
Полная версия:
Ali Akbaş Armağanı
Kahramanmaraş Lisesinde öğrenci iken bir şiiri ile birincilik kazanmıştır. Bu şiir, Kahramanmaraş Lisesi Marşı olarak kabul edilmiştir.
Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde yüksek tahsil alan Ali Akbaş, mezuniyetinin ardından 1973-1979 yılları arasında Elbistan, Çayeli ve Adana liselerinde edebiyat öğretmenliği, Gazi Eğitim Enstitüsünde idarecilik yapmış ve Ankara Meslek Yüksek Okulunda çalışmıştır. 1979-1982 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Film, Radyo, Televizyonla Eğitim Merkezinde radyo programcılığı görevinde bulunmuştur. 1983 yılında Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne araştırma görevlisi olarak geçmiş ve 1985 yılında “Yapalak ve Ekinözü Ağızları” konulu yüksek lisans teziyle bilim uzmanı payesi almıştır.
Ali Akbaş, yüksek lisansını tamamladıktan sonra Bölüm ’den ayrılmış ve Türk Dili Dersleri Koordinatörlüğü bünyesinde Türk Dili Okutmanı olarak görev almıştır. Okutmanlık yaptığı yıllarda da şiir ve ayrıca çocuk edebiyatıyla uğraşmıştır.
Bu yılların meyvesi olarak ortaya çıkan verimleri; şiir alanında “Masal Çağı” ve “Kuş Sofrası”, masal alanında “Gökte Ay Portakaldır”, tiyatro alanında ise “Kız Evi Naz Evi” adlı eserleridir.
Öğrencilik yıllarında çıkardığı Ülküpınarı dergisinden sonra arkadaşları ile birlikte, Divan, Doğuş Edebiyat ve Kanat dergilerini çıkarmıştır.
Hacettepe Üniversitesi bünyesinde 25 yıl okutman olarak çalıştıktan sonra 1996 yılında emekli olmuştur. Emekli olduktan sonra dışarıdan okutman olarak çeşitli üniversitelerde ders vermiştir.
2000 yılında, Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinde görev yapmıştır.
Evli, 5 çocuk babası ve 6 torun dedesi olan Ali Akbaş, hâlihazırda Avrasya Yazarlar Birliğinin Genel Başkan Yardımcılığı ve Birlik’in yayın organı Kardeş Kalemler dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği görevlerini sürdürmektedir.
Edebî Faaliyeti
Herhangi bir edebî akıma bağlı olmadan “klasiklerle beslenmeyen yeninin kalıcı olamayacağı ve ancak geçmişten, yani maziden güç alarak yeniyi kurabileceğimiz” anlayışıyla şiirlerini, çoğunlukla hece vezni ve serbest vezinle az miktarda da aruz vezniyle yazmıştır. Ali Akbaş’ın şiirleri, Ötüken, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Nilüfer, Erguvan, Doğuş, Türk Yurdu, Hisar ve Hamle gibi dergilerde yayımlanmıştır.
Ali Akbaş’ı çok yakıdan tanıyan Ersin Özarslan’ın ifadesiyle “Ali Akbaş, birinci sınıf bir ‘dilci’dir. Anadolu ağızlarını kullanmada uzman bir kişidir. Kimsenin tercih etmediği konuları işlemiştir eserlerinde. Meftun olduğu bir sanatçı yoktur. Zor yazdığını söyler, ilhamın peşinden koşar. Şiirlerini dostlarıyla paylaşır, kanaatlerini sorar, eserlerini bu şekilde yeniden değerlendirir. Nitelikli dikkatleri, dikkate alan bir tabiatı vardır. Şiir söz konusu olunca tüm değerleri unutur.”.
