
Полная версия:
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
beri karap külüp, arı karap ıyla- (БЕРИ КАРАП КҮЛҮП, АРЫ КАРАП ЫЙЛА-) [beri bakıp gülmek, öte bakıp ağlamak] Bir şeyi gönülsüz, istemeye istemeye yapmak: “Anar cakşı körgön coolugun arı karap ıylap, beri karap külüp turup berüügö argazıs boldu.” (Anar, sevdiği başörtüsünü istemeye istemeye vermek zorunda kaldı.)
bermet bol- (БЕРМЕТ БОЛ-) [inci olmak] avc. Tam olgunlaşıp parlak hâle gelmek (kürklü av hayvanı kürkleri için.)
beş atar (БЕШ АТАР) [beş vuran] Tüfek türü, beşli: “Körsö Kara elge, militsiyaga körsötpöy, beşatar mıltık karmaçu eken üyündö.” -KT. (Oysa Kara, evinde milletten, polisten gizli beşli tüfek saklarmış.)
beş barmagın sal- (БЕШ БАРМАГЫН САЛ-) [beş parmağını sokmak] bk. beş kolun sal-.
beş barmagınday bil- (БЕШ БАРМАГЫНДАЙ БИЛ-) [beş parmağı gibi bilmek] beş kolunday bil-.
beş barmak (БЕШ БАРМАК) [beş parmak] Haşlanmış et ve hamurdan yapılan Kırgız millî yemeği: “Künügö beşbarmak ceşet.” -KT. (Her gün beşparmak yiyorlar.)
beş beter (БЕШ БЕТЕР) [beş beter] Daha beter, beş beter: “Baştagıdan beş-beter / Dukandıktın curtuna / Azap tüşüp kalganı.” -SO. (Eskisinden daha beter / Dukanlının halkının / Başına bela geldi.)
beş kadam (БЕШ КАДАМ) [beş adım(lı)] Azimli, her işte başarılı kimse.
beş kol birdey emes (БЕШ КОЛ БИРДЕЙ ЭМЕС) [beş el (parmak) aynı değil] bk. beş kol teñ emes.
beş kol teñ emes (БЕШ КОЛ ТЕҢ ЭМЕС) [bel el (parmak) eşit değil] Beş parmağın beşi bir değil.
beş kolun sal- (БЕШ КОЛУН САЛ-) [beş elini (parmağını) sokmak] Devlete veya başka birisine ait mala açgözlükle el koymak: “Tayakem cakşı ele kızmattarga kötörülöt, birok beş kolun salıp ciberip ele, tamagınan buzulat.” -ÇJ. (Dayım iyi görevlere geliyor fakat devlet malına açgözlükle el uzatınca nefsi bozuluyor.)
beş kolunday bil- (БЕШ КОЛУНДАЙ БИЛ-) [beş eli (parmağı) gibi bilmek] Avucunun içi gibi bilmek: “Aycarkın erkekterdi beş kolunday bilem dep oyloy turgan.” -KK. (Aycarkın, erkekleri avucunun içi gibi bildiğini düşünüyordu.)
beş kökül kız (БЕШ КӨКҮЛ КЫЗ) [beş kâkül kız] Genç kız: “Beş kökül kızdı aldı.” -SK1. (Genç kızı aldı.)
beş manca teñ emes (БЕШ МАНЖА ТЕҢ ЭМЕС) [beş parmak eşit değil] bk. beş kol teñ emes.
beş mancaday bil- (БЕШ МАНЖАДАЙ БИЛ-) [beş parmağı gibi bilmek] bk. beş kolunday bil-.
beş ördögün uçur- (БЕШ ӨРДӨГҮН УЧУР-) [beş ördeğini uçurmak] Yalan söylemek: “Alar beş ördögün uçurup catışat.” -KC. (Onlar yalan söyleyip duruyorlar).
beş tıyınga turba- (БЕШ ТЫЙЫНГА ТУРБA-) [beş kuruşa değmemek] Beş kuruş (para) etmemek: “Emildin sözdörü beş tıyınga turbayt.” (Emil’in sözleri beş kuruş etmez.)
beş tıyınga turbagan (БЕШ ТЫЙЫНГА ТУРБАГАН) [beş kuruşa değmeyen] Beş kuruş etmez: “Munun baarı beş tıyınga turbagan iş” (Bunların hepsi beş kuruş etmez iş.)
