
Полная версия:
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
bir tıyınga turbagan (БИР ТЫЙЫНГА ТУРБАГАН) [bir kuruşa değmeyen] bk. beş tıyınga turbagan.
bir toguz (БИР ТОГУЗ) [bir dokuz] Hediye olarak verilen veya ceza olarak ödenen dokuz tane hayvan: “Eñ az bolso bir toguz tölöyt.” -CT. (En az dokuz hayvan ödeyecek.)
bir uuç (БИР УУЧ) [bir avuç] Bir avuç, çok az, az sayıda: “Orusiyanın cer caynagan eline salıştırganda kırgızdar bir uuç gana el.” -CT. (Rusya’nın kalabalık nüfusuyla karşılaştırdığımızda Kırgızlar bir avuç millet.)
bir uuç söök (БИР УУЧ СӨӨК) [bir avuç kemik] 1. esk. Kız çocuk. 2. Küçücük: “Bir uuç söök bolup kiçireyip ötö karıgan tayakesinin kara sepkil baskan, akılduu cüzünö ıntaa koyup, kütüp tiktep kaldı.” -TK. (Eriyerek küçücük kalan yaşlı dayısına, onun çilli, zeki yüzüne dikkatlice bakarak bekliyordu.)
bir ünü köktö, bir ünü cerde bol- (БИР ҮНҮ ҮКӨКТӨ, БИР ҮНҮ ЖЕРДЕ БОЛ-) [bir sesi gökte, bir sesi yerde olmak] Yürek acısını çekmek, çok üzülerek ağlamak: “Calgız kızınan acıragan beçara enenin bir ünü cerde, bir ünü köktö.” -TS1. (Tek kızını kaybeden zavallı anne, ağlayıp sızlıyor.)
bir-birine taş ırgıt (БИР-БИРИНЕ ТАШ ЫРГЫТ-) [birbirine taş atmak] Birbiriyle düşman olmak, karşı olmak.
birdi birge ur- (БИРДИ БИРГЕ УР-) [biri bire vurmak] Kurnazlık yapmak, kandırmak: “Birdi birge urup köngön kuular dalaydı aldaşıp, puldarın kımbatka baalaşıp eçendi sızdatat.” -ZB. (Kandırmaya alışan kurnazlar, birçok insanı aldatıp mallarını pahalıya satarak ağlattılar.)
birdi eki kıl- (БИРДИ ЭКИ КЫЛ-) [biri iki yapmak] 1. Abartmak, büyütmek, biri iki yapmak: “Keede sen da birdi eki kılıp ciberesiñ.” (Bazen sen de abartıyorsun.) 2. Açıkgözlüce kâr etmek, varlığını kurnazlıkla arttırmak: “Alıpsatarlar birdi eki kılışat.” -O-A. (Alıp satanlar, kurnazlıkla kâr ederler.)
birdi kör- (БИРДИ КӨР-) [bir (şey)i görmek] 1. Başına bir hâl gelmek: “Birdi körö elegiñde kelgen cagıña kayt.” -CO. (Başına bir hâl gelmeden geldiğin yere dön.) 2. Cezasını almak: “Anında menden birdi körgüsü kelip cürsö kerek.” -AU2. (O, benden cezasını almak istiyor galiba.)
birdi körsöt- (БИРДИ КӨРCӨT-) [bir (şey)i göstermek] 1. Başına bela açmak, sıkıntıya sokmak. 2. Cezalandırmak, gününü göstermek, cezasını vermek: “Şaşpasın, men aga birdi körsötöm.” -KTS. (Beklesin, ben ona gününü gösteririm.)
birdin ayınday çoyul- (БИРДИН АЙЫНДАЙ ЧОЮЛ-) [şubat ayı kadar gerilmek] 1. Çok yavaş hareket etmek, bir şeyi çok yavaş yapmak: “Birdin ayınday çoyulbay batıraak ele işteşpeybi.” -KC1. (Yavaş çalışmak yerine biraz daha hızlı çalışsalar ya.) 2. Kendini bir şey sanarak, çok yavaş hareket etmek: “Keçee biröönü çakırsak, birdin ayınday çoyulup, dele kelmegi azap boldu.” -AJ. (Dün birini çağırmıştık, kendini bir şey zannettiğinden gelmesi uzun sürdü.)
