarında lüks içinde yaşadığından bahsedilir. Ayrıca rahip tarafından bilinen bu somadan hiç kimsenin yemediği belirtilmektedir. Diğer yandan aynı kişileştirme daha mistik bazı ilahilerde kullanılan ifadelerin sonunda bulunabilir. Özdeşleştirme süreci somanın karanlığı dağıtması ve sularda yaşaması nedeniyle göksel ve parlak olarak adlandırılmasıyla ya da ona içki ismini vererek gerçekleşmiş olabilir. Bu durum kolaylıkla somanın içki gibi, ay olduğuna dair düşüncenin çıkmasına neden olmuş olabilir. Bu sebeple kâseler içindeki somanın aslında sular içindeki ay olduğu söylenmektedir. Ṛigveda’da ilah olarak karşımıza çıkan somanın gerçekten ambrosia kâsesi yani ay olduğu görüşü kabul edilmektedir. Bu kâse yeryüzünde dinsel törende kullanılan soma olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu görüş hâlâ Ṛigveda’da soma ile ay arasındaki ayrıma dikkat çeken yerli geleneğe ve metinlerin kolayca anlaşılır diline aykırıdır.

Avesta ile karşılaştırılması, bitkinin İran’da da ezilip sütle karıştırıldığını ve Hindistan gibi İran’da da göksel somanın karasal olan soma ve tanrıdan gelen içecekten ayrı tutulduğunu göstermektedir. Dağda yetişir ve bir melek tarafından getirilir. Işık verir, iblisleri öldürür ve nimet bahşeder. Ancak Hindistan’da ilk hazırlayanları iki kişi (Vivasvant ve Trita Āptya) olmasına karşın İran’da içkiyi ilk hazırlayanlar üç kişidir; Vīvanghvant, Āthwya ve Thrita. Muhtemelen bu görüş daha eski bir döneme dayanır. Buna göre bal likörü biçimindeki nektar cennetteki koruyucusu iblisten bir kartal tarafından alınıp indirilmiştir. Bu varsayım Zeus’un kartalı tarafından getirilen nektar efsanesiyle doğrulanmıştır. Kartal tarafından kaçırılan likör Odin’in başkalaşım geçirmiş halidir.

Göksel sularla karşılaştırıldığında karasal nehirler Ṛigveda’da görece küçük bir role sahipti. İlahilerin birinde Sindhu ya da İndus nehrinden kollarıyla bahsedilir. Bir başka ilahiyse, Vipāş ya da Beas nehri ile Şutudrī ya da Satlec akarsuyunu övmektedir. Bununla birlikte Sarasvatī’den; dağların zirvelerini dalgalarıyla aşması, yedi katlı olması, annelerin, nehirlerin ve tanrıçaların en iyisi olması bakımından sıkça övgüyle bahsedilir. Hatta kendisine göksel bir köken atfedilmiştir. Bu da Ganj ırmağının ilahi doğuşuna dair sonraki mitin öngörüsü sayılabilir. Aşvinlerle birlikte İndra’ya yiyecek sağlamaktadır. Kendisine İḍā (ya da İḷā yani kurbanlık yiyecek) ve kıyısında yaşayan Bharataların İḍā’sı gibi görünen Bhārati ile tapınılmaktadır. Sarasvatī ile Dṛşadvatī’de gerçekleştiği şekliyle kurbanlardan bahsedilir. Ayrıca erkek Sarasvatī ya da su cini Sarasvant’a beraber tapınılır. Sarasvatī’nin kimliği net olarak bilinmez. İsmi genelde Afganistan’daki Helmend olarak bilinen Avesta’daki Harahvaiti ile özdeştir. Şayet Sarasvatī hâlâ Ṛigveda’daki o nehir ise Vedik dönemde genelde kabul görenden daha uzak batıda Hint yerleşimleri olması gerekirdi. Diğer yandan Sarasvatī’nin yedi akarsu büyüklüğünde ve yedi katlı olarak tasvir edilişi büyük İndus nehrine daha uygundur ve sözcük o nehrin ikinci ismi olabilir. Fakat ne zaman ülkenin ortasındaki küçük bir akarsu olan Dṛşadvatī ile anılsa, aynı ismi taşıyan ancak günümüzde kumların içinde kaybolan modern nehrin daha eski bir biçimi olduğu anlaşılır. Vedik kültürün gelişiminin tam anlamıyla gerçekleştiği yer bu iki nehrin yakınlarındaki bölgeydi; en azından sonraki dönemde. Ṛigveda kadar eski bir dönemde akarsuya sonraki saygınlığının büyük kısmının verilmiş olması ihtimal dışı değildir. (Not 4)