beş tülük mal (БЕШ ТҮЛҮК МАЛ) [beş çeşit hayvan] Kırgızlarda önemli sayılan evcil beş hayvana (at, koyun, inek, deve, keçi) verilen genel ad.
beşenege caz- (БЕШЕНЕГЕ ЖАЗ-) [aln(ın)a yaz(ıl)mak] Alnına yazmak: “Çöksök -beşenege cazılganı oşol.” -ÇA1. (Batarsak, alnımıza yazılan, odur.)
beşenesi carık (БЕШЕНЕСИ ЖАРЫК) [alnı parlak] Güler yüzlü, sevimli: “Kara közü calcıldap, cüzü açık, beşenesi carık bir suluu.” -ÇA1. (Kara gözleri parlıyor, yüzü sıcak, güler yüzlü bir güzel.)
beşenesine kün kon- (БЕШЕНЕСИНЕ КҮН КОН-) [alnına güneş konmak] Çok sevinmek, mutlu olmak, mesut olmak: “Baldarı bolso etegine ırıs tolup, beşenesine kün konup turbayt bele deyt enesi.” -ÇA1. (Çocukları olsa, bahtı açılıp mesut olurdu diyor annesi.)
beşi ket- (БЕШИ КЕТ-) [beşi gitmek] Dehşete kapılmak, korkmak: “Minte berseñ Semetey / Beşi ketken bul eldi / Beypayga dagı salasıñ.” -SK2. (Hep böyle yaparsan, Semetey / Dehşete kapılan halkı / Sıkıntıya sokarsın.)
beşigin termet- (БЕШИГИН ТЕРМЕТ-) [beşiğini sallamak] Beşiğini sallamak, büyümesine hizmet etmek (Genellikle büyüklere karşı saygısızca “sen” diyerek konuşanlar için kullanılır): “Beşigin termetkensip «sen» dep süylöyt.” -SE. (Beşiğini sallamış gibi “sen” diyerek konuşuyor.)
beşik booñ bek bolsun (БЕШИК БООҢ БЕК БОЛСУН) [beşik bağın sağlam / pek olsun] Çocuğu olan kişiye “Hayırlı olsun”, “Analı babalı büyüsün”, “Sağlıklı büyüsün” anlamlarında söylenen kutlama sözü: “Beşik booñuz bek bolsun, dos, kuttuktaym.” -KA2. (Hayırlı olsun, arkadaş, kutluyorum.)
beşik kuda (БЕШИК КУДА) [beşik dünür(ü)] Beşik kertmesi dünürü.
beşik kuda bol- (БЕШИК КУДА БОЛ-) [beşik dünür(ü) olmak] Beşik kertmesi yaparak dünür olmak: “Beşik kuda boluu, atı aytıp turganday, baldar beşikte catkanda bütkön.” -ŞJ. (Beşik kertmesi, adından anlaşıldığı gibi çocuklar daha beşikte iken yapılır.)
beşikten beli çıga elek (БЕШИКТЕН БЕЛИ ЧЫГА ЭЛЕК) [beşikten beli (henüz) çıkmamış] Henüz büyümemiş, genç, küçük: “Beşikten beli çıga elek baldar künü-tünü üygö coloboy kalıştı.” -ÇA1. (Genç çocuklar gece gündüz dışarıda dolaşmaya başladılar.); “Beşikten beli çıkpay catıp, çoñdoruna cagıngandı üyrönüptür.” -ÇA1. (Daha genç yaşında yöneticilerine yalakalık yapmayı öğrenmiş.)
beşim bol- (БЕШИМ БОЛ-) [akşam olmak] Yaşlanmak.
beşimdin kölökösündöy (БЕШИМДИН КӨЛӨКӨСҮНДӨЙ) [akşam(ın) gölgesi gibi] Sırık gibi, uzun boylu: “Alar tigil ker mürüt, beşimdin kölökösündöy bolup korkoygon cigittin aram oyun kaydan tuysun.” -CM1. (Onlar, oradaki kara bıyıklı, sırık gibi gencin kötü niyetini nereden bilsinler.)