birdin içinen çık- (БИРДИН ИЧИНЕН ЧЫK-) [birin içinden çıkmak] Başına bir hâl gelmek: “Birdin içinen çıkkansıñ go?” -KC1. (Başına bir hâl gelmiş galiba?)
birdin üstünön çık- (БИРДИН ҮСТҮНӨН ЧЫК-) [bir (şey)in üzerinden çıkmak] bk. birdin içinen çık-.
biri kün, biri ay (БИРИ КҮН, БИРИ АЙ) [biri güneş, biri ay] Birbirine uygun, çok yakışan, güneş ve ay gibi parlak, güzel.
biri menen birin ur- (БИРИ МЕНЕН БИРИН УР-) [biriyle birini (diğerini) vurmak] Birbirine düşürmek: “Şaşpa! Bulardın biri menen birin uruu kerek!”-AJ. (Dur! Bunları birbirine düşürmek lazım!)
biri ölüp, biri kalsın (БИРИ ӨЛҮП, БИРИ КАЛСЫН) [biri ölüp biri kalsın] Ne yaparlarsa yapsın, ne hâlleri varsa görsünler, ben karışmam: “Uruşpagıla dep aytsam bolboy koyuştu, emi biri ölüp biri kalsın, maga emne!” (Kavga etmeyin dediğimde dinlemediler, artık ne hâlleri varsa görsünler, bana ne!)
biri üydü, biri çüydü kara- (БИРИ ҮЙДҮ, БИРИ ЧҮЙДҮ КАРA-) [birisi eve, birisi Çüy’e bakmak] 1. Birbirine uymamak, farklı olmak: “Bul oyuu tuura kelbeyt, biri üydü, biri çüydü karap turat.” (Bu desen uymaz, ikisi birbirine uymuyor.) 2. Kavgalı olmak, dargınlıktan dolayı birbirine bakmamak: “Biriñ uydu karap, biriñ çuydu karap, küyööñ ekööñ teñ ele unçukpaysıñar.” -KB2. (Biriniz Mersin’e biriniz tersine bakarak bakarak kocanla susuyorsunuz.)
birinin tebeteyin birine kiygiz- (БИРИНИН ТЕБЕТЕЙИН БИРИНЕ КИЙГИЗҮҮ) [birinin tebeteyini birine giydirmek (tebetey, bir tür erkek baş giysisi)] Birinin kavuğunu başkasına giydirmek.
biröögö kün sal- (БИРӨӨГӨ КҮН САЛ-) [birisine gün koymak] Birisine muhtaç olmak, gereksinim duymak: “Kuday biröögö kün salbasın.” (Allah kimseye muhtaç etmesin.)
biröönün otuna alakanın kakta- (БИРӨӨНҮН ОТУНА АЛАКАНЫН КАКТА-) [birisinin ateşine ayasını ısıtmak] bk. biröönün otuna cılın-.
biröönün otuna cılın- (БИРӨӨНҮН ОТУНА ЖЫЛЫН-) [birisinin ateşine ısınmak] Birine yalakalık etmek: “Al biröönün otuna cılınıp, kün körgöndü cakşı köröt.” -KTS. (O birine yalakalık ederek yaşamayı sever.)
bit çakkança körbö- (БИТ ЧАККАНЧА КӨРБӨ-) [bit ısırmış kadar görmemek] bk. kabırgasın bit çakkança körbö-.
bit sıgarga alı cok (БИТ СЫГАРГА АЛЫ ЖОК) [bit sıkacak gücü olmayan] Çok güçsüz, hâlsiz, zayıf: “Kempir bit sıgarga alı cok.” -KTS. (Yaşlı bayan hâlsiz.)
bit sıgarga karuu cok (БИТ СЫГАРГА КАРУУ ЖОК) [bit sıkacak gücü olmayan] bk. bit sıgarga alı cok.