Ali Akbaş, şiirlerinde geleneksel malzemeye yer vermiş; bu cümleden olarak masal, efsane, destan gibi anlatmalık ve türkü, mâni ve ninni gibi söyle-melik türleri şiirlerinde kullanmış; ancak şiirinde bunlardan beslenmek yerine giderek hayatımızdan çekilen bu özel ve sözel dokuları hatırda tutmamızı ve bunlarla hafızamızı yenilememizi yeğlemiştir. Dolayısıyla Ali Akbaş, şiirini geleneksel malzemeyle besleyen bir şair olmaktan ziyade geleneksel malzemeyi şiirinde dile getirmeye gayret etmiş bir şairdir. Türk Dünyası, Türklük şuuru, vatan ve memleket sevgisi, millî ve manevi değerler, tabiat sevgisi, sosyal meseleler ve hayata, insana, eşyaya tabiata bağlı mücerret-müşahhas hemen her konuda ve insan-toplum-kültür ilişkisi temelinde, samimi bir üslupla, okuyanı sarıp sarmalayan ve onu içine çeken lirik ve dramatik nitelikli ve fakat oldukça sahici şiirler yazmış olan Ali Akbaş, pek az şiirinde de Korkut Akbaş müstearını kullanmıştır.
Ödülleri
Ali Akbaş’ın yaptığı edebî ve kültürel faaliyetler kültür ve sanat çevrelerinde yankı bulmuş ve şaire 1991 yılında Yunus Emre yılı dolayısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen XII. Dünya Şairler Toplantısı’nda bir plaket verilmiştir. Aynı yıl “Kuş Sofrası” adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği tarafından çocuk edebiyatı dalında Yılın Şairi seçilmiştir.
1993 yılında, Kazakistan’ın o dönemde başkenti olan Almatı’da yapılan II. Türk Dünyası Şiir Şöleni’ne davet edilmiş ve burada Mağcan Cumabayulı Ödülü’ne layık görülmüştür.
2004 yılında, Kosova’da yayımlanan Türkçem çocuk dergisi tarafından Yılın Şairi Ödülü verilen Ali Akbaş, 2005 yılında İtalya’nın Venedik şehrinde düzenlenen 57. Şiir Bianeli’nde, 2007 yılında 20. Moskova Kitap Fuarı’nda ve 2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye’yi temsil etmiştir.
2011 yılında Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi tarafından Türk Dünyası’nda Yılın Edebiyat Adamı seçilmiştir. 2018 yılında, Türk Ocakları Ayvaz Gökdemir Edebiyat Armağanı’na layık görülen şaire, 2019 yılında ise TÜRKSOY 25. Yıl Madalyası takdim edilmiştir.
Eserleri
Ali Akbaş, ağırlıklı olarak şiir yazsa da şiir dışında masal ve tiyatro alanında da eser vermiştir. Şiirleri Masal Çağı [Ocak Yayınları, Ankara, 1983], Kuş Sofrası [Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991; Polatlı Belediyesi, Ankara, 1991; Bengü Yayınları, Ankara, 2016; Millî Eğitim Bakanlığı, Ankara, 2017; Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Konya, 2017], Eylüle Beste [Bengü Yayınları, Ankara, 2011, 2013], Erenler Divanında [Bengü Yayınları, Ankara, 2011, 2013], Turna Göçü (şiir) [Bengü Yayınları, Ankara, 2011, 2013], Bütün Şiirleri [Bengü Yayınları, Ankara, 2015, 2018] adlarıyla yayımlanmıştır. Masal kitabı Gökte Ay Portakaldır [Çocuk Vakfı Yayınları, Ankara 1993] adıyla yayınlanmış; tiyatro eseri ise Kız Evi Naz Evi [1969] adıyla İstanbul Radyosunda radyo programı olarak yayımlanmıştır.
Ali Akbaş’ın şiirleri, faklı dillere çevrilerek ve farklı Türk lehçelerine aktarılarak yurtdışında da yayımlanmıştır. Kuş Sofrası adlı şiir kitabı Mariya Leontiç tarafından Птичја Cофра [Ptičja Sofra] adıyla Makedonca’ya çevrilip yayımlanmıştır. İlk baskısı 2000 yılında Detska Radost Yayınevinde basılan kitabın genişletilmiş, iki dilli, Türkçe-Makedonca ikinci baskısı ise 2008 yılında Toper Yayınevi tarafından yapılmıştır. Kuş Sofrası 2008 yılında [Mir Aziz Azam aktarmasıyla] Özbekistan’da Özbek Türkçesiyle yayımlanmıştır. Seçilmiş Şiirleri, 2008 yılında [Ramiz Asker aktarmasıyla] Azerbaycan’da Azerbaycan Türkçesiyle kitap olarak yayımlanmış; 2016 yılında da [Tahir Kahhar aktarmasıyla] Özbekistan’da Özbek Türkçesiyle kitap olarak yayımlanmıştır. Bazı şiirleri pek çok Türk lehçesine aktarılmış, ayrıca Rusçaya çevrilerek yayımlanmıştır.