beşin al- (БЕШИН АЛ-) [beşini al-] Korkutmak, duygu sömürüsü yaparak korkak yapmak.
beşten belgilüü (БЕШТЕН БЕЛГИЛҮҮ) [beşten belli] Besbelli, ortada olan, anlaşılan, apaçık: “Birok bul makaladan kiyin emne boloru da beşten belgilüü bolçu.” -ÇA1. (Fakat bu makaleden sonra ne olacağı besbelliydi.)
bet açar (БЕТ АЧАР) [yüz açıcı] 1. Bir işin başlangıcı “Emese uşul sırdaşuubuzdun bet açarı bolsun, aldı menen «Ayaldar» attuu ırıñdı okuçu.” -ÇA1. (O zaman bu sohbetimizin başlangıcı olsun, önce “Kadınlar” adlı şiirini okur musun?) 2. Tanıtım, tanıtma toplantısı: “Oşentip kiteptin bet açar azemi öttü.” -AJ1. (Böylece kitabın tanıtımı yapıldı.) 3. hlk. Gelin geldikten dört beş gün sonra onu kaynana ve kaynatasına gösterme geleneği.
bet al- (БЕТ АЛ-) [yüz almak] Yönelmek, belli bir yön tutmak: “Manas Atanın toosun karay bet aldık.” -AM. (Manas Atanın dağına doğru yöneldik.)
bet aldı (БЕТ АЛДЫ) [yüz aldı] 1. Rastgele, nereye olursa: “Bala tüş oogonço bet aldı kıdıra berip, ayabay çarçadı.” -KK. (Çocuk, öğleden sonraya kadar rastgele dolaşmaktan yoruldu.) 2. Önü, ön tarafı, karşısı: “Bet aldında sur colbors…” -Sayakbay Karalaev. (Karşısında heybetli kaplan…)
bet aldırba- (БЕТ АЛДЫРБA-) [yüz aldırmamak] bk. bet baktırba-.
bet algan cagınan calga- (БЕТ АЛГАН ЖАГЫНАН ЖАЛГА-) [yüz aldığı taraftan nasip etmek] “Uğurlar olsun”, “Şansın açık olsun”, “Başarılı ol” anlamlarında söylenen iyi dilek sözü: “Balam, bet algan cagıñan calgasın, işiñ oñunan çıgıp olcoluu kayt!” -SÖ. (Oğlum, şansın açık olsun, dileklerin gerçekleşsin, kazançlı dön!)
bet alganınan kaytpagan (БЕТ АЛГАНЫНАН КАЙТПАГАН) [yüz aldığından dönmeyen] Azimli, kararlı, tutumunda direnen: “Uşu silerdin baktıluu künüñör üçün başın saygan, bet alganınan kaytpagan baatır atalarıñardı esten çıgara körbögülö, aylanayındar!” -AJ. (Sizin şu mutlu günleriniz için can veren, azimli kahraman babalarınızı unutmayın, kurban olayım çocuklarım.)
bet alış- (БЕТ АЛЫШ-) [yüz alışmak] 1. Yüz yüze gelmek, karşılaşmak, görüşmek: “Mına Muratalı menen bet alışıp körüştü.” -KK. (İşte, Muratalı ile yüz yüze gelip görüştüler.) 2. Karşı karşıya gelip, çarpışmak, kapışmak, savaşmak: “Bet alışkan duşmandın / Başına azap salambı?” -KKP. (Kapıştığım düşmanın / Başını belaya sokacak mıyım?)
bet baga alba- (БЕТ БАГА АЛБА-) [yüz(üne) bakamamak] 1. Utancından yere bakmak, utancından başını kaldırıp bakamamak: “Atası özünün künöösün sezip, balasına bet baga algan cok.” -O-A. (Babası kendi suçunu hissedip, utancından oğluna bakamadı.) 2. Cesaret edememek: “Coonun kolu bet baga albay kaçışkan.” -CT1. (Düşman askeri cesaret edemeyip kaçtı.)
bet baktırba- (БЕТ БАКТЫРБА-) [yüz baktırmamak] 1. Hiddetlenerek konuşma fırsatı vermemek, susturmak: “Alkıngan albuut katın tacaaldanıp, Almakemdi bet baktırbayt.” -TS1. (Öfkelenen hırçın kadın feveran ederek, Almakem’i hiç konuşturmadı.) 2. Engel olmak, fırtına, yağmur veya rüzgâr göz açtırmamak: “Bet baktırbay turgan boroon.” (Göz açtırmayan fırtına.)