bit sıkkanday körbö- (БИТ СЫККАНДАЙ КӨРБӨ-) [bit sıkmış kadar görmemek] bk. kabırgasın bit çakkança körbö-.
bite karın (БИТЕ КАРЫН) [bite karın] Eli sıkı, çok cimri.
biti-bitine batpa- (БИТИ-БИТИНЕ БАТПA-) [biti bitine sığmamak] Bir şeye çok sevinmek: “Uulunun askerden kelatkanın ugup, ene baykuş biti-bitine batpayt.” -AJ. (Oğlunun askerden dönmekte olduğunu duyan zavallı annesi çok seviniyor.)
bitin sıgıp, kanın calagan (БИТИН СЫГЫП, КАНЫН ЖАЛАГАН) [bitini sıkıp kanını yalayan] Pinti, hasis, çok cimri: “İlgeri-ilgeri bir zamanda cetkenaç köz, bitin sıgıp kanın calagan zıkım bay caşaptır.” -O-A. (Evvel zaman içinde oldukça aç göz, pinti bir zengin yaşamış.)
bittin açuusun sirkeden al- (БИТТИН АЧУУСУН СИРКЕДЕН АЛ-) [bit(in) öfkesini sirkeden almak] Öfkesini başkasından çıkarmak, eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: “Bittin açuusun sirkeden alba.” (Öfkeni başkasından çıkarma.)
bittin içegisine kan kuygan (БИТТИН ИЧЕГИСИНЕ КАН КУЙГАН) [bitin bağırsağına kan döken] Maharetli, becerikli, tekeden süt çıkaran: “Al kişi caş kezinde bittin içegisine kan kuygandardan ele, azır karılıkka moyun sunup kalgan tura.” -O-A. (O kişi, zamanında çok maharetli biriydi, artık yaşlanmış.)
biyiktikke kötör- (БИЙИКТИККЕ КӨТӨР-) [yüksekliğe kaldırmak] Yükseltmek, yüceltmek, yüksek seviyeye ulaştırmak: “Al adabiyatıbızdı dagı bir biyiktikke kötörö aldı.” -KT. (O, edebiyatımızı daha da yüceltti.)
blok koy- (БЛОК КОЙ-) [bloke koymak] spr. Gardını almak, blok koymak: “Kaçıp, blok koyup, taamay urganga mümkünçülük berbedim.” -BR. (Kaçıp, gardını alarak tam yumruk atmasına müsaade etmedi.)
boguna kuuray saya alba- (БОГУНА КУУРАЙ САЯ АЛБA-) [bokuna bitki sapını batıramamak] Birisine karşı cesaret edememek, korkmak: “Anın boguna kuuray saya albayt.” -KTS. (Ona karşı cesaret edemiyor.)
bok ce- (БОК ЖЕ-) [bok yemek] 1. Bok yemek, yakışıksız bir iş yapmak. 2. Saçma sapan konuşmak: “Uyalbay emne bok cep turasıñ?!” -YY. (Utanmadan ne bok yiyorsun?!)
bok cürök (БОК ЖҮРӨК) [bok yürek(li)] Ödlek, korkak.
bok murun (БОК МУРУН) [bok burun(lu)] 1. Akılsız. 2. Henüz olgunlaşmamış, genç, tecrübesiz.
bokono söögü bolkulda– (БОКОНО СӨӨГҮ БОЛКУЛДA-) [yalancı kaburgası titremek] bk. bokonosuu bolkulda-.
bokonosu bolkulda- (БОКОНОСУ БОЛКУЛДA-) [yalancı kaburgası titremek] Duygulanmak: “Ulgaygan akındın bokonosu bolkulday, balanı imere kuçaktap beti-başınan cıttagıladı.” -ŞB. (Yaşlı şair duygulanarak çocuğu kucağına alıp, başını yüzünü kokladı.)
bokonosu kata elek (БОКОНОСУ КАТА ЭЛЕК) [yalancı kaburgası pekişmemiş] Henüz büyümemiş, gelişmemiş, olgunlaşmamış: “Biri özüñdun boordoş calgız tuuganıñ, bokonosu kata elek caş cigit.” -KU. (Biri, senin tek akraban, henüz ergenlik çağına gelmemiş genç.)