Yeryüzü onunki gibi bir ibadeti gökyüzü münasebetiyle ağırlar. Ancak sadece bir ilahi yalnızca onun övülmesine tahsis edilmiştir. Hatta ilahide kocasının gönderdiği yağmurdan bahsedilir. Dağların yükünü taşır ve yerde ormanın ağaçlarını destekler. Muazzam, sarsılmaz ve parlaktır. İsmi Pṛithivī, “yayılmış olan” anlamına gelir ve ozanın anlattığına göre onu İndra yaymıştır.

Somut tanrılar dışında fiziksel temeli, ya ortadan kaybolduğu ya da hiç mevcut olmadığı için soyut olarak tanımlanabilecek bazı tanrılar karşımıza çıkar. Bu tanrıların büyük bir kısmı ilk türe aittir. Asıl sahiplerinden ayrılıp daha somut tanrıların suretlerinin gelişimini temsil ederler. Bunlar arasında en meşhuru güneş olan Savitṛi’dir ve parlak güneşin canlandırıcı gücü olarak ayrı bir tanrıdır. Tvasṭṛi fiziksel bir geçmişten daha ileri bir aşamada ayrılığı temsil etmektedir. Aslında tanrıların içkisini içiren ve daha sonra Ṛibhus’un dörde böldüğü çanağı işleyen marifetli bir zanaatkârdır. İndra’nın çevik atını ve yıldırımını yapmıştır. Ayrıca Brahmanaspati’nin demir baltasını keskinleştirir. Bütün vücutları şekillendirir ve karı ile kocayı daha rahimdeyken birbirleri için yaratır. Dolaylı olarak insan ırkını da yaratır. Çünkü kadim ikizler Yama ile Yamī onun kızı Saraṇyū’nun çocuklarıdır. Hatta görünüşe göre İndra’nın da babasıdır. İndra ondan somayı çalıp onu katletmiş olsa bile. Çünkü elbette daha sonra oğlunu, üç başlı Vişvarūpa’yı öldürmüştür. Tanrıların eşleriyle de yakından bağlantılıdır. Kökeni kadar belirsiz olduğundan güneşle ilgili karakterin birçok özelliğini sergiler ve bu da tanrı içkisinin içinde bulunduğu kâsesinin ay olduğu görüşüyle yeterince uyumludur.

Çok daha cılız kişilikler ise Dhātṛi yani “Kurucu”, İndra ya da Vişvakarman’ın lakabı, Vidhātṛi yani “Elden Çıkaran”, ayrıca bu ilahların bir lakabı, Dhartṛi yani “Destekleyen” ve Trātṛi yani “Koruyucu”dur. Agni ya da İndra’nın bir lakabı ve bir ilahide ortaya çıkan lider tanrıdır. Bunlar arasında sadece Dhātṛi’nin daha sonra bir yaratıcı ve Pracāpati’nin eşanlamlısı rütbesine yükselmesiyle önemli bir tarihi olmuştur. “Yaratıkların Efendisi” olarak bu tanrının ismi Soma’nın ve Savitṛi’nin lakabı olarak kullanılmaktadır. Ancak serbest bir ilah olarak doğurgan kılma gücünün övüldüğü Ṛigveda’nın sadece onuncu ve son kitabında ortaya çıkmaktadır. İlahilerin birinde cennetle yeryüzünün, suların ve yaşayan her şeyin yaratıcısı bir ilahtan Hiraṇyagarbha yani “Altın Tohum”dan bahsedilir. Şüphesiz “Altın Tohum” Pracāpati’dir ancak “Hangi Tanrı” (kasmai devaya) nakaratından sonra Kim (Ka deva) gibi bir ilah evrilmiştir.