bet cırtuu (БЕТ ЖЫРТУУ) [yüz yırtma] bk. bet tıtuu.
bet kat bol- (БЕТ КАТ БОЛ-) [yüz(ü) kat(lı) olmak] Yaptıklarından dolayı mahcup olmak, rahatsızlık duymak.
bet keldi (БЕТ КЕЛДИ) [yüz geldi] Rastgele: “Avtobazadan tışka çıgıp, bet keldi basıp kettim.” -KA1. (Araba bakım servisinden dışarıya çıkıp, rastgele yürüdüm.)
bet mañday (БЕТ МАҢДАЙ) [yüz karşı] Karşı, ön: “Albette`-dep, Aygül lep etip Arstanbektin bet mañdayındagı boş üstölgö oturdu.” -GE. (“Elbette!” diyerek Aygül, hemen Arstanbek’in karşısındaki boş sandalyeye oturdu.)
bet tırmarlık kıl- (БЕТ ТЫРМАРЛЫК КЫЛ-) [yüz kaşırlık yapmak] Suçu kabul etmemek, inkâr etmek, başkasının üstüne atmak: “‘Sen, Kultay, biröönün mekesin tebelep-tepsetip alıp, anan maga arızdanıp bet tırmarlık kıldıñbı?` – dedi Mırzabay” -MA1. (Sen, Kultay, birinin mısır tarlasını tepeletip, sonra bana şikayet ederek, inkâr etmedin mi? dedi Mırzabay.)
bet tıtuu (БЕТ ТЫТУУ) [yüz yırtma] Kocası ölen kadının yüzünü çizerek yaralama geleneği.
beti açık (БЕТИ АЧЫК) [yüzü açık] 1. Açık ve geniş (yer): “Suu öydö tatırata çabışıp, beti açık cayıkka çıgıştı.” -TK. (Atlarını su kenarından yukarıya doğru koşturarak açık düzlüğe çıktılar.) 2. Laubali, saygısız, çekinmesi olmayan, utanmayan: “Beti açık kelin.” -KTS. (Laubali gelin.)
beti açıl- (БЕТИ АЧЫЛ-) [yüzü açılmak] 1. Yaptıkları belli olmak, açığa çıkmak, bilinmek: “Anın beti açılıp, instituttun calpı çoguluşuna salınıp, şermende bolbodu bele.” -KTS. (Onun yaptıkları açığa çıkıp, Enstitü genel toplantısında konuşulunca rezil olmadı mı?) 2. Laubali olmak, aşırı samimi, teklifsizce ve saygısızca davranmak: “Caş kelin Ali Rıza beydi murun bir az sıylamış bolso, emi birotolo beti açıldı.” -RG. (Genç gelin, önceden Ali Rıza Bey’e biraz saygı gösteriyor gibiydi, şimdi ise tamamen laubali davranmaya başladı.) 3. Laubali olmak, yüz göz olmak: “Çatakka aralaşuu beker ele kızdarına beti açılgandan başka natıyca bermek emes.” -RG. ( Kavgaya karışmak, kızlarıyla boşuna yüz göz olmaktan başka sonuç vermezdi.)
beti bozdobo- (БЕТИ БОЗДОБО-) [yüzü boz olmamak] bk. beti bozorbo-.
beti bozorbo- (БЕТИ БОЗОРБО-) [yüzü bozarmamak] Yüzü kızarmamak, utanmamak: “Şadiyev beti bozorboy turup uşul sözdü aytkanda Toktosun mıskılduu cılmayıp: `Bet cok, ata-babasınan beri aldamçı tura` degendey baş çaykadı.” -KA2. (Şadiyev, utanmadan bu sözü söyleyince Toktosun, alay edercesine gülümseyip “Utanmaz, atalarından beri yalancıymış.” der gibi başını salladı.)
beti carık (БЕТИ ЖАРЫК) [yüzü parlak] bk. cüzü carık.
