Читать книгу Hint mitolojisi (Arthur Berriedale Keith) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Hint mitolojisi
Hint mitolojisi
Оценить:
Hint mitolojisi

3

Полная версия:

Hint mitolojisi

İndra’nın gücü ve kudreti her yerde abartılı bir dille tarif edilmektedir. Tanrıların en büyüğüdür. Hatta hareket eden her şeyin ve insanların efendisi, savaşta tanrılar için geniş alanlar kazanan Varuṇa’dan bile büyüktür. Bazen evrenin hükümdarı olarak Varuṇa’nın unvanını taşısa da genelde bağımsız hükümdar olarak kendi adına sahiptir. Ayrıca “yüz gücü olan” sıfatı ve “gerçek efendi” ismi neredeyse sadece onundur. Ona bu yüce makamı kazandıran başarısı ise suları kuşatan ejderhayı katletmede gösterdiği ve sürekli yinelenen yiğitliğidir. Başından ya da ardından yakalayıp hayati organlarını delip geçer. Vṛitra’yı katlettikten sonra akarsuları salıverir; dağları parçalar, yeri kırıp kuyu açar ve suları serbest bırakır. Ejderhayı öldürüp suların üstüne serer. İnekleri kurtarmak için dağı yarıp açar. Taşların içinde bağlı olan inekleri serbest bırakır. Vṛitra’yı öldürür, kaleleri yıkar, nehirler için kanal açar, dağı delip arkadaşları olan ineklere devreder. Bununla birlikte ışığı yine kendi davranışlarıyla kazanır. İblisleri serbest bırakarak güneşi de sular gibi elde eder. Ejderhaların elebaşını öldürüp suları serbest bıraktığında güneşi, gökyüzünü ve şafağı oluşturmuştur. Karanlıkta ışığı bulur, güneşin parlamasını sağlar ve şafakları kazanır. Güneş ve şafaklarla birlikte inekleri bulur, kurtarır ya da kazanır. İneklerin efendisi olduğunda İndra’yı karşılamak üzere şafaklar doğar. Dahası somayı elde eder ve sarsılan dağları kurar. Brāhmaṇa’da kanatlarını kestiği belirtilir. Yeryüzünü destekler ve gökyüzünü düşmemesi için tutar. Ayrıca gökler ve yerin yaratıcısıdır.

Bununla birlikte İndra sadece iblislerle savaşmaz. Çünkü Uşas’a saldırıp arabasını okuyla parçalamıştır ve ona yavaş atlar tutmuştur. Bundan dolayı Uşas korkuyla kaçmıştır. Anlatılan muhtemelen gök gürültüsü ile engellenmiş şafak ya da oyalanan şafağın ayrılışını hızlandıran gün doğumu hakkında bir mittir. İndra, hızlı at Etaşa ile bir yarışta koşarken güneşle ters düşmüştür. İndra anlaşılmayan bir biçimde, güneşin arabasının bir tekerini kaybetmesine neden olmuştur. Ayrıca babası Tvaşṭṛi’yi de öldürmüş gibi görünmektedir. Her ne kadar Marutlar ona Vṛitra’yla olan çarpışmasında yardım etseler de bir dizi ilahide onlarla tartıştığına, onlara karşı tehditkâr bir dil kullandığına ve zar zor yatıştırıldığına dair belirgin işaretler görürüz.

İndra’nın diğer düşmanları efsanevi nehir Rasā’nın ardındaki mağarada inekleri saklayan Paṇilerdi. İndra’nın ulağı dişi köpek Saramā, ineklerin izini sürer ve onları İndra’nın namına ister. Paṇiler ise onunla dalga geçerler ancak İndra Vala tepesini yıkıp düşmanlarını alt eder. Bunun dışındaki her yerde ineklerin Vala’nın kudretiyle kuşatıldıklarından, çoğunlukla Aṅgiras’ın yardımıyla geri kazanıldığı anlatılır ve Panilerden bahsedilmez. Vala (Kuşatan) ineklerin içinde hapsedildiği kalenin ismidir.