Başlangıçta tüm yaratılmış canlıların tek efendisi olarak doğan Hiraṇyagarbha belirdi.Yeryüzü ile cenneti hazırlayıp destekledi. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Hayat nefesini, güç ve kudreti veren, buyruklarını tüm tanrıların kabul ettiği odur.Gölgesi ölüm olan, parıltısı ölümsüz kılan odur. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?İhtişamıyla nefes alan ve uyuyan bütün canlı dünyaların tek hâkimi olan kim?Hem insanların hem büyükbaş hayvanların efendisidir o. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Kudreti sayesinde, şu karlarla kaplı dağlar onundur. İnsanlar denizler ve Rasā’ya onun malı derler.Onlar onun kollarıdır, gökyüzünün bu diyarları onundur. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Sayesinde gökler sağlam ve yeryüzü sabittir. Onunla ışık diyarı ve gökkubbe yerinde durur.Havadaki diyarları ölçen odur. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Yardımıyla desteklediği iki ordu yürekleri titrerken huzurunda savaşa hazır görünür.Üzerlerinde doğan güneş parlar. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Agni’yi yaratan ve evrensel tohumu barındıran kudretli sular geldiği zaman,İşte o zaman tanrıların bir ruhu meydana gelir. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Üretkenlik gücünü içeren ve tapınmayı sağlayan tufanları kudretiyle denetledi.Tanrıların tanrısıdır, hem de tek başına. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Ne yeryüzünün babası ne de kanunları mutlak olan göklerin yaratıcısı bizi asla incitmesin,Engin ve berrak suları getiren odur. Adağımızla hangi tanrıya tapınacağız?Ey Pracāpati! Tüm bu yaratılanları bir tek sen anladın. Hem de bir tek sen.Sana yakardığımızda gönlümüzün isteklerini bize bağışla. Sahip olduklarımız elimizde kalsın. (Not 5)

Bu bölüm onun büyük tarihinin başlangıç noktası olup mutlak fakat bedenen Brahmā olduğu düşüncesine yol açmaktadır.

Daha sonra Pracāpati’nin kişiliğiyle birleştirilen onuncu kitaptaki bir başka canlı örnek Vişvakarman’dır (Her Şeyi Yaratan). İsmi önceden İndra’nın ve güneşin lakabı olarak kullanılmıştır. Gözleri, yüzü, iki yanında kolları ve ayaklarıyla tasvir edilse de sonradan Brahmā gibi dört yüzlü olarak resmedilir. Kanatları vardır ve sözün efendisidir. Ayrıca tanrıların isimlerini belirlemektedir. En yüce tayf, kurucu ve düzenleyicidir. Muhtemelen kökeni itibarıyla sadece güneşin bir biçimidir ancak gelişimi süresince mimar olarak Pracāpati’nin kişiliğinin bir yönü haline gelmiştir.

Yüce varlığın başka bir çehresi, Purusa Sūkta ya da “İnsanın İlahisi” ile temsil edilir. Kadim bir Puruşa’nın kurban edilmesiyle evreninin kökenini tanımlamaktadır. Puruşa’nın aslında tüm evren olduğu söylenir. Kurban edilişiyle başından gökyüzü, göbeğinden atmosfer ve bacaklarından yeryüzü yaratılmıştır. Gözünden güneş doğar, zihninden ay, nefesinden rüzgâr ve Agni ile Soma ağzından çıkar. İnsanlığın dört ayrı sınıfı ise sırasıyla başı, kolları, kalçası ve ayaklarından üretilmiştir. Puruşa’ya Hint dininin tamamında ve hatta Hint felsefesinin tümü boyunca Pracāpati’nin konumu verildiği için hakkındaki düşünce çok önemlidir. Diğer yandan dünyanın kökeninin bir devin kurban edilmesiyle özdeşleştirilmesinin temelinde ilkel bir düşünce yatmaktadır. (Not 6)