bolbosoñ koyo kal (БОЛБОСОҢ КОЁ КАЛ) [olmazsan bırakıver] Amma, amma da: “Cigit bolbosoñ koyo kal.” -AU2. (Amma da yiğitmiş.); “Komusçu bolbosoñ koyo kal!” (Amma da kopuzcuymuş!)
bolcoldo cok (БОЛЖОЛДО ЖОК) [tahminde olmayan] Çok değerli, eşsiz, eşi benzeri bulunmayan: “Biyibiz bolcoldo cok kayrattuu, baatır kişi turbaybı!” -AU2. (Beyimiz eşi benzeri bulunmayan güçlü, bahadır kişiymiş!)
bolcolu tuura kel– (БОЛЖОЛУ ТУУРА КЕЛ-) [tahmini doğru gelmek] Fırsat doğmak, fırsat çıkmak: “Bolcolu tuura kelip, ulak maranın kak özünö dalp dey tüştü.” -AU2. (Fırsat doğunca oğlak oyun çukurunun tam orta yerine düştü.)
boldu, bolbodu (БОЛДУ, БОЛБОДУ) [oldu, olmadı] Oldu, olmadı; olsa olsa.
boloru bol- (БОЛОРУ БОЛ-) [olacağı olmak] bk. boloru bolup, boyosu kan-.
boloru bolup, boyosu kan- (БОЛОРУ БОЛУП, БОЁСУ КАН-) [olacağı olup boyası sinmek] Olan oldu, iş işten geçti!: “Apkel şarap -boloru boldu bayoosu kandı!” -İE. (Getir şarabı, artık olan oldu!)
bolorun bolturup, boyoosun kandır- (БОЛОРУН БОЛТУРУП, БОЁСУН КАНДЫР-) [olacağını oldurup boyasını doyurmak] Bir işi ilgili kişilere belli etmeden kendi bildiği gibi yapmak: “Menin sırtımdan bıçıp, bolorun bolturup, boyosun kandırıpsıñ.” -ŞB. (Benden habersiz kendin her şeyi yapmışsın.)
boo tüş- (БОО ТҮШ-) [bağ düşmek] Hepsi birden ölmek, topuyla ölmek: “Boo tüşüp duşman cıgılsın.” -KM2. (Düşmanların hepsi birden bozguna uğrasın.)
boor açırlık (БООР АЧЫРЛЫК) [bağır acıyasıca] Çok perişan, iç acısı, acınacak durumda olan: “Birok orkestrde iştegen adamdardın özdörünün abalı boor açırlık.” -E-E. (Fakat orkestrada çalışanların durumları içler acısıdır.)
boor batırış- (БООР БАТЫРЫШ-) [bağır sığdırışmak] Eski dostlarla, akrabalarla yeniden kavuşup buluşmak, görüşmeye başlamak.
boor berbe- (БООР БЕРБE-) [bağır vermemek] Yadırgamak, uzak durmak, kabul etmemek: “Üpöl kişige cakındamak tursun, oñoy menen cekcaattarga boor berbeyt.” -AJ. (Üpöl birilerine yaklaşmak şöyle dursun akrabalarına da kolay kolay yakın durmaz.)
boor bur- (БООР БУР-) [bağır çevirmek] Arka çıkmak, kayırmak, desteklemek: “Ak bolso kantip bulgayın / Aga da boor burayın.” -SO. (Suçsuzsa nasıl suçlayayım / Ona da arka çıkayım.)
boor burar (БООР БУРАР) [bağır buran] Arka, kayıran, destekleyen.
boor eti ezil- (БООР ЭТИ ЭЗИЛ-) [bağır eti ezilmek] bk. booru ezil-.
boor eti menen teñ (БООР ЭТ МЕНЕН ТЕҢ) [bağır etiyle eşit] Ciğerpare, çok değerli, çok kıymetli: “Bala adamdın boor eti menen teñ.” -KS2. (Çocuk insanın ciğerparesidir.); “Tootorunu Kıyas boor eti menen teñ köröt.” -ME1. (Tootoru’yu Kıyas gözü gibi seviyor.)