İndra büyük bir savaşçı olduğu gibi, yeryüzündeki insanın kıymetli bir yardımcısıdır. Dāsalara ya da Dasyulara karşı savaşlarında Aryanların en önemli destekçisi olup siyah ırkın Aryanlara boyun eğmesini sağlamışlardır. Görünüşe göre Aryan göçünün koruyucusu olarak, Turvaşalar ile Yadu kabilesini nehirlerin üstünden geçirir. Dahası gözdelerine düşmanları karşısında yardım eder. Arkadaşı Sūdas, on krala karşı olan savaşında yardımını alıp düşmanlarını Paruşhṇī nehrinde boğmuştur. Tapınanları için bir savunma duvarı, bir baba, anne ya da kardeştir. Dindar insanlara varlık bahşeder. Birinin ağaçtan sopayla meyve dökmesi gibi, erdemlilerin üstüne bolluk yağdırır. Zenginlikler efendisidir ve “Cömert olan”dır. Bu yüzden daha sonra edebiyatta Maghavan lakabı isimlerinden biri haline gelir. Bir nehrin yanında somayı bulduktan ve dişleriyle ezdikten sonra kendisine sunan bakireyi ödüllendirmiştir. Karakterinden bahsedilirken az sayıda ahlaki özelliğe yer verilir ve içme marifetiyle böbürlendiği anlatılır. Aslında Vedik dönemde bile insanların varlığından şüphe ettiğine dair bulgulara rastlarız. Bu dikkate değer bir durumdur.

İndra’da fırtına tanrısını bulmamız gerektiğine şüphe yoktur. Vṛitra’yı bozguna uğratma macerası; tüm yeryüzünün kuruyup, insanlar ve doğanın kuraklığın bitmesi için aynı derecede sabırsızlandığı, yaklaşan yağmurlu mevsimde bulutların arasından yağmurun aniden patlak vermesinin temsilidir. Yağmurun ilk düşüşünü işaret eden devasa fırtınalar genellikle tanrı olarak algılanışı için en uygun kaynaktır. Diğer yandan yarılan dağlar ve elde edilen inekler, farklı bakış açılarında bulutlar olarak kabul görmektedir. Ancak İndra güneşi de ele geçiriyor gibi görünmektedir. Bu, şiddetli fırtınadan sonra bulutların güneşten uzaklaştırılmasını temsil eden özelliğidir. Şafak vaktinde güneşin gecenin karanlığından kurtulması düşüncesi bununla karıştırılır ya da birleştirilir. Bazı terimlerin, Vṛitra’nın nehirleri donduran kış olduğu (Not 12) ve İndra’nın güneş olduğuna dair düşünceyi yansıttığı kanıtlanmamıştır. Ayrıca Ṛigveda ozanlarının, gerçekten sadece tanrının nehirleri dağlardan azat ettiğini kastettiklerini ve hatta Ṛigveda’daki yorumcular bile bilirken tanrıların dağların aslındaki bulutlar olduğunu fark etmediklerini düşünmek zorunda değiliz.


İNDRA (Levha IV)

İlah burada tanrıların kralı olarak taçlandırılmış ve vāhanası (vasıtası) fil Airāvata’nın üstünde tahta çıkmaktadır. Sol ellerinde ortadaki yıldırımı tutmaktadır. Sonraları vücudunda aslen “yoni” yani rahmi temsil eden (muhtemelen yağmurun yeryüzüne getirdiği bereketten dolayı) çok sayıda işaretle karakterize edilmiştir. Ancak daha sonra bu işaretlerin yerini gözler almıştır. Kaba sakalı resimde Pers etkisini göstermektedir. Dr. L. H. Gray’in koleksiyonundaki İndo-Mughal (Babür) ekolüne ait bir yağlıboya tablodan.


Ṛigveda’da soluk bir biçimde karşımıza çıksa da Trita Āptya’da İndra’nın paralelini bulmaktayız. İndra’nın yaptığı gibi Tvaşṭṛi’nin üç başlı oğlunu öldürür. İndra, onu ve kendisini temsil ettiği söylenen erkek İndra’yı zorlar. Marutlarla ve özellikle de hazırladığı somayla ilişkilendirilir. Bu son özellik onu Avesta’daki Thrita ile bağdaştırır. Thrita, isminden anlaşıldığı üzere soma hazırlayan “üçüncü adam”dır. İkincisi Āthwya’dır. İblisi öldürmesi onu üç başlı, altı ağızlı yılanı öldüren Avesta’daki Thraētaona ile özdeşleştirir. İsmi Dvita (İkinci) olan bir erkek kardeşi vardır. Diğer yandan Thraētaona’nın onu öldürmeye çalışan iki erkek kardeşi vardır. Tıpkı Brāhmaṇa’da kardeşlerinin Trita’yı (Not 13) öldürmeye çalıştıkları gibi. Bu benzerlik ikinci ismi Āptya’nın (Su) gösterdiği gibi suların arasından doğan yıldırımla güçlü bir şekilde özdeşleştirilmesine işaret eder. Ancak bir su tanrısı, fırtına tanrısı, ilahlaştırılmış şifacı ve ay olduğu kabul edilir. Büyük ihtimalle görkeminin büyük bir kısmı İndra’nın şöhretinin gelişmesiyle elinden alınmıştır.