Son Söz Yerine
Ali Akbaş, bir sanatkâr bir şair olmanın dışında bir insan olarak da kendine has ve oldukça müşfik ve mütevazı tavrıyla tebarüz eden bir aksakaldır. 30 yıllık bir süre içinde yakınında bulunmuş olma şansına eriştiğim Ali Akbaş’ın sanatkâr yaratıcılığına doğrudan şahit olanlardan biri olarak oldukça kuru bir üslupla yazmaya çalıştığım bu tercüme-i hâl, elbette Ali Akbaş’ı mütemmim bir biçimde anlatmaya yetmeyecektir. Ben onun etrafındaki nice kardeşlerinden biri olarak kendisiyle aynı havayı teneffüs etmekten, ayrıca dört kitabının yayına hazırlanmasına dâhil olmuşluktan bahtiyarım. Kendisine sağlıklı, velut ve uzun bir ömür diliyor, Ali Akbaş Ağabey’i daha iyi tanımanın yolunun, yazdığı şiirlerde saklı olduğunu ifade etmek istiyorum.
ALİ AKBAŞ, ŞİİRİ VE BEN
Mariya LEONTİÇ
Her öğrencim kitabı eline alınca ona hayran oldu.
Bir öğrencim ise şiirleri akşamleyin kızına okurmuş.
Petar adlı yeğenim ise ilköğretimdeyken ben bilmeden
Kuş Sofrası’ndan birkaç şiir ezberlemişti
Dalay Lama’ya göre: “Memnun olma durumu mutluluğun anahtarıdır. Sağlık, varlık ve yoldaşlarla dostlar mutluluğun üç etkenidir.” Sağlık ve yoldaşlar (büyükbaba, büyükanne, baba, anne, eş, çocuklar, akrabalar) en çok kadere bağlı, varlık bizim emeğimize ve hayat görüşümüze, dostlar ise bizim seçeneğimize. Ben Türkiye’de olan dostlarla kendimi çok zengin hissediyorum. Türkiye dediğim zaman ilk önce Türkiye’de yaşayan dostlarım ve onların aileleri aklıma geliyor. Türkiye’de yaşayan dostlarım arasında şairimiz Ali Akbaş ve onun ailesidir. Her dostluk kendisi için ayrı bir masal olduğuna göre şairimiz Ali Akbaş’la da dostluğum ilginç bir masaldır. Şairimizi ilk önce eserleriyle, ondan sonra şahsen tanıdım. Bu sebeple bu güzel dostluk iki aşamada gelişti.