beti cok (БЕТИ ЖОК) [yüzü olmayan] Yüzsüz, utanmaz: “`Tüü beti cok!` -dedi biröö” -IK. (“Tüh utanmaz!” dedi biri.)
beti çıdaba- (БЕТИ ЧЫДАБА-) [yüzü dayan(a)mamak] Rezil olduğundan dolayı bakamamak, yüzü tutmamak, utanmak: “Gülizadan suraganga beti çıdabayt.” -TM2. (Güliza’ya sormaya utanıyor.)
beti çımıra- (БЕТИ ЧЫМЫРА-) [yüzü kabarmak] Çok utanmak: “Cigittin beti çımıray tüştü.”-DjL. (Delikanlı birden çok utandı.)
beti çımıraba- (БЕТИ ЧЫМЫРАБА-) [yüzü kabarmamak] Utanmamak, yüzsüzlük etmek: “Öz paydası üçün ata-enesin koşup satıp cibergenden beti çımırabagan selsayaktardın çoñ armiyası payda boluuda.” -ÇA1. (Kendi çıkarı için anne babasını bile satmaktan utanmayan serseriler çoğalmakta.)
beti çıñal- (БЕТИ ЧЫҢАЛ-) [yüzü sertleşmek] bk. beti kızar-.
beti duulda- (БЕТИ ДУУЛДА-) [yüzü çatır çatır yanmak] Yüzü kızarmak.
beti kalba- (БЕТИ КАЛБА-) [yüzü kalmamak] 1. Yüzsüzleşmek: “Koşunalardın takır ele beti kalbay kaldı.” (Komşular iyice yüzsüzleşti.) 2. Yüzü kalmamak: “Üyüne kayra-kayra bara berip betim kalbadı.” (Evine takrar tekrar gitmeye yüzüm kalmadı.)
beti kalıñ (БЕТИ КАЛЫҢ) [yüzü kalın] Yüzsüz, utanmaz: “Anın beti kalıñ, barı bir kılgandarın moynuna albayt.” (O yüzsüzdür, zaten yaptıklarını hiç üstüne almaz.)
beti kara (БЕТИ КАРА) [yüzü kara] Yüzsüz, utanmaz, şerefsiz, maskara: “`Bermetti alam` – dep catat / Beti kara tuuganım.” -S-C. (“Bermet’i alırım.” diyor / Yüzsüz akrabam.)
beti karar- (БЕТИ КАРАР-) [yüzü kararmak] Rezil olmak, maskara olmak: “Laniçek el aldında beti kararıp, bir bozorup, bir kızarıp olturdu.” -KA4. (Laniçek, milletin önünde rezil olup, bozarıp kızararak oturdu.)
beti kayt- (БЕТИ КАЙТ-) [yüzü dönmek] Korkarak çekinmek: “Birok, aligidey emes, beti kaytıp kalgan.” -KU. (Fakat eskisi gibi değil, çekiniyor.)
beti kızar- (БЕТИ КЫЗАР-) [yüzü kızarmak] Yüzü kızarmak: “Oşondo anın beti kızarıp, eç söz ayta albay cer karagan.” -LC. (O zaman o, yüzü kızarıp, konuşamadan yere bakmıştı.)
beti kurusun (БЕТИ КУРУСУН) [yüzü bitsin] Ondan Allah uzak etsin! Ondan uzak olalım!, bir daha tekrarlanmasın!: “O-o, al kündün beti kurusun.” -SÖ. (O-o, o günlerden Allah uzak etsin!)
beti küy- (БЕТИ КҮЙ-) [yüzü yanmak] Birinin karşısında kendini suçlu hissetmek, utanmak, yüzüne bakamamak, rezil olmak: “Uşunday, uşunday, bul cetken aramza, karabaysızbı, betteşkende beti küyüp, tilin cutup duduk bolup oturganın.” -KS2. (Öyle öyle, bu çok üçkâğıtçı, karşılaştığımızda yüzüme bakamayıp dilini yutmuş gibi oturmasına bakar mısınız?)
beti tultuy- (БЕТИ ТУЛТУЙ-) [yüzü kalınlaşmak] bk. beti kızar-.
beti tügön- (БЕТИ ТҮГӨН-) [yüzü tükenmek] Rezil olmak: “Orusçalap sögüngön, oo kurgur ay, beti tügöngön.” -KA2. (Rusça küfreden, geberesice, rezil.)