Yıldırım, benzer biçimde Avesta’da beliren ilah Apāṃ Napāt’ın temelini oluşturuyor gibi görünmektedir. Avesta’da Apāṃ Napāt bir su perisidir, suların derinliklerinde yaşar ve okyanusun dibindeki uçurumların parlaklığını eline geçirdiği söylenir. Ayrıca “Suların Oğlu”dur, suların içinde doğup büyümüştür, parıldar ve altındandır. Çoğu kez havanın suları içinde ikamet ettiği tarif edilen Agni’yle özdeşleştirilmiştir. Bu yüzden saf ve basit bir su perisiyle özdeşleştirilmesi pek olası değildir. Zaten ayın herhangi bir özelliğini taşımaz. Yine de yıldırımın bir başka biçimi Mārarişvan (annesinin içinde büyüyen), fırtına bulutudur. Vivasvat’ın elçisidir ve Hindistan’ın Prometeus’u olarak Agni’yi insanların yanına indirir. Agni’yi anlaşmazlıklarla insanoğlunun yurdu için üretir. Benzer biçimde yıldırım “Tek Ayaklı Keçi” (Aja Ekapād) ile temsil edilebilir. Aja Ekapad’ın adı zaman zaman hava tanrıları arasında anılır. Keçi, yıldırımın çakışının hızlı hareketini, tek ayak ise yıldırımın yeryüzünde düştüğü tek yeri temsil etmektedir. Bununla birlikte bu müphem olgu güneşle ilgili de olabilir. Apāṃ Napāt ve Aja Ekapād ile “Derinlerin Sürüngeni” (Ahi Budhnya) meydana gelir; suların içinde doğup boşlukların içindeki akıntıların dibinde oturur. Tapınanlarına zarar vermemesi için yalvarılmaktadır. Böylesi bir yakarış tanrının doğası hakkında tekinsiz bir şeye işaret eder. Ayrıca ismi onu Vṛitra ile birleştirmektedir. Vṛitra’nın temsil edebileceği düşünülen hayırsever özelliği, bu durumda ejderha, insanlara karşı dost olarak algılanmaktadır.

Havanın, yani rüzgârın, diğer büyük özelliği Vāta ya da Vāyu tarafından temsil edilmektedir. Bunlardan ilki önemli ölçüde daha doğaldır, ikincisi ise daha kutsaldır. Bu yüzden Vāyu çoğu zaman kendisi gibi büyük bir soma içicisi olan İndra’yla ilişkilidir. Vāta ise sadece kendisi gibi küçük olan doğa tanrısı Parcanya'yla ilişkilidir. Tvaşṭṛi’nin damadı Vāyu çok hızlı düşünür ve bin gözlüdür. Arabasını çeken doksan dokuz ya da bin çift atı vardır. Berrak soma içer ve nektar veren inekle bağlantılıdır. Hızla döner, biriken tozla koşturur. Asla dinlenmez. Doğum yeri bilinmiyordur. İnsanlar haykırışlarını duyarlar fakat vücudunu göremezler. Tanrıların nefesidir. Şifa estirir ve ışık üretebilir. Eddic Wodan ya da Odin'le özdeşleştirilmesi hâlâ doğrulanmamıştır.