Farklı bir soyutlama Manyu’nun (Gazap) ilahlaştırılmasında karşımıza çıkar. Kökenini İndra’ya karşı duyduğu öfkeye borçlu olup Ṛigveda’da iki ilahide ismi geçmektedir. Karşı konulmaz bir kudrete sahiptir ve kendi kendine var olmuştur. Ateş gibi parlar, Vṛitra’yı katletmiştir, Marutlarla bir aradadır, İndra gibi zafer ve varlık bahşeder. Tapas (Gayret) ile birleşerek tapınanları koruyup düşmanları öldürür. Nitelikli diğer şahsiyetler genellikle dişi olup diğer dişi ilahlarla birlikte ele alınacaktır.

Ṛigveda’daki tanrıçalar, tanrıların yanında görece küçük bir role sahiptir. Sarasvatī’nin kısmen daha az önemli olmasına karşın aralarında yüce olarak bir tek Uşas bulunur. İndra, Varuṇa ve Agni’ye sırasıyla İndrāṇī, Varuṇānī ve Agṇayī tahsis edilmiştir ancak bunlar sadece isimdir. Çoğu kez Dyaus ile isimlendirilen Pṛithivī’nin (Yeryüzü) kendisine ait sadece bir ilahisi vardır. Diğer yandan Rātrī’ye (Gece) yıldızlarla aydınlatılmış parlak gece olarak tapınılır. Onun yaklaşmasıyla kuşların yuvalarına aceleyle uçuşmaları gibi insanlar evlerine dönerler. Ayrıca kendisinden hırsız ve kurtları uzak tutması istenir. Aslen gök gürültüsünün bir kişileşmesi olan Vāc (Söz) kendisini tarif eden bir ilahide methedilir. Bütün tanrılara eşlik eder ve Mitra ile Varuṇa’yı, İndra ile Agni’yi ve Aşvinleri destekler. Rudra’nın yayını dinsizlere karşı büker. Puranndhi, yani Avestalı Pārendi, bereket tanrıçasıdır ve ismi Bhaga ile anılır. Diğer yandan muhtemelen bir başka bereket tanrıçası Dhişaṇā on iki kez görülür. Tereyağı elli ve tereyağı ayaklı İḷā’nın ise daha somut bir temeli vardır. Çünkü adak töreninde sunulan tereyağı ve sütün kişileştirilmesidir. Bṛhaddivā, Sinīvālī, Rākā ve Guṅgū isimden başka bir şey değildir. Pṛşni daha gerçektir. Marutların annesidir, muhtemelen de lekeli fırtına bulutudur. Saraṇyū ilginç ancak bölük pörçük bir mitte yer alır. Tvaşṭṛi kızıyla Vivasvat için bir düğün düzenlemiş ancak tören esnasında gelin ortadan kaybolmuş. Bunun üzerine tanrılar Vivasvat’a benzeyen bir gelin vermişler lakin bir bakıma Saraṇyū yine de Yama ve Yamī’nin yanı sıra Aşvinleri doğurmuş gibi görünmektedir. Çünkü ilgili ilahide ondan “Yama’nın annesi” olarak bahsedilmektedir. Saraṇyū, Vivasvat’a Yama ile Yamī’yi doğurmuş ve sonra kendisine benzeyen bir bedenle yer değiştirerek kısrak kılığında kaçmıştır. Bununla birlikte Vivasvat at kılığında onu takip etmiş ve bir araya gelmişlerdir. Saraṇyū Aşvinleri doğurmuş, onun yerine geçen ise Manu’yu doğurmuştur. Tilphossan Erinyelerine (Not 7) ilginç derecede benzediğinden, efsane eski olabilir ancak isimler dilsel anlamda uyuşmuyor. Her halükârda efsanenin “Suretinin Oğlu” olarak Manu ismini açıklamaya çalışmanın dışında hiçbir efsanevi amacı yoktur. Manu ismi de görünüşe göre Ṛigveda kadar eski dönemlerde bilinmektedir. Belki de şafak tanrıçasının bir başka biçimidir.