boor ooru- (БООР ООРУ-) [bağır ağrımak] 1. Acımak, merhamet etmek. 2. Acımak, birinin başına gelen kötü duruma üzülmek.
boor oorusa, boorgo tep- (БООР ООРУСА, БООРГО ТЕП-) [bağır ağrısa bağra tekme atmak] Hıyanet etmek, iyiliğe kötülük yapmak, iyilikten anlamamak: “Munun booru oorusa, boorgo tepkenin kördüñbü?” -AJ. (Görüyor musun, iyiliğe kötülükle karşılık vermesini?)
boor tart- (БООР ТАРТ-) [bağır çekmek] bk. booruna tart-.
boor tolgo- (БООР ТОЛГО-) [bağır çevirmek] 1. Kıyamamak. 2. Merhamet göstermek, şefkatli davranmak: “Korol Feliçe cubayı eköö cañı törölgön ımırkayga boor tolgoo menen mamile kılışat.” -İE. (Kral Feliçe ve eşi yeni doğan bebeğe şefkatle davrandılar.) 3. Acımak, birinden yana olmak: “Birok azır künöökör kelinge boor tolgop, araçı tüşüünün ançeyin cönü barbı?” -CAT. (Fakat şimdi günahkâr geline acıyıp aracı olmaya gerek var mı?)
boorgo imer- (БООРГО ИМЕР-) [bağra çevirmek] bk. booruna imer-.
boorgo tart- (БООРГО ТАРТ-) [bağra çekmek] bk. booruna tart-.
boorgo tep- (БООРГО ТЕП-) [bağra tekme atmak] bk. boor oorusa, boorgo tep-.
booru açı- (БООРУ АЧЫ-) [bağrı acımak] bk. boor ooru-.
booru açış- (БООРУ АЧЫШ-) [bağrı acımak] bk. booru açı-.
booru bütün (БООРУ БҮТҮН) [bağrı bütün] Sağ salim, eksiksiz, zarar görmemiş: “Mogol menen soguşup cürüp booru bütün kim kaldı deysiñ.” -Kİ. (Mogollar ile savaşıp sağ salim kim kalmış ki?); “Tabiyatta booru bütün eç nerse cok eken go.” -ÇA1. (Tabiatta zarar görmeyen hiçbir şey yokmuş ki.)
booru bütün, başı esen (БООРУ БҮТҮН, БАШЫ ЭСЕН) [bağrı bütün, başı sağ] bk. başı bütün, booru esen.
booru cibi- (БООРУ ЖИБИ-) [bağrı çözülmek] Isınmak, yadırgamaz olmak, hoşlanır olmak, alışmak, benimsemek: “Calınsam booru cibir, cürögü açışar, menin kaygımdın kançalık oor ekendigin sezer.” -Caydullayev. (Yalvarırsam belki ısınır, yüreği burkulur, acılarımın ne kadar büyük olduğunu hisseder.)
booru çıdaba- (БООРУ ЧЫДАБA-) [bağrı dayanamamak] bk. booru tütpö-.
booru ezil- (БООРУ ЭЗИЛ-) [bağrı ezilmek] 1. Birini çok sevmek, kalbi erimek. 2. Bağrı yanmak, çok üzülmek: “Conu cuurulup, coor bolgonun körüp booru ezilet.” -AK2. (Sırtının sürtünmekden yara olduğunu görünce bağrı yanıyor.) 3. Gülmekten katılmak: “Ayrıkça oonalaktagan baldarı menen Abutaliptin booru ezildi.” -ÇA1. (Ayrıca yerde yuvarlanan çocuklarıyla Abutalip, gülmekten katıldı.) 4. Acı acı ağlamak: “İrina ece öz ceke turmuşundagı köygöylörün Astrongo tögülüp-çaçılıp aytıp booru ezilip ıylap cattı.” -UD. (İrina yenge hayatındaki sorunların hepsini Astron’a anlatarak acı acı ağlıyordu.)