Parcanya sulu bir arabayla etrafta uçuşan ve kırbayı2 aşağı doğru çeken bulutu temsil eder. Çoğu kez boğa veya bulutlar dişi olduğu için inek olarak görülmektedir. Tohumla yeryüzünü canlandırır. Sayesinde rüzgârlar eser ve yıldırımlar düşer. Göklerin gürlemesini sağlayandır ve bitkilere, çimenlere, ineklere, kısraklara ve kadınlara çoğalmayı bahşedendir. Hatta karısı yeryüzü olan kutsal baba olarak adlandırılır ve tüm dünyaya hükmettiği söylenir. Kendisine bir buzağı üretir; muhtemelen yıldırım ya da soma içkisidir. Bazen Marutlarla ilişkilendirilir ve kesinlikle sonradan suretine büründüğü İndra’nın akrabasıdır. Litvanyalı gök gürültüsü tanrısı Perkūnas’ın kendisiyle özdeşleştirilebileceği belirsizdir.

Sulara da kendi hesaplarına tanrıça olarak seslenilir; anneler, genç eşler ve nimetlerin bağışlayıcısıdırlar. Deva bahşedip uzun bir hayat bağışlarlar. Çoğunlukla balla ilişkilendirilirler. Bazen içlerinde soma olduğu düşünülebilir.

Şiva’nın modeli olan Rudra, Ṛigveda’da sadece üç ilahide anılsa da kendisi halihazırda dikkat çekici özellikler taşımaktadır. Tıpkı Pūşan gibi örgülü saçları vardır. Dudakları hoş biçimlidir ve esmer tenlidir. Elinde yıldırım tutar, ok ve yay taşımaktadır. Gökyüzünden fırlattığı yıldırım saplı atışı yeryüzünün içinden geçer. Pṛşni’den Marutları var etmiştir ve kendisinin üç anneden geldiğine işaret eden Tryambaka ismini taşır. Muhtemelen bu isim evrenin üç katlı bölümlenmesini ima etmektedir. Sert ve güçlü bi yapıya sahiptir. Dünyanın hâkimi, büyük cennet Asura’sı, cömert, adına kolayca dua edilen ve uğurlu bir ilahtır. Ancak bu sonraki sıfatı Şiva (Not 14) henüz kendisiyle ilişkilendirilmemiştir.

Yine de Rudra korkunç bir ilahtır. Kendisine tapınanları, ebeveynlerini, erkeklerini, çocuklarını, büyükbaş hayvanlarını ya da atlarını gazabıyla katletmesin ya da incitmesin diye yalvarıldığından öfkesi onaylanmayan biridir. Kötü niyetine karşı çıkılır ve yiyecekler için lütfu istenir. Kendisine insan katleden de denir. Diğer yandan tedavi etme güçleri ve bin tür şifası vardır. Hastalıkları ve rahatsızlıkları gidermesi istenir. Muhtemelen yağmur anlamına gelen jalāṣa adında özel bir şifası vardır. Yaradılışının bu yönü, diğeri kadar önemli olup kendisinin yıldırım olduğu görüşüne inandırıcılık kazandırmaktadır. Yıldırım genellikle yıkıcı ve korkunç bir araç olarak görülür. Ancak yıldırımın içinde aynı zamanda fırtınadan sonra dinginlik barındıran bir güç bulunur. Üstelik yıldırımın çarpmasının yanı sıra bağışlaması sayesinde merhametli olarak da görülür. Oysa yaradılışı, ateş tanrısı ile rüzgâr tanrısının birleşimi olarak görülmektedir. Rud’dan (Ulumak) türeyen ismi Rudra, “Uluyan” anlamına gelir. Rüzgârların içinde esip gürleyen ölülerin ruhlarının lideri ve hastalıkların insanlara hızla yayıldığı orman ve dağ tanrısı olarak görülmektedir.