Şairimiz Ali Akbaş’ı Şiir Yoluyla Tanıma
Normal insanlar belki diğer insanları eser aracılığıyla tanımaya mecbur kalmıyorlar fakat biz, çeviriyle uğraşanlar çoğu kez böyle bir durumla karşılaşıyoruz. Türk şairlerinin çoğunu (Nâzım Hikmet, Cahit Külebi, Atilla İlhan, Sezai Karakoç vs.) şahsen tanımadan Makedoncaya çevirdim. Fakat çeviriye başlamadan önce onların şiirlerini defalarca okudum ve hayatları hakkında bilgi edinmeye özen gösterdim. Makedonya’da şairler hakkında sadece temel bilgi edinebildiğim için bu bana şairleri tanımam için yeterli olmuyordu. Böylece ister istemez şairleri şiir yoluyla tanımaya mecbur kalıyordum. Her şiir, şairin kişiliğini, hayat görüşünü, yaşadıklarını, duygularını, hayallerini ve estetik zevkini yansıtır. Şiirlerini çevirdiğim şairlerin hayatı hakkında sonradan yeterli bilgi edindiğimde çoğu kez hayalimde onları doğru “tanıdığımı” anladım. Gözleri görmeyen kişilerin diğer duygularını fazla geliştirmeye mecbur kaldığını biliyoruz. Biz, Türkiye’den ve Türk şairlerinden uzak yaşayan ve çalışan çevirmenler de şairleri tanımadan, görmeden, mısralar arasında okumayı ve hayallerimizi geliştirmeye mecbur kalıyoruz. Doğal olarak onlardan bazılarını tanıma fırsatımız olunca, gerçek şair hayalimizdeki şaire uyuyorsa sevinç büyüktür. Ali Akbaş’ı hem şiir yoluyla hem de onun dostu ve benim öğretmenim ve meslektaşım olan Hüseyin Özbay’ın sohbetlerinden tanıma fırsatım oldu. Bunu Ali Akbaşı’n Kuş Sofrası adlı Türkçe – Makedonca kitabının son sözünde de yazdım: “Eğer Hüseyin Özbay hocam, bir dost ve bir meslektaş olarak hayatıma girmeseydi herhâlde Ali Bey’i ve şiirlerini tanıma fırsatım olmayacaktı…”Hüseyin Özbay, Aziz Kiril ve Metodiy Üniversitesi Blaje Koneski Filoloji Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde çalışıyordu. Derslerinde Türk edebiyatından en güzel örneklerini seçerdi. Bir derste bizlere Ali Akbaş’ın Kuş Sofrası adlı şiir kitabından “Üç Gümüş Tüy” şiirini okudu. Kitaba da şiire de hayran oldum. Bu sebeple şiiri defterime yazdım ve şu kıtaları aylarca okudum:
Mevsim baharHava lodosSular sarhoştuKıyıyı dövüyordu dalgalarO gün iki kuşBir kumsalda buluştular Bir martı Bir kartalAk paktı martıKöpükten yaratılmıştıKartal kapkaraydıKayalardan kopmuştuYalçın kayalardanŞaşırıp kaldılar Bir martı Bir kartalMaviydi kıyıKubbeler semaviydiMartı güzel,Kartal yabaniydiUçtularKubbeler – kemerler arasından Bir martı Bir kartalAma bir gurup vaktiAlev aldı sularKanatları tutuştu kuşlarınKartal dağlara kaçtıMartı denize daldıKumsalda üç tüy kaldıÜç gümüş tüyBu böyle bir masaldı Bir martı Bir kartal (Üç Gümüş Tüy)Birkaç ay sonra Hüseyin Bey Türkiye’ye gitti ve Ali Akbaş’tan bana Kuş Sofrası adlı şiir kitabını armağan olarak getirdi. Şair şahsen tanımadığı bir genç hanıma çok güzel bir armağan göndermişti. Bu kitabı defalarca okudum ve bir gün şiir çevirisine başladım. Şiirleri tam benim sevdiğim gibi lirikti. Her şiirinden ahenk, renk ve koku yayılıyordu. Aynı yılda, 1998’de, sıcak bir ağustos gününde Hüseyin Bey telefonla seslendi ve Ali Bey’in şiir çevirilerini getirmemi rica etti. O gece Ali Akbaş’la tanışacağımı biliyordum.