betimdin beş terisi (БЕТИМДИН БЕШ ТЕРИСИ) [yüzümün beş derisi] Çok ayıp!: “İy, betimdin beş terisi, emne bara koydum eken.” -O-A. (Eyvah, çok ayıp oldu, niye gittim ki.)
betin aç- (БЕТИН АЧ-) [yüzünü açmak] 1. Cinayeti veya gizli yapılan işi açığa çıkarmak: “Borbordo tak silerge okşogondordun betin açış üçün tekşerüü cürüp catat!” -Cİ. (Merkezde tam sizin gibileri açığa çıkarmak için denetim yapılıyor.)
betin arı kılsın (БЕТИН АРЫ КЫЛСЫН) [yüzünü öte yapsın] Allah korusun: “Kokus coldon adaşıp ketseñer emne bolmok, kuday betin arı kılsın, arar cerge tompoyup kalbayt beleñer.” -ÇA1. (Tesadüfen yolda kaybolursanız ne olacaktı, Allah korusun, orada burada ölürdünüz.)
betin aymanday kıl- (БЕТИН АЙМАНДАЙ КЫЛ-) [yüzünü oburmuş gibi yapmak] Yüzüne çarpmak.
betiñ barbı (БЕТИҢ БАРБЫ) [yüzün var mı] Utanmıyor musun? Yüzün var mı?: “Betiñ barbı? Kantip kalp ayttıñ?” -KTS. (Utanmıyor musun? Nasıl yalan söyledin?)
betin çımçı- (БЕТИН ЧЫМЧЫ-) [yüzünü çimdiklemek] Birisini kınarken veya utanınca “Eyvah, ayıp oldu!” anlamında kendi yanağını çimdiklemek.
betin çiyedey kıl- (БЕТИН ЧИЕДЕЙ КЫЛ-) [yüzünü vişne gibi yapmak] Çok rezil etmek, mahcup etmek.
betin körsötpösün (БЕТИН КӨРСӨТПӨСҮН) [yüzünü göstermesin] Allah yüzünü göstermesin, yüzünü şeytan görsün: “Akbayevdin közünö oşo soguş kündöründögü caraluu cer köründü. Oo, emi anın betin körsötpösün!” -SÖ. (Akbayev’in gözlerine o savaş günlerinde yaralandığı yer göründü. Allah o günleri bir daha göstermesin.)
betiñ küygür (БЕТИҢ КҮЙГҮР) [yüzün yanasıca] Yüzünü şeytan görsün!: “Emi ölbögöndö emneñ kaldı? Betiñ küygür!” -ŞÜ. (Şimdi rezil olmadın da ne oldun? Yüzünü şeytan görsün!)
betiñ tilingir (БЕТИҢ ТИЛИНГИР) [yüzün parçalanasıca] bk. betiñ küygür.
betinde kızılı bar (БЕТИНДЕ КЫЗЫЛЫ БАР) [yüzünde kızılı olan] Vicdanlı, merhametli: “Beçara, betinde kızılı bar tura, mından tüñülüügö bolboyt.” -KTS. (Zavallı, vicdanlı biriymiş, ondan umudu kesmemeli.)
betinde kızılı cok (БЕТИНДЕ КЫЗЫЛЫ ЖОК) [yüzünde kızılı olmayan] Vicdansız, utanmaz, yüzsüz: “Uşunça kişi tursa calgan aytat, betinde takır kızılı cok eken.” (Bu kadar insanın önünde yalan söylüyor, çok yüzsüzmüş.)
betine bas- (БЕТИНЕ БАС-) [yüzüne basmak] Yüzüne vurmak: “Sözdü salmak menen baştap, aynıksız dalildi betine bastı.” -KA2. (Söze yavaşça başlayarak kesin kanıtları yüzüne vurdu.)
betine çıgar- (БЕТИНЕ ЧЫГАР-) [yüzüne çıkarmak] Statüsü, seviyesi düşük olan birisini statüsü yüksek olan birisine denk saymak, ona karşı çıkması için kışkırtmak.