Rudra’nın oğulları Marutlardır, fırtına bulutu Pṛşni’nin çocukları, cennetin kahramanları ya da erkekleridir. Yıldırım kahkahasından doğmuşlardır. Yaşları, yaşadıkları yer, akılları bakımından eşittirler ve sayılarından yetmiş ya da altmışın üç katı olarak bahsedilir. Tanrıça İndrāṇī’yle ilişkilidirler. Her ne kadar sevimli eşleri onların arabasıyla giden Rodasī olsa da. Ateş kadar parlaktırlar. Omuzlarında mızrak, ayaklarında halhal, göğüslerinde altın takı, ellerinde ateş gibi yıldırım ve başlarında altın miğfer vardır. Benekli atlar arabalarını çeker. Acımasız ve korkunçturlar ancak yine de çocuklar ve buzağılar gibi oyuncudurlar. Siyah sırtlı kuğudurlar, dört dişli yabandomuzudurlar ve aslanlara benzerler. Geliştikçe dağları titretirler, ağaçları kökünden sökerler ve vahşi filler gibi ormanı yarıp geçerler. Tozu dumana katarlar ve bütün yaratıklar önlerinde titrer. En büyük başarıları yıldırımın ortasında ürettikleri yağmuru yapmaktır ve böylece yeryüzünde bir nehir şekillenir; Marudvṛdhā (Marutlardan Hoşlanan). İlahi söylediklerinde kudretini yükseltebilecekleri İndra’nın yakın arkadaşıdırlar. İlahiyi söyleyerek güneşin parlamasını ve dağın yarılmasını sağlarlar. İndra’ya Vṛitra’yı öldürmekte yardım etmekle kalmazlar, başarıları sırf kendilerine ait gibidir. Ancak çarpışma ânında bir kez onu yüzüstü bırakmışlar ve görünüşe göre bu sebeple tartışma çıkmış. İndra’yla ilişkilendirilmedikleri zamanlarda, daha düşük bir derecede de olsa, babaları Rudra’nın kötücül tarafını sergilerler. Bu yüzden savurdukları ok ve yayın yönünü değiştirmeleri için yalvarılır. Bir yılanınkine benzer gazapları onaylanmaz. Şeytanın onlardan geldiği söylenir. Buna karşın yine Rudra’nınki gibi Sindhu, Asiknī nehirleri, deniz ve dağlardan getirdikleri şifalı tedavileri vardır.

Rüzgârların nitelikli kullanımı doğrultusunda, Marutların fırtına tanrıları olduklarına pek şüphe yoktur. Diğer kayda değer görüş ise onların aslında ölülerin fırtına rüzgârlarının içine giden ruhları oldukları yönündedir (Not 15). Ancak bunun hakkında, en azından Ṛigveda’da, hiçbir ipucu bulunmamaktadır. “Ölmek” anlamına gelen mṛ kökü bu açıklama için yeterli bir temel oluşturmaz. Çünkü isimleri aynı derecede “parlamak” ya da “ezmek” anlamındaki mṛ kökünden geliyor olabilir. Bunlardan herhangi biri suretlerine uygun gelebilir. Sonraki günlerde göreceğimiz üzere konumlarından düşüp Vaisyaların semavi karşılıkları haline gelmişlerdir. Vaisyalar ise yeryüzündeki Brāhmaṇalar (rahipler) ve Kşatriyalar (savaşçılar) gibi iki yüksek kast sınıfından ayrı bir bir halktır. Sonunda ancak minyatür tanrı seviyesine indiler. İsimleri “rüzgâr”la eşanlamlı oldu. Günümüzde hatıraları neredeyse ortadan kayboldu.

İkinci Bölüm

Rigveda

Yeryüzü Tanrıları, İblisler ve Ölüler

Yeryüzüyle ilgili tanrılar arasında ilk sıra Agni’ye aittir. Kendisi İndra’dan sonra Ṛigveda’da en çok ilahiye sahip olan ilahtır. Onuruna yazılmış iki yüzden fazla ilahi bulunmaktadır. Ancak İndra’nın aksine insan gibi görünmek, Agni’nin karakterine neredeyse hiç tesir etmemiştir. Karakteri daima meydana geldiği elementle doludur. Bu sebeple tereyağı saçlı ya da alev saçlı, açık kahverengi sakallı ve tereyağı sırtlı olarak tarif edilmektedir. Bir anlatıda başsız ve ayaksız olarak görünürken bir diğerinde üç başı ve yedi kolu vardır. Tüm yönleri görebilir. Üç dili ve bin gözü vardır. Çoğunlukla hayvanlara benzetilir; kuvvetinden dolayı bir boğaya ya da doğmakta olan bir buzağıya. Veyahut kurban direğine bağlanmış bir ata. Bazen kanatlı olarak tanımlanır; kartala ya da denizlerdeki bir su kuşuna benzetilir. Hatta bir keresinde kanatlı bir yılan olarak anlatılmıştır. Yedikleri arasında saf yağ, sıvı yağ ya da odun bulunmaktadır. Diğer tanrılar gibi o da soma içer. Görünürde parlak olup rotası karanlıktır. Rüzgârla hareket ederek tıpkı bir berberin sakalı tıraş etmesi gibi yeryüzünü sıyırarak geçer. Korkunç bir biçimde kükrer ve her şeyi silip süpüren kıvılcımlarının önünden kuşlar uçuşur. Gökyüzüne doğru yükselir ve hatta cenneti yalayacak kadar çıkar. Kendisi bir arabaya benzetilir ancak aslında arabada taşınmaktadır. Arabasıyla tanrıları kurbana taşır. Gökyüzü ile Yeryüzü'nün ya da Tvaşṭṛi ile suların çocuğudur. Lakin Vişṇu ile İndra onu yaratmışlar ya da İndra onu iki taşın arasında meydana getirmiştir. Yeryüzünde iki ocak demirinde üretilmiştir. Bu demirler babası (üstteki) ve annesi (alttaki) ya da iki anne ya da emziremeyen bir anne olarak tasvir edilmektedir. Kendisini dünyaya getiren on bakire on parmak olup, “Kuvvetin Oğlu” ismi alevleri yaratmak için gereken kuvveti kanıtlamaktadır. Bu şekilde her sabah kurban için yaratıldığından en genç olma unvanına sahiptir. Aslında ilk kurban eden kişi olarak en yaşlı olandır. Veyahut yine ağaçların ya da bitkilerin içinde ya da kurban etme yeri olarak dünyanın göbeğinde doğmuştur.