Diğer tanrıçalar soyut düşüncelerin kişileştirilmeleridir. Örneğin kısa bir ilahide anılan Şraddhā (İnanç) gibi. Onun sayesinde ateş yakılır, saf yağ sunulur ve varlık elde edilir. Kendisine sabah, öğlen ve geceleyin yakarılır. Anumati ise tanrıların “lütfunu” temsil eder. Aramati (Bağlılık) ve Sūnṛtā (Cömertlik) ilahları da kişileştirilmiştir. Asunīti’ye (Ruhlar Dünyası) uzun bir hayat için yalvarırlar. Diğer yandan Nirṛiti (“Ölüm” ya da “Yok Oluş”) ölümü yönetmektedir. Şayet Aditi’yi soyut kavramların simgeleri arasında sayacak olursak bu ilahlar onunla kıyaslandığında soluk figürlerdir. Fiziksel özelliklerinin hiçbiri benzersiz değildir. Yine de diğer soyutlamaların aksine Ṛigveda’nın tamamı boyunca popüler biçimde bahsedilir. Geniş, parlak ve ışıldar biçimdedir. Parlak bir ahırın hanımıdır ve yaratıkların savunucusudur. Ayrıca tüm insanlara aittir. Mitra ile Varuṇa’nın, Aryaman’ın, sekiz oğulun annesidir. Ādityalar’ın kız kardeşi, Vasus’un kızı ve Rudras’ın annesi olduğundan da bahsedilir. Çoğunlukla günah ya da suçluluktan kurtulmak için tapınılır. Ayrıca Mitra ve Varuṇa ile kendisine günahların affedilmesi için yalvarılır. Günahkârlar Aditi’den koparılırlar ve sonra Varuṇa, Agni ile Savitṛi’ye onun huzurunda kabahatlerinden azat edilmek için yalvarırlar. Her ne kadar Aditi altında gökyüzünden bahsedilse de kendisi çoğunlukla yeryüzüyle özdeşleştirilir. Bunun yanı sıra ismi birçok yerde gökyüzü ve yeryüzüyle bir arada kullanılmaktadır (bu yüzden birbirinden farklı bir şekilde). Fakat yine de “Aditi gökyüzüdür, Aditi havadır, Aditi anne, baba ve oğuldur; Aditi tanrıların hepsidir, beş kavimdir, (Not 8) Aditi doğan her şeydir, Aditi doğacak olan her şeydir,” denilmektedir. Başka bir yerde Aditi, Ṛigveda’da pek nadir olmayan karşılıklı bir üreme türü sayesinde Dakşa’nın hem annesi hem de kızı olmuştur. Ama yine de diğer paragraflarda inek olarak isimlendirilir.

Aditi ismi “Bağsız” ya da “Sınırsızlık” anlamına gelir. Āditya ismi bir grup parlak tanrıya işaret ettiği gibi, şüphesiz Aditi’nin oğullarını belirtir. Bu yüzden gökyüzünün ya da görülebilir bir sonsuzluğun, yeryüzünün ötesindeki enginliğin, bulutların ve gökyüzünün ya da Ādityalar’ı ayakta tutan ebedi göksel ışığın kişileştirilmesi olarak görülür. Şayet ışıkla arasındaki bağıntı yerine, inek olduğuna dair görüş vurgulanacak olursa her şeyin annesi olan yeryüzü olarak adlandırılabilir. Bu bağlamda köken olarak somut olabilir. Diğer yandan gökyüzü için kullanıldığı biçimiyle “sınırsız” anlamındaki Aditi lakabından türemiştir. Ya da daha soyut olarak Ādityalara işaret eden “sınırsızlığın oğulları” anlamındaki “Aditi’nin oğulları” lakabından türemiştir. İndra’nın “kudretin oğlu” olarak adlandırıldığı ve daha sonra da “Kudret”in (Şaci) onun eşi olarak (muhtemelen Ṛigveda’nın kendisinde değil) kişileştirildiği gibi Aditi de Ṛigveda öncesi bir dönemde böyle bir ibareden gelişmiş olabilir. Böyle bir ilah için daha somut bir köken makul gibi görünse de sıkça ortaya çıkmasını izah edebilir. Diğer yandan kendisinden zıddı olarak Diti ortaya çıkarılır. Diti, belirsiz bir şekilde de olsa Ṛigveda’da iki ya da üç kez görünür.