Şairimiz Ali Akbaş’ı Şahsen Tanıma
Ali Akbaş’ı şahsen tanıyana kadar onu şiirleriyle tanımalıydım. Onu şahsen tanıdığımda sanki hayat boyu onu tanıyormuşum gibi kendimi hissettim. Evine gittiğimde ise evine ve ailesine sanki yıllarca misafirliğe gidiyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. Şiir yoluyla tanıdığım şair ve gerçek şair uyum içindeydi. Bu intibaı kitapta şöyle anlatmışım: “Nedense bazı insanlarla tanıştığınız zaman kendilerini sanki hayatınız boyunca tanımışsınız gibi yakın hissediyorsunuz. Ali Bey ise şiirlerinde olduğu gibi sohbetlerinde de ‘ağzından bal akan’ bir şairdir. Birkaç ay önce gönderdiği kitap da yanımdaydı ve ben imzalamasını rica ettim. Ali Bey, o dört ağustos gecesinde “Kuş Sofrası”nın ilk sayfasına en güzel ithaflardan birisini yazmıştı: “Nesil ve medeniyet farkına rağmen ruh akrabam olan Mariya Hanım kızıma en iyi dileklerimle, teşekkürlerimle.” Fakat nedense onunla konuşurken bu nesil ve medeniyet farkını hiç hissetmiyorsunuz, sanki bir anda ortalıktan kayboluyorlar.” O gece Ali Bey’in şiirleri ve o şiirlerin çevirisi hakkında konuştuk. Ali Bey, Hüseyin Bey’in misafiriydi ve Makedonya’ya ilk defa geliyordu. Bu dönemde şiir çevirisi üzerinde çalışarak onu tanıma ve danışma fırsatım oldu. O, Türkiye’ye döndükten sonra Kuş Sofrası’nda bulunan şiirlerin çevirisine devam ettim. Bir yıl yoğun çalıştıktan sonra şiir çevirilerim tamamlandı. Kitap son hâlini alana kadar Ali Akbaş’la birçok danışma yaptım. Kitap tamamlanınca ben de kendime inanamıyordum. Kitabın her aşaması benim için yoğun, öğreticiydi, farklı anlamı ve önemi vardı. İlk yayın 2000 yılında, ikinci genişletilmiş yayın ise 2008 yılında gerçekleşti. Her öğrencim kitabı eline alınca ona hayran oldu. Bir öğrencim ise şiirleri akşamleyin kızına okurmuş. Petar adlı yeğenim ise ilköğretimdeyken ben bilmeden Kuş Sofrası’ndan birkaç şiir ezberlemişti. Öğrenciler için hazırlanmış olan bu kitabın kaderini artık tahmin etmek zor oluyor fakat dershane dışında küçük çocuklara ulaştığına ve ilgilerini çektiğine sevindim. Zaten hangi çocuk ve anne bu şiire hayran olmaz:
AnneciğimDüşümde bir kuşmuşumKucağından uçmuşum.AnneciğimDüşümde bir mektupmuşumGideceğim yeri unutmuşum.AnneciğimAç beni, oku beniBasmadan uyku beni.AnneciğimAllah ne kadar yakınKonuştum duydu beni.AnneciğimYollar beni çağırırKuşlar beniRüzgâr beniUyku beniSu beni.(Uykuya Doğru)Ali Akbaş’ın şiirlerinin ileride de farklı nesilleri bir araya getireceğine eminim. Aslında Kuş Sofrası’nda hem çocukların hem de büyüklerin okuyabilecekleri lirik şiirler vardır. Gönülden diğer eserlerini de bir an önce yayımlanmasını dilerim.
Ali Akbaş’la Üsküp’te ve Ankara’da birçok kez görüşme fırsatım oldu. Ankara’ya gittiğimde, orada oturan bütün öğretmen, yazar ve dostlarımı ararım ve görüşürüm. Bunların arasında şairimiz Ali Akbaş ve ailesi de vardır. Çünkü dostluk göğü süsleyen bir yıldızdır fakat sönmemesi için onu korumak gerek.