Ancak Agni aynı zamanda atmosferin sularında doğmuştur. Kendisi Apāṃ Napāt yani “Suların Çocuğu”, suların kucağında büyüyen boğadır. Bununla birlikte, en azından bazı durumlarda, içinde bulunduğu sular aslında yeryüzüne aittir çünkü kendisinin sularda ve bitkilerde bulunmasından bahsedilmektedir. Benzer biçimde semadan yıldırım biçiminde doğmaktadır. Mātarişvan onu aşağı indirmiştir. Şüphesiz yıldırımın neden olduğu büyük yangınları hatırlatan bir şeydir. Her ne kadar güneşin parlaklığı ayrı bir ilah olarak algılansa da kendisi bazen güneş olarak tanımlanır. Bu yüzden gökyüzünde, sularda ve yeryüzünde olmak üzere üç farklı doğumu vardır. Ancak sıralama gökyüzü, yeryüzü ve sular olarak da karşımıza çıkar. Bu durum Hint dinindeki en eski üçleme biçimidir. Ve muhtemelen bu üçlemeden de diğer güneş, rüzgâr ve ateş üçlemesi biçimi doğmuştur. Bunun değişik bir biçimi de güneş (yine de Ṛigveda’da bulunmamaktadır), İndra ve ateştir. Dinsel törendeki üç ateş üç kutsal karaktere karşılık gelir. Diğer yandan Agni hava ile gökyüzünün tek olarak sayılması nedeniyle iki doğuma sahiptir. Yağmurla birlikte iner ve bitkilerden doğar. Sonra tekrar gökyüzüne yükselir. Bundan dolayı Agni’nin kendi kendisini kurban etmesi ya da kendisini kurban olmaya ikna etmesi gerektiğine dair gizemli buyruklar bulunmaktadır. Ya da yine yeryüzünde yakılan birçok yangından birçok doğumunun olduğu söylenebilir. Oysa üç sayısı Agni’nin erkek kardeşlerine dair görüşte yeniden ortaya çıkar. İndra’nın onun ikizi olduğu ve Paṇileri mağlup etme başarısını Agni’nin ondan ödünç aldığı söylenir. Gizemli bir biçimde Agni; akşamleyin Varuṇa, sabahleyin Mitra, havada bir uçtan diğer uca geçerken Savitṛi ve yolun yarısında gökyüzünü aydınlatırken İndra’dır.


1. Şekil: Agni

Ağızlarından yayılan alevlerle ateş tanrı vāhanasını (vasıtası) binmektedir. Vasıtası bir koçtur. İlahın üç başı ve üç bacağı vardır. Bunlar da üçlü doğumunu ve Hint dinsel törenlerinin üç ateşini simgeler. Diğer yandan yedi kolu, yedi ışık demetini temsil etmektedir.