booru kalba- (БООРУ КАЛБА-) [bağrı kalmamak] Katılmak, çok gülmek.
booru kat- (БООРУ КАТ-) [bağrı pekişmek] 1. Gülmekten katılmak: “Bübüş şıldıñdap booru katıp küldü. -CT1. (Bübüş alay ederek gülmekten katıldı.) 2. Yüksek sesle durmadan ağlamak (çocuk). 3. Büluğ çağına ermek, büyümek: “Azır booru kata elek balapansıñar.” -ŞB. (Şimdi büyümemiş kuş yavrususunuz.)
booru kata elek (БООРУ КАТА ЭЛЕК) [bağrı pekişmemiş] Henüz büyümemiş, büluğa ermemiş: “Oşentip ali booru kata elek kiçinekey sekelek kız erteden kereeli keçke sokonun atına minip, atası menen cer aydaşkan.” -KB. (Böylece büluğa ermemiş küçük kız, sabahtan akşama kadar çifte koşulan ata binerek babasıyla beraber tarla sürmüş.)
booru katuu (БООРУ КАТУУ) [bağrı sert] Acımasız, katı yürekli, merhametsiz: “Al booru katuu kişi, eç kimge cakşılıgı cok.” (O merhametsiz, kimseye güzelliği yoktur.)
booru menen cılıp kal- (БООРУ МЕНЕН ЖЫЛЫП КАЛ-) [bağrıyla ilerlemiş olmak] 1. Zorluk içinde kalmak: “Booru menen cılıp kalgan karıpka Sultanalının booru oorup, üyünün canına köçürüp alat.” -KK. (Sultanalı, zorluk içinde kalan zavallıya acıyıp, onu evinin yakınına taşıdı.) 2. Fakirlik, yoksulluk içinde yaşamak: “Başkalar emne, balası, mal-canı cok booru menen cılıp cürüptürbü?” -CT. (Başkaları, çoluk çocuksuz, mal mülksüz yoksullukta mı yaşıyorlar sanki?) 3. Binecek atından olup, yaya kalmak: “Calgız attan acırap boorum menen cılgança, oşol azuuluular üçün saydım başımdı!” -ŞB. (Tek atımdan olup yaya kalacağıma, o yırtıcılara karşı her şeyi göze alıyorum!)
booru ooru- (БООРУ ООРУ-) [bağrı ağrımak] 1. Acımak, merhamet etmek. 2. Bağrı yanmak, acımak, başkasının uğradığı kötü duruma üzülmek: “`Ce but, ce koldon cok, booru menen cılıp can saktagan cılan baykuş kantti eken?` -dep, alarga booru oorugan adam.” -M-A. (Ne ayağı, ne de eli var, karnıyla sürünen zavallı yılan ne yaptı acaba?” diye onlara da acıyan bir insandır.) 3. Bağrı yanmak, üzüntü çekmek.
booru suuk (БООРУ СУУК) [bağrı soğuk] Taş yürekli, merhametsiz, acımasız: “Sen booru suuk kara cerdin koynunda, tübölük uykuda catasıñ, apa! -dep bozdop, Acar ıyladı.” -KB1. (Sen acımasız kara toprağın koynunda ebedî uykudasın, anne!” diye Acar acı acı ağladı.)
booru taş (БООРУ ТАШ) [bağrı taş] bk. taş boor.
booru titire- (БООРУ ТИТИРE-) [bağrı titremek] bk. cürögü titire-.
booru tolgon- (БООРУ ТОЛГОН-) [bağrı çevrilmek] bk. booru tütpö-.
booru tütpö- (БООРУ ТҮТПӨ-) [bağrı dayanamamak] Kıyamamak, vicdanı el vermemek.
boorun ber- (БООРУН БЕР-) [bağrını vermek] Birine karşı ısınmak, yakın görmek: “Aygerim da andan çoçurkap kaçpay aga boorun berip, Ayperinin moynunan kuçaktap, anı eki közün balbıldatıp, ulam-ulam karadı.” -GE. (Aygerim de yadırgayıp kaçmadan ona ısınıp, Ayperi’nin boynuna sarılarak, parıldayan gözleriyle tekrar tekrar baktı.)