1. Lama Dalaj. (2008). Kniga na mudrosta. Magor – Skopje, 28.
2. Akbaş Ali. Акбаш Али. (2008). Kuş Sofrası. Птичја софра. Топер – Скопје, 128.

ALİ AKBAŞ’IN MAL VARLIĞI
Özcan ÜNLÜ
Gül yapraklı ekmekle dolu bereketli Kuş Sofrası
*Kızların gümüş hâreli çayda –hâlâ- kilim dokuduğu Masal Çağı
*Dedesinin fukara komşusu Deli Ali’den dinlediği destanlar ve halk hikâyeleri
*Herkesin ağzına kadar başkası olduğu dünya adasında sadece bir ‘Kızıl
Elma’: Türkümü unutturdun!/ Beni böyle eve köye koymazlar
*Masal ülkesi köyü Çatova’dan Ankara’ya götürüp biriktirdiği çocukluk hatıraları
*Uzun kış gecelerinde, tandır başında tatlı dilli Güz Ana’dan dinlediği masallar ve maniler
*Beynini kaynatan temmuz sıcağında döven sürerken avuçlarına kazınmış nasırlar
*Kurak tarlalarda çift sürerken okuduğu Kerem ile Aslı ve dahi Karacaoğlan şiirleri
*Hemen tamamı ıslıkla da çalınabilen ağıtlar ve türküler
Gül ağacı boğum boğumGül yaprağın döktü bugünKardeşe inkisar edenMuradına yetti bugün*Rüya gibi hatırladığı babasının ardından edindiği çiçeklerle, kuşlarla, gökyüzüyle ve yıldızlarla konuşma ilmi
*Gizli hazinesinde sakladığı “Manevera” ve “Kemik Gitti” oyunları
*Herkesin unuttuğu zaman dilimlerinde keş fedip okuduğu Abdullah Kozanoğlu ve Feridun Fazıl Tülbentçi duyarlılığı
*“Yazıp-çizmede faydası olmuştur” dediği ortaokul Türkçe hocası Ali Arıkan’dan tevarüs ettiği adamlık
*Türk Dünyası’nın dört bir köşesinde çok biriktirilmiş, hiç ‘kullanılmamış’ dostlar/dostluklar
*Yaşı kaç olursa olsun kendini Küçük Prens olarak da gören herkes için söylediği nahif çocuk şiirleri
*Sancak’tan Kaşgar’a, Tuzhurmatı’dan Kazan’a.. dünya coğrafyasına yayılmış Türk acı larına karşı besleyip büyüttüğü yardımseverlik ve merhamet
*Savaş yüzünden, ekmeksizlik kederinden mülteci olmuş ya da iltica ettirilmiş bütün canlar için yazdığı Göç
Sirkeci’den tren giderOna binen verem giderBir kampana çalar analar ağlarOğul oğul, çocuklar öksüz, gelinler dulAkşam olur, hüzün çökerOmuzlarım bir bir düşerSirkeci’den tren giderGözyaşımı döker giderSirkeci’den tren giderEvim barkım viran gider*Bir dağ köyündeki Elif ’e verdiği sözü tutamamanın verdiği sahih mahcubiyet
*Mavi dumanlı koyda devşirip Hoca Ahmet Yesevi ve Yunus Emre ruhuyla üflediği binlerce yıllık keder
*Dede Korkut duruluğunda Türkçe söyleyiş
Dün ola, düğün olaDüşte gördüğüm olaYa yaza, ya kışaAyrılanlar kavuşaDargınlar barışaSayrılar sağ olaBozkırlar bağ olaYaz gele, kış geçeKırk gün kırk geceBir ulu şenlik olaDirlik düzenlik ola*Zamana ve zamana olanın tahribine karşı güçlü bir direnç
*“Sazdaki naz”ı anlayabilme cehdi ve berrak bir türkü duyarlılığıBağlama dediğin üç tel bir tahtaNe şaha baş eğmiş ne taca tahtaTüm dertleri özetlemiş bir ah’taBozkırda naradır bizim türküler*Tabiilik, millîlik, yerlilik ve özgünlük: Vay, çekicim Çekoslovak, testerem Alman
*“Bir ince sanat” olan hayata dağlar, ovalar, ırmaklar, köyler, harmanlar, çocuklar, tarih, mekân ve aşk penceresinden bakabilme kudreti
*Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, erenler ve alp-erenlerin nefesiyle Erenler Divânında söylediği mısralar
*Modern dünyanın kafese kapattığı/kapattırdığı çocuklarımıza duymamız gereken suçluluk
Anneleri çaydadırPartidedir çaydadırÇözün uçsun bebeklerÇözün kundaklarını*Unutulan, unutturulmaya çalışılan, itilip- kakılan Kerkük isyanı:
Ne zaman ki Kerkük gelir aklımaBoğazlanan bir Türk gelir aklımaFuzûli bağını talan edeninYüzü için tükrük gelir aklımaKerkük bir öbek kar çöl ortasındaAh anamız ağlar el ortasındaSağır mısın sağır mısın AnkaraÖldük güpegündüz yol ortasında*Elbistan’a, Buhara’ya, Semerkant’a, Altaylar’a, Çanakkale’ye, Ural’a, Hazar’a, Aral’a bitmeyen özlem
Her meyvenin kurdu içinde saklıHer yeni gün Hakkı müjdeliyor bakİri bir gül gibi büyülü, sıcakGüneşimiz hep doğudan doğacak*Köklere bağlılık: “Klasiklerle beslenmeyen yeninin kalıcı olamayacağı ve ancak geçmişten, yâni maziden güç alarak yeniyi kurabiliriz.”