betine çık- (БЕТИНЕ ЧЫК-) [yüzüne çıkmak] Birisine karşı çıkmak, cephe almak: “Anday eken kündö alkıldap, betiñerge çıgıp tursa emne kılmak eleñer?” -KÖ. (Öyle iken her gün atılarak, size karşı cephe alırsa ne yapardınız?)
betine kan cügür- (БЕТИНЕ КАН ЖҮГҮР-) [yüzüne kan dolaşmak] bk. betine kızıl cügür-.
betine karaba- (БЕТИНЕ КАРАБA-) [yüzüne bakmamak] Yüzüne bakmamak, önem vermemek: “Senin aydagan malıñ, kütkön düynöñ -eç kimdin betine karabay aytkan akılduu kurç sözüñ, kalıstıgıñ.” -SB. (Senin kimseye aldırmadan söylediğin akıllı ve keskin sözlerin, adaletin, sahip olduğun malın ve biriktirdiğin zenginliğindir.)
betine karma- (БЕТИНЕ КАРМA-) [yüzüne tutmak] 1. Birisine veya bir şeye güvenmek: “Seni betine karmap alıp, kezektegi afyoralık oyunun baştagan turbaybı.” -BR. (Sana güvenerek yine dolandırıcılık oyununa başlamış.) 2. Bahane etmek: “Köptü körgön kıyar elçi emi uşul cüyöönü betine karmadı.” -CT. (Çok bilmiş kurnaz elçi bu sebebi bahane etti.)
betine kızıl cügür- (БЕТИНЕ КЫЗЫЛ ЖҮГҮР-) [yüzüne kızıl dolaşmak] Yüzüne renk gelmek, yanağına kan gelmek, yüzü daha canlı ve renkli olmak, yanağından kan damlamak: “Tooktun etinen cep, sorposunan içip betine kızıl cügürdü.” -KS2. (Tavuğun etini yiyip, suyundan içince yüzüne renk geldi.)
betine köö cabıl- (БЕТИНЕ КӨӨ ЖАБЫЛ-) [yüzüne kurum sürtülmek] 1. Milletin önünde rezil olmak. 2. İftiraya uğramak: “Kişi öltürdü dep ayıptalıp, betine köö cabılgan Moris Jerald oşentip topuragan eldin aldında turdu.” -MR. (Cinayet işledi diye suçlanarak iftiraya uğrayan Moris Jerald, bu hâliyle kalabalık insanların önündeydi.)
betine köö cak- (БЕТИНЕ КӨӨ ЖАK-) [yüzüne kurum sürtmek] bk. betine köö cap-.
betine köö cap- (БЕТИНЕ КӨӨ ЖАП-) [yüzüne kurum sürtmek] 1. İftira etmek, kara çalmak, kara sürmek: “Rayonduk kızmatçılardın aldında menin betime köö caap, duşmandı kalkalap kalasıñbı?” -KC1. (Kaymakamların önünde bana kara sürerek, düşmanı koruyacak mısın?) 2. Yüzünü yere getirmek, utandırmak: “Rimdikterdin betine köö capkan uşul uyat iş da alardı eç nersege üyrötkön cok.” -LG. (Romalıların yüzünü yere getiren bu ayıp iş de onlar için ders olmadı.)
betine köö sıypal- (БЕТИНЕ КӨӨ СЫЙПАЛ-) [yüzüne kurum sürtmek] bk. betine köö cap-.
betine köö sürt- (БЕТИНЕ КӨӨ СҮРТ-) [yüzüne kurum sürtmek] bk. betine köö cap-.
betine köşögö tart- (БЕТИНЕ КӨШӨГӨ ТАРТ-) [yüzüne perde çekmek] Birini savunmak, yaptıklarını örtmek.
betine sal- (БЕТИНЕ САЛ-) [yüzüne vurmak] Yüzüne vurmak, yüzüne söylemek: “Bolgon okuyanı betine saldı.” (Olanları yüzüne vurdu.)
betine tamga bol- (БЕТИНЕ ТАМГА БОЛ-) [yüzüne damga olmak] Yüz karası olarak kalmak: “Atasın caşırıp cürgönü betine tamga bolup, Caliy turgan cerinde kata közü çakçaydı.” -ŞB. (Babasını gizlemesi yüz karası olduğundan, Caliy durduğu yerde gözleri fal taşı gibi açılıp dondu kaldı.)