boorun carıp çıkkan (БООРУН ЖАРЫП ЧЫККАН) [bağrını yararak çıkan] Kendi kanından, kendi canından, kendinden doğan (evlat): “O, kuday! Senden suranarım biröö gana: boorumdu carıp çıkkan calgız balamdın canın aman kaltıra gör!” -KK. (O, Allah’ım! Senden sadece kendi kanımdan doğan tek çocuğumun hayatını kurtarmanı diliyorum!)
boorun ce- (БООРУН ЖE-) [bağrını yemek] Öldürmek, yok etmek: “Pul berem dese balasının boorun ceyt.” -KS1. (Para vereceğim derse, kendi evladını yok eder.)
boorun cerden al- (БООРУН ЖЕРДЕН АЛ-) [bağrını yerden almak] bk. boorun kötör-.
boorun cerden alba- (БООРУН ЖЕРДЕН АЛБА-) [bağrını yerden almamak] Bağrı yanmak, çok üzülmek: “Çınar ecem boorun cerden albay ıylay berdi.” -TS1. (Çınar ablam hep üzülerek ağladı.)
boorun cerden kötör- (БООРУН ЖЕРДЕН КӨТӨР-) [bağrını yerden kaldırmak] bk. boorun kötör-.
boorun cerge töşö- (БООРУН ЖЕРГЕ ТӨШӨ-) [bağrını yere döşemek (sermek)] bk. boorun cerden alba-.
boorun ez- (БООРУН ЭЗ-) [bağrını ezmek] bk. boorun tırma-.
boorun katır- (БООРУН КАТЫР-) [bağrını sertleştirmek] Kırıp geçmek, çok güldürmek, katıla katıla güldürmek.
boorun kötör- (БООРУН КӨТӨР-) [bağrını kaldırmak] 1. Büyümek: “Süyüktüü ayalınınan acırap, beş bala menen kaluu degen emne, anın üçöö ali boorun kötörüşö elek.” -KB. (Sevgili eşini kaybedip, beş çocuğuyla yalnız kalmak ne kadar zor, çocuklarının üçü henüz büyümedi.) 2. Hayatı düzelmek. 3. İyileşmek, düzelmek: “Ölsöm meyli, baramın, atam boorun kötörböy catat.” -BF. (Ölsem de gideceğim, babam iyileşemiyor.)
boorun sırtına sal- (БООРУН СЫРТЫНА САЛ-) [bağrını dışarıya koymak] Acımamak, merhamet etmemek, ciğerlerini sökmek: “Kara mürtöz eri zayıbın kündö boorun sırtına salıp tepkilep catsa da: `Oy koluñdu tart` – degen biri cok.” -TS1. (Kötü niyetli kocası eşine acımayarak her gün dövse de “Elini çek!” diyen biri yok.)
boorun tırma- (БООРУН ТЫРМA-) [bağrını tırmıklamak] Gülmekten katılmak: “Kaçıke boorun tırmap küldü.” -UA. (Kaçıke, gülmekten katıldı.)
boorun tıt- (БООРУН ТЫТ-) [bağrını tırmıklamak] bk. boorun tırma-.
booruña çok tüşkür (БООРУҢА ЧОК ТҮШКҮР) [bağrına kor düşesice] bk. booruña kelgir.
booruña çeçek çıkkır (БООРУҢА ЧЕЧЕК ЧЫККЫР) [bağrına çiçek çıkasıca] bk. booruña kelgir.
booruna imer- (БООРУНА ИМЕР-) [bağrına çevirmek] Bağrına basmak, kabullenmek, kendine yaklaştırmak.
booruña kelgir (БООРУҢА КЕЛГИР) [bağrına gelesice] “Bağrın yansın!” anlamında beddua: “Booruña kelgir, aytkandarımdı ugup da koygon cok.” (Bağrı yanası, dediklerimi hiç dinlemedi.)