*Ve şiir… Sadece şiir.
SÖNMEZ KOR
Tahir KAHHAR
O kendine özgü şairdir, başkalarından farklı olarak geleneksel yönlerden kaçar ve değişiklik sağlamaya çalışır, şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmez.
AY ve GÖK
-Türkiyeli şair Ali Akbaş’a-
Çay akarken Ay bakar… Ay ve Gök, göksudadırAy – Yiğit Gök göğsünde. Ay ile Gök, sudadırYâr benim göğsümdedir. Ben de Yâr göğsündeyimİkimiz Yer göğsünde, Yer de Gök göğsündedir…28. 10. 2011 AnkaraSonbaharda turna kuşunun göçmesi doğal fenomendir. Dolayısıyla bu olay mevsimin sonlandığını anlatıyor. Oysa onların yaşadıkları güzel hayatın geride kalması çok üzücü bir şeydir aslında. Şair bu çizgiyi şiirlerinde yansıtırken, kendisine çağdaş olan uzak- yakın kişiler gözünün önünden göçmen kuşlar gibi geçer, onların yüzü, ruhu, gönül dertlerini düşünür ve hisseder…
Ali Akbaş tüm güzel şairler gibi vatan, yurt sevdalısı! O bütün Türk milletinin, topraklarının, medeniyetinin, geçmiş tarihi ve fedakâr insanlarının aşığıdır! O yüzden okuyucu Ali Akbaş’ın şiirlerini okurken, Türkiye’nin bugünü ve geçmişi hakkında bilgiye sahip olmakla beraber Türk milletinin tefekkürü ve ruhunu da hissedecektir.
Şairin eserlerinde konu çoğunlukla Türk Dünyası ile ilgilidir. Özellikle Azerbaycan, Tatar, Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız, Saha, Kırım-Tatar, Kerkük vb. ülkelerinin güzel tabiatı ve fedakâr insanları hakkında yazdıkları övgüyü hak ediyor. Şair bu çizgileri okuduğu kitaplardan esinlenerek değil, aksine gezilerinden, gördüklerinden kaynaklanarak kendi şiirlerine “döktü”. Mesela, Özbekistan seyahatinden kaynaklanan Aral ve Çolpan gibi şiirleri Türk Dünyası’nın geçmişi ve bugününü köprü gibi bağlamışsa, Azerbaycan gezileri esnasında yazdığı Göygöl, Şehriyar gibi şiirlerinde vatan ve millet kaygısı öne çıkıyor. Kazan Tatarları ve Yakutistanlı kardeşleri ziyaret ettikten sonra doğan Tokay şiiri, Oyunskiy Sagusu, Kuzey Kıbrıslı ve Fuzuli’yi yetiştiren Bağdat-Kerküklü okuyucularla buluştuktan sonra onların duygularını yansıtan Bağdat Ateş İçinde, Kerkük, Bir Türkmen, Fuzuli gibi şiirleri dünya yüzünü gördü.
Kutlu Taş şiiri okuyucuyu Orhun-Yenisey abideleri, eski Türk yazıları ve medeniyeti beşiği olan kutsal yerlere hayalen götürüyor. Onun, Kırıldı Altın Kalemim şiiri Türk Dünyası’nın büyük yazarı Cengiz Aytmatov hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade ediyor, Bizim şarkılar, Armağan, Serdengeçti adlı şiirlerinde ise okuyucuya çağdaş Türk sanatçıları hakkında söylüyor. Kazak Bozkırlarında şiirini okurken, kalbimizin eski Türkistan sınırları gibi genişlediğini hissetmiş oluruz.
Kısacası, Ali Akbaş şiirleri okuyucunun gözünün önünde Türk Dünyası haritasını, Türk insanının duygularını, ruhunu çizmekle zevk sunar.