Bir başka müphem karakterdeki tanrıça ise Sūryā’dır. Güneşin kızından başka bir şey olamaz çünkü hem kendisi hem de güneş ilahı Aşvinlerle benzer bir ilişkidedir. Aşvinler Sūryā’nın kendi seçtiği iki kocasıdır. Sūryā’nın sahibidirler ve Sūryā da muhtemelen üç tekerleği yolcularını temsil eden arabalarında onlara eşlik etmektedir. Sūryā ile ilişkileri yüzünden Aşvinlere gelini arabalarıyla evine getirmesi için dua edilir ve Savitṛi Sūryā’yı kocasına verdiğinde Aşvinler sağdıç iken Soma âşık olandır. Tanrıların ayrıca Pūşan’ı başka yerlerde Aşvinī ismini taşıyan Sūryā’ya verdiklerinden bahsedilir. Güneşin dişi olarak görülmesi dikkat çekicidir ve bu yüzden Sūryā çoğu kez şafak olarak algılanmıştır. Ancak isim babadan gelen hiçbir unsur içermediği için problemlere neden olmaktadır. Dahası Soma (şüphesiz ay) ile şafağın birleşmesine dair düğün ilahisinde geçen düşünce tamamıyla sıradışı olurdu.

Tanrıların Ṛigveda’da sürekli olarak gruplandırılması ortak tapınma uygulamasında resmi ifadesini bulur. Bu da ayrı birer ilah yerine daha çok ortak bir biçimde tapınılan cennetle yeryüzü kavramında doğal olarak başlangıç noktasını bulur. Hatta Mitra ile Varuṇa da tek başlarına ele alınmalarından çok sıkça çift olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu tip bir kullanım, Ahura ile Mithra benzer biçimde Avesta’da çiftleştirildiği için son derece eski olabilir. Daha ilginç bir birleşme ise İndra ile Varuṇa’dır; savaşçı tanrı ile Vṛitra katili insanları huzur ve bilgelikte destekleyen tanrıçayla birleşmişlerdir. İndra çoğunlukla Agni ile birleştirilmiş ve üzerlerine Agni’nin papazlık doğası yüklenmiş olsa da çift çoğunlukla İndra’nın temel özelliklerini sergilemiştir. İndra Vişṇu’nun yanında cesurca yürür, Vāyu ile soma içer, Pūşan ile Vṛitra’yı öldürür ve ortak meskenlerine kurbanlık atı ölümden sonra bir keçi taşır. Soma’ya Pūşan ve Rudra ile dua edilirken Agni’ye nadiren Soma ve Parcanya ile tapınılır. Çok daha doğal bir çift Parcanya ile Vāta’dır (“Yağmur” ve “Rüzgâr”). Buna benzer birleşimlere örnek ise Gündüz ile Gece ve Güneş ile Ay’dır. Doğal olarak bu çift birliktelikler görece daha az belirgin bir karakter geliştirmişlerdir.