Agni, kutsal ateşi olan evle yakından ilişkilidir. Tek başına Gṛhapati yani “Evin Efendisi” ismini taşımaktadır. Ayrıca her meskende erkek akraba, arkadaş, baba hatta oğul olarak misafirdir. Dahası tanrıların atası, Bharata’nın, Divodāsa’nın, Trasadasyu’nun ve diğer kahramanların tanrısıdır. Tanrıları kurbana ya da kurbanı tanrılara götürür. Bu yüzden de dünyalar arasında seyahat eden ulaktır. Diğer her şeyin ötesinde kurbanın rahibidir ve bir efsaneye göre bu görevden usanmıştır; ancak istediği ödemeyi aldıktan sonra göreve devam etmeye razı olmuştur. Bir başka suret içinde ölüleri yer çünkü ölülerin yakıldığı odun yığının üstünde cesedi yakar. Bu karakteriyle, adakların taşıyıcısı olarak suretinden dikkatlice ayrılmaktadır. Yalnızca bir rahip değildir aksine kâhin bir bilgedir; Jātavedas yani “Tüm Nesilleri Bilen”dir. İnsanlara ilham verir, onları kurtarır ve korur. Zenginlikler ve yağmur onun ihsanıdır tıpkı zürriyet ve zenginlik gibi. Günahları bağışlar, Varuṇa’nın gazabını önler ve insanları Aditi’nin önünde masum kılar.

Agni tanrılar için de hayırseverdir. Onları lanetten kurtarmış, çarpışmada onlar adına büyük yerler kazanmıştır. Hatta “Vṛitra Katili” olarak isimlendirilir. Lakin asıl başarısı kurbanı istila eden Rakşases’in yakılmasıdır. Bu da ateşin iblisleri yok etmek için eskiden beri kullanıldığının işaretidir. Sihir kullanarak Agni’nin aydınlatılması sayesinde güneşin gökyüzüne çıkışı gerçekleşebilir.

Vaişvānara olarak Agni “Tüm İnsanların Ateşi”dir ve diğer hane sahiplerinin ateşinin aksine bir kabile ateşi (Not 1) olarak görülür. Bununla birlikte genelde isminin anlamının “Tüm Suretleriyle Ateş” olduğu düşünülür. Tanūnapāt (Kendisinin Oğlu) ismiyle, Agni’nin odun ve buluttan kendiliğinden doğumundan bahsediliyor gibidir. Narāşaṁsa “İnsanların Övgü”sü ise ya insanın övgüsünün kişileştirilmesi ya da özellikle babalarla ilişkilendirilen üç ateşin güney alevi olabilir. Her ne kadar “çevik” anlamına gelebilen Agni’nin ismi Avestaca olmasa da ateş kültü İran’a özgüdür. Ayrıca ateşle yakın münasebete giren Ṛigveda’nın Athar-van rahipleri ile İran’ın ateş rahipleri olan Āthravanlar arasında paralellik vardır. Hintli hane sahibinin ateşi ve Roma’daki hane ile Yunanistan’daki (Not 2) mesken ateşi arasında açık bir benzerlik vardır.

Şahsiyet bakımından Agni’den ayrı olan tanrı Bṛihaspati’dir. Kendisi yedi ağızlı, yedi ışınlı, güzel dilli, keskin boynuzlu, mavi sırtlı ve yüz kanatlı olarak tasvir edilir. Bir yayı vardır ve sicimi Ṛta yani “Kutsal Düzen”dir; altından bir el baltası kullanır, demir balta taşır, kızıl atların çektiği bir arabaya biner. Semanın en tepesindeki büyük ışıktan doğmuştur ve kükreyerek karanlığı savar. Tanrıların babasıdır ancak Tvasṭṛi tarafından yaratılmıştır. Diğerlerinin üstünde bir rahip, tanrıların yerli rahibi ya da purohita’sı ve onların Brahman rahibidir. Brahmaṇaspati adıyla “Duanın Efendisi”dir. Agni’yle yakından ilişkilidir ve bazen onunla özdeşleştirilir. Onun gibi üç meskeni vardır ve görünüşe göre Narāşaṁsa olarak adlandırılmaktadır. Yine de İndra’nın amellerini sahiplenmiştir çünkü ineklerin ahırını açıp suları salar. Şakıyan sürüsüyle Vala’yı parçalar ve böğüren inekleri dışarı çıkarır. Vala’nın savunmasını parçaladığında inek hazinesi açığa çıkarmıştır. Bulutların içinde olduğundan birçok ineğe seslenir, karanlıkta ışığı arar. Şafağı, ışığı ve Agni’yi bulup karanlığı dağıtır. Genelde zafer bahşeden, yıldırım taşıyandır, Marutlar vasıtasıyla çağrılır ve İndra’nın özel lakabı “cömert”i taşır. Diğer tanrılar gibi tapınanlarını korur, ömürlerini uzatır ve hastalıkları defeder. “Duanın Efendisi” olarak, Agni’nin karakterinin bir yönünün gelişiminden başka bir şey değildir. Ancak bu süreç kesinlikle Ṛigveda döneminden önce tamamlanmış olmalıdır çünkü bu ilahın büyümesine dair Saṁhitā’da hiçbir ize rastlanmaz. Başka bir alternatif, onun doğasının İndra yönünü önemle vurgulamak ya da onun içinde soyut bir ilah bulmaktır. Bu soyut ilah da Agni ve İndra tanrılarından somut özellikler elde eden ruhban eylemin vücut bulmasıdır. Ancak bu hipotez pek olası değildir.