Bu özelliğiyle Ali Akbaş’ı iyice takip etmek gerekir: o hem hece hem de serbest hareket edebilen bir şairdir. Gazelleri, tuyuğu da vardır. Öyle bir özelliği taşıyan şiirleri de var ki, şair mısraları ipliğe dizerken hiç bir yerde noktalama işaretleri kullanmıyor. Dolayısıyla bu durum daha derin anlamlar verir, okuyucuyu daha ince düşünmeye davet eder. Ali Akbaş’ı izlerken, aynı şiirde hatta karışık hecelerle de karşılaşırsınız. Yeri gelmişken şunu belirtmek gerekir ki, o kendine özgü şairdir, başkalarından farklı olarak geleneksel yönlerden kaçar ve değişiklik sağlamaya çalışır, şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmez. Yalnız hangi tarzda yazılmış olursa olsun bu şiirlerin ortak özelliği müzikal ve sade oluşlarıdır.
“Kuş Sofrası” adlı şiir kitabı Makedonyada Mariya Leontiç çevirisiyle 2000 yılında, Özbekistanda Miraziz Azam çevirisiyle 2013 yılında yayınlanmıştır. Ramiz Esker tarafından Azerbaycan Türkçesinde “Seçilmiş şiirler”i 2011 yılında Bakü’de neşredilmiş. III. Türk Dünyası Edebî Dergileri Kurultayında “Yılın Şairi” olarak seçildikten sonra, şiirleri birkaç Türk dilli ülkeler basınlarında yayımlandı. Özbekistan’da yayımlanmakta olan Cihan Edebiyatı ve Gülistan dergilerinde ve birçok gazetelerde okuyuculara armağan edildi.
Yeri geldiğinde Ali Akbaş’ın özellikle Özbek edebiyatının Türk Dünyası’nda ve Türkiye’de tanınmasında hizmet verdiğini söylemek gerekir.
Yetmiş yaşını aşmış, hâlen dünya derdi ile yanıp ateşlenmekte ve hizmet peşinde koşmaktadır. Bence şairin her güzel şiiri, koru sönmez bir ateştir. Şair Ali Akbaş yaratıcılığının ateşi de sönmezdir.
USTALIĞI GİBİ İTİBARI VAR, İTİBARI GİBİ USTALIĞI
Todur ZANET
Onu ilk gördüğünde bir kere bile o bir şair ya da literatür adamı demeyeceksin. O, milyonlarca insan gibi, sıradan bir insan.
Bu dünyaya zaman zaman milyonlarca şair gelir. Onların kimileri, su gibi akıp gider. Kimileri, kuvvete hizmet edip ceplerini altınla doldurup, sonunda dibe batar. Kimileri, durmaksızın “ban! ban!” bağırıp, hep üstte olmaya çalışırlar ama içleri, eserleri boş olduğu için, şamandıra gibi, su üstünde oynarlar, sonunda ise öldüklerinde kaybolurlar. Bu sırayı daha çok uzatabiliriz ama Allah’a şükrederiz ki, o boşların arasında ara sıra dünyaya halis, usta ve millî şairleri de yolluyor. Onların eserleri binlerce yıl insanların aklında, kalbinde, fikirlerinde kalıyor. Öyle şairlerden biri de Ali Akbaş. O bugünkü Türkiye’nin, Türk Dünyası’nın en büyük şairleri arasında bulunuyor.
Bu laflardan hiç korkmuyorum zira onun şiirlerini okudum, biliyorum. Onun şiirleri halkının derin köklerinden, onun çalışkan ellerinden, tarlanın toprak kokusundan, ananın pak ekmeğinden gelir. O sıcaklıktan seni seven yakınlarından, milletinden gelir. Ana sütünden ve ana dilini, millî kültürünü kalbine almaktan, kanına girmekten gelir. Bunların hepsini sen milletinden borç, ödünç alırsın sonra, vakit geldiğinde, uğraşırsın bunları şiirlerinde anlatmaya milletine borcunu ödemeye, ödüncünü geri vermeye. Her seferinde bunu yapmayı başarırsın onları öyle temiz, öyle duygulu, geri çevirirsin, seni Millî Şair olarak tanırlar, öyle kabul ederler.