Tanrı grupları arasında en önemlisi Marutlardır. Sayıları bazen yirmi bir bazen de yüz seksen olarak belirtilmiştir. Aslında İndra’nın müritleridirler ancak Rudralar olarak bazen babaları Rudra'yla ilişkilendirilirler. Ādityalar sayıca azdır, yedi ya da sekiz tane olarak bahsedilir. Diğer yandan Vasular sayıca belirsiz olup karakterlerine uygun biçimde isimleri “Parlak Olanlar”dan bir şeyi ifade etmemektedir. İlahların tümü Vişve Devāh yani “Tüm Tanrılar” kavramı altında toplanmıştır. Tümünü dahil etme amacıyla kullanılmış olsa da terim Ṛigveda’da bile, örneğin Vasular ve Ādityalar gibi, diğer gruplarla bir arada anılan belirli bir topluluk için uygulanır hale gelmiştir.

Tuhaf ve sıradışı bir ilah grubu da Sādhyalardır. Ṛigveda’da ve nadiren de olsa sonraki dönem edebiyatında ortaya çıkarlar. Ne isimleri ne de kendilerinden bahseden yetersiz sözler, gerçek doğalarına dair herhangi bir yargıyı haklı çıkaramaz. Yine de muhtemelen bir babalar sınıfı (merhametli ölüler) olabilecekleri iddia edilmektedir (Not 9).

Yüce tanrıların yanı sıra Vedik panteonun, öncü figürlere atfedilen yüce ilahi özelliklere sahip olmadığı düşünülen görece önemsiz simaları da bulunmaktadır. Bunlar içinde başı çeken Ṛbhulardır. Sayıları üç olup isimleri Ṛbhu ya da Ṛbhukşan, Vibhvan ve Vāja’dır. Sudhanvan’ın (İyi Okçu) oğullarıdırlar. Ancak bir yerde hepsi birden İndra’nın çocukları ve Kudret’in torunları olarak adlandırılırlar. Ve başka bir yerde Manu’nun oğulları olarak tanımlanırlar. Kutsal olarak mevkilerini kendilerini gökyüzüne yücelten marifetli kahramanlıklarıyla edinmişlerdir. İlk başta ölümlüydüler ancak daha sonra ölümsüzlüğü kazanmışlardır. Çünkü tanrılar becerikli işlerine o kadar hayran kalmışlar ki Vāja tanrıların, Ṛbhukşan İndra’nın ve Vibhvan ise Varuṇa’nın zanaatkârı olmuştur. Beş büyük kahramanlıkları bulunur. Aşvinler için atları ya da dizginleri olmayıp üç tekerlekli ve uzayı bir uçtan bir uca geçen bir araba yapmışlardır. İndra için iki doru atı meydana getirmişler. Bir hayvan postundan nektar veren bir inek yapmışlar ve buzağı ile ineği yeniden birleştirmişler. Bu muhteşem yaratıktan yararlananın Bṛihaspati olduğu sonucuna varıyoruz. Daha sonra yaşlı ve zayıf düşen ebeveyni (görünüşe göre burada gökyüzü ve yeryüzü oluyor) gençleştirmişler. Ve son olarak tanrıların içki kabı olan Tvaşṭṛi’nin tek kâsesini dört yapmışlar. Bu becerikli iş ise kendilerine tanrılarla eşit tapınmayı vaat eden Agni’nin kutsal emriyle yerine getirilmiş. Görünüşe göre Tvaşṭṛi kâsenin yeniden yapılmasını kabul etmiş ancak dört tane olduğunu gördüğünde, kadınların arasına saklanıp yaptıkları saygısızlıktan dolayı Ṛbhuları öldürmeyi dilediği söylenir. Ṛbhular ise niyetlerinin saygısızlık etmek olmadığını bildirmişler.