booruna tart- (БООРУНА ТАРТ-) [bağrına çekmek] Bağrına basmak, birine bağlanmak, ısınmak: “Balanı booruna tartıp özünö üyür kılbaybı. Oşentsin, ayt keliniñe.” -UА. (Çocuğu bağrına basıp, kendine alıştırsın. Öyle söyle gelinine.)
boosu bek bolsun (БООСУ БЕК БОЛСУН) [bağı pek (sağlam) olsun] 1. Uzun ömürlü olsun, Allah uzun ömür versin!: “Naristenin boosu bek bolsun!” -SB. (Bebeğe Allah uzun ömür versin!) 2. Hayırlı olsun, başarılı olsun!: “`Anday bolso cañı ökmöttün boosu bek bolsun,` -dep Düyşömbü karıya da kubanganınan külmüñdöp turdu.” -BM. (“Öyle ise yeni hükûmet hayırlı olsun!” diyerek Düyşömbü dede sevinerek gülümsedi.)
borbuy eti kat- (БОРБУЙ ЭТИ КАТ-) [kasık eti pekişmek] bk. borbuyu kat-.
borbuy eti tol- (БОРБУЙ ЭТИ ТОЛ-) [kasık eti dolmak] bk. borbuyu kat-.
borbuyu kat- (БОРБУЮ КАТ-) [kasığı pekişmek] Büyümek, yetişkin çağına gelmek: “Çolpon uluusu bolgonduktan kalgandarı ali caş, boorun kötörüp, borbuyu kata elek.” -KB. (Çolpon en büyüğü, diğerleri henüz küçük, büyüyüp, yetişkin çağına gelmediler.)
borbuyun kötör- (БОРБУЮН КӨТӨР-) [kasığını kaldırmak] bk. boorun kötör-.
boroz sal- (БОРОЗ САЛ-) [saban izi yapmak] Toprak sürmek: “Ayıldın egin talaalarına boroz salar traktor eesiz kalbaş üçün çoñdor anı surap kaluunu çeçken.” -ÇA1. (Köyün tarlasını sürecek traktör sahipsiz kalmasın diye yöneticiler onu kendilerine almaya karar verdiler.)
bosogo atta- (БОСОГО АТТА-) [eşik atlamak] 1. Birine gelin olmak, gelin gitmek: “Anan oşol ele künü cañı bosogo attap, kayın enesinin kolunan may oozangan.” -TŞ. (Sonra aynı gün gelin olup kaynanasının elinden ağızını tatlandırmıştı.) 2. Bir işe veya okula başlamak: “Asel algaçkı colu mektep bosogosun attadı.” (Asel ilk defa okula başladı.) 3. Kapıdan içeriye girmek: “Bosogo attap kirdi emi / Süyünör kezin bildi emi.” -CB2. ( Kapıdan içeri girdi artık / Sevineceğini bildi artık.)
bosogosun cırt- (БОСОГОСУН ЖЫРТ-) [eşiğini yırtmak] bk. eşigin cırt-.
boş kelbe- (БОШ КЕЛБE-) [boş gelmemek] Kolay kolay yenilmemek, direnmek: “A Şambet baykeñer da boş kelgeni cok.” -TS1. (Şambet ağabeyiniz de kolay kolay yenilmedi.)
boş ooz (БОШ ООЗ) [boş ağız(lı)] bk. açık ooz.
boşton ber- (БОШТОН БЕР-) [azat vermek] Azat etmek: “Ayıbınan kutkarıp / Başına boşton berdi emi.” -S-C. (Cezasından kurtarıp / Artık onu azat etti.)
boşton kal- (БОШТОН КАЛ-) [azat kalmak] Sahipsiz kalmak, koruyucusu, gözeteni bulunmamak: “Boşton kalgan maldardan / Duşmandın ketpeyt kolu -dep.” -SO. (Sahipsiz olan hayvanlara / Düşmanlar hep göz diker dedi.)
boto köz (БОТО КӨЗ) [deve yavrusu (potuk) göz(lü)] Ceylan gözlü: “Şıñga boyluu, kımça bel, boto köz, ayday suluu biykeç.” -ÇA1. (Servi boylu, ince belli, ceylan gözlü, ay gibi güzel kız.)