betinen çaarı çık- (БЕТИНЕН ЧААРЫ ЧЫК-) [yüzünden çaparı çıkmak] Suratı bir karış asılmak, çok öfkelenmek, hiddetlenmek: “Kürüçbektin betinen çaarı çıgıp tünörüüdö.” -KO1. (Kürüçbek, suratı bir karış asılarak susuyor.)
betinen çükösü çık- (БЕТИНИН ЧҮКӨСҮ ЧЫК-) [yüzünden kemiği çıkmak (görünmek)] Çok zayıflamak, yanak kemikleri çıkmak.
betinen kanı kaç- (БЕТИНЕН КАНЫ КАЧ-) [yüzünden kanı kaçmak] Rengi atmak, korku, heyecan vb. sebeplerle benzi sararmak: “Uşunu aytar zamat ayaldın betinen kanı kaçtı.” -MK1. (Onu söyleyince kadının rengi atıverdi.)
betinen kanı tamgan (БЕТИНЕН КАНЫ ТАМГАН) [yüzünden kanı damlayan] Yanağından kan damlayan, sağlıklı görünen: “Mandayda betinen kanı tamgan adam oturdu.” (Karşıda yanağından kan damlayan adam oturuyordu.)
betinen kan-sölü kaç- (БЕТИНЕН КАН-СӨЛҮ КАЧ-) [yüzünden kan suyu kaçmak] bk. betinen kanı kaç-.
betinen kara tük çık- (БЕТИНЕН КАРА ТҮК ЧЫК-) [yüzünden kara tüy çıkmak] bk. betinen tügü çık-.
betinen kızılı kaç- (БЕТИНИН КЫЗЫЛЫ КАЧ-) [yüzünün kızılı kaçmak] Rengi atmak, benzi sararmak: “Uşul uçurda içki üydün eşigi akırın açılıp, betinin kızılı kaçkan Bermet köründü.” -U. Abdukayimov. (O anda içerideki odanın kapısı yavaşça açılıp, benzi sararmış Bermet göründü.)
betinen otu çık- (БЕТИНЕН ОТУ ЧЫК-) [yüzünden ateşi çıkmak] Yüzü kızarmak: “Kişi kelatsa ele betimin otu çıgıp, cer basa albay uyalçu boldum.” -MA1. (Birisi gelirken utançtan yüzümün kızarmasından yürüyemeyecek oldum.)
betinen söögü çık- (БЕТИНИН СӨӨГҮ ЧЫК-) [yüzünden kemiği çıkmak (görünmek)] bk. betinen çükösü çık-.
betinen tügü çık- (БЕТИНЕН ТҮГҮ ЧЫК-) [yüzünden tüyü çıkmak] 1. Yüzünden düşen bin parça olmak: “Suuk üñkürdö tañ atkança üşüp çıkkan neme betinen tügü çıgıp, temtedeñdep ketip barattı.” -ÇA1. (Soğuk mağarada sabaha kadar üşüyüp yüzünden düşen bin parça titreyerek sallana sallana gidiyordu.) 2. Korkmak, korkudan dolayı tedirgin olmak: “Betinen tugu çıkkan balaga külüktu mingizdi.” -AJ. (Korkan çocuğu argımağa bindirdi.)
betinen tügü körün- (БЕТИНЕН ТҮГҮ КӨРҮН-) [yüzünde tüyü görünmek] bk. betinen tügü çık-.
betinen tügü tüşö elek (БЕТИНЕН ТҮГҮ ТҮШӨ ЭЛЕК) [yüzünden tüyü (henüz) dökülmemiş] Genç, henüz yetişkin olmayan: “Bul colu öñköy on segiz, on toguzdagı betinen tügü tüşö elek baldar cönöp cattı.” -ÇA1. (Bu sefer hep on sekiz, on dokuz yaşındaki genç delikanlılar gidiyorlardı.)
betke ayt- (БЕТКЕ АЙТ-) [yüze söylemek] Yüzüne söylemek, açık söylemek, çekinmeden söylemek: “Çındıktı betke aytuu cakşı sapat / A, birok duşmandardı köp arttırat.” -CK2. (Gerçeği yüzüne karşı söylemek, güzel bir özelliktir / Fakat düşman sayısını çok arttırır.)