Büyük kahramanlıklarına ek olarak başlarına harika bir şey gelmiş. Gökyüzünün etrafında hızlıca gezindikten sonra, kendilerine ölümsüzlüğü bahşeden Savitṛi’nin evine gelmişler. On iki gün boyunca uyukladıktan sonra, Agohya’nın misafirperverliğinde hoşça vakit geçirmişlerdi. Tarlaları yaratıp akarsuların yönünü değiştirmişler. Kuru toprağı bitkiler basmış ve sular ovalara ulaşmış. Uykularından sonra onları uyandıran Agohya’yı çağırmışlardır. Bir yıl boyunca etraflarını araştırmışlar. Keçi onları uyandıranın köpek olduğunu söylemiş. Agohya aslında güneşten başka bir şey değildir; uykularının süresinin kış gündönümü olduğu düşünülür ve Cermenlerin o dönemdeki on iki gecelik özgürlüğüyle karşılaştırılır. On iki geceyle aslında, takvime gün ekleyerek 360 günlük Vedik yılın kusurunu telafi etmenin amaçlandığı iddia edilir (Not 10). Keçi ve köpek ise daha çılgınca hayal ürünü düşüncelere neden olmuştur. Ancak ṛbhu’nun anlamı “kullanışlı” ya da “becerikli”dir. Üstelik Almanca Elbe ile İngilizce elf (cin) ile yakındır. Ṛbhu’lar da salt insandan öte varlıklardır. Sırf bunlardan dolayı, Ṛbhu’ların Hint yılının ilk bölümünün üç mevsimini temsil etmeleri hiç de beklenmedik değildir. Agohya’nın evinde kalmaları da kış gündönümünde hayatın dönüşü anlamına gelir. Tvaşṭṛi’nin kâsesi ay olabilir ve genişlediği dört parça ise ayın dört evresini simgeleyebilir. Bununla birlikte giderek daha yüksek bir kademeye ulaşan cinlerden pek farklı olmayan daha mütevazı kökenleri vardır. Yine de insansı özellikleri başka bir nedenden kaynaklanabilir. Muhtemelen Vedik gruba dahil edilmiş araba yapan bir klanın favori tanrılarıydılar. Ancak bu süreçte tanrıları kademe bakımından küçülmüşlerdir. Çünkü Brāhmaṇalar döneminde araba yapımcıları ya da Rathakāralar kendi başlarına bağımsız bir sınıfı oluştururlar.

Ṛbhu’lardan daha belirsiz olan figür Gandharva’dır. Vişvāvasu yani “İyi Olan Her Şeye Sahip Olan” lakabını taşır ve daha sonra özel bir isim halini alır. Diğer yandan aynı zamanda yegâne Gandharva birçok isme dönüşür. Bu düşünce Ṛigveda’ya tümüyle yabancı değildir ancak sadece üç kez karşımıza çıkar ve Gandharva ismi pratikte ii ve vii. kitaplarda yani koleksiyonun özünde meçhuldür. Yine de bu figürün eski olduğunu söyleyebiliriz çünkü Gandarewa, Avesta’da ejderhaya benzer bir canavar olarak karşımıza çıkar.

Gandharva gökseldir ve gökyüzünün yüksek bir bölgesinde ikamet eder. Kendisi uzayı ölçendir. Bir paragrafta muhtemelen gökkuşağıyla özdeşleştirilirken güneş, güneş kuşu ve güneş atıyla yakından bağlantılıdır. Ayrıca somayla ilişkilidir. Somanın yerini korur ve tanrıların ırkını himaye eder. Bu yeteneğiyle İndra’nın bıçakladığı bir düşman gibi görünmektedir. Tıpkı Avesta’da karşımıza çıkan ve Beyaz Haoma’nın meskeni Vourukaşa denizinde yaşayan Gandarewa’nın Keresāspa ile çarpışması ve onun tarafından mağlup edilmesi gibi. Başka bir bakış açısına göre Soma’nın, yani suların Gandharva’sıdır. Gandharva ile Suların Bakirelerinin de yeryüzündeki ilk çift olan Yama ile Yamī’nin ebeveynleri olduğu iddia edilmektedir. Bu nedenle Gandharva Apsarasların da sevgilisidir, evlilik töreniyle ilişkilendirilir ve evliliğin ilk günlerinde kocanın rakibidir.

bannerbanner