Soma, Avesta Haoma’sı (Sıkılmış Su), Ṛigveda’nın dokuzuncu kitabının ve başka yerlerdeki altı ilahinin tamamındaki ilahtır. Henüz belirli modern bir türle özdeşleştirilmemiş olan bu bitkinin filizleri ezildiğinde suyu çıkar. Bitkinin suyu dikkatli bir şekilde süzüldükten sonra saf haliyle ya da sütle karıştırılıp tanrılara sunulur ve rahipler tarafından içilirdi. Rengi kahverengi ya da kırmızıya çalıyordu. Bunun nedeni olarak genellikle ezildiği taşlardan bahsedilmiştir. Parsiler arasında olduğu gibi bu renk dövüldükleri havan ve tokmaktan kaynaklanmış gibi görünmektedir. Filtre ya da süzgeçten geçirilirken somaya pavamāna yani “temiz akan” ismi verilir. Sütün yanı sıra, ekşi süt ve arpa suyu da eklenir. Bu yüzden Soma cennetten yağmurun akmasını sağlayan sular efendisidir. Sular onun kız kardeşleridir ve kendisi suların embriyosu ya da çocuğudur. Bitki suyunun akarken çıkardığı ses gök gürültüsüne, hızı ise atın çevikliğine benzetilir.

Somanın coşturucu kuvveti şüphesiz tanrısallığını açıklar. Normalin ötesinde güçler veren bir bitkidir. Bu yüzden soma ölümsüzlük içkisi (amṛita), tanrı içeceğidir. Tanrılar bunu sever. İnsanlardan az olmasa da tanrılara ölümsüzlük verir. Bir ilahide bu içki sayesinde İndra’da uyanan coşkunluk hissi betimlenmiştir. İçki onda istediği zaman dünyaya sahip olabileceği hissini uyandırır. Ayrıca soma şifa bakımından zengindir ve bitkilerin efendisidir. Doya doya içildiğinde konuşmayı tetikler ve konuşmanın efendisidir. Kâhin yaratandır, ibadet edenin koruyucusudur ve bilgeliği yüceltilir. Bilgeliğiyle insanları sürekli izler, bu yüzden bin gözü vardır. İnsanlar ve tanrılardan az kalmasa da babalar onu sever, sayesinde ışığı ve inekleri bulmuşlardır. Tanrılar, büyük kahramanlıklarını ve başarılarını soma içmeye borçludurlar. Örneğin İndra, Vṛitra’yı öldürmek için üç göl dolusu somayla kendisini doldurmuştur. İndra tarafından içildiğinde Soma güneşin gökyüzünde yükselmesini sağlamıştır. Bundan dolayı asıl mahareti Soma’nın gerçekleştirdiği iddia edilir. Işığı bulup güneşin parlamasını sağlamıştır. Bu sebeple iki dünyayı da destekler ve kışlaların efendisidir. İndra gibi müthiş bir savaşçıdır. Daima muzaffer olup tapınanları için arabalar, atlar, altın, cennet, su ve bin nimet kazanır. Bin uçlu bir mızrak dahil korkunç ve keskin silahlar taşır. İndra gibi boğa olarak tarif edilir, sular da döllediği ineklerdir. İndra’nın arabasına biner ve Marutlar onun dostudur. Rüzgârlar onu sevindirir ve Vāyu onun koruyucusudur.

bannerbanner